EL-FIKHU'L EBSAT
Hamd Alemlerin Rabbına, Salat ve Selam Efendimiz
Hz. Muhammed ve Onun Âl ve Ashabına..
îmam Ebu Bekr Muhammed b. Muhammed el-Kâşânî, Ebu
Bekr Alâu'd-Din Muhammed b. Ahmed es-Semerkandî'den riva-
yet etti. Bize Ebu'1-Muin Meymun b. Muhammed en-Mekhûlî en-
Nesefi, ona el-Fadl laJkablı, Ebu AbdiUah el-Huseyn b. Ali el-Kaş-
gâri, opa Ebu Mâlik Nasrân b. Nasr el-Huttelî, ona Ali b. el-
Hasen b. Muhammed el-Gazzâl, ona Ebu'l-Hasen Ali b. Ahmed
el-Fârisi, ona Nusayr b. Yahya el-Fakih haber verdi. Şöyle dedi:
Ebû Muti Hakem b. Abdillah el-Belhî'nîn şöyle söylediğini işittim :
Ebu aHnife'ye (r.a.) fıkhı ekberi sordum, şöyle dedi:
Ehli kıbleden olan bir kimseyi herhangi bir günahla tekfir
etmemen, kimseyi imandan uzaklaştırmaman, marufu emredip
münkerden sakındırman, senin için takdir olunan şeyin sana
mutlaka isabet edeceğini, senin için takdir olunmayanın da sana
isabet etmeyeceğini bilmen, Hz. Peygamber'in ashabından hiç-
biri ile ilgini kesmemen, birini sevip diğerini sevmemezlik et-
memen, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin durumunu Allah'a havale et-
mendir.
Ebu Hanife (r.a.) şöyle dedi: Dinde fıkıh, ahkamda fıkıhtan
daha üstündür. Kişinin Rabbine nasıl ibadet edeceğini öğrenme-
ye çalışması, kendisi için bir çok ilmi toplamasmdan daha ha-
yırlıdır.
Ebu Muti şöyle dedi: Bana dinin en faziletlisini haber ver,
dedim. Ebu Hanife şöyle dedi:
— Fıkhın en faziletlisi, kişinin Yüce Allah'a imanı, şerayi,
sünnetler, hadler, ümmetin ittifak ve ihtilafını bilmesidir.
Ebû Muti: îmanın ne olduğunu bana çıklayın.
Ebu Hanife : Bana Alkame b. Mürsed, Yahya b. Ya'mur'dan
rivayet etti ve şöyle dedi: îbnu Ömer'e, bana din nedir, haber
ver dedim. O da imana sarıl ve onu öğren, dedi. Ben iman nedir,
bana öğret, dedim. Şöyle dedi: «... elimi tuttu ve beni yaşlı bir
zata götürdü. Yanma oturttu ve şöyle söyledi: Bu bana imanın
ne olduğunu soruyor diyerek, bu zatın Hz. Peygamberle birlikte
Bedir savaşına katılanlardan olduğunu söyledi. İbnu Ömer şöyle
devam etti: Ben Hz. Peygamberin yanında idim, bu zat da bera-
berdi. Birden karşımıza, güzel saçlı, sarık giymiş, çölde yaşadı-
ğını zannettiğimiz bir adam çıkageldi. İnsanların arasından ge-
çerek Hz, Peygamber'in (s.a.) önünde durdu :
— Ey Allah elçisi, iman nedir? diye sordu. Hz. Peygamber
de:
— îman Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in
Allah'm kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmen, meleklerine, ki-
taplarma, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şer-
rin yüce Allah'tan olduğuna inanmandır, buyurdu. O zat buna
karşı:
— Doğru söyledin, dedi. Biz çöl insanlarının câhil olmaları
dolayısıyla onım Hz. Peygamber'in sözlerini tasdik etmesine hay-
ret ettik. Bu zat daha sonra:
— Ey Allah'ın resulü, îslam'm şerâii (alametleri) nedir? di-
ye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
— Namaz kılmak, zekât vermek. Ramazan orucunu tutmak,
gücü yeten kimse için hacca gitmek, ve cünüplükten dolayı gusl-
etmektir, buyurdu. Bunun üzerine o zat:
— Doğru söyledin, dedi. Biz, sanki sorduğunu biliyormuşça-
sma Hz. Peygamber'i tasdik etmesine şaşırdık. O zat daha
sonra:
— Ey Allah'ın Resulü, ihsan nedir? diye sordu. Hz. Peygam-
ber de:
— İhsan, Allah'ı görürcesine, ona ibadet etmendir. Sen onu
görmesen bile, o seni görür, buyurdu. O zat:
— Doğru söyledin, dedi ve devamla kıyametin ne zaman ko-
pacağını sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber
Bu hususta sorulan, sorandan daha bilgili değildir, bu-
yurdu. O zat daha sonra ayağa kalktı, insanların ortasına gelin-
ce, onu bir daha göremedik. Hz. Peygamber de şöyle dedi:
Bu gelen, Cebrail idi, size dininizden bilmeniz gereken
şeyleri öğretmek için geldi.^
Ebu Muti: Ebu Hanife'ye, buna kesin olarak inanan ve ik-
rar eden mümin midir? diye sordum. Şöyle dedi:
— Evet, bunu ikrar edince, İslam'ın bütününü ikrar etmiş
olur ve o kimse mü'mindir.
— Eğer Allah'ın halkettiklerinden bir şeyi inkar edip, «bil-
mem ki bunun yaratıcısı kim?» derse ne olur, diye sordum. Şöyle
dedi:
— O kimse «Allah her şeyin halikıdır..»^ ayetinden dolayı
kâfir olur. Sanki o kimse, o şeyin Allah'tan başka yaratıcısı var-
dır, demiştir. Keza «Allah'ın bana namaz, oruç ve zekatı farz kıl-
dığını bilmiyorum,» dese yine kafir olur, Çünki Allah «Namazı
dosdoğru kılın, zekatı verin.»^ ve «Sizin üzerinize oruç farz kı-
lındı..»*, «Akşama girerken de, sabaha ererken de, Allah'ı tenzih
edin.»' buyurmuştur. Eğer o kimse «ben bu ayete inanıyorum,
fakat te'vil ve tefsirini bilmiyorum,» derse kafir olmaz. Çünki o
kimse ayetin Allah tarafından indirildiğine imân etmiş ve fakat
tefsirinde hata etmiştir.
— Şirk diyarında bulunan, İslam'ı mücmel olarak kabul
eden, farzları ve amelleri bilmeyen, kitabı ve İslam'm icaplannı
ikrar etmediği halde Allah'ı ve imanı kabul eden, fakat imanın
icaplarım ikrar etmeyerek ölen kimse mü'min midir? diye
sordum.
— Evet, dedi. Ben de:
— Eğer imanı kabulden başka bir şey bilmez, amel etmez ve
ölürse? diye sordum.
— O, mü'mindir, dedi.
— Bana imanın ne olduğunu açıklayın, dedim. Şöyle dedi:
— İman, Allah'tan başka ilah olmadığına, onun bir olup şe-
riki bulunmadığına, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine,
cennetine, cehennemine, kıyamete, hayır ve şerrine, hiçbir kim-
seye kendi amelini yaratılma gücünün verilmediğine, insanların
kendisi için yaratıldıkları sonuca ve ilahi takdirin cereyan ettiği
şeye intikal edeceklerine şahitlik etmendir, dedi.
Eğer bunun hepsini kabul eder ve fakat «Dileyen iman
etsin, dileyen kafir olsun.» ayetinden dolayı dilemek bana aittir,
istersem iman ederim, istersem iman etmem, derse ne olur? diye
sordum. Ebu Hanife şöyle dedi:
— O kimse iddiasında yalancıdır. Allah'ın «Gerçekten Kur'-
an bir öğütdür. Kim dilerse ondan öğüt alır. Ancak Allah'ın dile-
diği kimse öğütlenir.»^, «Siz, Allah dilemedikçe birşey dileyemez-
siniz.»' ayetlerin görmüyor musun. «Dileyen iman etsin, dileyen
kafir olsun.»" ayeti vaid (tehdid) içindir. O kimse bu sözü ile aye-
ti reddetmediği için kafir olmamıştır. Ancak ayetin tenzilini red-
detmemş fakat te'vilinde hata etmiştir.
— Bir kimse, bana isabet eden bir musibetle Allah beni müp-
tela mı kılmıştır, yoksa onu ben mi iktisap etmişimdir? O musibet
Allah'ın beni müptela kıldığı şeylerden değildir, derse kafir olur
mu? diye sordum. Ebu Hanife :
— Hayır, dedi.
— Niçin? diye sordum.
— Çünki Allah «Sana isabet eden iyilik Allah'tandır. Sana
isabet eden kötülük de nefsindendir.»' buyurur. Yani kötülük gü-
nahın sebebiyledir, ben de onu günahın sebebiyle sana takdir
ettim, demektir. Keza Yüce Allah şöyle buyurur: «Size isabet
eden her musibet, ellerinizle işledikleriniz yüzündendir.»*" Yani
günahlarınız sebebiyledir. Keza «O dilediğini dalalette bırakır,
dilediğine hidayet eder,»" buyurur. Fakat o kimse te'vilde hata
etmiştir. «Allah insan ile kalbi arasına girer.»" ayetinin manası
mü'minle küfür arasına, kafirle iman arasına girer, demektir.
Ebu Hanife (r.a.) şöyle dedi: Şüphesiz ki, kulun kendisiyle
kötülüğü işlediği güç (istitâat), bizatihi kulun iyiliği işlemesi için
de müsaittir. Kul, Allah'ın kendisinde meydana getirdiği, kötü-
lükte değil, iyilikte kullanmasını emrettiği istitaatı sarf ve tev
cihinden dolayı ceza görecektir
Eğer Allah kuUarmı günah işlemeğe icbar ediyor, daha
sonra onları günahtan dolayı cezalandırıyor, derse nasıl cevap
veririz diye sordum. Şöyle dedi:
— O kimseye, «Kul kendisi için fayda veya zarar vermeğe
kadir olabilir mi?» diye sor. Eğer, «Hayır, çünki onlar taat ve
masiyet dışında kendileri için fayda ve zarar konusunda mecbur-
durlar,» derse, ona «Allah şerri yarattı mı?» diye sor, O buna
«evet» derse kendi iddiasından vazgeçmiş olur. Eğer «hayır» der-
se : De ki: «Yarattığı şeylerin şerrinden sabahın Rabbine sığını-
rım»" âyetinden dolayı kâfir olur. Çünki bu ayet, Allah'ın şerri
yarattığını haber vermektedir.
— Eğer «Siz, Allah küfrü ve imanı diledi demiyor musu-
nuz?» der biz de ona evet dersek, o yine Allah «O, takvaya layık
olan, mağfirete ehil olandır»" buyurmuyor mu diye sorar, biz de
«evet» dersek, o da «Alah küfre layık mıdır?» derse, biz o kim-
seye karşı ne cevap veririz? diye sordum. Şöyle dedi:
— O taatı dileyene ehildir, masiyeti dileyene ehil değildir,
deriz. Eğer «Allah kendisine karşı yalan söylenmesini dileme-
di,» derse ona şöyle söyle : Allah'a iftira etmek kelam ve söz mü-
dür, yoksa değil midir? Evet derse : Adem'e isimlerin hepsini Öğ-
reten kimdir? diye sor. Eğer, Allah'tır derse şöyle de : Küfür ke-
lam nev'inden midir, değil midir? Eğer, evet derse şöyle sor : Kâ-
firi kim konuşturdu? Eğer Allah konuşturdu, derse kendi fikrine
karşı çıkmış olur. Çünki şirk kelâm nev'indendir. Eğer Allah di-
lemiş olsaydı, onlara şirk sözünü konuşturmazdı.
— Eğer «kiişi isterse yapar, isterse yapmaz; isterse yer, ister-
yemez, isterse içer, isterse içmez» derse? diye sordum. Ona şöyle
söyle, dedi:
— Allah^ tsraU Oğullarmm denizi geçmelerine hükmedip, Fi-
ravun'un boğulmasını takdir etti mi? diye sor. Evet derse :
— FiravTin'un Hz. Musa'yı ele geçirmek için gitmemesi, ken-
disinin ve ashabının boğuhnaması vaki olur muydu? diye sor.
Eğer, evet derse kafir olur. Hayır derse önceki sözünü nakzetmiş
olur.
KADER KONUSUNDA BİR BÖLÜM
Bize Ali b. Ahmed, Nusayr b. Yahya'dan haber verdi. O da
Ebu Muti'in söyle söylediğini duyduğunu nakletti: Ebu Hanife
(Allah ondan razı olsun) şöyle dedi: Bize Hammad'm, İbrahim'-
den, İbrahim'in de Abdullah b. Mes'ud'dan naklettiğine göre, Hz.
Peygamber (s.a.) şöyle buîrurdu : «Şüphesiz ki sizin herhangi bi-
rinizin yaratılması, ana kammda kırk gün nutfe, sonra bunun
gibi bir kan pıhtısı, sonra bunun gibi bir parça et olarak devam
eder. Daha sonra Allah ona bir melek gönderir, üzerine rızkmı
ve ecelini, saîd veya şaki olacağını yazar. Kendisinden başka
ilâh olmayan Allah'a yemin ederim ki, kişi. Cehennemle kendi
arasında bir zira mesafe kahncaya kadar cehennemliklerin ame-
lini işler, daha sonra ilahî yazı onu geçer. Hiç şüphesiz bir kimse,
cennet ehlinin amelini işler, öyle ki cennetle kendi arasında bir
zira m^afe kalmışken cehennem ehlinin amelini işler, sonra
ölür ve cehenneme girer.»"
— Marufu emreden, münkerden nehyeden, bu konuda in-
sanlar kendine tabi olmuşken, daha sonra cemaate karşı çıkan
kimse için ne dersin? Bunu doğru görüyor musun? diye sordum.
— Hayır, dedi.
— Niçin? Oysaki Allah ve Resulü, marufu emredip, münker-
der nehyetmeyi emretmişlerdir. Bu gerekli bir farizadır, dedim.
Şöyle cevap verdi:
— Orası öyle. Fakat kan dökmek, haramı helal saymak ve
mallan yağmalamak gibi fiillerle, bozup ifsat ettikleri şeyler, ıs-
lah ettiklerinden daha fazla olur. Oysaki Allah, Kur'an'da şöyle
buyurmuştur: «Mü'minlerden iki zümre birbirleriyle döğüşecek
olurlarsa, aralarını bulup barıştırın. Onlardan biri diğerine teca-
vüzde bulunursa, mütecaviz olan tarafla Allah'ın emrine dönün-
ceye kadar savaşın.»^®
— Tecavüz eden zümreye karşı kılıçla mı vuruşuruz? diye
sordum.
— Evet, marufu emredersin, münkerden sakındırırsın. Eğer
kabul ederlerse ederler, yoksa onlarla savaşırsın. İmâm zalim
de o^sa, sen âdil zümre ile beraber olursun. Zira Hz. Peygamber
«Size zalim olanın zulmü, adil olanın adaleti zarar vermez. Sizin
ecriniz size, onun vebali de ona aittir.»" buyurmuştur, dedi.
— Tahkimci Havariç için ne dersin? diye sordum .-
i
— Onlar Havaric'in en kötüleridir, diye cevap verdi.
— Onları tekfir edebilir miyiz? diye sordum.
— Hayır, fakat Ali ve Ömer b. Abdil-Aziz gibi hayırlı imam-
ların yaptığı şekilde onlarla harbederiz, dedi.
Hiç şüphe yok ki. Hariciler tekbir getiriyorlar, namaz kı-
lıyorlar, Kur'an okuyorlar. Ebu Ümâme hadisini hatırlamıyor
musun? O, Şâm mescidine girdiğinde, oradaki haricilerin reisleri
ile karşılaştı. Ebu Gâîib el-Hımsî'ye .• «Ey, Ebu Gâhp, bunlar se-
nin memleketinin insanlanndandır. Bunların kim olduklarını sa-
na bildirmek istedim. Onlar cehennem ehlinin köpekleridir. On-
lar semâ örtüsünün altmda öldürülenlerin en şerlileridir» der
ve bu esnada ağlar. Ebu Galip ona : Ey Ebu Ümame seni ağlatan
nedir? Onlar müslümandılar, halbuki sen onların hakkında işit-
tiklerimi söylüyorsun, dedi. Bunun üzerine Ebû Ümame, onlar
Allah'ın kendileri için «O gün kiminin yüzleri ağarır, kiminin
yüzleri kararır. Yüzleri kararanlara, siz iman ettikten sonra ka-
fir mi oldunuz? Küfrünüzden dolayı azabı tadın, denilecek. Yü-
zü ağaranlar ise Allah'ın rahmetine kavuşurlar ve orada ebedi
kalırlar.»" buyurduğu kimselerdir. Bunun üzerine Ebu Gâlib,
söylediğinin kendi görüşü mü yoksa Hz. Peygamberden mi işit-
tiğini sordu. Ebu Ümame de, «Eğer ben bunu Hz. Peygamberden
bir, iki, üç... yedi defa duymamış olsaydım size haber vermez-
dim,» dedi, ve Havaric'i Allah'ın kendi üzerlerindeki nimetleri-
ne küfürle tekfir etti...^^ Havariç isyan edip, muharebe yapıp,
yağmacılık ettikten sonra, sulh yapsalar, onlar daha önceki ha-
reketlerinden dolayı takibata uğrarlar mı? diye sordum. Şöyle
cevap verdi:
— Harp bittikten sonra onlar için bir zarar yoktur, onlara
had de tatbik edilmez. Kan dökmeleri de böyledir, kısas yapıl-
maz.
— Niçin? diye sordum. Şöyle cevap verdi:
— Osman (r.a.) 'in katli hususunda, insanlar arasmda orta-
ya çıkmış olan fitneden ashap; bir te'vil neticesinde kana bula-
şanlara kısas yapılmayacağı, te'vil sonucu haram ilişkide bulu-
nanlara had cezası uygulanmıyacağı, yine te'viUe bir mala sahip
çıkan kimse için takibatta bulunulmayacağında ittifak ettikleri
hadisinden dolayıdır. Fakat mal mevcut olursa sahibine iade
edilmesi gerekir.
— Bir kimse kâfiri kâfir olarak bilmem, derse? diye sordum.
— O kâfir gibidir, dedi.
— Eğer kâfirin son gideceği yer neresi olduğunu bilmem,
derse? diye sordum.
— O, Allah'ın kitabını inkar etmiş ve kafir olmuş olur, dedi.
— Kendisine, sen mü'min misin? diye sorulan kimse, Allah
daha iyi bilir diye cevap verirse, bu kimse hakkında ne dersin?
diye sordum.
— Onun imanında şüphe vardır, dedi.
— İmanla küfür arasında üç durumdan biri oJan münafık-
lıktan başka bir durum var mıdır? O kimse ya mü'min, ya kafir
veya münafıktır, diye sordum.
— Hayır, imanında şüphe olan kimse münafık değildir, dedi.
— Niçin? diye sordum.
— Muaz b. Cebel'in arkadaşı ve îbnu Mes'ud'un hadisinden
dolayı. Bana Hammad'm Muaz b. Cebel'in ashabından Haris b.
Malik'den haber verdiğine göre; Muaz b. Cebel'e ölüm geldi çattı.
Bu durumda Haris de ağladı. Muaz Haris'e niçin ağladığını sor
du, o da «ölümünden dolayı ağlamıyorum. Biliyorum ki, Ahiret
senin için dünyadan daha hayırlıdır. Fakat senden sonra bizim
öğreticimiz kim olacak?» dedi. Bir başka rivayet de «Senden son-
ra dini bilen kim?» şeklindedir. Muaz da «Acelo etme, Abdullah
b. Mes'ud'a tabi ol,» dedi. Daha sonra Haris, Muaz'a «Bana vasi-
yette bulun,» dedi. O da Allah ne dilediyse vasiyet etti, ve «Âli-
min sürçmesinden sakın,» dedi.
Muâz vefat edince Haris Kûfe'de, îbnu Mes'ud'un ashabına
geldi. Namaz için nida edildiğinde Haris: «Bu davete uyun, bu-
nu dinleyip icabet etmek her mü'min için haktır,» dedi. Ona ba-
kıştılar ve «Sen muhakkak mü'min misin?» diye sordular. O da
«evet, elbette mü'minim,» diye cevap verdi. Onlar birbirine ba-
kıştılar. Abdullah b. Mes'ud gelince durum ona anlatıldı. O da
Haris'e, onların söylediği gibi söyledi. Bunun üzerine Haris, ba-
şını eğdi, ağladı ve «Allah Muâz'a rahmet etsin,» dedi ve îbnu
Mes'ud'a vaziyeti anlattı. îbnu Mes'ud ona «Sen şüphesiz mü'-
min misin?» diye sorunca o da «Evet,» diye cevap verdi. îbnu
Mes'ud «Sen kendinin cennet ehlinden olduğunu söylüyorsun,»
dedi. Bunun üzerine Haris de «Allah Muaz'a rahmet etsin, bana
alimin zellesinden, münafıkm da hükmünü kabulden kaçınmamı
vasiyet etti,» dedi. îbnu Mes'ud «Sen benim sürçmemi gördün
mü?» diye sorunca. Haris, «Allah aşkma söyle. Hz. Peygamber
hayatta iken insanlar, gizli ve açık durumlarında mü'min, gizli
ve açık durumlarında kâfir, gizlilik durumunda münafık ve açık-
tan mü'min olmak üzere üç guruptan ibaret değiller miydi? Sen
bu ÜÇ fırkanın hangisindensin?» dedi. İbnu Mes'ud «Madem ki
Allah için and verdin, söyleyeyim. Ben gizli durumda da, açık
durumda da mü'minim,» dedi. Bunun üzerine Haris kendisini
niçin, elbette mü'minin dediğinden dolayı ayıpladığını sordu. îb-
nu Mes'ud da «Evet. Bu benim sürçmemdir. Onu benim üzerime
gömün, Allah Muaz'a rahmet etsin,» dedi.^"
— Ben cennetliğim diyen kimsenin durumu nedir? diye sor-
dum. Ebu Hanife:
— Yalan söylemiştir, o bunu bilmiyor. Mümin imanı sebe-
biyle cennete giren, işledikleri sebebiyle ateşte azap gören kim-
sedir, dedi.
— Eğer kendisinin cehennem ehli olduğunu söylerse? dedim.
Şöyle dedi:
— Yalan söylemiştir. Onun bu hususta bilgisi yoktur. Şüp-
hesiz ki o, Allah'ın rahmetinden ümit kesmiştir. Ve şöyle devam
etti: Mü'minin, gerçekten mü'minim demesi gerekir. Çünki o,
imanında şüphe etmemektedir.
— Onun imanı meleklerin imanı gibi olur mu? diye sordum.
— Evet, dedi.
— Amelde kusur ederse de, o gerçekten mü'min midir? diye
sordum. Şöyle cevap verdi:
— Bana Harise'nin hadisini söylediler. Hz. Peygamber ona,
«Nasıl sabahladın?» diye sordu. O da «Gerçek mü'min olarak sa-
bahladım,» dedi. Hz. Peygamber: «Söylediğine dikkat et, çünki
her hakkın bir hakikati vardır, senin imanının hakikati nedir?»
dedi. Bunun üzerine Harise «Canım dünyadan vazgeçti, gündü-
zümde susuz, gecemde uykusuz kaldım. Ben sanki Rabbimin ar-
şma bakıyorum, sanki cennette birbirini ziyaret eden cennetlik-
lere nazar ediyorum, sanki ben cehennemde yığılan insanları
görüyorum,» dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: «İsabet ettin,
devam et; isabet ettin devam et,» dedi ve daha sonra: «Kim Al-
lah'ın kalbini nurlandırdığı kimseye bakmak isterse Harise'ye
baksın,» buyurdu. Daha sonra Harise: «Ey Allah Resulü, bana
şehit olmam için dua et,» dedi. Hz Peygamber de ona dua etti ve
sonunda şehit oldu.^^
— Bazılarma ne oluyor da, mü'min ateşe girmez, diyorlar?
diye sordum. Şöyle cevap verdi:
— Cehenneme girenler tamamen iman etmişlerdir.
— Kafirin durumu nedir? dedim.
— Onlar o gün iman ederler, dedi.
— Bu nasıl olur? diye sordum. Şöyle dedi:
— Allah Kur'an'da şöyle buyurur: «Onlar bizim cezamızı
görünce, biz yalnız Allaha' inandık, Allah'a ortak koştuklarımızı
reddettik, dediler. Onların azabımızı gördüklerinde iman etme-
leri fayda vermez.»^
Ebu Hanife (Allah rahmet etsin) şöyle dedi:
Kim haksız yere başkasın öldürürse, yahut hırsızlık eder-
se, veya yol keserse yahut fâcirlik eder veyahut günah işlerse ve-
ya zina ederse yahut da içki içer sarhoş olursa; bu kişi günah-
kar mü'mindir, kafir değildir. Bu durumda olanlar işlediklerin-
den dolayı cehennemde azaba uğrarlar, fakat imanları sebebiyle
cehennemden çıkarılırlar.
Ebu Hanife (Allah rahmet etsin) şöyle dedi:
îman edilecek hususların hepsine inanan, fakat îsa ve Musa.
peygamber midir, değil midir, diyen kimse kafir olur. Keza Kafir
cennete mi, yoksa cehenneme mi gider, bilm.em, diyen kimse de :
«Kafirler için cehennem ateşi vardır, onla.r öldürülmezler ki öl-
sünler..»", «Onlar için yakılma azabı vardır.»^^ «Onlar için şid-
detli azap vardır.»" ayetlerinden dolayı kafir olur.
Ebu Hanife (Allah rahmet etsin) şöyle dedi:
— Said b. el-Müseyyeb'den bana ulaştığına göre, kafirleri
bulundukları mevkie indirmeyen kimse onlar-gibidir.
— İman eden fakat namaz kılmayan, oruç tutmayan, bu
amellerin hiç birisini işlemeyen kimseyi imanı kurtarır mı? diye
sordum. Ebu Hanife şöyle dedi:
— Onun işi, Alah'm dilemesine bağlıdır. Dilerse azap eder,
dilerse rahmot eder. Ve şöylo devam etti: Allah'ın kitabmdan
her hangi bir şeyi inkar etmeyen kimse mü'mindir. Bana ilim eh-
linden birinin haber verdiğine göre, Muaz b. Cebel Hıms şehrine
geldiği zaman insanlar onun çevresine toplandılar. Bir genç ona,
«Namaz kılan, oruç tutan, beyti hacecden, Allah yolunda cihad-
da bulunan, köle azad eden, zekatını veren ve fakat Allah ve
Resulünde şüphe eden kimse için ne dersin?» diye sordu. Muaz :
«Onun için ateş vardır,» dedi. O genç : «Namaz kılmayan, oruç
tutmayan, beyti haccetmeyen, zekatını vermeyen fakat Allah ve
Resulüne inanan kimse için ne dersin?» diye sorunca, Muaz b.
Cebel: «Onun için Alah'tan affedileceğini umar, azaba uğraya-
cağından da korkarım.» dedi. Bunun üzerine o genç : «Ey Abdur-
rahman'm babası, şüphe ile amol fayda vermediği gibi, iman ile
beraber herhangi bir şey d? zarar vermez.» dedi ve çekip gitti.
Muaz b. Cebel de «Bu vadide bu gençten daha bilgilisi yok,» dedi.
Ebu Hanife şöyle dedi:
—Mütecaviz kimselerle, küfürlerinden dolayı değil, haddi
tecavüzlerinden dolayı savaş et. Adil zümre ve zalim sultanla
beraber ol. Fakat mütecavizlerle beraber olma. Cemaat ehlinde
fasit ve zalimler mevcut olsa bile. onlprm içinde sana yardımcı
olacak salih insanlar da vardır. Eğer cemaat zalimler ve müteca-
vizlerden teşekkül ediyorsa, onlardan ayni. Çünki Allah «Al-
lah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret edeydiniz.»^^ «Ey mü'min
kullarım, benim arzım geinştir. Ancak bana kulluk edin,»" bu-
yurmaktadır.
Ebu Hanife şöyle dedi:
—Bize Hammad'm İbrahim'den, onun da İbnu Mes'ud'dan
rivayet ettiğine göre fAllah hepsinden razı olsun) Hz. Peygam-
ber şöyle buyurdu : «Bir yerde masiyetler zuhur edip onu değiş-
tirmeye gücün yetmezse, oradan bir başka yere git, orada Rab-
bine kulluk et.» Ebu Hanife şöyle devam etti: Bana ilim ehlinden
birinin Hz. Peygamber'in ashabmdan birisinden verdiği habere
göre, Hz. Peygamber «Fitneden korktuğu yeri bırakıp, fitneden
korkmadığı bir yere giden kimse için Allah yetmiş sıddîk ecri
yazar. »^' buyurdu.
Ebu Hanife şöyle dedi,
—«Bilmiyorum, Rabbim semada mı yoksa arzda mıdır?» di-
yen kimse kafir olur. Keza «Allah arş üzerindedir» diyen de;
«Bilmiyorum, arş semada mı yoksa arzda mıdır?» diyen de böy-
ledir.
Allah'a dua ederken yukarıya yönelinir, aşağıya değil. Çün-
ki aşağının rubûbiyet ve ulûhiyet vasfı ile ilgisi yoktur. Nitekim
hadisde şöyle rivayet edilir: «Bir adam Hz. Peygamber'e siyah bir
cariye getirdi, ve benim üzerime mü'min bir köle azad etmek
vacip oldu. Bu kafî midir? diye sordu. Hz Peygamber de cariyeye
«Sen mü'min misin?» diye sordu. Câriye de «Evet.» diye cevap
verdi. Hz. Peygamber «Allah nerede?» diye sorunca, câriye se-
maya işaret etti. Bunun üzerine Peygamberimiz : «Bu câriye mü'-
mindir, azat et.» buyurdu ^®
Ebu Hanife şöyle dedi:
—«Kabir azabını bilmem» diyen kimse, helake uğrayan
Cehmiyye'dendir. Çünki o, Allah'ın «Biz onları iki defa azaplan-
dıracağız.»'* -ki burada kabir azabı kastolunmaktadır- ve «Zalim-
ler, bundan başka azaba uğrayacaklar.»^^ -Yani kabir azabına
çarptırılacaklardır- ayetlerini inkar etmiş olur. Eğer «Ben âyete
inanıyorum, fakat tefsir te'viline inanmıyorum.» derse kafir olur.
Çünki Kur'an'da, te'vili tenzilinin aynı olan ayetler vardır. Eğer
bunu inkar ederse kafir olur.
Ebu Hanife şöyle dedi:
— Bana bir zat, el-Minhal b. Amr'dan, o da ibnu Abbas'tan
rivayet etti: Hz. Peygamber : «Benim ümmetimin en şerlileri, ben
ateşte değil, cennette olacağım, diyenlerdir.»'^ buyurdu. Ebu Züb-
yan'dan bana rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber: «Ümme-
timden müteellî olanlarm vay haline,» buyurdu. Müteellinin kim
olduğu sorulunca: «Onlar filan kimse cennette, filan kimse de
cehennemdedir, diyenlerdir.»^^ buyurdu. Bana Nâfi'nin, ona da
İbnu Ömer'in naklettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurdu :
«Allah kıyamet günü aralarında hükmedinceye kadar, ümmeti-
min cennette veya cehennemde olduğunu söylemeyiniz.»^'' Bana
Eban, ona da el-Hasen'in rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber:
«Allah şöyle buyuruyor: Kullarımı ben aralarında kıyamet gü-
nü hükmedip, yerlerine göndermeden, siz cennet veya cehenne-
me göndermeyin.»^' dedi.
— Bana katilden ve onun arkasında namaz kılmaktan bahs-
edin, dedim. Ebu Hanife:
— Her takva sahibi ve günahkar kimsenin peşinde namaz
kılmak caizdir. Senin ecrin sana, onun günahı da kendisine ait-
tir, dedi.
— İnsanlara İnançları ile karşı çıkan, çarpışan ve onlardan
bir takım şeyler alanlardan bahsedin, dedim.
Onlar çeşitli zümrelerdir, hepsi de cehennemdedir, dedi
ve şöyle devam etti: Ebu Hüreyre (r.a.) Hz. Peygamber'in şöyle
dediğini nakletti: «İsrail oğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldı, be-
nim ümmetim de yetmiş üç fırkava ayrılacak. En büyük cemaat
ötesinde hepsi ateştedir.»^^ Bana Hammad, İbrahim'den, o da tb
nu Mes'ud'dan rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyur-
muştur : «Kim İslâm'da kötü bir şey ihdas ederse helak olur,
bid'at çıkaran sapıklığa düşer, sapıklığa düşen de cehennemde-
dir..»" Bize Meymun'un, Ona da İbnu Abbas'm haber verdiğine
göro Hz, Peygamber'e gelen birisi: «Ey Allah elçisi, bana öğret,»
dedi. Peygamberimiz üç defa, «Git, Kur'an öğren.» buyurdu. Dör-
düncü defasında da: «Hak, sevdiğinden de sevmediğinden de
gelse kabul et. Kur'an'ı öğren, onun yöneldiği tarafa yönel.»^ bu-
yurdu.
Bize Hammad, ona da İbrahim'in haber verdiğine göre, İbnu
Mes'ud: «Şüphesiz en şerli şeyler sonradan ortaya konulanlar-
dır. Her ihdas edilen şey, bid'at; her bid'at delalet, her dalalet de
cehennemdedir.» derdi. Allah Kur'anı Kerim'de şöyle buyurmak-
tadır : «Ona hak yoldan uzak kalmayı, kötülükten sakmmayı il-
ham ile öğretti.»^^ Keza, Allah Hz. Musa'ya: «Biz senden sonra
kavmini imtihana uğrattılc Sâmirî'de onları saptırdı.»^" buyur-
maktadır.
ALLAH'IN dilemesi BABI
— Allah yaratmayı dilemediği bir şeyi dilemiş fakat onu
emretmediği halde yaratmış mıdır? diye sordum :
— Evet, dedi.
— Bu nasıl olur? diye sordum.
— Allah kafire müslüman olmayı emretmiş, fakat kafir için
müslümanlığı yaratmamıştır. Kafir için küfrü dilemiş, fakat ka-
fire küfrü emretmediği halde yaratmıştır, diye cevap verdi.
— Allah, emretmemiş olduğu, bir şeyden razı olur mu? diye
sordum.
— Evet, nafile ibadetler buna misaldir, dedi.
— Allah bir şeyi emrettiği halde ondan razı olmaması duru-
mu olur mu*? diye sordum.
— Hayır, dedi.
— Niçin? diye sordum.
— Çünki Allah emrettiği her şeyden razı olur, dedi.
— Allah kullarını razı olduğu hususlardan dolayı mı, yoksa
razı olmadığı hususlardan dolayı mı azaba çeker? diye sordum.
— Allah kullarını razı olmadığı şeyler için azaba çeker. On-
lara; küfür, masıyet ve nza göstermediği konularda azap eder,
dedi.
— Allah onlara, dilediği için mi, yoksa dilemediği için mi
azap eder? diye sordum.
— Allah, onlar hakkında dilediği için azap eder. Çünki Allah
kullarında âsi için masiyeti, kafir için küfrü dilediği halde, kü-
für ve masiyet dolayısıyla azaplandınr, dedi.
— Allah, onlara İslam'ı emretmiş, sonra onlar için küfrü di-
lemiş midir? diye sordum.
— Evet, dedi.
— Allah'ın dilemesi emrini mi geçmiştir, yoksa emri mi dile-
mesini geçmiştir? diye sordum.
— Allah'ın dilemesi emrini geçmiştir, dedi.
— Allah'ın dilemesi onun rızası mıdır, değil midir? diye
sordum.
— Dilemesi, nzası ve emrettiği hususta taat ile amel eden
kimse için, Allah'ın nzası vardır. Allah^m emrettiğinin hilafına
amel işleyen kimse onun dilemesi ile işlemiş olur, fakat onun
nzasıyla işlemiş olmaz. Ona karşı masiyet işlemiş olur. Masiyet
ise Allah'ın rızası hilaf madır, dedi.
— Rızası olan konuda Allah kullarını azaba çeker mi? diye
sordum.
—• Allah, kullarını razı olmadığı küfürden dolayı azaba çe-
ker. Fakat onların taatı terketmeleri ve masiyet işlemelerinden
dolayı onlardan intikam alıp, azap etmeğe nzası vardır, dedi.
— Allah, mü'minler için küfrü dilemiş midir? diye sordum.
— Hayır, fakat mü'minler için imanı dilemiştir. Keza kafir-
ler için küfrü, zina edenler için zinayı, hırsızlık edenler için hır-
sızlığı, ilim erbabı için ilmi, hayır sahipleri için de hayrı dile-
miştir, Allah, kafirleri yaratmadan önce onların kafirler ve sa-
pıklar olmasını dilemiştir,» dedi."^
— Allah kafirleri, razı oldu'ğu şeyi yarattığından dolayı mı,
razı olmadığı şeyi yarattığından dolayı mı azaplandırır? diye
sordum.
— Allah kafirleri yaratmaya razı olduğu şeyden dolayı aza-
ba uğratır, dedi.
— Niçin? diye sordum.
— Allah küfrü yaratmaya rızası olduğu halde onları küfür-
lerinden dolayı azaba çeker. Fakat Allah'ın bizatihi küfre rızası
yoktur, dedi.
— Allah «Kullan için küfre nzası yoktur.»^^ buyurduğu hal-
de nasıl olur da küfrü yaratmaya rızası olnr? diye sordum. Şöy-
le cevap verdi:
— Allah onlar hakkmda diler, fakat razı olmaz.
— Niçin?
— Çünki Allah îblis'i yaratmıştır, îblis'i yaratmaya nzası
var, fakat İblis'in kendisine nzası yoktur. Keza Allah, içkiyi ve
domuzu yaratmıştır. Onları yaratmaya nzası olduğu halde ken-
dilerine rızası yoktur.
— Niçin?
— Allah içkinin kendisine rıza gösterse idi, onu içen Allah'ın
razı olduğu şeyi içmiş olurdu. Fakat onun içkiye ve küfre, tblis'e
ve fiillerine nzası yoktur. Fakat bizzat Hz. Muhammed'e nzası
vardır.
~ Yahudiler, «Allah'ın eli bağlıdır.»" diyorlar. Onlann bu
sözüne Allah'ın nzası var mıdır?
—Hayır, dedi.
ALLAH'IN DİLEMESİ KONUSUNDA BİR BAŞKA BÖLÜM
O kimse «Allah bütün insanları melekler gibi itaatkar yarat-
mak isteseydi, buna kadir olur muydu? Bunu haber ver.» denil-
diğinde «Hayır,» diye cevap verirse, Allah'ı kendisini tavsif etti-
ğinden başkası ile vasıflandırmış olur. Zira Allah Kur'an'da :
«Kullarının üzerine yegâne mutasarrıf odur.»^ «O kullarının
küfrüne razı olmaz.»*^ ve «O sizin üzerinizden size azap gönder-
meğe kadirdir.»''^ buyurmaktadır. Eğer «kadirdir.» derse «Allah
îblis'in itaat konusunda Cebrail gibi olmasını dileseydi, buna
muktedir olmaz mıydı?» de. Eğer «Hayır,» derse kendi sözünü
terketmiş, ve Allah'ı sıfatlanndan başkası ile vasıflandırmış
olur. Eğer «Kulun zina etmesi, içki içmesi, namuslu insanlara dil
uzatması Allah'ın izni ile değil midir?» diye söylerse «Evet,» de-
nir. Eğer «O halde o kimseye niçin had cezası tatbik edilir?» der-
se : «Allah'ın emrettiği şey terkolunmaz,» denir. Çünki o kimse
kölesini kesse, bu Allah'ın dilemesi ile olur, insanlar da o kimseyi
kötülerler. Eğer kölesini azat ederse, insanlar da yaptığından
dolayı onu öğerler. Bunların her ikisi de Allah'ın dilemesi ile vü-
cuda gelir, o kimse bu fiilleri Allah'ın dilemesi ile işlemiş olur.
Fakat kul Allah'ın dilemesi ile masıyet işlerse, işleyen kimsenin
fiilinde ilahi nza ve doğruluk yoktur. «Niçin ona had cezası tat-
bik edilir?» sözü, onların prensiplerine göre fasit bir sualdir.
Çünki onlar bir çok masiyetlerde de Allah'ın dilemesini kabul et-
miyorlar. Ona göre içki içmek gibi bir fiilin haricinde had cezası
gerekmiyor. Oysaki yaptığı bütün işleri Allah'ın dilemesi ile yap-
mıştır. Allah'ın ezelde dilemesi, küfrü ve dalaleti yaratması, Iculun muhtar olup
onu seçeceği dolayısıyladır. Bu İfadeden kulun mecbur olduğu anla-
şılmamalıdı
GÜNAH İŞLEYEN KİMSENİN KAFİR OLDUĞU İDDİASININ
REDDÎ BÖLÜMÜ:
— Eğer bir kimse günah işleyen kimse kafirdir, derse, onun
sözünü boşa çıkaracak cevap nedir? diye sordum. Şöyle söyledi:
— Ona şöyle cevap verilir: «Yunus'u da an. Hani o öfkele-
nerek çıkıp gitmiş, kendisini tazyik etmeyeceğimizi sanmıştı. Ka-
ranlıklar içinde niyaz ederek, Senden başka, ilâh yoktur. Seni
tenzih ederim, ben za,limlerden oldum, dedi.»^'' Buna göre o, za-
lim mü'mindir, kafir ve münafık değildir. Hz. Yusuf'un kardeş-
leri : «Ey babamız, bizim için günahlarımızın bağışlanmasını di-
le. Biz muhakkak suçlu idik.»^" dediler. Bu durumlarıyla onlar
günahkardılar, fakat kafir değildiler. Yüce Allah, Peygamberi
Hz. Muhammed'e «Senin geçmiş ve gelecek günahını Allah'ın
affetmesi için..»^^ buyurmuş, günahını yerine küfrünü dememiş-
tir, Hz. Musa kıptîyi öldürmesi dolayısıyla günah işlemişti, fa-
kat kafir değildi.
Eğer o kimse «Ben inşaallah mü'minim,» derse, «Şüphesiz
Allah ve melekleri Peygamber'e salat ve selam ederler, ey mü'-
minler, siz de ona salavat getirin, ona layık olduğu şekilde se-
lam getirin»™ ayeti gereğince «Eğer mü'minsen ona salavat ge-
tir, değilsen getirme,» denir. Keza Allah şöyle buyurur: «Ey
iman edenler, cuma günü namaz için nida olunduğunda Allah'ın
zikrine koşun, alışverişi bırakın.»^^
Muaz (r.a.) şöyle dedi: «Kişinin Allah hakkında şüphesi onun
bütün iyiliklerini iptal eder. Allah'a iman ettiği halde masiyet
işleyen kimsenin affedilmesi umulur, azap görmesinden de kor-
kulur.» Muaz'a soran kimse : «Şüphe iyilikleri giderdiğine göre,
iman etmek de kötülükleri daha çok giderir.» demişti. Muaz da :
«Yemin ederim, bu adamdan daha çok hayret edilecek bir kim-
se görmedim,» dedi. Ona «Sen müslüman mısın?» diye sordu. O
da «bilmiyorum,» dedi.
O kimseye «Bilmiyorum,» sözün doğru mu, yanlış mı diye
sorulur. Eğer «doğru» derse şöyle söyle: «Dünyada doğru olan
ahiretet doğru değil midir?» Eğer «Evet» derse : «Kabir azabına,
suale, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna iman ediyor
musun?» diye sor. «Evet» derse «Sen mü'min misin?» diye sor.
Eğer yine bilmiyorum derse, o zaman; bilemeyesin, anlayamıya-
sm, iflah olamıyasın, de.
— Eğer bir kimse cennet ve cehennem yaratılmış değillerdir, derse? diye sordum.
— O kimseye şöyle de : Onlar bir şeydir, yahut bir şey değildir. Oysaki, Allah Kur'anı Kerim'de «Allah her şeyin yaratıcısıdır.»", «Biz herşeyi bir ölçü ile yarattık.»^^ «Onlar sabah akşam ateşe karşı getirilecekler.»" buyurmaktadır, dedi.
— Eğer cennet ve cehennem fani olacaktır derse? diye sordum.
— Ona Allah Kur'an'da cennetin nimetlerini «Kesilip tükenmeyen, yasak da edilmeyen»^' olarak vasfetmektedir, de. Cennetlik ve cehennemlikler girdikten sonra cennet ve cehennem yok olacaktır diyen kimse de orada ebedi kalışı inkar ettiği için,
kafir olur.
— Eğer bir kimse cennet ve cehennem yaratılmış değillerdir, derse? diye sordum.
— O kimseye şöyle de : Onlar bir şeydir, yahut bir şey değildir. Oysaki, Allah Kur'anı Kerim'de «Allah her şeyin yaratıcısıdır.»", «Biz herşeyi bir ölçü ile yarattık.» «Onlar sabah akşam ateşe karşı getirilecekler.»" buyurmaktadır, dedi.
— Eğer cennet ve cehennem fani olacaktır derse? diye sordum.
— Ona Allah Kur'an'da cennetin nimetlerini «Kesilip tükenmeyen, yasak da edilmeyen»^' olarak vasfetmektedir, de. Cennetlik ve cehennemlikler girdikten sonra cennet ve cehennem yok olacaktır diyen kimse de orada ebedi kalışı inkar ettiği için,
kafir olur.
Ebu Hanife (r.a.) şöyle dedi:
—Allahu Taâla mahlukların sıfatı ile tavsif edilemez. Onun gazabı ve rızası keyfiyetsiz sıfatlanndandır. Sünnet ve Cemaat Ehli'nin görüşü budur. Allah gazap eder ve razı olur. Onun gazabı cezalandırması, rızası da sevabıdır, denemez. Biz onu, ken disini tavsif ettiği gibi tavsif ederiz. O birdir, hiç bir şeye muhtaç değildir. Doğurmamış, doğurulmamıştır, kendisine hiç bir şey denk değildir. Hayy, kayyum, kadir, duyan, gören, bilen O'dur. Onun eli, kulların ellerinin üzerindedir, fakat kulların eligibi bir uzuv değildir. O ellerin yaratıcısıdır. Onun yüzü yarattıklarının yüzleri gibi değildir. O bütün yüzlerin yaratıcısıdır.
Onun nefsi yarattıklarının nefsi gibi değildir. Bütün nefislerin yaratıcısı O'dur. «Onun benzeri hiç bir şey yoktur. Duyan ve gören O'dur.»'^
-Eğer Allahu Taala nerededir, diye sorulursa? dedim.
-O kimseye : Yaratılmadan önce mekan yoktu, halbuki Allah vardı. Mahlukattan hiç biri yokken, nerede mefhumu mevcut değilken, Allah vardı. O her şeyin yaratıcısıdır, diye söyle. Eğer «Dileyen dilenmiş olan şeyi ne ile diledi?» denilirse «Sıfatla» de.
O kudretle kadir, ilimle âlim, mülk ile maliktir. Eğer «meşietle mi diledi, maişetle takdir edip ilimle mi diledi?» diye sorarsa: «Evet,» diye cevap ver."
İMAN BABI
Eğer: «İmanın yeri neresidir?» diye sorulursa onun kayna-
ğının ve yerinin kalb olduğu, fer'inin de cesette bulunduğu söy-
lenir. Eğer: «O parmağında mıdır?» diye sorulursa, «Evet» de.
Eğer: «Parmak kesilince iman nereye gider?» diye sorulursa:
«Kalbe,» de.
Eğer: «Allah kullarından bir şey talep eder mi?» diye sorar-
sa : «Hayır onlar ancak Allah'tan isterler,» de. «Allah'ın kullar
üzerindeki hakkı nedir?» diye söylenirse : «Ona kulluk etmeleri,
hiç bir şeyi ortak koşmamalarıdır. Bunu yaptıkları zaman onla-
rın Allah'tan bekledikleri, Allah'ın onları affetmesi ve sevaplan-
dırmasıdır. Zira Allah, Kur'an'da: «Ağaç altında sana bey'at et-
tiklerinde Allah mü'minlerden razı oldu.»*^* ayeti gereğince Allah,
mü'minlerden razı olur. Allah Iblis'e gazap eder. «Dilediğinizi
yapın.»'-' ayeti Allah'ın tehdidini ifade eder. «Semûd'a gelince;
biz onlara doğru yolu göstermiştik, fakat onlar körlüğü hidayete
tercih ettiler.»*" Yani onlara hidayeti göstermiş ve açıklamıştık,
demektir. «Dileyen iman etsin, dileyen kafir olsun.»" âyeti vaid
ifade eder. «Ben cinleri de insanları da ancak bana kulluk etsin-
ler diye yarattım.»^^ -ani benim birliğimi kabul etsinler demek-
tir- buyurlmaktadır. Fakat bu fiillerin hepsi; hayrı, şerri, tatlısı,
acısı, zararlısı ve faydalısı, hepsi Allah'ın takdiriyledir. Yüce Al-
lah şöyle buyurur : «Eğer Rabbin dileseydi, yer yüzündeki insan-
ların hepsi de iman ederlerdi. Sen niçin insanları mü'min olsun-
lar diye zorlamak istiyorsun?»", «Biz onlara melekler indirsey-
dik, ölüler onlarla konuşsaydı, her şeyi bir araya getirip onların
önünde toplasaydık, Allah dilemedikçe yine imana gelmezler-
di.»**, «Hiç bir kimse Alah'm izni olmadıkça iman edemez.»''^
«Eğer Rabbin dileseydi, insanları bir tek ümmet yapardı, fakat
onlar ihtilafta devam edecekler. Ancak Rabbinin rahmet dile-
dikleri müstesnadır. Allah da onları bunun için yarattı.»^^ «Al-
lah'a kuluk edin, şeytandan çekinin. Her kavimde Allah'ın hida-
yet ettiği kimseler ve sapıklığa sarılanlar da vardır.»", «Allah
dilemedikçe siz dileyemezsiniz.»"' Yani Allah, takdiri ile dileme-
dikçe siz dileyemezsinz. Hz. Şuayb (a.s.) şöyle söylemişti: «Allah
bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra yine o dine dönersek, Al-
lah'a iftira etmiş oluruz. Onun için Allah'ın dilemesi dışında bi-
zim sizin dininize dönmemize ihtimal yoktur. Rabbimizin ilmi
her şeyi kaplamıştır. Biz Allah'a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz,
kavmimizle bizim aramızdaki davada doğrulukla hükmet. Sen
her şeyin doğrusunu gösteren ve bildirenlerin en hayırlısı sın. »*°
Hz. Nuh (a.s.) şöyle dedi: «Allah sizin helak edilmenizi dilerse,
benim size cğüt vermem ve hayrmızı istemem size hiç bir fayda
vermez. O Rabbinizdir, dönüşünüz onadır.»"* Keza yüce Allah
şöyle buyurur: «O, andolsun ona (Yusuf'a) niyet kurmuştu. Eğer
Rabbinin burhanını görmese idi, o da onu kasdetmiş gitmişti. Biz
böylece ondan kötülüğü ve hayasızlığı giderdik. Çünki o bizim ih-
lasa erdirilmiş kullanmızdandı.»™ Keza Allah şöyle buyurur:
«Biz Süleyman'ı denedik. Onun tahtı üzerine bir ceset attık.
O da hemen Allah'a dönüp sığındı.»"
Allah En îyi Bilendir.
Ebu Hanife'nin el-Fıkhu'1-Ebsat'ı burada bitti. Allahu Taalâ,
kendisinden sonra nebi gelmeyecek olan Peygamberimiz Efen-
dimiz Hz. Muhammed'e, bütün ehline ve ashabına salat ve se-
lam eylesin.
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
Tevhidin aslı, buna iman etmenin en doğru yolu şudur: Al-
lah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlsrine, öldükten sonra
dirlmeye, kadere, haynn ve şerrin Allah'tan olduğuna, hesap,
mizan, cennet ve cehenneme inandım, bunların hepsi de haktır,
demek gerekir.
Yüce Alah, sayı yönüyle değil, ortağı olmaması yönüyle bir-
dir. O, doğurmamış ve doğurulmamıştır, ona hiç bir şey denk
değildir. O yarattıklarmdan hiç birine benzemez. İsimleri, zâti ve
fiili sıaftlarıyla daima var olmuş ve var olacaktır.
Allah'ın zâti sıfatlan-, hayat, kudret, ilim, kelam, semi, basar,
ve irade sıfatlarıdır. Fiilî sıfatlar ise, tahlik (yaratma), terzik
(nzık verme) inşa (yapma), ibda (örneksiz yaratma) ve sun'
(san'atla yaratma) ve diğer fiilî sıfatlardır.
Allah, sıfatları ve isimleri ile var olmuş ve var olacaktır.
Onun isim ve sıfatlarından hiç biri sonradan olma değildir. O il-
miyle daima bilir, ilim onun ezelde sıfatıdır. O kudretiyle daima
kadirdir, kudret onun ezelde sıaftıdır. Kelamı ile konuşur, ke-
lam onun ezelde sıfatıdır. Yaratması ile daima haliktır, yaratmak
onun ezelde sıfatıdır. Fiili ile daima faildir, fiil onun ezelde sı-
fatıdır. Fail Allah'tır, fiil ise onun ezelde sıfatıdır. Yapılan şey,
mahluktur. Yüce Allah'ın fiili ise mahluk değildir. Allah'm ezel-
deki sıfatlan mahlûk ve sonradan olma değildir. Allah'ın sıfatla-
nnın yaratılmış ve sonradan olduğunu söyleyen, yahut tereddüt
eden veya şüphe eden kimse Yüce Allah'ı inkar etmiş olur.
Kur'anı Kerim, Allah kelamı olup, mushaflarda yazılı, kalp-
lerde mahfuz, dil ile okunur, ve Hz. Peygamber'e indirilmiştir.
Bizim Kur'anı Kerimi telaffuzumuz, yazmamız ve okumamız
mahluktur, fakat Kur'an malıluk değildir. Allah'ın Kur'an'da be-
lirttiği Musa ve diğer peygamberlerden, firavun ve İblis'ten nak-
len verdiği haberlerin hepsi Allah kelamıdır, onlardan haber ver-
mektedir. Allah'm kelamı mahluk değildir, fakat Musa'nın ve
diğer yaratılmışların kelamı mahluktur. Kur'an ise onları değil,
Allah'ın kelamı, kadim ve ezelidir.
Allah'ın «Allah Musa'ya hitap etti»^ ayetinde belirttiği gibi,
Musa Allah'ın kelamını işitti. Şüphesiz ki Allah, Musa ile konuş-
masından önce de, kelam sıfatı ile muttasıftı. Yüce Allah yarat-
madan da ezelde yaratıcı idi. Allah, Musa'ya hitap ettiğinde,
ezelde sıfatı olan kelamı ile konuştu. Onun sıaftlannın hepsi,
mahlukların sıfatlanndan başkadır. O bilir fakat bizim bildiği-
miz gibi değil. O kadirdir fakat bizim gücümüzün yettiği gibi
değil. O görür fakat bizim görmemiz gibi değil. O işitir fakat bi-
zim işittiğimiz gibi değil. O konuşur fakat bizim konuşmamız
gibi değil. Biz uzuvlar ve harflerle konuşuruz. Oysaki uzuvsuz ve
harfsiz konuşur. Harfler mahluktur fakat Allah'ın kelamı mah-
luk değildir.
Allah bir şey (varlık) dir, fakat diğer şeyler gibi değildir.
Onun varlığı cisim, cevher, araz, had, zıd, eş ve ortaktan uzaktır.
Onun Kur'an'da zikrettiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır. Allah'm
Kur'an'da zikrettiği el, yüz ve nefs gibi şeyler, keyfiyetsiz sıfat-
lardır. Onun eli kudreti veya nimetidir denilemez. Zira bu tak-
dirde sıfat iptal edilmiş olur. Bu, Kaderiyye ve Mutezile'nin gö-
rüşüdür. Onun elinin, keyfiyetsiz sıfat olması gibi, gazabı ve rı-
zası da keyfiyetsiz sıfatlanndan iki sıfattır.
Allah, eşyayı bir şeyden yaratmadı. Allah, eşyayı oluşundan
önce, ezelde biliyordu. O, eşyayı takdir eden ve oluşturandır. Al-
lah'ın dilemesi, ilmi, kazası, takdiri ve Levhi Mahfuz'daki yazı-
sı olmadan, dünya ve ahirette hiç bir şey vaki olmaz. Ancak
onun Levhi Mahfuz'daki yazısı, hüküm olarak değil, vasıf olarak
yazılıdır. Kaza, kader ve dilemek, onun nasıl olduğu bilineme-
yen sıfatlarındandır. Allah, yok olanı yokluğu halinde yok ola-
rak bilir, onu yarattığı zaman nasıl olacağını bilir. Var olanı,
varlığı halinde var olarak bilir, onun yokluğunun nasıl olacağı-
nı bilir. Allah ayakta duranm ayakta duruş halini, oturduğu za-
man da oturuş halini bilir. Bütün bu durumlarda Allah'ın ilmin-
de ne bir değişme, ne de sonradan olma bir şey hasıl olmaz. De-
ğişme ve ihtilaf yaratılanlarda olur.
Allah insanları küfür ve imandan hâli olarak yaratmış, son-
ra onlara hitap ederek emretmiş ve nehyetmiştir. Kâfir olan-,
kendi fiili, hakkı inkar ve reddetmesi ve Allah'ın yardımını kes-
mesiyle küfre sapmıştır. İman eden de kendi fiili, ikrarı, tasdiki
ve Allah'ın muvafakiyet ve yardımı ile iman etmiştir.
Allah Âdem'in neslini, sulbünden insan şeklinde çıkarmış,
onlara akıl vermiş, hitap etmiş, imanı emredip, küfrü yasakla-
mıştır. Onlar da onun Rabb olduğunu ikrar etmişlerdir. Bu, on-
ların imanıdır. İşte onlar bu fıtrat üzerine doğarlar. Bundan son-
ra küfre sapan bu fıtratı değiştirip bozmuş olur. İman ve tasdik
eden de fıtratında sebat ve devam göstermiş olur.
Allah, kullarmm hiç birini iman veya küfre zorlamamış, on-
ları mü'min veya kâfir olarak yaratmamıştır. Fakat onları şa-
hıslar olarak yaratmıştır. İman ve küfür kulların fiilleridir. Al-
lah, küfre sapanı, küfrü esnasında kâfir olarak bilir. O kimse da-
ha sonra iman ederse, imanı halinde mü'min olarak bilir, ilmi ve
sıfatı değişmeksizin onu sever.
Kulların hareket ve sükun gibi bütün fiilleri hakikaten ken-
di kesbleri (kazançları) dir. Onların yaratıcısı ise Yüce Allah'tır.
Onların hepsi Allah'ın dilemesi, ilmi, hükmü ve kaderi ile olur.
Taatların hepsi, Allah'ın emri, muhabbeti, nzası, ilmi, dile-
mesi, kazası ve takdiri ile vacip kılınmıştır. Masiyetlerin hepsi de
Allah'ın ilmi, kazası, takdiri ve dilemesi ile olmakla beraber,
rızası ve emri ile değildir.
Peygamberlerin hepsi de (salat ve selam olsun) küçük, bü-
yük günah, küfür ve çirkin hallerden münezzehtir. Fakat onla-
rın sürçme ve hataları vaki olmuştur. Hz. Muhammed, Allah'ın
sevgili kulu, resulü, nebisi, seçilmiş tertemiz kuludur. O hiç bir
zaman puta tapmamış, göz açıp kapayacak bir an bile Allah'a
ortak koşmamıştır. O, küçük büyük hiç bir günah işlememiştir.
Peygamberlerden sonra insanların en faziletlisi, Ebu Bekr
es-Sıddîk, sonra Ömer el-Fârûk, sonra Osman b. Af fan, Zûn-Nû-
reyn, daha sonra Aliyyu'l-Murtaza'dır. Allah hepsinden razı ol-
sun. Onlar doğruluk üzere, doğruluktan ayrılmayan, ibadet eden
kimselerdir. Hepsine sevgi ve saygı duyarız. Hz. Peygamber'in
ashabının hepsini sadece hayırla ananz.
Bir müslümanı, helal saymaması şartıyla, büyük günahlar-
dan birini işlemesi ile kafir saymayız. Bu durumdaki bir kim-
seden iman ismini kaldırmayız, ona gerçek anlamda mü'min de-
riz. Bir mü'minin kafir olmamakla beraber günahkar olması
caizdir.
Günahlar, mü'mine zarar vermez demeyiz. Keza günah işle-
yen kimse Cehennem'e girmez de demeyiz. Dünyadan mü'min
olarak ayrılan kimse, fasık da olsa Cehennem'de ebedi kalacak-
tır, demeyiz.
Mürcie'nin dedipri g'bi, iviliklerimiz mfkbul. kötülüklerimiz
de affedilmiştJr, demeyiz. Fakat kim bütün şartlarına uygun,
müfsit avıplardan U7ak ame! isîer ve onu küfür ve dinden dönme
gibi şeylerle boşa çıkarmaz ve dünyadan mü'min oTarak ayn-
lırsa sünhesiz Allah onun amelini zayi etmez, bilakis kabul eder
ve ondan dolayı sevap verir, deriz.
Allah'a ortak koşmak ve küfür dısmda büyük ve küçük gü-
nah işleyen, fakat tevbe etmeden mü'min olarak ölen kimsenin
durumu Allah'ın dilemesine bağlıdır. Dilerse ona Cehennem'de
azap eder, dilerse affeder ve hiç azaba uğratmaz.
Her hangi bir amele riya karıştığı zaman, o amelin ecrini
yok eder. Keza ucüb (kendi amelini üstün görmek) de böyledir.
Peygamberlerin mucizeleri ve velilerin kerametleri haktır.
Ancak, haberlerde belirtildiği üzere İblis, Firavun ve Deccal gibi
Allah düşmanlarına ait olan, onların şimdiye kadar vukua geliş
ve gelecek hallerine mucize de, keramet de demeyiz. Bu, onların
hacetlerini yerine getirmedir. Zira, Allah düşmanlarının hace-
tini, onları derece derece cezaya çekmek ve sonunda cezalandır-
mak şeklinde yerine getirir. Onlar da buna aldanarak azgınlık
ve küfürde haddi aşarlar. Bunların hepsi de caiz ve mümkündür.
Yüce Allah, yaratmadan önce de yaratıcı, nzıklandırmadan
önce de rızık verici idi. Allah, ahirette görülecektir. Mü'minler
Allah'ı Cennet'te, aralarında bir mesafe olmaksızın, teşbihsiz ve
keyfiyetsiz olarak baş gözleriyle göreceklerdir.
İman dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir. Gökte ve yerde bulunan-
ların imanı, iman edilmesi gereken şeyler yönünden artmaz ve
eksilmez, fakat yakin vo tasdik yönünden artar ve eksilir. Mü'-
minler, iman ve tevhid hususunda birbirlerine müsavidirler, /a-
kat amel itibariyle birbirlerinden farklıdırlar. İslam, Allaîı'ın
emirlerine teslim olmak ve itaat etmek demektir. Lügat itibariyle
iman ve islam arasında fark vardır. Fakat islamsız iman, iman-
sız islam da olmaz. Onların ikisi de bir şeyin içi ve dışı gibidirler.
Din ise, iman, islam ve şeriatların hepsine birden verilen isimdir.
Biz, yüce Alah'ı kendisini kitabında tavsif ettiği bütün sı-
fatlarıyla gerçek olarak biliriz. Hiç bir kimse Allah'a, onun şa-
nına layık şekilde hakkıyla ibadet etmeye kadir değildir. Fakat
insan ancak Allah'ın kitabında, Resulünün bildirdiği kadar Al-
lah'a ibadet eder.
Bütün mü'minler; marifet, yakin, tevekkül, muhabbet, nza,
korku ve ümit ve bu hususlara iman konusunda birbirlerine mü-
savidirler. Bu hususlara imanın dışında birbirlerinden farklıdır.
Yüce Allah, kullarına karşı lutufkardır, adildir, kulun haket-
tigi sevabı lutfuyla kat kat fazlasıyla verir. Kulunu, adaletinin
icabı olarak işlediği günahtan dolayı cezalandırır. Keza kendi-
sinden bir lütuf olarak bağışlar da.
Peygamberlerin (salat ve selam olsun) şefaati haktır. Pey-
gamberimizin (s.a.) şefaati, günahkâr mü'minler ve onlardan
büyük günah işleyip cezayı haketmiş olanlar için hak ve sabittir.
Kıyamet günü amellerin mizanla tartılacağı hususu haktır.
Hz. Peygamber'in havzu haktır. Kıyamet günü hasımlar arasın-
da İyilikler alınarak kısas ve hesaplaşma olması haktır. İyilikler
bulunmadığı takdirde kötülüklerin atılması hak ve caizdir.
Cennet ve Cehennem halen yaratılmıştır, ebediyen de fani
olmayacaklardır. Huriler ebediyen ölmezler. Yüce Allah'ın cezası
da, sevabı da ebedîdir.
Allah dilediğini kendisinin bir lutfu olarak hidayete ulaştı-
nr. Dilediğini de adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür. Al-
lah'ın sapıklığa düşürmesi, hızlânıdır. Hızlanın manası ise, Al-
lah'ın razı olacağı şeylerde onu muvaffak kılmayıp, yardımını
kesmesidir. Bu, Allah'ın adaleti geerğidir. Keza, Allah'ın günah-
karları isyanları sebebiyle cezalandırması da adaleti icabıdır.
Şeytan, mü'min kuldan imanını baskı ve cebirle alır, deme-
miz doğru değildir. Fakat kul imanı terkederse, Şeytan da onun
imanını alır, deriz.
Kabirde Münker ve Nekir'in sualleri haktır. Kabirde ruhun
cesede iade edilmesi haktır. Bütün kafirler ve âsi mü'minler için
kabir sıkıntısı ve azabı haktır.
Âlimlerin, Allah'ın sıfatlarını farsça (arapçadan başka bir
dille) söylemeleri caizdir. Fakat yed = el kelimesi, Allah'ın sıfatı
olarak farsça söylenemez. Fakat farsça olarak Rûyi Huda = Al-
lah'ın yüzü demek caizdir. Alah'ın yakınlık ve uzaklığı, mesafe-
nin uzunluk ve kısalığı ile değil, keramet ve zillet manasmdadır.
İtaatli olan kul, Allah'a keyfiyetsiz olarak yakın, âsi kul ise key-
fiyetsiz olarak Allah'tan uzak olur. Yakınlık, uzaklık ve yönel-
mek, yalvaran kula racidir. Keza Cennet'te komşuluk, ve Allah'ın
önünde bulunmak da keyfiyetsiz şeylerdir.
Kur'anı Kerim, Allah'ın Resulüne (s.a.) indirilmiş olup, mus-
haflarda yazılıdır. Kelam mansmda Kur'an ayetlerinin hepsi de
fazilet ve büyüklük bakımından birbirine müsavidir. Fakat ba-
zısında zikir ve zikredilen fazileti bahis konusudur. Ayetu'l-Kürsi
buna misaldir. Burada zikredilen Allah'ın yüceliği, azameti ve sı-
fatlarıdır. Bu ayette hem zikir, hem de zikredilenin fazileti ola-
rak iki fazilet bir araya gelmiştir. Bir kısmında ise sadece zikir
fazileti vardır. Kâfirlerin kıssalarında olduğu gibi. Bu ayetlerde
zikedilenin bir fazileti yoktur, çünki zikredilenler kâfirlerdir. Ke-
za Allah'ın isim ve sıfatlanmn hepsi de azamet ve fazilette mü-
savidir, aralarında farklılık yoktur.
Hz. Peygamber'in anne ve babası cahiliyet üzere ölmüşlerdir.
Kasım, Tâhir ve İbrahim Allah Resulünün oğulları; Fatıma, Ru-
kıyye, Zeyneb ve Ümmü Gülsüm de kızları idiler.
însan tevhid ilminin inceliklerinden her hangi birinde güç-
lükle karşılaşırsa, sorup öğreneceği bir alim buluncaya kadar,
Allah katında doğru olana inanması gerekir. Böyle bir kimseyi
arayıp bulmakta gecikmesi, caiz değildir. Bu hususta tereddüt
3dilerek beklemek mazur görülmez. Eğer tereddüt ederek bek-
lerse, kafir olur.
Miraç haberi haktır. Onu reddeden sapık bir bid'atçi olur.
Deccal'in, Ye'cüc ve Me'cüc'ün ortaya çıkması, güneşin batıdan
doğması, Hz. İsa'nın gökten inmesi ve sahih haberlerde bildiri-
len kıyamet alametlerinin hepsi de haktır.
Yüce Allah, dilediğini doğru yola hidayet eder.
EBU HANIFE'NIN VASIYYETI
Rahman ve Rallim Allah'ın adiyle,
îmân lisan ile ikrar, kalb ile tasdiktir. Sadece ikrar iman ol-
maz. Çünkü sadece ikrar iman olsaydı, bütün münafıklarm mü'-
min olmaları gerekirdi. Keza, sadece tasdik de iman olmaz. Eğer
sadece tasdik iman olsaydı, bütün kitap ehlinin mü'min olması
gerekirdi. Halbuki Allah; «Allah Şahitlik eder ki, münafıklar ya-
lancıdırlar.»^ ve «Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler Peygam-
ber'i oğullarını tanır gibi tanırlar.»^ buyurmaktadır.
îman artmaz ve eksilmez. Çünkü, imanın artması ancak küf-
rün azalmasıyla; eksilmesi de küfrün artmasıyla tasavvur olu-
nabilir. Bir şahsın aynı durumda mü'min ve kâfir olması nasıl
mümkün olur? Mü'min gerçekten iman eden, kâfir de gerçekten
inkar eden kimsedir. îmanda şüphe olmaz. Zira Yüce Allah «On-
lar gerçekten mü'minlerdir.»^ ve «Onlar gerçekten kâfirlerdir.»*
buyurmaktadır. Hz. Muhammed'in ümmetinden âsî olan kimse-
lerin hepsi gerçekten mü'min olup, kâfir değillerdir.
Amel imandan ayrı, iman da amelden ayrı şeylerdir. Mü'-
minin birçok zaman bazı amellerden muaf tutulması bunun de-
lilidir. Bu muaflık halinde mü'minden imanın gittiği söylenemez.
Âdet gören bir kadın, namazdan muaftır. Fakat, ondan imanın
kaldınldığmı yahut imanın terkedilmesinin emredildiğini söyle-
mek caiz değildir. Sâri' o kimseye «Orucu terket, sonra da kaza
et,» demiştir. Fakat «İmanı bırak, sonra kaza et.» denilmesi caiz
değildir. Fakirin zekat vermesi gerekmez, demek caizdir. Fakat
fakirin iman etmesi gerekmez demek caiz değildir
Hayrm ve şerrin takdiri Allah'tandır. Eğer bir kimse hayır
ve şerrin takdirinin Allah'tan başkasından olduğunu söylerse,
o kimse Allah'ı inkar ve tevhid inancını iptal etmiş olur.
Ameller fariza, fazilet ve ma'siyet olmak üzere üç kısma ay-
rılır. Farizalar Allah'ın emri, dilemesi, muhabbeti, nzası, kaza-
sı, kudreti, ilmi, muvaffak kılması, yaratması ve Levh-i Mahfuz'-
da yazması iledir. Fazilet (farz olmayan ameller) Allah'ın emri
neticesi olan amel değildir. Eğer öyle olsaydı, fariza olurdu. Fa-
kat fazilet olan ameller Allah'ın dilemesi, muhabbeti, rızası, ka-
deri, kazası, hükmü, ilmi, muvaffak kılması, yaratması ve Levhı
Mahfuz'da yazması neticesidir. Masiyet olan amel Allah'ın em-
ri neticesi değildir, fakat Allah'ın muhabbeti, rızası, ve muvaf-
fak kılması olmaksızın; dilemesi, kazası, takdiri, hizlanı, ilmi ve
Levhı Mahfuz'da yazması iledir.
Allah'ın ihtiyacı olmaksızın Arş üzerine istiva ve istikrarı
vardır. Muhtaç olmaksızın Arşı ve başkalarmı muhafaza eder.
Eğer Allah'ın ihtiyacı olsaydı, malıluklar gibi âlemi îcad ve ted-
bire kadir olamazdı. Oturmak ev karar kılmağa muhtaç olsaydı,
Arş'm yaratılmasından önce Allah'ın nerede olduğu sorusu orta-
ya çıkardı. Yüce Allah bundan münezzehtir.
Kur'an, AUahü Taala'nm mahluk olmayan kelamı, vahyi,
tenzili, ilâhî zatının aynı olmayan, zatından da ayrı düşünülme-
yen kelam sıaftıdır. O, mushalfarda yazılı dille okunur, kalblerde
yer tutmaksızm muhafaza edilir. Mürekkep, kâğıt ve yazıların
hepsi mahluktur. Zira bunlar kulların fiilleri sonucudur. Fakat
Allah'ın kelamı mahluk değildir. Yazılar, harfler, kelimeler, işa-
retler kulların anlama ihtiyacından dolayı manaya delalet eden
şeylerdir. Allah'ın kelamı zatıyla kaim olup manası bu delalet
edici şeylerle anlaşılır. Allah'ın kelamının mahluk olduğunu söy-
leyen kimse kâfir olur. Allahü Taâla daima kendisine ibadet edi-
lendir. Kelamı ise kendisinden aynlmaksızm okunan, yazılan ve
hıfzolunandır.
Peygamberimiz Hz. Muhammed'den sonra bu ümmetin en
faziletlisi Ebu Bekr es-Sıddîk, sonra Ömer, sonra Osman, sonra
da Ali'dir (Allah hepsinden razı olsun). «İlk önce îman edenler.
herkesi geçenlerdir. Allah'a yakın olanlar onlardır. Onlar Naîm
cennctlsrindedir.»' âyeti bu hususu ifado eder. Önceliği olan her-
kes daha faziletlidir. Onları her mü'min ve muttaki sever, buğze-
denler münafık ve kötü kimselerdir. Kullar amelleri ikrarları ve
marifetleri ile mahlukturlar. Fail mahluk olunca onun fiillerinin
evleviyetlo mahluk olması gerekir.
Allahü Taala mahlukatı âciz ve zaîf oldukları halde güçleri
olmaksızm yaratmıştır. Onların yaratıcı ve rızıklandıncısı «Sizi
yaratan, sonra besleyen, sonra sizi öldüren, sonra dirilten Allah'-
tır.»® âyetine göre Allahü Taâla'dır. Helal kazanç ve helalinden
mal biriktirmek helaldir. Haramdan mal biriktirmek ise haram-
dır. İnranlar üç kısma ayrılır: îmanında samimi olan mü'min, küf-
ründe direnen inkarcı kâfir ve nifakında sebat eden iki yüzlü mü-
nafık. Allahü Taâla mü'mine ameli, kâfire imanı, münafıka da ih-
lası farz kılmıştır. «Ey insanlar; Rabbinizden korkun»'' âyetinde
«Ey mü'minler; Alah'a itaat edin», «Ey kâfirler; Allah'a iman
edin», «Ey münafıklar; îhlaslı ve samimi olun,» manası vardır.
îstitaat (kulun fiili için gerekli güç) fiilden önce de sonra da
değil, ancak fiille beraberdir. Eğer istitaat fiilden önce olsaydı,
kul ihtiyacı anında Allah'tan müstağni olurdu. Bu ise «Müstağni
olan Allah'tır. Sizler ise muhtaçsınız.»' âyetine muhalif olurdu,
îstitaatm fiilden sonra olması, fiilin takat ve istitaatsız meydana
gelmesini gerektireceği için muhaldir.
Mestler üzerien meshetmek vârid olan hadîse göre gerekli
olup, mukim için bir gün bir gece yolcu için üç gün üç gecedir.
Hadîs, mütevatire yakın clduğu için inkar edenin küfründen kor-
kulur. Seferde namazları kısaltmak ve oruç tutmamak ruhsat-
tır. «Sefere çıktığınız zaman namazı kısaltmanızda beis yok-
tur.»' ve «İçinizden kim hasta olur veya seferde bulunursa, tuta-
madığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar.»'" âyetleri bu
hususu ifade etmektedir.
Allahü Taala «Kalem»e yazmasını emretmiş, Kalem de «Ne
yazayım ya Rabbî» demiştir. Allahü Taala da onu «Kıyamete
kadar olacak şeyleri yaz,» buyurmuştur." «Onların işledikleri
her şey defterlerde kayıtlıdır. Küçük, büyük her şey yazılıdır.»"
âyeti bunu belirtmektedir.
Şüphesiz kabir azabı vardır. Münker ve nekir suali haktır.
Bu konuda hadîsler vârid olmuştur. Cennet ve Cehennem haktır.
Ve ehli için yaratılmıştır. Allah mü'minler için Cenneti «Mütte-
kiler için hazırlanmıştır.»" kâfirler için de Cehennemi «Kâfirler
için hazırlanmıştır.»" âyetlerinde yarattığını belirtmiştir. Allah
Cennet ve Cehennemi sevap ve ceza için yaratmıştır. Mizan hak-
tır. «Kıyamet günü adalet terazilerini kuracağız. Hiç bir kimse,
hiçbir şeyde haksızlığa uğramayacaktır.»" âyeti bunu ifade eder.
însanm kitabını (amel defterini) okuması haktır. «Kitabını oku!
Bugün senin nefsin kendi hesabını görmek için kâfidir.»^® âyeti
bunun delilidir.
Allah bu nefisleri ölümden sonra da ellibin sene miktarmca
tutan günde; ceza, sevap ve hakların edası için diriltir. «Şüphesiz
Allah kabirlerde bulunanları diriltecektir.»" âyeti bu hususu be-
lirtir. Cennet ehlinin Allahü Taala'ya keyfiyet, teşbih ve cihet ol-
madan mülaki olmaları haktır. Peygamberimizin (Allah salat ve
selam eylesin) şefaati büyük günah işlese de Cennet ehli olan
her mü'min için haktır. Hz. Aişe, Hz. Hatice'den sonra kadınla-
rın en faziletlisi, mü'minlerin annesi, zinadan uzak, râfizîlerin
iftira ve iddialarından beridir. Kim ona zina isnadında bulunur-
sa, kendisi zina mahsûlüdür.
Cennet ehli Cennette, Cehennem ehli de Cehennemde ebedî
kalacaklardır. Allahü Taala mü'minler için «Onlar cennetlikler-
dir, orada ebedî kalacaklardır.»'' kâfirler için de «Onlar Cehen
nemliklerdir, orada ebedi kalacaklardır.»'^ buyurmaktadır.
-
EBÛ HANIFE'NIN OSMAN EL-BETTÎTE
YAZDIĞI RİSALE
Hamd Alemlerin Rabbine, Salat ve Selam Efendimiz
Hz. Muhammed'in Bütün Âl ve Ashabına Olsun.
İmam Husamu'd-Din b. el-Huseyn b. el-Haccac es-Seğnâkî,
Hâfızuddin Muhammed b. Muhammed el-Buhari'den; o, Şem-
sü'1-Eimme Muhammed b. Abdü's-Settar el-Kerderî'den; o, Bur-
hanüddin Ebi'l-Hasan Ali b. Ebi Bekr b. Abdi'I-Celil el-Mergî-
nâni'den; o, Ziyâuddin Muhammed b. el-Huseyn b. Nasır el-Yer-
sûhî'den; o Alâeddin Ebi Bekr Muhammed b. Ahmed es-Semer-
kandl'den; o, Ebu'1-Muîn Meymûn b. Muhammed el-Mekhûlî',
en-Nesefı'den; o, Ebû Zekeriyya Yahya b. Mutarref el-Belhı'den?
o, Ebû Salih Muhammed b. el-Huseyn es-Semerkandî'den; o, Ebû
Zekeriyya Yahya b. Mutarref el-Belhi'den; o, Ebû Salih Muham-
med b. el-Huse3rn es-Semerkandî'den; o, Ebû Said Muhammed b.
Ebî Bekr el-Büstî'den; o, Ebu'l-Hasen Ali b. Ahmed el-Farisî'den;
o f akih Nasîr b. Yahya'dan; o Ebu Abdillah Muhammed b. Semâa
et-Temimî'den; o, İmam Ebû Yûsuf Yakub b. İbrahim el-Ensârî'-
den; o da İmamı Azam Ebu Hanife'den (Allah hepsinden razı ol-
sun) rivayet ettiğine göre, Ebu Hanife şöyle dedi:
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle,
Ebu Hanife'den Osman el-Bettî'ye. Sana selam olsun. Ben
kendisinden başka ilah olmayan Allah'a hamdederim.
İmdi; ben sana Allah'a karşı tâat ve takva tavsiye ederim.
Allah hesaba çekici ve cezalandırıcı olarak kâfidir. Mektubun
bana ulaştı, hakkımda ifade ettiğin nasihatini anladım. Seni
gayretin olduğunu yazmışsm. Durum bizim için de aynıdır. Be-
nim «dalalette kalmış mü'min» dediğimi duyduğunu, bunun da
mektup yazmağa sevkeden şeyin, hayır ve nasihat hususundaki
sana ağır geldiğini belirtiyorsun. Oysa ben yemin ederim ki Al-
lah'm rızasından uzak bir şeyi işleyen bir kimse için, hiç bir ma-
zeret bahis konusu olamaz. İnsanların ihdas ettikleri ve kendi-
liklerinden ortaya koydukları şey, onlan hidayete ulaştırmaz.
Aslolan, Kur'anı Kerim'in getirdiği ve Hz. Peygamber'in davet
ettiği, -insanlar arasında tefrika ortaya çıktığı devreye kadar-
Hz. Peygamber'in ashabının yapmakta devam edegeldikleri şey-
lerdir. Bundan başkası ile amel edenler bid'atçi ve kendiliklerin-
den ihdas edicilerdir. Sana yazdığım mektubu anla ve hakkım-
daki düşüncelerinden sakın, şeytanın sana kötü düşünce soka-
cağından kork. Allah bizi ve seni taatıyla korusun. Ondan bizim
ve senin için rahmetiyle muvaffakiyetler diler, şöyle deriz:
Allahu Taâla, Hz. Muhammed'i göndermeden önce, insanlar
Allah'a şirk koşma durumunda idiler. Allah Hz. Muhammed'i,
insanları İslam'a çağırması için gönderdi. O da, insanları Allah'-
tan başka ilah olmadığına, onun bir olduğu ve ortağı bulunma-
dığına şehâdete, ve Allah'tan gelen herşeyi kabul etmeğe çağırdı.
İslam'a giren kimse mü'min, şirkten uzak, malı ve kanı hürme-
te layık, müslümanlann hak ve hürmetine sahip oldu. Hz. Pey-
gamber'in daveti esnasında İslam'ı terkeden; kafir, imândan
uzak malı ve kanı helâl sayıldı. Böyleleri için ya müslüman ol-
maları yahut da öldürülmeleri dışında bir şey kabul edilmez. Fa-
kat Allah'ın cizye alınıp dinlerinde serbest bırakılmaları yönün-
de kitap ehli olanlar için verdiği hüküm bunun haricindedir. Da-
ha sonra iman ve tasdik edenler için farizalar nazil oldu. Sonra
o farizaları imanla birlikte işlemek do amel oldu. Bunun için
Allah Kur'anı Kerim'de «îman edip salih emeller işleyenler»
«Kim Allah'a iman eder ve salih amel işlerse...»^ buyurur. Bu
âyetlerin bir çok benzerleri Kur'an'da mevcuttur. Buna göre
ameli işlemeyen tasdiki kaybetmiş olmaz, amel olmadan da tas-
dik mevcut olur. Ameli terkeden kimse, ameli terkinden dolayı
tasdiki kaybetmiş olsaydı, imân ismi ve hürmetinden de çıkmış
olurdu. Oysaki zayi edenler, sadece tasdiki zayi etmelerinden do-
layı, imân isminden, hak ve hürmetinden uzaklaşıp eski halleri
olan şirke avdet etmiş olurlar.
Keza, insanların tasdik konusunda birbirinden farklı olma-
dıkları, birbirinden az yahut da çok tasdik edici olmamaları, fa-
kat bunun yanında amel konusunda birbirinden farklı oldukları
durumu da, tasdik ve amelin afrklı şeyler olduğunu ortaya koy-
maktadır. İnsanlara terettüp eden farizalar farklıdır. Sema ehli
ile peygamberlerin dini aynıdır. Bunun için Allah «O size dinden
Nuh'a emrettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve
İsa'ya emrettiğimiz dini doğru tutun, onda ayrılığa düşmeyin,
diye kanun yaptı.»^ buyurur.
Bil ki, Allah'ı ve Resullerini tasdik etmekten hasıl olan hida-
yet, farz kılman amellerdeki hidayet gibi değildir. Bunu anlamak
sana niçin güç geliyor? Halbuki sen o kimseyi, tasdiki dolayısıyla
Allah'ın kitabında belirttiği gibi mü'min; farizaların bir kısmını
bilmediğinden ötürü de cahil olarak isimlendiriyorsun. Cahil
olan bilmediğini öğrenir. Allah ve resulünü bilmekten sapan kim-
se, insanların mü'min oldukları halde öğrenebilecekleri şeyi bil-
mekten sapan kimse gibi olur mu? Allahu Taâla, farizaları bil-
dirirken şöyle buyurur. «Allah, yanılmayasınız diye size bunları
açıklıyor. Allah herşeyi hakkıyla bilir.» «Şayet şahit kadınlar-
dan biri unutursa diğeri ona hatırlatır.»^ «Musa dedi ki: Ben o
işi henüz doğru yolu görmeyecek halde iken yaptım.»® Yani ceha-
letle işledim, demektir. Bu hususun kabul edilmesinde, Allah'ın
kitabı ve Hz. Peygamber'in sünnetindeki delillerin anlaşılması,
senin gibi bir kimseye zor gelmeyecek kadar açık ve aşikardır.
Sen; zâlim mü'min, günahkar mü'min, âsi mü'min ve hatalı mü'-
min demiyor musun? İman hususunda hidâyete ulaşmış olan
kimse, zulüm ve hata ettiği konuda doğru yolu bulmuş olur mu?
Yahut hak konusundaki hatadan dolayı dalalette olur mu? Hz.
Yakub'un oğulları, babalarına «sen eski dalaletindesin,»'' demiş-
lerdi. Onların, bu ifadeleri ile «sen eski küfründesin,» manâsını
kasdettiklerini zannediyor musun? Allah, seni böyle anlamaktan
korusun, zira sen Kur'an'ı bilen bir kimsesin.
Bil ki; durum senin bize yazdığın gibi, insanlar farizalardan
önce tasdik ehli idiler, daha sonra farizalar geldi şeklinde olursa,
tasdik ehlinin tasdik ismine hak kazanmaları, ancak amellerle
mükellef olmaları zamanında mümkün olurdu. Bundan önce on
lar, dinleri ve senin katında durumlarının ne olduğunu bana
açıklamadın. O takdirde onlar, tasdik edici durumuna, amellerle
mükellef kılındıkları zaman hak kazanırlar. Eğer onların mü'min
olduklarını, haklarında müslümanlarm hükümlerinin ve hürme-
tinin icra edileceğini iddia edersen, doğru söylemiş olursun. Bu
konuda isabet olduğu için ben de sana mektup yazmadım.
Eğer onların kafir olduklarını söylersen, bid'atçi olup. Hz.
Peygamber ve Kur'an'a muhalefet etmiş olursun. Ehli bid'atten,
hakkı reddedenlerin sözlerini kabul eder, onun ne kafir ne de
mü'min olduğunu söylersen, bil ki bu düşünce bid'at olup, Hz.
Peygamber ve ashabına karşı bir muhalefet teşkil eder. Hz. Ali
ve Hz. Ömer, mü'minlerin emiri ismini aldılar. Ashap
onları mü'minlerin emiri diye isimlendirirken, bütün farizalarda
itaatkar olanların emiri manâsını mı kastediyorlardı? Hz. Ali,
kendisiyle harbeden Şam ehlini, kazıyye kitabında «mü'minler»
olarak isimlendirmiştir. Hz. Ali kendileriyle harbederken, onlar
işledikleri amelde hidayeti bulmuşlar mıydı? Hz. Peygamber'in
ashabı birbiriyle savaştı. Karşılıklı savaşan zümrelerin, her ikisi
de fiillerinde hak ve hidayete ermiş değillerdir. el-Bâgıye = mü-
tecaviz zümre ismi sana göre nedir? Allah'a yemin ederim ki kıb-
le ehlinin günahları arasında adam öldürmekten, hele Hz. Pey-
gamber'in ashabının kanlarını dökmekten daha büyük bir gü-
nah bilmiyorum. Çarpışan iki zümrenin sana göre isimleri ne-
dir? Her ikisi de aynı zamanda isabetli değildir. Eğer her ikisinin
de isabetli olduğunu söylersen, o takdirde bid'at işlemiş olursun.
Her ikisi de isabetsizdir, dersen yine bid'atçi olursun. Eğer iki-
sinden biri hidayet üzeredir dersen, diğerinin durumu nedir?
Eğer Allah bilir dersen, isabet etmiş olursun. Sana yazdığım bu
hususu anlamağa çalış.
Bil ki; benim görüşüm şudur: Kıble ehli mü'mindir. Onları
terkettikleri her hangi bir farizadan dolayı imandan çıkmış ka-
bul etmem. îmanla birlikte bütün farizaları işlemekle Allah'a
itaat eden kimse bize göre cennet ehlidir. îmanı ve ameli terke-
den kimse ise, kafir ve" cehennemliktir. İmanı bulunduğu halde,
farizalarm bazısmı terkeden kimse, günahkar mü'mindir. Onun
azap görmesi yahut afi'3dilmesi Allah'm dilemesine bağlıdu-. Eğsr
Allah ona azap ederse, gür>ah işlediğinden dolayı azap eder,, gü-
nahını, mağfiret buyurursa affeder. Ben Hz. Peygamberin as-
habı arasında önceden geçen ihtilalfar için, «Allah en iyisini bi-
lir» diyorum. Kıble ehli için senin de bundan başka düşündüğü-
nü zannetmem., Çünki bu Allah Resulünü ashabının, sünnet ve
fıkhın hamillerinin meselesidir. Arkadaşın Ata b. Ebi Rebalı da
bu görüşte idi. Biz onun için de bu hususu Hz. Peygamberin as-
habının meselesi olduğunu belirtiyoruz. Arkadaşın Nâfi de bu
görüşte idi, fakat o, bu hususta İbnu Ömer'den ayrıldı. Salim b.
Saîd b. Cübeyr de «Bu Hz. Peygamber'in ashabının meselesidir,»
demiştir. Arkadaşın Nâfi, Abdullah b. Ömer'in görüşünün de bu
olduğunu iddia etti. Keza Abdu'l-Kerim'in Tavus'dan, onun da
İbnu Abbas'tan naklettiğine göre, onun görüşü de bu yöndedir.
Hz. Ali'nin kazıyye kitabını yazrken, çarpışan iki zümrenin iki-
sini de, mü'min olarak isimlendirdiği bana ulaşmıştır. Karşılaş-
tığımız, senden haber getiren yakınlarınız, Ömer b. Abdu'l-
Aziz'in de bu görüşte olduğunu, daha sonra «Bu konuda bana bir
kitap yazın,» diyerek bunu evladına öğretmeğe koyulduğunu, bu-
nun öğretilmesini emrettiğini, arkadşlannm da bunu öğrettikle- I
rini rivayet ettiler. Bu hal de müslümanlarca kabul gördü.
Bil ki; bildiğiniz ve msanlara öğrettiğiniz şeylerin en fazilet-
lisi sünnettir. Senin için layık olan. sünneti öğrenmeleri gereken
ehil kimseleri bilmendir.
Zikrettiğin mürcie' meselesine geKnr <> : Bid'at ehli hak ve
doğruyu söyleyen kimseleri bu isimle isimlcndirirso, hakkı söy-
leyenlerin bunda ne günahı vardır? Oysaki böyle isimlendirilen-
ler, adi ve sünnet ehli kimselerdir. Mürcie ismini de ancak onla-
ra düşman olan kimseler vermiştir. Yemin ederim ki, insanları
hakka çağırsan. onlar da bu konuda sana tabi olsalar, daha
sonra da sen onları kötülüklerle tavsif etsen, bu hakka zarar
vermez Onlar böyle yaparlarsa, buna bid'at denir. Bu durum,
Küfürle beraber amelin fayda vermediği gibi. iman edilince
işlenen günahların da '/arar vermeyeceğini iddia eden bir
fırka hakikat ehlinden aldığın hususlara, nokasnlık ve kusur getirir
mi?
Eğer mektubun uzaması ve açıklamaların çok olacağı endi-
şesi olmasaydı, yazdığın hususlarda, geniş cevaplar verirdim.
Senin için müşkil olan veya bid'atçilerin sana ulaştırdıkları ko-
nular olursa, bana bildir. İnşâallah, sana o konularda cevap ve-
ririm. Senin ve benim için hayra vesile olacak hususlarda kusur
etmem. Kendinden yardım dilenen, ancak Allah'tır. Selam ilet-
mek ve ihtiyaç için mektup yazmayı ihmal etme. Allah bize, iyi
bir akıbet ve temiz bir hayat nasip etsin. Allah'ın selamı, rahmet
ve bereketi senin üzerine olsun.
Allah'a hamdclsun. Cenabı Hak, Efendimiz Hz. Muham-
med'e, onun yakınlarına ve ashabına hepsine salat ve selam
eylesin.
.
Bu Kitap
EhM Sünnet inancının ilk temel kitabıdır.
Cehaleti ihlas, taklidi takva sananlar, ilmî
ve fikrî konularla ilgilenmeyi, yeni düşünce akım-
larına karşı hazırlıklı olmayı gereksiz görüyorlar
ve bid'at sayıyorlardı: «Peygamberin ashabı bu
konulara girmediler, âyet ve hadisle yetindiler,
onlara yeten şey sana da yeter.» diyorlardı.
«Onların bu sözleri» diyordu Ebu Honife,
«Büyük bir nehirde çıkış yerini bilmediği için bo-
ğulan adama, sen olduğun yerde dur, sakın çıkış
yarini arama, demeye benziyor.»
Ve sonra onlara, «Biz Ashap devrinde mi
yaşıyoruz?» diye soruyor.
İşte Ulu İmam, bu kitapta yer alan beş ese-
riyle Ehl- i Sünnet'in imân ve îtîkad görüşünü dînî
naslarla, ak'î ve ilmî delillerle ortaya koyuyor.
Bu önemli eseri Türk kültürüne kazandırmış
olmaktan dolayı mutluyuz.