|
|
ÖNSÖZ
Narı sever misiniz? Peki, inciri sever misiniz, ya da mısır veya darıyı?
Bunlardan birini yediğiniz sırada tanelerin bütünlük içindeki yeri, diziliş düzeni hiç dikkatinizi çekti mi? Erik, kayısı ve cevizi yan yana koyup, aralarındaki farklığı düşündünüz mü? Siz tere, maydanoz veya marul tohumuyla, çınar ağacının tohumunu birbirinden ayırabilir misiniz? Sizde bir avuç topraktan bir domates veya biber üretecek bir fabrika adresi var mı?
Siz hiç bahçe duvarı tamir ettiniz mi? Yıkılan veya yıkılmak üzere olan bir duvarı yıkıp, yeniden ördünüz mü? En azından bir duvarın tamirinde veya ilk örülüşü sırasında taş briket veya tuğlaların aralarına harç konularak üst üste dizilişini hiç takip ettiniz mi? Sıradan bir inşaat işçisinin firavun piramitlerinin estetiğini beğenmeyip, ”ben daha görkemlisini yaparım” düşüncesiyle elinde kazmayla mısır yolculuğuna çıkması sizce alkışlanacak bir cesaret midir?
Ekmek almaya gittiğiniz bakkalın bitişiğindeki çanakçı-çömlekçi dükkanının önünde, üst üste dizilmiş küplerden en alt sıradaki birinin diziliş içindeki yerini beğenmeyip, küpleri düzeltmek gibi bir girişiminiz oldu mu?
Siz damlaya damlaya göl, damlalardan sel olduğuna inananlardan mısınız? -
Siz, hem dolum suyu, hem de tahliye deliği açık bir havuzun dolduğunu hiç gördünüz mü? Bütün mevsimlerde havuzların dolu tutulmasının bir hemşehrilik görevi olduğu için, karlı bir şubat gününde belediye yüzme havuzunu doldurmak veya yanlış yerde bulunduğunu düşündüğünüz hemzemin geçitin yerini değiştirmenin boynunuza borç olduğu gibi bir saplantınız var mı?
Size damlaların devamlılığı durumunda mermeri bile aşındıracağını, limandaki koca gemileri babalara bağlayan halatların, çok ince tüylerden/ liflerden oluştuğunu ilk söylediklerinde, bunu yerinde incelemek için bir akşam ofisinizden çıkarken lavabonun deliğini tıkayıp, musluğu açık bıraktığınız veya ikinci durumda, limana inip bir geminin halatını kesmeye kalkıştığınız oldu mu?
Siz bugüne kadar bu kabilden herhangi bir işe soyunup da hiç “eşek sudan gelinceye kadar” dayak yediniz mi?
Bir haksızlığa uğradığınızda, ilk öfke veya kırgınlınğınıızın ardından, bu haksızlıkta sizin de payınız olabileceği hiç aklınıza geldi mi? Sahi siz hiç “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” dediniz mi?
Peki, kainatın, galaksimizin, güneş sistemimizin, dünyamızın, ülkemizin, bir ilimizin veya –hepsini bir kenara bırakalım, diyelim ki en küçük toplum birimi olan ailenizin yaşam biçimini belirleyecek her türlü kuralı koymaya tek yetkili sizsiniz, Canınız kadar sevdiğiniz bu insanların kesintisiz mutluluğu için hangi düzenlemeyi yapardınız? Ve siz bu düzenlemenin mükemmel olması için bütün gayretinizle çalışıp-çabalarken, ana okuluna giden oğlunuzun, yaptığınız düzenlemeyi beğenmediğini, kendisinin sizinkinden farklı bir mutluluk reçetesi olduğunu söylemesi halinde, çocuğunuzun düşüncesini hesaba katmayı bir acziyet veya onun kendi reçetesinin uygulanması için ısrarı halinde de, bu tutumunu iktidar alanınıza saldırı ve isyana kalkışma olarak mı düşünürdünüz? Hele tam bu sırada komşunuzun büyükannesi Hayriye Hanım Teyzenin, elinde bir üçüncü reçete ile çat-kapı içeri dalması durumunda ne yapardınız? Başınızda yolacak kadar saç yoksa, önce Hayriye Hanım Teyzeyi mi , yoksa çocuğunuzun ana okulu öğretmenini mi ısırma seçeneklerinden önce, Bakırköy veya Malatya akıl hastanesinde size boş yatak bulabilecek yetkili bir tanıdığınız olup olmadığını dikkate alacak kadar serin kanlı mısınız?
Peki, bu son soru, Allah’a inanır mısınız ?!..
30.09.2004 04:12:43
|
|
|
|
|
|