beyaz kuğu
  Kelime-i Tevhid Davasi
 

 

KELİME-İ TEVHİD DAVASI


KUL   SADİ   YÜKSEL

 

 

 

Bismihi Teala.

 

Andolsun, Biz Nuh'u kavmine gönderdik. (Onlara): Ben, sizin için ancak apaçık bir uyarıp korkutucuyum. Allah'dan başkasına kulluk etmeyin. Ben, size (gelecek olan) acıklı bir günün azabın­dan korkmaktayım, (dedi). "(Hud;25-26)

 

"Ad (halkına da) kardeşleri Hud'u (gön­derdik). Dedi ki: Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Siz yalan olarak (tanrılar) düzenlerden başkası değilsiniz." {Hud; 50)

 

"Semud (halkına'da) kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim, Allah'a ibdet edin, sizin O'ndan başka ilahınız yok­tur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve onda *sizi ömw 'geçirenler '/cWc//v "Öyleyse O'ndan bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır (duaları) kabul edendir." (Hud; 61)

 

"Medyen ( halkına da) kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim Allah'a ibadet edin, sizin ondan başka ilahınız yok­tun1 "Ölçüyü ve tartıyı noksan tutmayın: Gerçekten ben, sizi bir bolluk ve refah (hayır) içinde görüyorum. Doğrusu ben, sizi çepeçevre kuşatacak olan bir günün azabından korkuyorum." ( Hud; 84)

 

"Senden önce hiçbir Peygamber gönder­medik ki, ona şunu vahyetmiş olmayalım: Benden başka ilah yoktur, öyleyse bana ibadet edin!" (Enbiya; 25)

 

 

Böyle buyuruyor Kendinden başka ilah bulunmayan Alemlerin Rabbi Allah (cc). Adem (as)' dan Rasulullah (sav)'e kadar sayısını Allah tarafından bilinen bütün peygamberlerin ortak mesajıdır LA İLAHE İLLALLAH..."

 

 

Allah'dan başka hiçbir ilah yoktur. Yeryüzündeki kullar sadece ve sadece O'na ibadet etmelidirler. Yalnızca O'na kul olmalıdırlar. Tüm insan kulların hayatına yalnız Allah müdahale etmeli ve emrine uyulacak sadece Allah olmalıdır. Allah'dan başka hiçbir güç, hiçbir varlık hayata müdahil olmamalı, emredici ya da yasak­layıcı bir mevkide bulunmamalıdır. Çünkü O'ndan başka ilah yoktur, O'ndan başka Rabb yoktur, O'ndan başka Melik yoktur... İnsanların İlahı, Rabbi ve Meliki yani yegane Hakimi O'dur.

 

"...Hüküm, ancak Allah'ındır. O, yalnız kendisine ibadet etmenizi emir buyurmuş­tur. İşte doğru ve sabit din budur. Ve lakin insanların çoğu bilmezler."(Yusuf; 40)

 

Evet, insanların çoğu bilmezler, idrak etmezler, anlamazlar... İnsanların çoğu iman etmezler. İnsanların çoğu imanlarına şirk karıştırmadan inanmazlar... Gerçek mü'minler, hakiki muvah hidler azınlık­tadır... Dini Allah'a has kılan ve yalnızca Allah'ın hükmüne razı olup yalnızca O'na kulluk edenler azınlıktadır... Çünkü Allah'ın hükmüne rağmen, tağutların hükmüne razı oluyor çoğunluğu... Bazıları razı olmadık­larını söylüyorlarsa da, tağutların hükmü ile amel ettikleri, tağuti kanunlara uydukları saklanılmaz bir gerçektir...

 

 

Allah'ın hükmünü bırakıp tağutların hük­müne tabi olmak ne ise, hayatının bir kıs­mında Allah'ın hükmüne, bir kısmında ise tağutların hükmüne tabi olmak odur. Çünkü mü'minler ancak Allah'dan İndirilen lere tabi olurlar. Allah'dan başka hiç kimsenin ve hiçbir mercinin emir ve yasaklarına uymazlar, uyamazlar. Çünkü bilirler ve idrak ederler ki, Allah'dan başkasının emir ve nehiylerine uymanın Allah'a ortak koş­mak olduğunu...

 

"Rabbinizden size indirilene uyun. O'ndan başka bir takım velilere uymayın. Siz, pek az düşünüyorsunuz. (Pek az öğüt alıyorsunuz)." (A'raf;3)

 

 

Elbette ki, Allah'tan başka veliler, yani insanların hayatlarına müdahale eden otoriter güç odaklarına uyanlar, onların emirlerine girenler, onların kanunlarına tabi olanlar, kendilerine, Allah'a rağmen Allah'tan başka ilahlar, rabbler ve melikler edinmişlerdir. Bu durum, az düşünmenin veya hiç düşünmemenin bir göstergesinden başka bir şey değildir... Mü'minler, gerçek­leri idrak eden, şuurlanmış ve düşünce ibadetine her saniye müdavim olan Allah'ın kulları oldukları için, yalnız Allah'dan indirilen vahye uyar ve gereğini hakkıyla yerine getirirler...

 

Düşünebilenler, düşünmek ve akletmek nimetlerini kullanabilenler, Rableri olan Allah Teala'yı tanır, bilir ve O'nun Rablığını, kendilerinin kul olduklarını kolayca kabul ederler.

 

"...Dikkat edin ki, yaratmak ve emretmek yalnız ve yalnız O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah, ne kadar yücedir." (A'raf;54)

 

 

İşte Tevhidin gereği, işte muvahhid olmanın şartı, işte şirkten kurtulmanın biri­cik yolu: Yaratmak ve emretmeyi yalnız ve yalnız Allah'a has kılmak. Dini, Allah'a has kılmanın özü ve özeti budur... Alemlerin Rabbi Allah, hem yegane yaratandır, hem de yegane emreden, kanun koyan yani şeri­at va'az eden... Yani teşri ancak Allah'ın hakkıdır ve ancak O'na mahsustur. Yani yasama hakkı, Allah'dan başkasının değil, yalnızca O'na aittir. Mü'min ve muvahhid böyle inanır ve tatmin olmuş bir kalp ile böyle iman eder. Kalp ile tasdik, dil ile ikrar eder bu imanını... İmanın gereği olan salih amel ile ispat eder böyle seksiz, şüphesiz ve katkısız iman ettiğini...

 

 

Nasıl ki, kainatı yaratan Allah ise, nasıl ki, O'ndan başka yaratan yok ise, nasıl ki, yaratmayı Allah'a has kılıyorsa insanoğlu, emretme, kanun koyma, yani yaşama hakkını yalnızca Allah'a has kılmalıdır. Bu Tevhide sahib olanlar, mü'mindirler. Yaratmakta Allah'a aiddir, emretmekte... Yaradan, emredicidir... Yaradılma konusun­da Rabbimiz kim ise, emretmek konusunda da Rabbimiz odur ki, bu, yalnızca Allah Teala'dır...

 

Birileri yaratmayı Allah'a has kılar ve emretmeyi başkalarına veya ilahlaştırdığı heva-u hevesine has kılarsa O kişi, şirk koş­muş olur. Fir'avn'ın, Nemrud'un, Ebu Cehil'in ve O müşriklerin çağdaş uzan­tılarının şirki, bu şirk türüdür. Allah'ı yaratıcı kabul edip emri O'na has kılma­mak, müşriklerin ortak görüşüdür.

 

 

Allah, yaratıcıdır, derler. Yalnızca yaratıcı. Bizleri yarattıktan sonra bizlere karışmaz. Daha doğrusu biz, O'nu hiçbir işimize karıştırmayız. Değil tamamen karıştırmak, kısmen bile karıştırmayız... Hatta O'nun adına işlerimize O'nun emir­lerini kısmen de olsa karıştırmak isteyenlerle savaşır, onu yok etmeye çalışırız... Yaratmak Allah'a aid, emretmek millet meclislerinin... Yaratmak Allah'a aid, emretmek konseylerin... Yaratmak Allah'a aid, emretmek yeryüzünde güçlü olan kurum ve kuruluşlara aiddir. Yaratmak Allah'a aid, emretmek Laik ve Demokratik hükümetlere aiddir, derler ve yaratmak ile emretmeyi birbirinden ayırırlar. Böylece emretmeyi Allah'tan alır, kendi paylarına itaat etmiş oldukları mercilere devrederler. Hakimiyet Kayıtsız ve Şartsız  Allah'a mah­sus iken, Allah'a şirk koşanlar, hakimiyeti, teşriiyeti yani yasamayı kendi paylarınca Allah'dan gasp eder ve insanlara, dolayısıyla insanların vekillerine verirler... Vekillerin asiller gibi olduğu bir gerçektir... Yani insan, insanı yasama makamına   oturtuyor   ve insan, insanın hakimi oluy­or...   Dolayısıyla   insan, insanın     Rabbi,     insan, insanın   kulu   durumuna geliyor.

 

Ve Rabbimiz Allah (cc), bize şöyle dememizi emrediyor:

 

"De ki: 'Ey Kitap ehli, biz­imle sizin aranızda Müşterek (olacak) bir kelim­eye gelin. (Ki O da, şudur:) Allah'dan başkasına kulluk etmeyelim. O'na hiçbirşeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp kimimiz kimimizi rabbler edinmiyelim.' Eğer yine yüz çevirir­lerse, deyin ki; Şahid olun, biz gerçekten müslümanlanz."(Al-i İmran;64)

 

 

Allah'ın nizamı olan İslam'ı ve Rabbimiz Allah'ın yeryüzündeki kulları için gön­derdiği yegane düstur Kur'an'ı bırakıp, yan­larından nizam yani düzen ortaya koyan ve heva-u heveslerinden kaynaklanan anayasalar yapanlar, Allah'ı bırakmış birbir­lerini rabler edinmişlerdir. Birbirlerini yetk­ili kılarak rablik makamını işgal etmişlerdir. Hüküm yani emretme konusunda kendileri­ni Allah'a ortak görmeye başlamış, 'Hakimiyet Allah'ın değil, kayıtsız şartsızinsanındır' düsturuna inanmışlardır. Allah'ın mü'min kullarını, yalnızca Allah'a itaat ve ibadet etme noktasında engellemiş, dini Allah'a has kılan muvahhidlere en ağır işkenceler uygulamışlardır.

 

LA İLAHE İLLALLAH'ın gereğini gün­deme getiren muttakileri, seleflerinin yap­tığı gibi zindanlara atmış ve iman edenlere hayat hakkı tanımamışlardır.

 

Rabbimiz Allah (cc)'ın affetmiyeceği suç, şirk suçudur. Allah, Zatına ve Sıfatla rına koşulan şirkj asla affetmiyeceğini hiçbir şüpheye yer bırakmadan beyan buyurmuştur:

 

 

"Hiç şüphe yokki, Allah,kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz.           Bundan

 

aşağı  sını dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa, muhakkak O, uzak bir sapıklıkla sapmıştır." (Nisa; 116)

 

 

Allah'a şirk koşmak, uzak bir sa^fklık olduğu gibi, Allah'a karşı  işlenen ve bağışlanmayan en büyük suçtur. Bu suçu işleyenler, insanı yegane hakim kabul eden, hakimiyeti kayıtsız şartsız      insana      veren düşüncenin sahipleridirler. İslamiyetin yönetimden ve hayata hakimiyetten uzak­laştıran, ayrıca insanı rableştirenler, şirk suçunu işlemiş ve işlemeye devam etmekte­dirler. Bu suçlu-günahkarların bir çoğu inandıklarını , müslüman olduklarını idda etselerde, Laiklik ve Demokrasiye itibar edip onunla yöneten ve yönetilmeye rıza gösterdikleri, ya da buna ses çıkartmadıkları müddetçe onların iddiaları bomboştur. Çünkü: "Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler." ( Yusuf; 106) Onlar, her ne kadar müslüman olduklarını iddia etseler ve bazı islami amellerde de bulun­salar, şirk koşmak suçundan vazgeçmedik­leri sürece, mü'min   ve müslimlerden olamazlar. Bu suçu işlemeden önce müslüman iseler, bu suçu işledikten ve tevbe etmedikçe islamdan çıkmış, yani mürted olmuşlardır...

 

Bu gerçeği kısaca ifade ettikten sonra mü'min ve muvahhidlerin vasıflarını izaha gayret edelim.

 

 

Mü'minler, hiçbir şüpheye kapılmadan Rasulullah'ın Allah'dan getirdiklerine iman edenlerdir. Rasulullah (sav), nasıl iman etmişse, O'nun ümmeti olan mü'minler de öyle iman etmişlerdir.

 

"Peygamber, Kendisine Rabbin denindirilen (Kur'an'a) iman ettj. Mü'minler de iman ettiler. Hepsi, Allah'a, Meleklerine,KitaplarınaPeygam berlerineinandılar.     "(Bakara;285)

 

"Ey iman edenler, Allah'a, Peygamberine ve O'na indirdiği Kitaba, daha önce indirdiği Kitaplara da iman edin. Her kim Allah'a, Meleklerine, Peygamberine ve ahiret gününe inanmazsa, hiç şüphesiz I (Haktan) uzak bir sapıklıkla sapmış git­miştir." (Nisa; 136)

 

Neye, nasıl iman edilecektir? Allah ve Rasulü (sav) tarafından apaçık beyan buyrulmuştur. Buna rağmen iman etmeyen­ler, yani gereği üzere inanmayanlar elbette korkunç bir sapıklıkla sapıp gitmişlerdir. Bu konuda, Rabbimiz Allah (cc), şöyle buyu­rur:

 

"Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazır­ladık). Kalpleri vardır, bununla kavrayıp anlamazlar, gözleri vardır, bununla görme­zler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar, gafil olanlardır." (A'raf; 179)

 

Hayvanlardan daha aşşağılık olanlar iman etmeyen müşrik ve kafir zümresidir. Münafıklar ve mürtedler de aynı konum­dadırlar... Bunlar böyle!...

 

 

Şimdi gelelim gerçek iman edenlerin durumuna... Mü’minlerin tavrı nedir, nasıl olmalıdır?...

 

"Allah ve Peygamberi, bir işe hüküm verdiği vakit, erkek olsun, kadın olsun hiçbir mü'min için kendi işlerinde seçme hakkı (muhayyerlik) olmaz. Kim Allah'a ve Peygamberine isyan ederse, muhakkak açık açığa sapıklık etmiş olur. "(Ahzap; 36)

 

Müminler, "LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDU'R RASULULLAH" diyen, kalp ile tasdik edip sözleriyle, özleriyle, hal ve hareketleriyle gereğini yapıp salih amelleriyle imanlarını ispat edenlerdir. İşte bu mü'minler, Allah ve Rasulü'nün emir­lerine tam teslimiyet gösterenlerdir. İsyan etmeden ve kendi nevalarını gündeme getirmeden teslim olanlar... Bu teslimiyet, La İlahe İllallah Muhammedu'r-Rasulullah m gereğidir...

 

"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Rasulü'ne itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Birşey hakkında çekişip anlaşmazlığa düştünüz mü, eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, onu, hemen Allah'a ve Rasulü ne arz edin. Bu hem daha hayırlı, hem de netice itibariyle daha güzeldir. "(Nisa;59)     *

 

 

İmanın gereği olan itaatin kime ve nasıl olacağı bu ayet'i kerimede beyan buyurul-muştur. Mü'minler, Allah'a ve Rasulüne ittaat ettikleri gibi, ancak kendileri gibi mü'min, Allah'a ve Rasulüne itaat eden, Allah ve Rasulullah (sav)'ın emirleriyle emreden, yani islam ile yöneten, Kur'an-ı Kerim'e tabi olan yönetici imama ve yöneten kadroya itaat ederler... Allah ve Rasu'üne isyan eden, islamdan başka bir düzon benimseyen, Kur'an'a rağmen Kur'an'dan başka yasalara tabi olan, kişilere, kurum ve kuruluşlara asla itaat edilmez ve edilmemelidir de!... Allah ve Rasulüne isyan edenler apaçık ve korkunç bir sapıklığın içinde olduğunu Rabbimiz Allah (cc) buyurmuştur. Böyle bir sapıklık içinde bulunanlara, bir mü'min nasıl itaat edebilir?..

 

 

Mü'minler, kendi aralarında herhangi bir anlaşmazlığa düştükleri zaman, tağutun mahkemelerine baş vurmazlar, tağutu hakem olarak kabul etmez ve onun hükmüne asla rıza göstermezler... Meselelerin çözümü, Allah ve Rasulün'ün emirleridir. Mü'minler, tüm meselelerini islami çözüm ile hallederler... Bunun, imanın gereği olduğuna inanırlar... Bunun için Daru'l İslam'da şer-i mahkemelere gittikleri gibi, Daru'l Harb'te de kendi aralarında islamın emrettiğini gerçekleştirirler... Tağutun mahkemelerine başvurmak, onların hüküm­lerine rıza göstermek, tağu-tu   hakem   olarak   kabul etmek, iman iddiasını boşa çıkaracağına inanırlar...

 

"Sana indirilen ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin m/7 Bunlar, tağu­tun nünde muhakeme olmayı istemektedirler. Oysa onlar, onu reddetmek­le emr olmuşlardır. Şeytan da, onları uzak bir sapıklık­la sapıtmak ister ." (Nisa; 60)

 

 

LA İLAHE İLLALLAH'a iman eden muvahhid ve muttaki mü'minler, tağutu bütün kurum ve kuruluşlarıyla hem fikren, hem de fiilen red etmekle mükelleftirler... Bunu söylerken elbette zaruriyet halini ve ikrah-ı mülci durumunu göz ardı etmeyiniz. Zaruret ve ikrah-ı mülci gündeme girdiğinde yine nasıl davranılacağı ve hangi .. haklara sahip olunacağına karar veren Allah ve Rasulü (sav) dür...

 

"Hakkında ihtilafa düştüğünüz herhangi birşey artık onun hükmü Allah'ındır. İşte benim Rabbim olan Allah. Ben O'na tevekkül ettim ve yalnızca O'na dönüp yönelirim." (Şura; 10)

 

"Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Peygamberine çağrıldıkları vakit, mü'minlerin sözü ancak: 'Dinledik ve itaat ettik' demek olmalıdır. Ve işte bunlar, felah bulacakların ta kendileridir."(Nur; 51)

 

 

İman etmek, teslimiyet gerektirir. Mü'min olmak, müslimliği, gerçek müslim de, mü'minliğin gereğidir... "Yemin olsun ki, biz, cidden açıklayıcı ayetler indirdik. Allah, dilediğini dosdoğru yola iletir. Bir de: 'Allah'a ve Rasulü ne inandık, itaat ettik, diyorlar da sonra bunun arkasından bir takımları yan çiziyorlar. Bunlar, mü'min değillerdir.

 

 

Aralarında hüküm vermesi için, Allah ve Rasulü'ne çağrıldıkları vakit, bir de bakarsın onlardan bir fırka yüz çevirmişlerdir." (Nur; ~ 46-47-48)

 

 

Allah ve Rasulün'ün hükümlerine, yani islam nizamına davet edildiklerin de, "Gelin, her şeyimiz, hay­atımızın her birimi İslama göre olsun, yönetimimiz, hukukumuz, ekonomimiz ve sosyal hayatımız islamın emir ve nehiylerine uygun olsun" diye çağrıldıklarında yüz çevirip gidenler, mü'min olmadıkları gibi aynı zaman­da heva-ı heveslerini kendi- M Ierine4lah edinmiş, onun  emrine girmiş ve ona tapınır olmuşlardır.

"Arzusunu (heva-u heveslerini) ilah edi­neni görmedin mi?" (Casiye; 23)

 

 

Hevasına tabi olduğu halde iman iddi­asında bulunanları şöyle beyan ediyor Rabbimiz Allah (cc): "Yok, yok, Rabbin hakkı için yemin ederim ki, onlar aralarında çekiştikleri şeyde seni hakem yapıp sonrada verdiğin hükümde kendileri için hiçbir dar­lık duymadan (tam bir teslimiyetle) boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar." (Nisa; 65)' Hitab, Rasulullah (sav)'a dır. "Biz de inandık, biz de müslümanız" diyenler, Rasulullah (sav)'a uymadıkça, O'nun getirdiklerine tabi olmadıkça, O'nu önder ve örnek kabul edip, O'nun sünnetine tes­lim olmadıkça iman etmiş olamazlar... Kur'an ve Sünnete rağmen, heva-u heves­lerini ilah edinerek ortaya koydukları yasalara, düzenlere, tüzüklere tabi olanlar, bununla beraber Kur'an ve Sünnetin emir ve nehiylerine yasak koyanlar nasıl iman etmiş olarak sayılabilinirler? Ve "Ben müslümanim" diyen milyonlarca insan, bunları nasıl müslüman kabul eder ve ulu'l-emr diye onlara itaat edebilir?...

 

Müslümanların topraklarını işgal edenler, onların kalplerini ve beyinlerini de işgal ettiler. Seksenyıllık Küfür ve Şirk kültürüyle eğitilenler bu hale geldiler... Kendisini müs­lüman kabul ettiği halde, kalben ve beyince islam dışı bir tavır sergilemek, şirk düzeninin eğitiminin sonucudur...

 

 

"Şu emri de indirdik: Onların aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet Onların arzu­larına uyma. Onlardan sakın ki, Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni şaşırtmasınlar. Yine yüz çevirirlerse, bilki, Allah, onların bazı günahları sebe­biyle başlarına bir bela getirmek istiyordur. Her halde insanların bir çoğu fasıktırlar.

 

Onlar, cahiliyyet devrinin hükmünü mü istiyorlar? Yakin( ile iman) eden bir kavim için Allah'dan daha güzel hüküm veren kim olabiliri" ( Maide; 49-50) I

 

 

İnsanların arasında Allah'ın emirleriyle, kanunlarıyla hükmetmek, Rabbimiz Allah'ın emirlerinden olup yetki sahibi mü'minlerin üzerine ertelenmesi mümkün olmayan farzlardandır. LA İLAHE İLLALLAH'ın gereklerinden birisi de budur. Kesinlikle Allah'ın emirleriyle hükmedile­cek ve insanların heva-u heveslerine uyul­mayacak... İnsanlar, vahyi bir yana bırakarak nevalarını öne sürer, ya da nevalarını ilah edinerek, nevalarına uygun anayasalar hazırlayabilirler...

 

Kendilerini bağlayan anayasaların hazırlanmasından sonra, mü'minlere şu teklifte bulunabilirler.

 

 

"Gel, başımızda yönetici ol!... Liderlerimiz sen ol, ama bizi hevamızdan ortaya çıkarttığımız, arzularımızdan kay­naklanan hazırladığımız anayasamıza göre yönet... Evet, yöneticimiz sen ol... Başbakanımız, cumhurreisimiz, bakanımız, genel müdürümüz, şeyh'i-miz...vs..vs... Sen ol!... Fakat bizi, bizim anayasamızla yönet... Bizim kanunlarımızla hükmet!... Biz Allah'dan gelen şeylerle yönetilmek istemiyoruz. Biz, İslam Kanunlarıyla değil, çağdaş ve kendimizin hazırladığı, islam ile hiçbir ilgisi olmayan kanunlarımızla yönetilmek istiyoruz. Bizi, bizim anayasamız ve bizim kanunlarımızla sen yönet... Buyur, bu şartlarda makam senin ve biz, bu şartlarda o makamın kim tarafından elde tutulmasına bakmayız. Yeter ki, bizim Kanunlarımızla amel etsin ve anayasamızı istediğimiz şekilde icra etsin... Buyrunuz bu makam sizin!.."

 

 

Onların bu tekliflerine karşı, Rabbimiz Allah (cc) şöyle buyurur ve mü'min kuluna şu emri verir:

 

 

"Şu emri de indirdik: Onların aralarındaAllah'ın indirdiğiyle hükmet. Onların arzu­
larına uyma. Onlardan sakın ki, Allah'ınsana indirdiği hükümlerin bir kısmından
seni şaşırtmasınlar..... "(Maide; 49)

 

 

Evet , onlardan, o, Allah'ın hükümleri ile yönetilmek ve amel etmek istemeyen heva-u heveslerine tabi olanlardan sakın!... Eğer sakınmaz isen, ola ki, Allah'ın indirdiği hükümlerin bir kısmından seni şaşırtırlar... Sakın.... Sakın onlardan.

 

 

Çünkü "Onlar, cahiliyyet devrinin hük­münü istiyorlar." İslam'ı hayat düzeni olarak istemiyorlar... Cahiliyye devrinde müşrikler ve kafirler nasıl davranıyorlarsa, onlarda bu çağda aynısını arzu ediyorlar... Allah'ın kanunlarını değil, Kendilerinin yaptıkları kanunların uygulanmasını day­atıyorlar. Ayrıca Allah'ın kanunları yasak­lanmış, gündeme getirenlere en ağır ceza ve işkenceler uyguluyorlar... Sakın bunlar­dan ve sakın bunların tağuti düzen­lerinden!..

 

 

Çünkü; "Yakın (ile iman) eden bir kavim için Allah'dan daha güzel hüküm veren Kim olabilir?"

 

Evet, Allah'dan başka hüküm veren yok­tur. Ve mü'minler, Allah'dan başka hüküm vermeye kalkışan tüm tağutları reddetmekle mükelleftirler. LA İLAHE İLLALLAH davasının gereğidir bu!...

 

 

 

 

Allah(cc): «İki ilâh tutmayın! O, ancak bir ilahtır ve yalnız benden korkun!»  buyurmuştur.

 

Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Din'de daima onundur. Böyleyken siz, Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz?" (1)

 

Âlemlerin yegane Rabbı Allah'ı birlemek, başka ilâh kabul etmemek ve yalnızca O'ndan korkmak yani dini O'na has kılıp O'ndan dolayı takva sahibi olmak, Lâilâhe illâllâh'ın gereklerindendir. Göklerin ve yerin sahibi olduğu gibi onlarda her ne varsa hepsinin de sahibidir Rabbimiz Allah(cc)... Allah, bizim Rabbimizken ve biz O'ndan başka rab, ilâh ve melik kabul etmezken, O'ndan başkasından korkar mıyız hiç? Çünkü yaratma ve emir O'na ait, yani kâinatın tüm düzeni O'nun tarafından yaratılmıştır. Her yarattığına da, yaratılış gayesine uygun emir vermiş, O'nun için bir düzen va'zetmiştir...

 

Muvahhid mü'minler, O'ndan başka hiçbir güç ve kuvvetten korkmazlar... Bunun için Allah'tan korkmayanlar mücahid mü'minler-den korkarlar...

 

Rabbimiz Allah, kendisine itaat ettiğimiz gibi, bizim aramızdan vazifeli kıldığı seçkin insan,    biricik    örnek    ve    önderimizRasulullah(sav)'a da itaat etmemizi emret­miştir. Çünkü insanlara önder kılınmış ve Rabbimiz Allah'ın mesajını en iyi anlayan ve yaşayan, bundan dolayı Mü'minlere önder olan   Resulullah(sav)'dır.

 

«Kim peygamber'e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse bilsin ki, biz seni onlara karşı koruyucu gönder­medik.» (2)

 

Rasullullah(sas)'a itaat etmek, Allah'a itaat etmek olduğunu Rabbimiz Allah buyur­muşken, "Allah ile Resulünün arasını ayır­mayın, Allah'ın emirlerine tâbi oluruz. Fakat Resulün sünneti bizi bağlayıcı olmadığı için böyle bir mükellefiyetimiz yoktur." diyen batıl görüşün hiç bir kıymetinin olmadığını akıl baliğ olan anlar ve idrak eder!..

 

"Göklerle yerin ve aralarındaki her şeyin mülkü Allah'ındır. Nihayet dönüş de ancak O'nadır."(3)

Mülk yani hakimiyet, milk yani bütün var­lık Allah'ındır.Göklerin ve yerin bütün hakim-i mutlakı Rabbimiz Allah'tır. Onun hakimiyetine hiç bir ortağı yoktur. Yerin yani dünyanın hakimi olduğu gibi, dünya yüzün­deki tüm mahlukatın, dolayısıyla insanında yegane hakimidir. İnsanlar, Allah'tan başka hiç bir hakim tanımamalı ve herhangi bir şeyi O'na ortak kılmamalıdırlar... Hakimiyet bu olmasına rağmen, hür iradeye sahip insanlar, Allah'ı yegane Rabb tanıyıp kabul eden Mü'minler ve Allah'dan başka rabbler edinen ve onlara itibar eden müşrikler diye Akaid konusunda ayrılmışlardır...

 

Bundan dolayı Rabbimiz Allah(cc) mü'min ve muvahhid kullarına şöyle buyuruyor:

"De ki : Benim namazım, ibadetlerim, hay­atım ve ölümüm âlemlerin Rabbı Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Ben, bununla emrolundum ve müslümanların ilkiyim. De ki: Allah, her şeyin rabbi iken hiç ben Allah'tan başka rabb mı isterim?..." (4)

 

Sağlam akideden, sıhhatli imandan sonra en önemli ve en büyük ibadet olan namazım bir Mü'min olarak mükellef bulunduğum bütün ibadetlerim, hayatımın tümü ve ölümüm yalnız ve yalnız Allah içindir, yal­nızca O'nun yolundadır. Yaşarsam, rabbim Allah'ın emrettiği şekilde ölürüm, yani bütün varlığım rabbim Allah'a aittir.

 

O'nun gerek zatında, gerekse sıfatında hiç bir ortağı yoktur. Ben, böyle inanıyorum ve imanımdan hiç bir şüphem olmayan bir müs-lümanım... Allah, tüm kâinatın Rabbidir. O'dan başka hiç bir rabb yoktur ve ben O'ndan başka hiçbir rabbi kabul etmiyor, bütün yalancı ilahları ve palavracı rabbleri inkâr ediyor, tağutların her türlüsünü red­dediyorum.

 

Bu seksiz imanımda, bu ortaksız fbade-timde yani dini Allah'a has kılışımda örneğim ve önderim Resulullah(as)tır. Resulullah(as) bana neyi emretmişse onu yapar, neyi yasak-lamışsa onu terk ederim. Bunun "Lâilâhe İllâl-lâh"ın bir gereği olduğuna inanırım.

 

"Bir de Peygamber size neyi verdiyse onu alın, neyi yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah'tan korkun.Çünkü Allah, şiddetli azap

 

sahibidir."(5)

 

Mü'min böyle inanır ve bu imanını böyle ilan eder...

 

Böyle inanmayanlara gelince:

 

"Yoksa onların bir takım şerikleri var da, onlara dinden Allah'ın izin vermediği şeyleri meşru mu kıldılar? Eğer o fasıl kelimesi (yani cezaların ahirete bırakılması) olmasaydı,

 

muhakkak aralarında (helak ile) hüküm ver­ilmiş, bitmişti.

 

Şüphesiz zalimler için acıklı bir azap vardır."(6)

 

"Allah'tan başka rablere itibar edenlerin Allah'a ortak ettikleri kimlerdi?" sorusunu yine Rabbimiz Allah cevaplandırıyor:

«Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahip­lerini rabier(ilahlar)edindiler ve Meryem oğlu Mesihi de. Oysa onlar, tek olan bir ilaha ibadet etmekten başkasıyla emrolunmadılar. Ondan başka ilah yoktur. O bunların şirk koşmakta oldukları şeylerden yücedir.»(7)

 

Demek ki, şirk koşanların Allah'ı bırakıp yöneldikleri rabler kendilerine kanun koyu­cu, helal ve haram tayin edici mercilerdi. Allah'ın kanunlarına karşı kanun koyan, Allah'ın helal kıldığını haram kılan, haram kıldığını ise helal kılan merciierdi. Bu ayetin tefsirinde önderimiz peygamber(as) şöyle buyuruyor: Adiyy bin Hatem(ra) şöyle anlatıyor: "Boynumda altından bir haç olduğu halde Resulullah(as)'a geldim. Resul- Â ü Ekrem: «Ya Adiyy, bu putu üstünden at!» ^ buyurdu. Kendisinin Beraat(tevbe) suresin­den: «Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rabler edindiler.» ayetini okuduğunu  işittim. Buyurdu ki:

 

«Gerçi onlar, bunlara ibadet etmiyorlardı. Fakat bunlar, herhangi bir şeyi onlara helâl kıldıkları vakit, onu helâl kabul ediyorlar ve herhangi bir şeyi de onlara haram kıldıkları vakit onu, haram kabul ediyorlardı.» (8)

 

Helâl ve haram sınırlarını tayin etmek, ancak rabbimiz Allah'a aittir. Bir de Rabbimizin izin verdiği ve vazifeli kıldığı Resulullah(as)'a aittir. Birileri kalkıp insan­ların üzerinde hakim olup, Allah'ın emirler­ine mukabil insanlara emirler verir ve bu emirleri yaptırırsa tağut olur. Allah'ın karşısı­na dikilen, nevalarını ilâhlaştıran bu tağutlar, Allah'ın indirdiğini bir tarafa bırakıp kendi kafalarından çıkarttıkları kanunlara uyar ve uydururlarsa elbette kâfir ve müşrik olurlar. Yönetenler böyle, ya yönetilenler? Onlar da, bu tağutlara rıza gösterir, onların tuğyanına yardımcı olur, tağutları bu tuğyan hareketinde kendilerine vekil kılarlarsa hiç şüphesiz onlar gibi olurlar... Çünkü aynı suçun ortaklarıdırlar.

 

«.... Kim Allah'ın indirdikleriyle hükmet­mezse, işte onlar, kâfirlerin ta kendi­leridir.»^)

 

«....Her kim Allah'ın indirdiğiyle hükmet­mezse, işte onlar zalimlerin ta kendi-leridir.»(10)

 

İşte Allah'ın hükmünü beğenmeyip ortadan kaldırarak, hevâ ve heveslerinden kay­naklanan kanunlar yapıp onlara tâbi olan­ların hükmü...Allah'ın hükümleriyle hükmet­memenin hükmü!...

 

 

Allah'ın indirdikleriyle hükmetmemek, hükmetmek isteyeni reddederek ve hükmet­mek isteyenlere karşı savaş açarak onları en korkunç cezalarla cezalandır-manın hükmü, kâfir olmaktan başka bir şey midir?... Böyle korkunç   ve   vahşi   bir   suçu ' işleyenler, ister dilleriyle Allah'ın hükümlerini inkar etsinler, ister câhil   bıraktıkları   mustaz'af kitleleri kandırmak için inkar etmediklerini söylesinler, değişen bir şey olur mu?

 

Allah'ın hükmetmenin yanısıra hükmedilme teklifine karşı tüy­leri diken diken olan, Hristiyanların da parmaklarını geren ve en yırtıcı mahlukattan daha korkunç bir tavır sergileyenlerin hükmü, rabbimiz Allah'ın beyan buyurduğundan başka bir şey mi?..

 

 

Kur'an-ı Kerim gibi bir ilâhî düstûra rağ­men, nevalarından kaynaklanan anayasalar yapan, yonttuklarına tapan ve ellerindeki devlet gücünü kullanarak mustaz'af kitleleri de kendilerine döndüren müstekbir tağutlar, insan hakikatini kavrayamadıklarından dolayı her zaman yanılmış ve çıkmazlara saplanıp kalmışlardır...

 

İnsanlık alemi hangi ilerlemiş çağda olursa olsun son tahlilde kendisi, tüm çabalara rağ­men çok az ilme sahip olabilir. Çünkü kendi­sine ilimden çok az şey verilmiştir. Bunu aşa­maz, aşma yetkisine de sahip olamaz... "Bir de sana ruhtan soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ilimden pek az bir şey verilmiştir." (12)

 

 

Bu pek az bir ilimle, kendisini tanıtmaktan bile aciz olan insan, insanlığın defterlerini gerçek yönleriyle nasıl tanısın ve onlara kesin tedaviyi nasıl uygulayabilirsin?... İşte bu bil-gis-izliğindendir ki, laik, demokratik ve gayri islami Türkiye Cumhuriyeti Devletinde dur­madan anayasalar değişiyor... Anayasa, hazırlanıp halka sunuluyor ve icbarı" bir kab­ulden üç-beş ay sonra değişmeye başlıyor!... Deline deline zaman içinde kalbura dönen anayasa, bir kaç yıl sonra yeniden düzen­leniyor... Ya sivil bir düzenleme, ya da askerî bir darbe ile...

 

İnsanlar için değişmez ilkeleri, 'değiştirilemez kanunları, ancak onları yaratan ve emir yetkisi yal­nızca ona ait olan Allah'a mah­sustur.

 

Bu ilkeler ve kurallar öyle ilke ve kurallardır ki, Dünyanın sonuna kadar değişmez, değiştir­ilemez. Çünkü Allanın koruması altındadır...

 

"Hiç şüphe yok ki, zikri (Kur'an'ı) biz indirdik ve muhakkak O'nu biz koruyacağız."^ 3)

 

 

İnsanlık aleminin yegane düstu­ru ve muttakilerin rehberi Kur'an-ı Kerim'de     insanların     bütün ihtiyaçları         gündeme         getirilmiş, Resullullah(sas) tarafından da tefsir olunmuş­tur... Helal, haram sınırları çizilmiş ve hak batıldan tamamen ayrılmıştır... Bundan sonra rabbimiz Allah, şu emri vermiştir:

 

«...bunlar Allanın sınırlarıdır, onları aşmayın» (14)

 

 

«...bunlar Allah'ın sınırlarıdır, onları aşmayın, her kim Alllah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.»(15)

 

Rabbimiz Allah tarafından çizilen bu sınır­lara dikkat etmek sağlam akîdenin ve sıhhatli imanın gereğidir... Bu sınırları aşanlar ve tağutlaşanlar, Allaha karşı başkaldırmış ve isyan etmişlerdir!...Rabbimiz Allahın koyduğu sınırlara hassasiyetle uyanlar, mü'min-lerdir. Elbette bu sınırları aşanlarda müşrik ve kafirlerdir!...

 

Kelime-i Tevhid konusunda önderimiz Resullulah(sas)'ın buyruklarına dikkatle bakalım.Osman bin Affan (ra)'dan, Resulullah (sas) şöyle buyurur:«Her kim Allah'tan başka ilah olmadığını bilerek ölürse, cennete girecektir» (16)

 

Her kim bilerek Lâilâhe illallah derse, yani mahiyetini kavrarsa, gereğini idrak ederek yer­ine getirirse ve ona aykırı davranmadan ölürse, cennete girecektir... Yoksa sadece bilmek demek değildir. Yani iman maruf değildir... Allah'tan nazil olunan ve Resulallah(sas) tarafından tebliğ edilenlerin bütününü kalben tasdik, dil ile ikrar ve aleyhinde hiçbir suç işle­meme kaydıyla, ibadetlerin edasına gayret etmektir...Hiçbir ibadet işlemeden, ayrıca Lâilâhe illâllâh'a aykırı davranmakla beraber söz olarak bildim yada inandım demek, iman değildir elbet!..

 

Muaz bin Cebel (ra)'den rivayet edildiğine göre:

 

"Ben, bir seferdeyken Resulullah'ın bindiği Ufeyl denilen bir eşek üzerinde Resulullah'ın terkisindeydim. Resulullah(sas) bana: "Ya Muaz! Allah'ın kulları üzerindeki ve kullarında Allah üzerindeki hakkı nedir, bilir misin?" diye sordu. Ben de: "Bunu, Allah ile Resulü en iyi bilendir." dedim. Resulullah "Allah'ın kulları üzerinde sabit olan hakkı, kulların Allah'a itaat ve kulluk etmeleri ve Allah'a hiçbir şeyi ortak kılmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakkı da, kendisine hiçbir şeyi ortak kılmayan kişiye, azap etmemesidir.(Yani bu husustaki lütfudur.)" buyurdu.

 

Bunun üzerine ben: "Ya Resulullah, bunu ben insanlara müjdeleyeyim mi?" diye sordum.

 

Resulullah: "Hayır, bunu onlara müjdeleme. Sonra buna dayanıp güvenirler." buyurdu.(17)

 

Demek ki, Lâilâhe illâllâh'ın gereği sadece bilmek, bildiğini itiraf etmek değilmiş... Kulların Allah'a itaat ve ibadet etmeleri ve Allah'a hiçbir şekilde ortak koşmamaiarıdır... Demek ki "ben de müslümanım" diyen kişide aranan şartlar vardır. Ancak bu şartlara uyuyorsa mü'minlerin safında bulunabilir ve müslümanlardan olabilir. Bu şartlar:

 

1)   Allah'ın zâtına ve sıfatına şirk koşmayacak,

 

2)   Sahih imanın gereği olarak itaat edecek,

 

3)   Yine imanın gereği olarak ibadetleri, iste­
nilen ölçüde edâ edecek.

 

Resulullah (as) şöyle buyurmuştur:

 

"Allah'tan başka hak ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet, namazı ikâme, zekâtı verinceye kadar insanlarla savaş bana emrolundu. Onlar, bu işleri yapınca, müslümanlık -hakkının gereği olan hadler müstesna- İslam hakkı olmak üzere canlarını ve mallarını benim elimden kurtarır­lar. (Batınlarından dolayı olan) hesaplarına gelince, o (hesabı görmek) Allah'a aittir." (18)

 

Akideyi belirleme ölçüsü olarak İmam Muhammed eş-Şeybanî (rh.a) şöyle bir tespitte bulunuyor ki bu konuda en sahih görüş olarak kabul ediliyor:

 

"Netice olarak, bir kimsenin malum olan şirk itikadının hilafı olan Tevhidi ikrar ettiği zaman, İslam'a girişine hükmolunur. Çünkü gerçek itikadını tespit etmek mümkün değildir. Neyi ikrar ettiğini duyarsak, o inançta olduğuna hükmederiz. Şayet daha önce ikrar ettiği itikadından farklı bir söz söylerse bunu, itikadını değiştirdiğine delil sayarız." (19)

 

İmam Muhammed(rh.a)'İn de belirttiği ve Hadis-i Şerifte geçtiği gibi, kişilerin bâtınlarına yani iç niyetlerine bakılamaz. Onlar, itikat konusunda neyi ikrar ediyorlarsa ve ikrarın gerektirdiği tavrı sergiliyorsa, ona göre değer­lendirilir. İman ve Tevhid ikrarı üzereyse, İman ve Tevhid ehlinden kabul edilir. Küfür ve şirk üzere bir ikrarı varsa, Küfür ve şirk ehlinden kabul edilir.

 

Birileri, küfür ve şirk olan laiklik ve demokrasiyi kabul ettiğini beyan eder, aynı zamanda gereğini tavrıyla ortaya koyarsa, niyeti ne olursa olsun, ikrar ettiğine göre değer­lendirilir. Eğer ikrar ve amele göre değer­lendirilmeyecek olsa müslüman olduğunu ikrar eden ve ibadete devam eden kişilerden de şüphelenmek lâzım. "Belki batınlarında, niyet­lerinde müşrik ve kâfirdirler, onun için her ne kadar şehadet getiriyorlarsa ve gereği olan ibadetleri de yerine getiriyorlarsa da onlara müslüman deme... Belki bizleri kandırıyorlar, bunun için böyle görünüyorlar." iddiası akla, mantığa ve İslam ilkelerine ne kadar ters ise ikrarı ve hareketleri ile gayr-i İslamî, tağutî bir itikadı ikrar eden ve gereğini de ortaya koyan­lara, "her ne kadar böyle söylüyor ve böyle görünüyorlarsa da onların bu görüntü ve sözler­ine bakmayın, onların niyetleri iyi, kalpleri tem­izdir. Onlar, her ne kadar küfür ve şirk sözleri söylüyor ve hareketlerinde bulunuyorlarsa da niyetleri ve batınları İslam üzeredir..vs.." iddiası da akla, mantığa ve İslam ilkelerine terstir!..

 

Herhangi bir ikrah-ı mülci olmaksızın kişinin hür beyanıyla ikrar ettiği şey, onun akidesini belirler.

 

Önderimiz (as), yukarıda beyan edilen Hadis-i Şeriflerdeki ölçüye şu hadisinde bir ölçü daha eklemektedir.

 

Enes bin Malik (r.a)'ten, Resulullah (as) şöyle buyurdu:

 

«Her kim bizim kıldığımız namazı kılar, kıblemize karşı durur ve kestiğimizi yerse, Allah'ın ve Resulullah'ın ahd ve emanını hake-den müslüman, işte odur. Artık öyle olan bir kimsenin ahd ve emanı hususunda Allah'a ve Resulüne hıyanet etmeyin.»(20)

 

Ve mü'min olmanın ölçüsü olarak şöyle buyurur Allah Resulü(sas): Bu hadisi Abdullah bin Mes'ud(ra) rivayet ediyor. Resulullah (as) şöyle buyurdu:

 

«Benden önce Allah'ın hiçbir ümmetine gön­derdiği peygamber yoktur ki, o peygamberlerin ümmetinden havarileri ve sünnetine tâbi olan, emrine uyan ashabı olmasın.Kıssa şu ki, sonra onların ardından yaptıklarını söyleyen ve emrolunmadıkları şeyleri yapan bir takım kötü nesiller ortaya çıkar.İşte kim, bunlarla eliyle mücadele ederse o, mü'mindir. Kim onlara karşı diliyle mücadele ederse o, mü'mindir. Kim onlara karşı kalbiyle buğz ederse o, mü'­mindir. Ancak bunun ötesinde bir hardal tanesi kadar iman yoktur.» (21)

 

Kötülüğe, tuğyana, isyana ve her türlü islam dışı hal ve harekete karşı eliyle, diliyle, mücadele eden ve kalbiyle kin duyanın imanı­na şahitlik yapılır... Eğer tağutlara ve tağutî düzenlere meyleder, onları imkânlarıyla destek­ler ve hayatlarına devam etmelerine yardımcıolursa onda" bir hardal tanesi kadar dahi iman yoktur." Bu ölçü önderimiz Resulullah (as)'ın beyan buyurduğu ölçüdür.

 

Önderimiz Resulullah(sas)'ın iman konusun­da bize verdiği bir başka değer de şudur. Enes bin Malik(ra) rivayet etmektedir. Resulullah (as) şöyle buyurdu:

 

"Hiçbiriniz kendisi için arzu ettiğini(mü'min) kardeşi için arzu etmedikçe (kâmil manâda) iman etmiş olmaz." (22)

 

Bu ölçü, gerçek İslam Cemaati ve İslam toplumu için vazgeçilmez bir değerdir. Mü'minlerin kaynaşması, bir vücudun azaları, bir duvarın kurşunla kaynatılmış cüzleri olması ve safların belirlenmesi yegane ölçüdür. Kâmil imanın ve olgun kardeşliğin ölçüsü, sahih bir İslam akidesine sahip olmanın ve imanın tadına varmanın ölçüsü de Resulullah(sas) tarafından belirlenmiştir. Enes bin Malik (ra)'ten, Resulullah (as) buyurdu ki:

 

"Kimde üç şey varsa imanın tadını almış olur.

 

*  Allah ile Rasulü, kendisine başkalarından
daha sevgili olan kimse,

 

 

*  Bir kulu yalnız Allah için seven kimse,

 

*  Allah, kendisini kâfirlikten kurtardıktan
sonra yine kâfirliğe dönmekten ateşe atılacak-
mışcasına hoşlanmayan kimse." (23)

 

Rabbimiz Allah'ın ve O'nun Resulünün sevgisi, sevgilerin en üstünde olmalı ve sevgide hiçbir şey onlara denk tutulmamalıdır. Eğer başka sevgiler, Allah ve Rasulünün sevgisine denk tutulmuşsa sevgide şirk koşulmuş olur.

 

" De ki: Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere, Allah'tan, O'nun resulünden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun.Allah, fasık-lar topluluğuna hidayet vermez." (24)

 

Bu ayet-i kerime, işlenen korkunç suçun durumunu düşünmede temel ölçü olmak üzere nakledildi...

 

Mü'minlerin, hiçbir dünya menfaatini gözetmeksizin yalnızca Allah için birbirlerini sevmeleri ve bu sevginin gereği olan kardeşlik tavrını sergilemeleri imanlarının gereğidir...

 

Küfürden ve şirkten kurtulduktan sonra gerek söz ile gerekse hareket ile imandan sonraki dönüş kişiye ateşe atılmaktan daha ağır ve zor gelirse, o kişinin imanı kemale ulaşmış demek­tir...Yoksa helâle, harama, elfaz-ı küfre ve ahval-ı küfre aldırış etmeden hayatına devam eden, hergün birkaç kez elfaz-ı küfür ve ahval-ı küfürde bulunan, ikaz edildiğinde de oralı olmayıp "bunda ne varmış canım" deyip hafife alan kişinin iman noktasındaki durumunu söylemek için çok söze gerek var mıdır acaba?..

 

Allah için sevmenin ve Allah için kin duy­manın, nefret etmenin imanın bütünlüğüne işaret olduğunu beyan buyuruyor Allah Resulü(sas):

 

Muaz bin Cühenî (ra) rivayet ediyor:

 

" Kim Allah için verir, Allah için önler, Allah için sever, Allah için buğzeder ve Allah için evlenirse, o kimsenin imanı bütünleşmiştir." (25)

 

 Ve Ebu Zerr(ra)'in rivayetiyle Resulullah şöyle buyurdu:

 

" Amellerin en faziletlisi, sevdiğini Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir." (26)

 

Allah için sevmek ve Allah için buğzetmenin ölçüsünü en iyi şekilde kavramak gerekir. Allah neyi seviyor ve emrediyorsa, Sevgimiz ona olmalı, neyi de yasak kılmış yani haram etmişse buğzumuz ona karşı olmalıdır.

 

Vasat -Ağustos 1996

 

DİPNOTLAR (DNahl, 16/51-52

 

(2)       Nisa, 4/80

 

(3)       Maide, 5/80
(4)En'am, 6/162-163-164

 

 

 

(5)       Haşr, 59/7

 

(6)       Şûra, 42/21
(7)Tevbe, 9/31

 

(8)   Sünen-i Tirmizi, Kitabu't Tefsiru'l-Kur'an
b.10 hds: 3292

 

İbn-i Kesir, Hadislerle Kur'an'ı Ksrim Tefsiri tst.1985 c.7 s.3456

 

(9)   Maide, 5/44

 

(10)         Maide, 5/45

 

Maide, 5/47 (12) İsrâ, 17/85 (13)Hicr, 15/9

 

(14)          Bakara, 2/187

 

(15)          Bakara, 2/129

 

(16)   Sahih-i Müslim, Kitabu'l İman b.10
hds.43

 

Sahih-i Buhari, Kitabu'l Libas b.24 hds.44

 

İmam Suyuti, Mütevatir Hadisler, çev. M.Emin Akın, Ank.1992 s.29 Kitabu'l İman hds.3

 

(17)   Sahih-i Buhari, Kitabu'l Cihad ve's Siyer,
b.40 hds.71. Sahih-i Müslim, Kitabu'l İman
b.10hds.49

 

(18)   Sahih-i Buhari, Kitabu'l İman b.16 hds.18
Sahih-i Müslim, Kitabu'l İman b. 1   hds.36
Sünen-i Tirmizi, Kitabu'l İman b.1    hds.2733

 

(19)    İmam Muhammed, Siyer-i Kebir/İslam
Devletler Hukuku Şerhi. İmam Serahsi, çev.

 

(20)   Sahih-i Buhari, Kitabu's Salat b.28 hds.43

 

Süneni Ebu Davud, Kitabu'l Cihad, b.95
hds.2641                                     ^

 

(21)   Sahih-i Müslim, Kitabu'l İman b.20
hds.80

 

(22)   Sahih-i Buhari, Kitabu'l İman b. 6 hds.6

 

Sünen-i Tirmizi, Kitabu'l Sıfatu'l Kıyamet b. 22 hds.2634

 

(23)   Sahih-i Buhari, Kitabu'l İman, b. 13
hds.14

 

Sahih-i Müslim, Kitabu'l İman b.15 hds.68

 

Sünen-i Neseî, Kitabu'l İman b.2 hds. 4954Î-55-56

 

NOT: Neseî'de "Allah için sevme, Allah için buğzetme" de zikredilmiştir.

 

(24)         Tevbe, 4/24

 

(25)          Sünen-i Tirmizi, Kitabu'l Sıfatu'l Kıyamet
b. 22 hds. 2642

 

(26)          Sünen-i Ebu Davud, Kitabu's Sünnet b.3
hds. 4599

 

Süneni Neseî, Kitabu'l İman b.2 hds. 4954


 
 
  Bugün 157 ziyaretçi (208 klik) buradaydı

beyaz kuğu Selam Dünya !.. Selam Türkiye !.. Sitemize Hoş Geldiniz !.. ( beyaz kuğu ) bir aile sitesidir !.. Lütfen bizi takip ve dostlarınıza tavsiye ediniz !. Bu çorbada tuzu olsun isteyenlerin, tenkit ve tavsiyeleri için ( mim.sait@hotmail.com )veya ( alt1946@windowslive.com ) adreslerine mail göndermelerini bekliyoruz !.. Sitemizde "bir hoş sada" menüsü altında yer alan "beyaz kuğu", "teferruat", "derviş hüseyine mektuplar" ve "hem nalına hem mıhına" bölümleri orjinal olup, bunların hiç bir hakkı mahfuz değildir, kaynak gösterilerek veya gösterilmeksizin kullanılabilir. Diğer dökümanlar ise; çeşitli sitelerden alınmış, bazılarında değişiklik yapılmıştır.İlgililerin talebi halinde derhal kaldırılacaktır!..Bilgilerinize sunulur !.. *** beyaz kuğu***Ailenizin Sitesi***











* * * * *


 
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol