beyaz kuğu
  Yüreğime basa basa içimden, yar gidiyor
 

 

           Yüreğime basa basa içimden yar gidiyor


 
                  Gülsen FEROĞLU

  Ebeveynlerimizden, “başını bağlamak lazım” kararıyla, görmedikleri,konuşmadıkları, elini tutmadıklarıyla evlendirildikten sonra, birbirlerini sevmeleri beklenirdi. Çocuklarına, “çelik çomak oynarken, bir baktım ki babayım, anneyim” diyeceklerdi. 


Biçimlendirildikleri sistemin geleneklerine, kültürlerine uyar, büyüklerin yanında çocuklarına sarılmaz, kendine doğru hamle yapanı iter, kucaklamazlardı. Sevgilerini, yemeklerini tabağınıza koyarak, bakışlarıyla göstermelerine alışacak, “evladım” sözcüğün de “sevgiyi” duyumsamakla yetinecektik. Küreselleşmenin yıldızı Bill Gates’in “doğduğun yer değil, bitirdiğin okul önemlidir”in den, strateji, vizyon, “çocuğa yatırım”dan habersizlikleri, değiştiremedikleri aynı kadere razı olacağımızı varsaymaları, çocukluğumuzu, bermuda şeytan üçgeni; dershane- sınav-kurstan, kurtaracaktı. “Başımızı ağrıtmasınlar da, ne yaparlarsa yapsınlar” işimize yarayacak, televizyona mahkum, cips yiyip, alışveriş merkezlerinde zaman harcayacağımıza, sokaklarda hava kararıncaya kadar oyun oynayacak, karla boğuşacaktık.  Dondurucu soğuğa  rağmen şimdikiler gibi üşümez, önümüze her konanı yer, canımız da sıkılmazdı.

Henüz, Ali,Kemal, Ayşe, Fatma’ların, ”helvacı kız” masalı, “Çocuk Kalbi”, “Tom Amcanın Külübesi” kitaplarımız, çamurdan bebeklerimiz, Amerikan süt tozu,  Vita, Sana yağı sürülmüş ekmeklerimizin yerini; İrep, Irmak, İdil,  barbie bebek,  Harry Potter, Charli’nin Çikolata Fabrikası, Kayıp Balık Nemo, sonic,  solitaire oyunlar, hamburger,  fast food’lar  almamıştır.

Kurşunlanmış fotoğrafları görmememiz için gazete yatak altına saklanır, annenizin hıçkırıklarını duyardınız, hatırladığınız fısıltıyla konuştukları “Deniz, Menderes’in intikamı” dır. Çocuk aklınızla annenizi  üzen  “Deniz”den korkar, radyoda  “arananlar” sıralandığında  susmalarını, çevrenizdekilerin “anarşistler, devleti parçalayacaklar” heyezanlarını anlamlandıramazdınız.

Vatana, millete hayırlı kuşaklar yetiştirmenin telaşındakiler, atalardan miras “ağaç yaşken eğilir”i,  ev-okul-kışlaya yaydıkları, dayak, taciz, aşağılamayla birleştirerek, kırdıkları, eğdikleri kişiliklerimizde, her sabah tekrarlattıkları ”varlığım, varlığına feda olsun” andıyla “varlığımızı” yitirirken, “küçükleri sevecek, büyükleri sayacaksın” emriyle, saygının, itirazsızlık ve korkuya eşitliğini  bilincimize kazıyacaklardı. İyi de, sevilmeyeceksek niye büyüyecektik ki ? 

Hedefinizde, annenizin bildiği, “başka yerde söyleme” diye uyarıldığınız “Başbakan olunca  “İstiklal Marşı” törenine dokunmam, andı yasaklarım” vardır. Masum yaramazlığınız, arkadaşınızın saçını çekmenin bedeli,  sınıfın ortasında tek ayak üzerinde bekletilmek ya da  nereden satın aldıklarını hep merak ettiğiniz incecik sopanın yardımı, “aç ellerini” despotluğuyla ödetilir, elinizi çekerseniz ceza katlanır, avucunuz kızarana dek vurulur, küçücük ruhunuz yaralanırken, siz sonraları Ülkede her olayda şahit olacağınız, “öğreticilerin” bu nefret yüklü yüreklerinden dehşete kapılırdınız. “Bacak kadar boyun”, “dilin de maşallah çok uzadı”yla, azarlanmaktan kaçınmanın yolu, sorularınızla  onları bunaltmamak, zekanızı sınırlamaktı.Çünkü, suskun, itaatkar,  uysal çocuklar  sevilirdi.  

“Öğretmen dövdü”nün karşılığı “hak etmişsinizdir”le, sığındığınız kalenin güvencesizliğiyle de sarsılırdınız. İtirazınız, ispata çalışmanız boşa çabadır. Her kesim, maruz kaldığı sevgisizliğin, hoşgörüsüzlüğün, ezilmenin hıncını diğerlerinden çıkaracak, onların “güçsüzlüğünde” kendilerini önemli kılarak, mutsuzluklarında mutlu olacaktı.İşin garip yanı, el birliğiyle yaratıkları, “gücü, gücüne yetene” mantığıyla pasifleştirdikleri toplumu şikayet eden, “susma, sustukça sıra sana gelecek” pankartını taşımalarıydı. Statü sahibi ailelerin çocukları korunur, pahalı hediyelere hayır denmez,  “canım, aferin ve yüksek not”la ödüllendirilirdi. “Kaynaşmış, imtiyazsız bir Ulus’ta” ayrımcılığın acısını, aileleriniz  itibarlılara inanacağından  arkadaşlarınızla paylaşırdınız. 

Tarihi istedikleri gibi yazdırarak şekillendirenlerin, gerçekleri gömmelerinde ki marifetlerini, sırların çokluğunu, Fikriye’nin Atatürk’e aşkını söylentiler sayesinde keşfettiğinizde, ezberinden bıktığınız 1364-Sırp Sındığı, 1517-Mercidabık Savaşı’larının varlığından da şüphelenirsiniz. Hocalarınıza  “yalnızca, vatan mı sevilir“i soracak cesaretinizse kalmamıştır. Okuyacak, ailenizi geçim sıkıntısından kurtaracaktınız. Yetenek ve becerileriniz dikkate alınmadan, yazar, sanatçı olup ta “ kötü yola” düşmeden, “para”lı meslekler “doktor, avukat, hakim olacak benim çocuğumla”,  ne olmanız gerektiği de kararlaştırılacaktır. 

Halk, iktidarlarca dilenciliğe alıştırılıp, “onur” tamamen duygusallaştırılmadığından, yoksulluk pazarlanıp, “oy”a ihaleyle sergilenmez, üretmeden bedava yiyecek, kömür için birbirinizi ezmez, patatese talim edilse de,  bilinsin istenmezdi. Dizilerdeyse hizmetçiler insanı sinirlendirecek kadar, hizmet ettiklerine  düşkün, biçareliklerinde  mutlu  da değillerdir.

Gelir dağılımındaki uçurumu, grevleri, karmaşayı, çevrenizde olup bitenleri  algılamaya çalışmazsınız. Zira,  “hayati derdiniz” “mahallenin yakışıklısı”dır.Hani, dağ olsa delecek, çöl olsa mecnunlaşacaksınızdır. Hepimiz “bulunmaz hint kumaşımızın” yolunu gözler, belirdiğinde,  kimimiz pencerede, kimimiz “ekmek” bahanesiyle bakkala yollanır,  bağışlayacağı kaçamak bakışına muhtaçken, “O”,  Alain Delon umursamazlığında, alaycı gülümsemesiyle geçip, gidiverirdi. Size de “ ne sanıyor kendini, ukala”, “Robert Redfort mu allahaşkına”yla  avunmak kalırdı. 

Cep telefonu, bilgisayar olmadığından mesaj atıp  ya da msn’de, chat’leşerek “Teo’cum, umutlarım suya düştü ama, boğulmadılar, yüzmeyi öğretmiştim.Güç, karizma, zenginlik,  mevki, fizik, kimya falan hepsi bir arada bulunmalı” sözcükleriyle, yeni bir sevgili de aradığınız özellikleri bildirememişsinizdir. Mesaj dönmediğinde “delete” tuşuna basarak, “sakinlikten-fırtınaya dalacağımla” anında başkasına yönelenlere, aşkı günlük yaşayanlara inat, her karşılaşmada eliniz ayağınıza dolaşmıştır.

Daha komplo teorilerine uzaksınızdır, başarısızlığınızın,  ABD’ye, diğerlerine havalesinin yoksunluğunda, “iki zayıf,  bu yaşta aşna fişne” yakınmalarını işitir,  beslenen umutları hüsrana uğratmanın endişesinde, cinselliği, sevdayı anlatmak bir yana, birinden hoşlanabileceğinizi tahmin etmelerinden çekinmeniz, ders çalışırken hayallere dalmanızı engelleyemezdi.

Mahalleye otobüs iki saate bir geldiğinden, okula, apartmanların yükselmediği tarlalarda yürürken   “top on” da liste başı “işte, öyle bir şeyi “ söyler, hatıra defterine trend  “sepet sepet yumurta.., gülü bir gün..,”le başlardınız. Nedense, Lise’de  öğretmenlerimize de aşık oluverir, nöbetçi öğrenciyken,  nöbetçi öğretmenin “O” olmasına dua ederdik. Dikkatini çekmek  iyi not almak gibi zorluklarla doluydu ya, allahtan fizikçi, kimyacı, matematikçiler “Qut”, edebiyatçılar “İn”di. 

Gezici halk kütüphanesinden alınan klasikleri bitirmenizi isteyen babanızın hışmından, değiş tokuşla elden ele dolaşan  Paola Pitti, Franco Gaspari’li cep fotoromanlarını, Vadideki  Zambak’ın arasına gizleyerek kurtarırdınız. Rüzgar Gibi Geçtiyi, Barbara Cartland’ın Mağrur Sevgili’sini “Marksizm-Leninizm’i kavramak için  önce bu okunmalı”yla  verilen  “Felsefesinin Temel İlkelerinin” yanına koyacaksınızdır. Emek-sermaye zıtlığını,  toplumsal olgulara indirgeyecek, “kana kan intikamı”, “kahrolsun faşizm”le karşılayacak, harçlığınızın  kesilmesi tehdidini  “her şeyi kabullenmek, kapitalistlere uşaklıkla” yanıtlayacaksınızdır.

Toplumsal kurtuluş, bireyin kurtuluşunu da sağlayacağından “kişisel gelişim”, “beden dili”,  “insanın en büyük keşfi, kendi potansiyelini keşfetmesidir” le NLP, seminerlerine değil, “sosyalizm nedir, işçi sınıfı tarihi, burjuva devrimi” eğitimlerine katılacak, Rosa’nın “ sıkı durun, kaçmadık, yenilmedik” sloganı, Clara Zetkim’e hayranlığınızı pekiştirecektir. Kalinin’in “Devrimci Ahlak, Devrimci Eğitimi” baş ucunuzdadır. “Yarin yanağından gayri her şeyde, hep beraber”li ilişkiler içinde, beyaz atlı prenslerimiz, saraylarda oturmayan, haksızlığa isyanla efsaneleşen Che, Deniz, Sergey, Pavel’dir. Artık, küçük burjuva alışkanlıklardan arınma 
Ülkenizle birlikte dünyayı da değiştireceğinizden bazen, ideallerin büyüklüğünden ürkersiniz. O gün geldiğinde, ezilenlerin  çileleri bitecek, halkın malı fabrikalarda,  topraklarda  tüm enerjinizle usanmadan çalışacaktınız. Yine de kaygılanırdınız ya,  gerçekleştiremezsek ? 

Paris Düşerken’de Sergey’in kararlılığına, Mado’nun dönüşümüne, Sarı Dünya’da Lila’nın partizanlığına özenecek,  İrina’nın benciliğine kızacak, ırkçılıktan tiksinecektiniz. İncinseniz de, küçük burjuvalarla ilgilenen  yoldaşlarınızı,  davanıza sempatizanlar kazandıracaklarından yargılamayacaksınızdır. Yoldaşınıza duyduğunuz, kıpırdayan sevginin “devrimin” yanında ne önemi vardır ki ? Gözünüz “Felsefenin Sefaleti”ndeyken, düşünceniz “Onun’ladır”, bir satırı en az on kez okuyacaksınızdır. Sizi,  teori ve pratikteki üstünlüğü, örgüte hakimiyetiyle  büyülemiştir. Yarın, Ulus’ta heykelin önünde yapılacak  korsan miting öncesi, grev çadırını ziyarette görüşecek, halayda elini tutacaksınızdır. Bildiri dağıtır, afiş asarken onu gözlersiniz, okula toplu çıkışta, sizler düşman bellenirken, daima korunan ülkücülerin saldırısında yaralanınca sanki, kalbiniz bir an için  durmuştur. 

Geceleri uyutmayan sevginizin itirafını  “ileri demokratik düzene, devrime” ertelersiniz. Şunun şurasında ne kalmıştır, nesnel koşullar tamamdır, öznelse gelişmektedir. Ama, her şey bir insanı sevmekle değil sevdiğinizi söyleyebiliyorsanız başlar,  açıklanmayan sevginin kime faydası olur ki diyerek, dayanışma gecesinde ona bakarak “Tahir ile Zühre ”yi  okumaktan kendinizi alıkoymayacaksınızdır. Özel mülkiyeti reddettiğinizden, hayalinizi süsleyen öyle kat, araba, para, güvence değil,  başınızı sokacak kutu gibi bir  evdir. 

Ayrıldığınızda “hayat bu, kaçıncı yüz yıldayız”da teselli bularak,  “aşk, acımı acıtır mı, incitir mi ”yle,  Oh! Pera’ da  eğlenmemiş, kişilik çatışması, ilişkide boğulmak, donmak  gerekçeleri aklınıza gelmemiştir de “gelemez, dayanmazsınla”  vurgun yemişsinizdir. Teypte, marşlarınızın yerine   “gitme, dur ”, “Si tu savais combien j'taime”i , ALBINONI çalmış, efkardan sigaraya  başlamış, burnunuzu silerken, ne yapacağını şaşırmış  annenize bağırmışsınızdır “rahat bırak, kendimi unutmak istiyorum”. Daha, Ahmet Kaya’nın kaseti çıkmamıştır da “yüreğime basa basa içimden, yar gidiyor.Söyle gökyüzüne “o” nerde”yle  günlerce ağlamamışsınızdır. Küçük burjuvalıktan kurtulma mücadelenize yarım gün ara verip, kimselere görünmeden  “Love Story“ izleyecek, “aşk asla pişman olmamaktır” la  kendiniz için gözyaşı dökecektiniz.

Henüz, Cuntacılar  düğmeye basmamış, bursunuzu, yiyeceğinizi, giysinizi “komün” de bölüştüğünüz yoldaşınızın, istihbaratta çalıştığını da öğrenmemişsinizdir. Henüz, 68, 78 kuşağındakiler gazetelerde sütun, söz sahibi olup,   “Vadinin Kurtlarıyla” poz vermemiş, Rahip Santoro vurulduğunda, Madımak’ı unutarak ”kültürümüzde, dini inançtan ötürü birini öldürmek yoktur” yalanını, dahil oldukları sınıfın kadınlarının zaaflarında, aldatmaya tutkunluklarında  “kendilerini” saklayarak, “kadınları” anladıklarını da yazmamışlardır. Ve henüz, sizin  dağarcığınızda “ keşke’ler”  yer edinmemiştir. 

“Yönetime el koymuştur”la her birinizi, bir tarafa savuracak  “eğme, kırma, sindirme ” görevlerini  tamamlayacaklardır. Yılgınlığınızda, “güvenlik soruşturmanız nedeniyle..” tebliğlerini yırtacak, yurtdışında yayın yapan radyolardan işkencede öldürülenlerin, tutuklananların isimlerini eliniz kalbinizde dinleyeceksinizdir. Kim bilir “nerede”dirler ?

Yoldaşsız, kederli hayatların tadı yoktur ya, yine de “değişmeyen tek şey değişimdir ama her değişim ilerleme midir ?” çelişkisinde, adlarını Özgür, Taylan, Barış  koyacakları çocuklarda, savundukları “kardeşlik, demokrasi ve özgürlüğü” yaşayacaklardı.

Birbirimizi sevmemizin istenmediği, tahammülsüzlüğün, nefretin pençesinde ki Ülkede, sevgi için hayatını feda eden Aziz Valentin’in “sevgililer gününü”, reyting, para uğruna içi boş gösteriye dönüştürenler keşke, kaderlerini belirlediklerimizin öykülerini de yazabilselerdi. Keşke,  yıllarca din ve milliyetçilikle sarmalandığından,  öldürmeyi hayatın doğal akışı sayarak, kendilerine benzetemediklerini linçe kalkışanları, öldürenleri “nasıl bu hale” getirdiğimizi de sorgulayabilselerdi. Belki o zaman,  bıçakla boğaz kesen, uyuşturucu, silah kaçakçısı  Mafya’yı “vatana hizmet” kisvesiyle aklayıp, cinayetlerini  yasallaştırarak  öldürmeyi de kutsamazlardı.

Bir zamanlar,  Millenyumdan önce “ Bir sevgi, / başladı / ve bitti. Sevgisi bizim, / hüznü yalnız, şafakların oldu. / Farkı nesillerin, / Esiri çağımızın. /İçimizden biri sevdi / ve yenildi.” burukluğuyla tanışmadan, bizim de sevdalarımız, umutlarımız, bir sayfaya sığmayan deli dolu aşklarımız vardı. Ve biz, bilirdik  ki  "İnsan sevmeye başladı mı, yaşamaya da başlardı."

 

Gülsen FEROĞLU
       10.02.2006

 
  Bugün 164 ziyaretçi (413 klik) buradaydı

beyaz kuğu Selam Dünya !.. Selam Türkiye !.. Sitemize Hoş Geldiniz !.. ( beyaz kuğu ) bir aile sitesidir !.. Lütfen bizi takip ve dostlarınıza tavsiye ediniz !. Bu çorbada tuzu olsun isteyenlerin, tenkit ve tavsiyeleri için ( mim.sait@hotmail.com )veya ( alt1946@windowslive.com ) adreslerine mail göndermelerini bekliyoruz !.. Sitemizde "bir hoş sada" menüsü altında yer alan "beyaz kuğu", "teferruat", "derviş hüseyine mektuplar" ve "hem nalına hem mıhına" bölümleri orjinal olup, bunların hiç bir hakkı mahfuz değildir, kaynak gösterilerek veya gösterilmeksizin kullanılabilir. Diğer dökümanlar ise; çeşitli sitelerden alınmış, bazılarında değişiklik yapılmıştır.İlgililerin talebi halinde derhal kaldırılacaktır!..Bilgilerinize sunulur !.. *** beyaz kuğu***Ailenizin Sitesi***











* * * * *


 
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol