Latife Hanım'ın sır mektupları
Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Atatürk'ün boşandığı eşi Latife Hanım'ın özel evrakının açıklanmayacağını bildirdi.
Aralarında Mustafa Kemal Paşa'nın yazdığı ve boşanmanın gerekçelerini anlatan mektubun da bulunduğu "Latife Uşaklıgil Belgeleri" veya arşivi 1980 yılında "25 yıl gizli tutulacaktır" damgası ile Türk Tarih Kurumu'na teslim edilmişti. Yayın yasağı Şubat ayında bitiyordu.
Latife Hanım'ın belgeleri gizli kalacak
Yusuf Halaçoğlu yaptığı basın toplantısında, Latife Hanım'ın ailesinin bir bölümünün kendilerine bir yazı gönderip, "Özel evrakın açıklanmaması ve bundan böyle de TTK'da saklanması'' talebinde bulunduğunu ve bu isteğe uyacaklarını söyledi.
|
|
|
|
|
|
|
|
TTK'ya aile tarafından gönderilen mektup
Latife Uşşaki mirasçılarından, aşağıda imzaları olan bizler, Makbule Meral Bebe, Fatma Canan Kepenek, Nihal Aksel, Ayşe Gülümser Öke, Mehmet Kemal Aksel, Hatice Fisun İşcan;
Latife UŞŞAKİ'nin terekesinde meydana çıkan ve İstanbul 13. Sulh Hukuk Hakimliği'nin 1975/125 Sayılı tereke dosyasında tespiti yapılan ve yine İstanbul 13. Sulh Hukuk Mahkemesi'nin 1976/299 sayılı kararı ile mühürlenerek yeddi emin olarak Türk Tarih Kurumu'na teslim edilen belgelerle ilgili olarak aile meclisinde yaptığımız görüşme neticesinde ittifakla şu kararı almış bulunmaktayız. Basında çıkan ve yukarıda anılan belgelerin yayınlanması veya yayınlanmaması veya kısmen yayınlanması yolundaki görüşler, nihayetinde aile büyüğümüz olan Latife Uşşaki'nin hatırasını ve saygın kişiliğini direkt ilgilendirdiği için bu konuda yeddi emin olarak bu belgeleri (25) senedir muhafaza eden Kurumunuza karşı net bir beyanda bulunmak zorunluluğu hasıl olmuştur.
Aile büyüğümüz Latife Uşşaki, eşi Mustafa Kemal Atatürk'ten boşandıktan sonra inzivaya çekilerek, dış dünyaya kapalı bir yaşam sürmüş ve Mustafa Kemal Atatürk ile yapmış bulunduğu evlilik yaşamıyla ilgili olarak kendisine iyi niyetle de olsa yönetilen görüşme taleplerinin hepsini reddetmiştir. Bizler Latife Uşşaki'nin varisleri olarak, mahremiyete bu denli önem vermiş bir kimsenin ölümünden sonra da kendisinin özel eşyaları arasında sayılan anılarını ihtiva eden günlükleri, şahsi mektupları, özel notları, telgrafları velhasıl halen Kurumunuz nezdinde bulunan tüm şahsi evrakları ile ilgili olarak, murisimiz Latife Uşşaki'nin bu mahremiyet arzusuna saygı gösterilmesi gerektiğine inanıyoruz. Latife Uşşaki'nin ölümünden sonra bazı belgeler aile efradı tarafından görülmüş olup her ne kadar belgelerin bazıları tarihi şahsiyetler tarafından gönderilmiş veya bu kişilere Latife Hanım tarafından gönderilmiş olsalar da, bu belgelerde kamuoyunu ilgilendiren ve tarihe ışık tutabilecek hiçbir husus bulunmamaktadır.
Dolayısı ile ailemizin anılan belgelerin herhangi bir suretle yayınlanmalarına veya başka bir Kuruma incelenmek için de olsa tevdiine bu sebeplerle muvafakati bulunmamaktadır. Murisimiz Latife Hanım'ın mahremiyet arzusuna rıza gösterilmesinin, Kurumunuza bu belgeleri yeddi emin olarak bırakan Biz mirasçılarının en doğal ve yasal hakkı olduğu düşüncesindeyiz. Yukarıda açıklanan ve Kurumunuzca da anlayışla karşılanacağını ümit ettiğimiz nedenlerle, bugüne dek Kurumunuzda mühürlenerek saklanan ve Latife Uşşaki'ye ait tüm belgelerin Kurumunuz nezdinde saklanmaya devam edilmesini ve bu belgelerin kısmen de olsa basına veya sair mercilere verilmemesini saygı ile arz ederiz.
'Konu kapanmıştır'
Bugüne kadar yaptıkları bütün açıklamalarda, özel evrakın açıklanmasından önce Latife Hanım'ın ailesinin görüşlerini alacaklarını söylediklerini hatırlatan Halaçoğlu, "Ailesi tarafından bize açıklanmaması ve TTK'da muhafaza edilmesiyle ilgili bir yazı geldi. Bu yazı çerçevesinde artık bu konu sona erdi. Bizim artık açıklamamız söz konusu değil" dedi. Halaçoğlu, evrakın özel bir kasada saklanmaya devam edileceğini belirterek, "Mahkeme kararı veya bir yere nakli söz konusu olmadan, evrakın başka yerde saklanması mümkün. Nasıl 25 yıl burada saklanmışsa, bundan sonra da saklanmaya devam edecek" dedi.
Latife Hanım uzun süre boşanmayı kabullenmedi
Aralarındaki gerginliklerden sonra Atatürk iki kez Latife Hanım'dan ayrılmaya teşebbüs etmiş, ama sonra ortam yumuşatılmış, evlilik devam etmiştir En son kavga 1925'in yaz akşamı patlayınca bu evlilik Atatürk tarafından bitirilmiş ve Latife Hanım geri dönmemek üzere İzmir'e gönderilmiştir.
Latife Hanım, Atatürk'le barışıp yeniden beraber olmayı herhalde ümit etmiş ve Ankara'dan haber gelmesini galiba beklemiştir.. Çünkü daha önce de aralarındaki şiddetli gerginliklerden sonra, Atatürk iki kez ayrılmaya teşebbüs etmiştir. İkisinde de, Atatürk'ün yakını olan Salih Bozok boşanmayı hazırlamakla görevlendirilmiştir. Ama daha sonra ortalık yumuşatılmış ve evlilik devam etmiştir.
BİTMEYEN KAVGALAR
S. Eriş Ülger'in "Latife Gazi Mustafa Kemal" kitabına (İnkilap Kitabevi) göre, Atatürk'ün ilk kez kalp krizi geçirdiği 10 Kasım 1923'te, Latife Hanım Ankara'da değil İstanbul'dadır. Salih Bozok, bir kavga sonrasında Atatürk'ten aldığı talimat üzerine Latife Hanım'ı İstanbul'a götürmüş ve o sırada İstanbul'da bulunan anne ve babasına teslim etmiştir. Atatürk'ün ikinci ve ciddi kalp krizi ertesinde, Latife Hanım gerekirse zorla ve tek başına Ankara'ya döneceğini söyler. Salih Bozok bunu Atatürk'e duyurunca, o da itiraz etmez. Böylece bu kavga geride kalır ve Latife Hanım, doktorların kesin istirahat verdiği kocasına bir hemşire gibi bakar. Daha önce de, denizden Hamidiye zırhlısı ile başlayıp, sonra Samsun'da karaya çıkılan Karadeniz-Doğu Anadolu gezisi de büyük bir kavga ile ve Atatürk'ün ayrılma kararı ile bitmiştir. Tokat, Sıvas ve Erzurum illerinin her birinde, Latife Hanım'ın Atatürk'e "Kemal" diye başlayan bağırmaları duyulmuş ve sonunda Atatürk seyahate devam ederken Latife Hanım, Salih Bozok eşliğinde Ankara'ya geri gönderilmek üzere yola çıkarılmıştır.. Salih Bey'in yanında İsmet İnönü'ye verilmek üzere yazılmış ve Latife Hanım'ın İzmir'e gönderilme şeklinin bulunmasını isteyen mektup bulunmaktadır.
İMZASINI DEĞİŞTİRMEDİ
Ama sonunda Atatürk'ün öfkesi geçer ve Latife Hanım Kayseri'de durdurulur. Barışırlar ve Sıvas, Yozgat, Kırşehir ziyaretlerini birlikte yaparlar. Ankara'ya dönünce evlilik devam eder. Sonra 1925'in ocak ayında Konya üzerinden Adana, Tarsus ve Mersin'e uzanan gezide yine şiddetli kavgalar olmuş ve Atatürk Latife Hanım'ı Mersin'de bırakıp Silifke ve Taşucu'na yalnız gitmiştir. Ve en son kavga 1925'in yaz akşamı patlayınca bu evlilik Atatürk tarafından bitirilmiş ve Latife Hanım geri dönmemek üzere İzmir'e gönderilmiştir. Salih Bozok'un anılarında, Latife Hanım'ın boşanma ertesinde Bozok'a yazdığı mektuplardan biri var. 11 Kasım 1925 tarihini taşıyan ve İzmir'den gönderilen bu mektupta, Latife Hanım, hâlâ evliymiş gibi "Latife Gazi Mustafa Kemal" imzasını kullanmaktadır. Mektupta Salih Bey'in samimiyeti, açık sözlülüğü vurgulanmakta ve "Zavallı annem mütemadiyen seni sayıklıyor. Çünkü o kara ruhlu herifin yerinde sen olsaydın, beni cambaz gibi ipte oynatmazdın. Bana hakikati söylerdin" denilmektedir.
'BEN KOCAMDAN EMİNİM'
Latife Hanım'ın Salih Bozok'a yazdığı mektup şöyle bitmektedir: " O (babası Muammer Bey) şimdi Avrupa'da, işlerine mani olmamak için burada olduğumu haber bile vermedim. Artık bir teessür yığını gibi her tesadüf ettiği koltuğa çöken bir annem ve ihtiyar halinde benim yüzümden fena bir muameleye duçar olan büyükannem var. Öksüzüm. Kimsem yok. Onun için ikinci babalık vazifesini deruhte eden ve sözünün eri olan Salih bey'e yazıyorum. Benkocamdan eminim. Çünkü kadirşinastır. Yüksek ruhludur. Aramızdaki gerginliğe nihayet vermesini, güzel bir mazinin vereceğini kuvvetle rica et.. Ben kendisine yazdığım mektupta seni refikanla göndermesini rica ettim. Bir haftadır uykusuz, gıdasız, idama mahkümum. Esbabı çocukluk. Halbuki çocuklar bu ağır cezadan muaftır. Salihsin. Salah ve sulh getireceğine eminim. Latife Gazi Mustafa Kemal." Görüldüğü gibi Latife Hanım, olup bitenleri "çocukluk"a yormakta ve boşanmanın çok ağır bir ceza olduğunu söyleyerek, işin düzeltilmesini istemektedir. Bilindiği kadarıyla Latife Hanım, boşandıktan sonra Atatürk'e de mektuplar yazmış fakat cevap alamamıştır. Geçmişteki deneyimleri hatırlayan Salih Bozok da, çifti birleştirmek için girişimde bulunamamıştır.
KARA RUHLU HERİF KİM?
Önümüzdeki şubatta Türk Tarih Kurumu, belki de Atatürk'ün boşandıktan sonra Latife Hanım'a yazmış olduğu tek mektubu açıklayacağı için, "Latife Hanım'ın Kağıtları"nın çok büyük ilgi toplayacağı kesindir. Salih Bozok'a yazılan mektuptaki "Kara ruhlu herif" acaba kimdir. Latife Hanım'ın mektup yazarak Atatürk'le aralarını yapmaları için başvurduğu ve onu oyalayan isimler acaba kimlerdir? Herhalde başta evliliğe karşı çıkan Fethi Okyar'dan veya arasının hiç iyi olmadığı Nuri Conker'den yardım istemiş olamaz. "Latife Hanım'ın Kağıtları" açıklanınca ona gelen mektuplar da yakın tarihin karanlığından gün ışığına çıkacak. Bu yazı dizisinde Latife Hanım'ın, kendisini Ankara'dan İstanbul'a götüren Vasıf Çınar'a yazdığı ve 21 Ağustos 1926'da başlayan mektuplarını yayınladık. Bu mektuplarda Latife Hanım, içinde bulunduğu ruh haletini pek açık ifadelerle anlatmaktadır. Elimizdeki son mektubu, 21 Şubat 1927 tarihini taşıyor. Artık bu mektupta Fatma Saliha imzası yerine Latife'yi kullanmıştır. Tatra'daki sanatoryumdan son ayrıntılı mektubudur bu:
İLKBAHARDA İTALYA'YA
"Muhterem, muazzez kardeşim, Telefonda vaad ettiğiniz habere intizar ettim. Geciktiğini görünce yine rahatsız etmeye mecbur oldum. Geldiğim günden beri sıhhatime, istirahatime çok itina eden doktor Sintag, Mart ve Nisan aylarının, bu rahatsızlık için pek ziyade tavsiye edilen ve ilkbaharda letafetine doyulmayan Meran'da (İtalya) geçirmekliğimi istiyor. Kardan, yeşillik ve çiçek içine gitmek benim de hoşuma gidiyor. Esasen Mart'ın 10'undan sonra burası çok ratib (rutubetli) olurmuş. Mart'ın 5'inde Doktor Sintag'ın refikası gelecek. Arzu ettiğim takdirde bana refakat edeceğini söyledi. Hakiki bir anne olan yaşlı ve tecrübekâr madamın refakatinden istifade etmeyi doğru buluyorum. Sıhhatim çok iyileşti.. Dört kilo aldım. Güneşte de yattım. Meran'ın güzel ilkbahar havasını 6-7 hafta teneffüs etmekle, keder hayatına nihayet verebileceğimi söylüyorlar. Sevgili yurduma avdet edeceğim gün yaklaşıyor demektir. Bilseniz nasıl seviniyorum. Bazen çocuk gibi ağlıyorum. Artık hastane hayatı yaşamaktan sıkıldım. Latife."
Latife Hanım, Vasıf Çınar'a 1927 Martı'nın başında çok kısa bir mektup daha yazmış ve bu ayın 7'sinde Viyana'ya geçip, oradan bir süre dinleneceği, İtalya'nın kuzeyinde ve Alp Dağları'nın eteğinde bulunan Meran'a gitmiştir. Bu son mektubunda sağlığının düzeldiğini söyler ama yaşamaktan şikâyet eder ve "Hayatı hakiki çehresiyle görmek, her zaman nasibimdir. Bu benim talihimin icabatından" der.
'Neşe ve ümit dolu günlerdi'
Latife Hanım'ın Atatürk'le yaptığı başarısız evliliği, Türk basınında sayısız defalar dizi yazılara konu oldu. Bunlarda genellikle Latife Hanım'ın başlattığı kavgalar vurgulanır ve bu genç kadının Atatürk'e uyum gösteremediği yargısına varılır. Hatta "Keşke Atatürk kendisine aşık ve uysal Fikriye ile evlenip mutlu olsaydı" diyenler bile çıkmıştır.
'BANA BAKMAYIN'
Ancak Atatürk'ün yıllar sonraki şu değerlendirmesi de hep hatırlanacaktır: Eşini mutlu edebilecek herkes evlenmelidir. Çocuk sahibi olmalıdır. Bana bakmayın, bu meselede örnek İsmet Paşa'dır. Benim hayatım başka türlü düzenlenmiştir. Buna rağmen tecrübesini yaptım. Sonra anladım ki, bu iş benim başaracağım bir iş değildir." Yazıyı Can Dündar'ın çalışmasından aldığımız ve Latife Hanım'ın 22 Ekim 1947'de Mevhibe İnönü'ye yazdığı mektupla noktalayalım:
"Pek muhterem Hanımefendi, Canım kardeşim, Dün akşam Ömer'den beni çok mütehassis eden bir mektup aldım; ve kendi öz evladıma yazar gibi, derhal cevap verdim. California'nın insanlarını, iklimini ve kendi tehassüsatını o kadar güzel anlatmış ki, satırlarını zevkle okudum. Sonra uzun uzun düşünmeğe daldım, onun mini mini kundaklı hali ve benim onu kalbime bastırırken içimde ilk defa uyanan "annelik" ihtiyacı hatıramda canlandı. Onlar neşe ve ümit dolu günlerdi. Kısa bir zaman içinde bütün emellerim, ihtiyaçlarım hatta insanlık ve vatandaşlık haklarım birer birer sararıp solup sonbahar yaprakları gibi yerlere saçıldı. Hiç kimsenin anlamadığı nice yoksunluklarla boğuştuğum bu acı günleri düşündüm. Ve bu müddet zarfında sizin samimi şefkat ve alakanızın benim biricik desteğim olduğunu bir kere daha hissettim. Gayri ihtiyari gözlerim yaşardı. Beni daima olduğum gibi gören ve anlayan güzel kardeşim. Allah sizden razı olsun. Eminim ki çocuklarınıza karşı duyduğum sevgi ve alakayı da tabi bulacaksınız ve olduğu gibi anlayacaksınız. Bu birkaç kardeş çocuğu olmasa, bu yıpranmış hayatın anlamı kalmazdı. Latife Uşşaki." 77 yaşındaki Latife Hanım 12 Temmuz 1975'de, İstanbul'da göğüs-meme kanserinden öldü.
Atatürk'le paylaştığı olaylara şimdi tarih diyoruz
1923'te başlayan evlilik 1925'te bitti. Bu kısacık dönem aynı zamanda genç Cumhuriyet'in de en zorlu yıllarıydı. Latife Hanım önemli kararların alındığı sofralarda hep yer aldı. Cumhuriyet'in ilanı, Lozan gibi önemli olayların bizzat tanığı oldu.
Latife Hanım ile Mustafa Kemal Paşa'nın İzmir'de nikahlandıkları tarih 29 Ocak 1923, evliliğin sona erdiği tarih de 5 Ağustos 1925. Bu 2.5 yıllık evlilikte birlikte yaşanan mutsuzluklar ağır basmış olmalı ki, evlilik yürümedi ve bitti. Ama birlikte yaşanan mutlulukları, önemli olayları ve bugün "Tarih" diye okuduğumuz gelişmeleri hatırlarsanız, Latife Hanım'ın ayrıldıktan sonra içine düştüğü boşluğu anlayabilirsiniz. Unutmayın ki Atatürk, eşini evde bırakıp, erkeklerin dünyasında yaşamayı tercih eden tipik bir Doğulu erkek olmayı amaçlamamaktadır.. Kadınlarla erkeklerin eşit olduğuna inandığı kadar, bunu kendi yaşamında da gerçekleştirmek istemiştir. Boşandığı güne kadar eşi Latife Hanım her önemli toplantıda bulunmuş, askeri manevralara ve yurt gezilerine katılmış, onun yanında en hayati konular tartışılıp, en önemli kararlar alınmıştır. Örneğin Atatürk "Yarın Cumhuriyet'i ilan ediyoruz" dediği akşam, sofrada Latife Hanım da vardır. İsterseniz evlendikleri sadece ilk yıl (1923) birlikte yaşanan, hepsinde Latife Hanım'ın Atatürk'ün yanında bulunduğu ve bugün "Türkiye Cumhuriyeti'nin Tarihi" diye bilinen bazı olayları hatırlayalım:
LOZAN'DA İLK KRİZ
4 Şubat - İki ay süren Lozan Konferansı'nın anlaşmazlık üzerine kesilmesi. / 17 Şubat İzmir İktisat Kongresi. / 21 Şubat-6 Mart - TBMM'de yoğun tartışmalı Lozan oturumları. / 13 Mart-24 Mart -Atatürk ve Latife Hanım'ın Konya, Adana, Mersin, Tarsus, Konya, Afyon, Kütahya gezisinden Ankara'ya dönüşleri. / 27 Mart - Muhalif Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey'in, Topal Osman tarafından öldürülmesi. / 1 Nisan - Çok fazla muhalefetin ve Lozan'a karşı çok yoğun eleştirilerin seslendirildiği 1'inci TBMM'nin, yeni genel seçim kararı alması./ 2 Nisan - Çankaya'daki konutu da tehdit eden Topal Osman'ın evinde kuşatılıp öldürülmesi ve cesedinin asılması. / 15 Nisan - Hıyanet-i Vataniye Kanunu'na ek yapılarak, TBMM'nin meşruiyetine karşı davrananların da vatan haini olarak kabulü. Lozan'ın ikinci dönemine murahhas olarak giden İsmet Paşa'nın (İnönü) yerine, Başbakan Rauf Bey'in Dışişleri Bakanı vekili de olması.
CUMHURİYET'İN İLANI
28 Nisan - Son Padişah Vahdettin'in kendi topraklarına gönderilmesi İngilizler tarafından istenmeyince, devrik Padişah'ın İtalya'da San Remo'ya gönderilmesi. (Bilindiği gibi 1 Kasım 1922'de saltanat sona erdirilmiş ve Vahdettin, 17 Kasım 1922'de Türkiye'yi terk etmişti.) / 24 Mayıs- 19 Temmuz - Lozan'daki İsmet Paşa'nın Ankara'daki Rauf Bey'le anlaşmazlıkları ve Mustafa Kemal'in defalarca müdahale etmesi. / 24 Temmuz - Lozan'ın imzası. / 27 Temmuz-2 Ağustos - Latife Hanım ile Atatürk'ün İzmir gezileri. / 4 Ağustos - Rauf Bey'in hükümetten istifası. / 13 Ağustos - 2'nci Devre TBMM'nin toplanması./ 14 Ağustos - Fethi Bey'in Başbakan, İsmet Paşa'nın Dışişleri Bakanı olduğu yeni hükümetin kuruluşu. / 1 Eylül- 2 Ekim - İşgal kuvvetlerinin İstanbul'dan boşaltılmaları. / 11 Eylül - Halk Fırkası'nın (CHP) kurulması ve Atatürk'ün Genel Başkan seçilmesi. / 6 Ekim - Şükrü Naili Paşa komutasındaki kuvvetlerimizin İstanbul'a girişi. / 13 Ekim - Ankara'nın başkent olması. / 25 Ekim - Rauf Bey liderliğindeki muhaliflerin Meclis'te ilk çıkışları. / 28 Ekim - Fethi Bey'in Başbakanlıktan istifası ve muhaliflerin çalışmaları dolayısıyla yeni hükümet kurulamaması. O gece Cumhuriyet ilanına karar verilmesi. / 29 Ekim - Cumhuriyet'in ilanı ve Atatürk'ün Cumhurbaşkanı seçilmesi.
HİLAFET TARTIŞMALARI
30 Ekim - İsmet Paşa'nın başbakanlığa atanması. / 1 Kasım - Fethi Bey (Okyar) TBMM Başkanı. Rauf Bey'in Cumhuriyet ilanını eleştiren demecinin Vatan ve Tevhid-i Efkâr gazetelerinde yayınlanması. / 9 Kasım-11 Aralık - İstanbul'da bir kısım basının "Hilafet" üzerine tartışmaları ve bazı yazarların,mesela Hüseyin Cahit'in (Yalçın) Tanin'de "Hakiki milliyetçiler Hilafet'e dört elle sarılır" diye yazması. İstiklal Mahkemesi'nin İstanbul'da da kurulması, muhalif gazete sahip ve yazarlarının yargılanmaları. Bu olaylar listesinin, özetin özeti olduğu ve listedeki her gelişme üzerinde şimdiye kadar yüzlerce kitap ve binlerce makale yazıldığı düşünülürse, evliliğinin henüz birinci yıldönümünü yaşamamış genç bir gelinin, ne tür bir yoğun hayatın içinde bulunduğu kolayca anlaşılır. Yorucu yıpratıcı ve bazen ürkütücü bir hayattır bu. Nitekim Atatürk, 1923'ün Kasım'ında iki kez kalp krizi geçirmiştir. Herhangi bir Türk kadının evliliğinin ilk yılında böyle bir olaylar dizisini yeni evlendiği, henüz tam tanımadığı ve bütün olayların merkezinde bulunan ama hayatı çok düzensiz olan, sağlığına hiç dikkat etmeyen kocasının yanında geçirmişliği var mıdır? Latife Hanım'ın birkaç aylık kocasının, ona ne balayı yaptıracak ve ne de gece gündüz eşine vakit ayıracak durumu vardır. Ona verebileceği tek şey, onu bir fikir ve iş arkadaşı gibi her şeye ortak etmesidir.
ERKEKLER DÜNYASI
Kurtuluş Savaşı'nı yapan ve Cumhuriyet'i kuran kadronun kavgaları, yol ayrılıkları onların önünde cereyan etmekte, bu kadroların kaderleri hakkındaki kararlar onların evinde, yani Çankaya'daki konutta alınmaktadır. Ayrıca hayatı cepheden cepheye geçmiş bir subay olan Mustafa Kemal, açıkçası ideal koca tipi ve aile alışkanlıkları olan bir erkek de değildir. Kadının sosyal yaşamda erkekle eşit ve erkeğin yanında yer almasına inanmaktadır. Ama aynı zamanda askerlerin, emir erlerinin, subay arkadaşlarının çevreyi oluşturduğu bir "erkekler dünyası"nın alışkanlıkları üzerinde huyları oluşmuş, emirler üzerinden ilişkilerin kurulduğu bir yaşam çizgisinin adamıdır. Latife Hanım ile evlilik, herhalde O'nun için yeni bir hayat tarzına duyduğu özlemin gerçekleşmesi ümididir. Ama öylesine yoğun yaşanan bir kuruluş dönemidir ki bu, ne onun özleminin, ne de Latife Hanım'ın beklentilerinin gerçek olması mümkündür. Evliliğin bozulmasının üzerinden bir yıl geçmiştir ve Latife Hanım bir ayı aşkın süredir, Çekoslovakya'nın Tatra bölgesindeki sanatoryumda Fatma Saliha takma adıyla girdiği inzivasından, geride kalan arkadaşı Vasıf Bey'le (Çınar) mektuplaşmasını sürdürmektedir. Bu Tatra nereden, nasıl bulunup seçilmiştir acaba?..
BİR TEK SUYU İYİDİR
İnönü'nün Harbiye'den ve Kurmay Okulu'ndan çok yakın arkadaşı olan rahmetli Orgeneral Ali Fuat Erden'in "İsmet İnönü" biyografi çalışmasında, Tatra'nın adının geçtiğini gördüm. 4'üncü Ordu Komutanı Cemal Paşa'nın Kurmay Başkanı olan Ali Fuat Bey, şöyle anlatır Tatra'ya gidişini ve Tatra'daki sanatoryumu: "Sina Cephesi'nde açık bir tayyare seyahatinde kaptığım göğüs nezlesi, 1918 yazında Şeria Cephesi'nde zatülcenbe dönüştü. İstanbul'da Enver Paşa'ya İsviçre'ye gönderilmemi istirham ettim. Kabul etmedi. Çaresiz Tatra'ya gittim. Tatra Karpat dağlarının güneyinde, Macar zenginlerinin yazlığıdır. Fakat iklim itibariyle sanatoryum şartlarını haiz değildir.Çok rutubetli, yağmurlu, rüzgârlı, fırtınalıydı. Güneşi az, havası kararsızdı. Bir Macar profesör "Tatra'nın bir tek suyu iyidir" demişti. Bir kasırga sanatoryumların etrafında, uzak mesafelere kadar bütün çam ağaçlarını kırıp devirmişti.
İSMET PAŞA MI SEÇTİ?
Bu kırık ve kuru çam parçaları uzaktan namütenahi mezar taşları gibi görünüyor, Tatra büyük bir kabristana benziyor. Mütareke olur olmaz Tatra havalisi bağımsız Çekoslovakya'nın Slovakya'sı oldu. Dost, müttefik ve kardeş Macaristan'a bir Türk kolordu komutanı olarak gelmiştim. Şimdi düşman bir memlekette bir düşman subayı oldum." Latife Hanım için Tatra'yı belki, buranın adını Ali Fuat Erden'den duyan İsmet Paşa seçmiştir. Belki de İzmir'in seçkin ailelerinden Bedia Hanım ile 1926 başında tanışan ve 1927'de evlenecek olan Ali Fuat Bey, müstakbel eşine Tatra'dan bahsetmiş ve o da Uşşakizadeler'e bunu nakletmiştir.
Benim şu halimi ince ruhlu insanlar anlamalı
Fatma Saliha imzasını taşıyan 4 Şubat 1927 tarihli mektupta, Latife Hanım, Vasıf Bey'e şunları yazıyor Tatra'daki sanatoryumdan. "Muhterem Muazzez Kardeşim, Vefa ve samimiyetinizin, size güvenmekte haksız olduğumu bana daima ispat edeceğini söylüyorsunuz. Ben bu ayın sonuna kadar buradayım. Kalan altı ayın üç ayını da , başka bir memlekette sahilde geçireceğim. Viyana'daki profesörlerle böyle görüşmüştük. Benim gibi sonsuz ve mühlik (Helak edici) boşluk içinde yuvarlanan felaketzede bir kadın, hayatta yalnız başına mücadele ederken, fazla teessür ve heyecan gösterirse, ince ve asil ruhlu insanlar, onu anlamak mecburiyetindedir. Burada gayet müteessir yaşıyorum. Tatra'nın havası cidden nefis, fakat muhit itibariyle, emsaline nadiren tesadüf ettiğim bir yer. Fatma Saliha"
Latife Hanım'ın ricası
Çekoslovakya'daki Tatra Sanatoryumu'nda yatmakta olan Latife Hanım'dan Vasif Bey'e bir mektup daha gelir. Tarih 4 Şubat 1927'yi göstermektedir. Fatma Saliha takma ismiyle yazan Latife Hanım çok mutsuzdur. Sonsuz bir boşlukta yuvarlanmaktan söz eden Latife Hanım'ın Vasıf Bey'den bir ricası vardır: Fazla teessür ve heyecan gösteren bir kadını asil ve ince ruhlu insanların anlaması gerekir.
Türkiye'de bir burjuva sınıfı yaratma çabaları
Latife Hanım'ın ailesi, kızlarının mutluluğu için Atatürk'ü kendi yaşam tarzlarına, ticaret hayatına çekmek için girişimde bulundu. Türkiye İş Bankası Atatürk'e ve Muammer Bey'e ait 250 bin lira sermayeyle kuruldu. Sınıfları olmayan Türkiye'de ilk burjuva hamlesiydi bu Fakat Atatürk, kayınpederi Uşşakizade Muammer Bey'i Celal Bayar'a yönlendirdi. Bayar'ın kafasında bir banka kurma fikri vardı.
Atatürk'ün Latife Hanım'ı boşadıktan sonra (5 Ağustos 1925), ona yazdığı ve ayrılmanın gerekçelerini açıklayan mektubu, Türk Tarih Kurumu tarafından 2005'in Şubat ayında açıklanacak. Ancak biliyoruz ki, Atatürk'ün bu evliliğin yürümeyeceği konusunda daha önce verdiği kararlar ve hatta mektuplar da var. Örneğin Atatürk'ün arkadaşı ve yaveri Salih Bozok'un Can Dündar tarafından yayına hazırlanan anılarında, 9 Ekim 1924 tarihli ve İsmet Paşa'ya (İnönü) hitaben, Erzurum'dan yazılıp, gönderilmiş bir mektup (Veya talimat) bulunmakta.
EN KESİN KARAR
Bunu hatırlatalım:
-Azizim İsmet, Latife Hanım tekaddüm ederek Ankara'ya geliyor. Beraber seyahate devamı münasip görmedik. Çünkü iki senelik tecrübe beraber yaşamak imkanı olamayacağına kanaat hasıl ettirdi. Kararımdan kendisini haberdar ettim. Çok meyus ve mahzundur. Zat-ı alinizin ve belki Fevzi Paşa Hazretleri'nin ihtilaf için delaletinizi rica edecektir. Kararım katidir. Yalnız kendisinin ve gerek ailesinin şeref ve haysiyetini rencide etmek istemiyorum. Kendisine ve ailesine hörmetimi ve hakiki dostluğumu muhafaza edeceğim. Suret-i infikakı (Ayrılış biçimini) Ankara'da kararlaştırınız. Sükünetle İzmir'e gitmeye muvafakatini temin lazımdır. Gözlerinizden öperim.
G. Mustafa Kemal.
Bu mektuptan anlaşılacağı gibi, Latife Hanım'ın ayrılık kararının resmileşmesine karşı göstereceği tepki Atatürk'ü ürkütmekte ve onu İzmir'e baba evine geri gönderme işleminin Başbakan İsmet İnönü tarafından yapılmasını istemektedir.
DEĞİŞEMİYORDU
Çünkü sık sık olduğu gibi, Atatürk'ün eşi ile birlikte çıktığı Doğu illeri gezisinde de Latife Hanım, kocasını canından bezdiren sayısız olay çıkartmıştır. Atatürk'ün bu ilk ayrılık girişimi, barışmayla sonuçlanmıştı. Ama Latife Hanım belki değişmek istemiyordu, belki de elinden gelmiyordu bu. Atatürk'ün çevresini saran kadınları kıskanmış, Atatürk'ün içki içmesine ve geç vakitlere kadar çalışma arkadaşlarıyla beraber olmasına, etraftan duyulacak kadar yüksek sesle Atatürk'ü azarlayarak hatta bağırarak tepki göstermiştir. Aradan geçen bunca yıldan sonra, olaya yakın tarih sayfalarını karıştırarak baktığınız zaman "Yanlış bir evlilikmiş" demeniz kolaydır. Ama İzmirli zengin ailenin iyi eğitim görmüş, dikbaşlı, evinde bir dediği iki edilmeyen ve her istediğini elde edebileceğini zanneden 20'li yaşlardaki genç kadının o zamanki ruh haletini düşününce, bu bahtsız kadının başına gelen felaket insanı etkiliyor açıkçası. Babasının çevresinden olan bir iş adamıyla, bir tüccarla evlenseydi, herhalde evinin hakimi ve kocasının da sahibi olacaktı.
'CELAL'E SORUNUZ'
Galiba Latife Hanım'ın ailesi de bunu hissetmiş ve Atatürk'ü kendi yaşam biçimlerine çekmek için girişimlerde bulunmuşlardır. Doğan Avcıoğlu'ndan (Türkiye'nin Düzeni) alıntı yaparak, Celal Bayar'ın "Geçit" dergisine anlattıklarını hatırlayalım: -İmar Vekili bulunuyordum. Bir gün Atatürk'ün kayınpederi Uşşakizade Muammer Bey bana geldi. Gazi'nin ve kendilerinin 250 bin liralarının bulunduğunu, bununla ihracat ve ithalat yapmak istediklerini, fakat gazi Hazretleri'nin kendisine, -Bir kere Celal Bey'e sorunuz, ondan fikir alınız, dediğini söyledi.
İLK MİLLİ BANKA
İthalat ve ihracat işlerinin çok riskli olabileceğini düşündüm. Sonra Gazi'nin bu gibi işlere isminin karışmaması gerektiğini düşündüm. Vaktiyle bankada çalışırken Türk tacirlerinin yabancı bankalardan faydalandıklarını görür ve milli bir Türk bankasına daima ihtiyaç duyardım. Bu 250 bin lira ile 1 milyon sermayeli bir banka kurulmasını, bunun aslında bir amme hizmeti olacağını düşündüm, bu telkini Muammer Bey'e yaptım. Atatürk bu fikri beğenmiş. Bir akşam sofrada bu konuyu ortaya attı. Üzerinde derinlemesine konuştu ve "Ama kim idare edecek bunu? Bunu idare etmek için Celal Bey gibi bir insan lazım" dedi. Sonuçta Celal (Bayar) Bey, İmar Bakanlığı'ndan istifa etmiş, İş Bankası'nı 250 bin lirası ödenmiş, 1 milyon lira sermaye ile kurup (26 Ağustos 1924), başına geçmiştir. Yani Uşşakizade Muammer Bey'in telkini ile Atatürk iş hayatına girmiştir. Yine o günlerin ortamını ve Atatürk'ün düşüncelerini anlamaya çalışırsak.. Ankara'daki ilk Sovyet Elçisi Aralov (Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları), Atatürk'ün kendisine Türkiye'nin sosyal düzenini şöyle anlattığını yazar:
ÇEKİRDEK KADRO
-Türkiye'de sınıflar yok. Türkiye'de işçi sınıfı yok, çünkü gelişmiş sanayi yok. Bizim burjuvazimizi ise henüz burjuva sınıfı haline getirmek gerekiyor. Ticaretimiz çok cılız, çünkü sermayemiz yok. Neticede Uşşakizade Muammer Bey'in girişimi ve Celal Bey'in bu girişimi projelendirmesi ile İş Bankası kurulmuştur. "Burjuva Sınıfı Yaratma" nın öncüsü Atatürk'tür artık. İş Bankası'nın kurucu ortaklar listesi, Yeni Türkiye burjuvazisinin çekirdek isimleri olabilir mi? İşte bu liste: Mahmut Celal (Bayar), Siirt Milletvekili Mahmut, Hüseyin Beyzade İbrahim, Yenişehirlizade Ethem Hasan, Cebelibereket Milletvekili İhsan, tüccardan Hanifzade Ahmet, Edirneli Emin, eşraftan Sükkerizade Tevfik Paşa, Süreyya Emir Paşa, manifatura tüccarı Hafız Halit, Trabzon Milletvekili Hasan (Saka), Kavalalı İbrahim Paşazade Hüseyin, Attarzade Rasim, Sivas milletvekili Rasim, İnegöllüzade Mehmet Saffet, Uşşakizade Mahmut Muammer, Tüccardan Altıağazade Mustafa, ecza-i tıbbiye taciri Necip, Yelkencizade Lütfi, Hacıebubekirzade Osman, Nemlizade Sıtkı, Ragıppaşazade Şakir, Gaziantep Milletvekili Kılıç Ali, vb.
YARDIM İSTEDİ
Cepheden cepheye koşan Atatürk ve silah arkadaşlarının Kurtuluş savaşı ertesinde bu tür bir eşraf-tüccar kesimine açılıp, onlarla ortak bir iş girişimini başlatmalarında, herhalde Latife Hanım'ın ailesinin, yani Atatürk'ün dünürlerinin etkisi büyüktür. Belki de Latife Hanım, bu bilgilerin ışığında "Mustafa Kemal de bizlerden biri oluyor" diye düşündü ve eşini, diğer kocalar gibi hâkim olunabilecek bir erkek olarak gördü. Ya da ailesi öyle gördü. Çünkü Muammer Bey'in, kızı ayrıldıktan sonra da işlerindeki darboğazlarla ilgili olarak Salih Bozok'a yazdığı ve Atatürk'ün yardımını isteyen mektupları kitaplarda var. Tabii ki bunlar sadece bir yorum. Sonuçta Atatürk bir emirle Latife Hanım'ı boşamış ve onu baba evine geri göndermiştir. Sonrasını biliyoruz.
'Mini mini bir eser hediye edeceğim'
İstanbul'da inzivaya çekilen Latife Hanım, Fatma Saliha takma kimliği ile Avrupa'ya gider ve Çekoslovakya'nın Tatra'sında bir sanatoryuma yatar. İşte oradan Vasıf Bey'e (Çınar) gönderdiği 26 Ocak 1927 tarihli mektup:.
-Bir haftadan beri yatıyorum. Hafif bir enflüanza (İspanyol Nezlesi) geçiriyorum. Bu sabah ikinci bir radyografi yapıldı. Beş haftalık ciddi bir tedavi geçirdiğim için, müstefid olduğumu (İstifade ettiğimi) temin ediyorlar. Şimdilik yegane emelim bu muhitten uzaklaşmaktır. Maarif Vekili Necati Bey'in seyahatini gazetelerden öğrendim. Eğer sıhhatim avdet ederse, kendilerine uzun zaman çalışarak vücuda getirdiğim ve memleket için çok müfid (Faydalı) olacağını zannettiğim mini mini bir eser hediye edeceğim. Tabii eserim kendim kadar küçüktür. Fakat yavrularımıza, vatan ve millet aşkını telkin hususunda, mürebbiyelere çok yardım edecektir. Yeter ki Vekalet-i Celile (Herhalde Milli Eğitim Bakanlığı'nı ifade ediyor) bizlerin tahassüsatından (Hislerinden) affı ehemmiyet etmeyi faideli bulsun. Fatma Saliha Herhalde Şubat 2005'te "Latife Hanım'ın Kağıtları" TTK tarafından açıklandığında, onun Türk eğitim sistemine ilişkin görüşlerini içeren bu "Mini mini eser"i de okuyabileceğiz. Bu mektup yazıldığı sırada Atatürk İstanbul'a Cumhuriyet sonrasındaki ilk ziyaretini yapmaktadır. Ve Atatürk geldiği sırada Latife Hanım İstanbul'da yoktur. Oysa Atatürk ve Latife Hanım, üç yıl önce (12 Eylül 1924) Hamidiye Zırhlısı ile İstanbul'da durmadan Boğaz'ı geçip Karadeniz'e açılmışlar ve bir çeşit gecikmeli bu balayında Samsun'a çıkıp, Erzurum'a kadar gitmişlerdi. Kavgalarla ve ayrılma girişimleri ile geçse bile, bir çeşit balayıydı bu.
O İstanbul'da adı her yerde
Latife Hanım İstanbul Gümüşsuyu'ndaki konağından hiç çıkamazken gazetelere Fatma Saliha takma ismi altında tercüme yapıyor, roman ve öyküler yazıyordu.
Şöyle anlatıldı yıllar sonra: Canlıyken mezara gömülmüş gibiydi. Evde kitap okur, iskambil falı açarmış. Kapıda bekleyen askerleri ütücü kadın kılığında atlatıp gazetelere koşarmış.
Şimdi de Madam Bauer Ata'nın rakısından şikâyet ediyordu
Latife Hanım "Cumhurbaşkanlığı Konutu"nun düzenini kurmak için baba evinden aşçı ve bakıcı getirmiş, konutu dayamış döşemiş ve bir protokol oluşturmuştu Latife Hanım İstanbul'da inzivada yaşarken Çankaya'da hayat onun kurduğu düzende, ama onun kabullenmediği, sabahlara kadar süren sofralarla devam etmekteydi.
Latife Hanım'ın Atatürk'ü canından bezdiren davranışlarını herkes yazmıştır. Atatürk'e herkesin ortasında "Kemal" diye hitap etmesi, çok içmemesi için yüksek sesle uyarılarda bulunması, Atatürk'ün yakın çevresini küçük gördüğünü belli etmesi, bu çiftin ayrıldığı 1926'dan beri her çevrede konuşulur ve tekrarlanır. Nitekim bardağı taşırıp Atatürk'ü boşanma kararına götüren bir son damla da, 1926'nın sıcak bir ağustos gecesinde olmuştur. Çankaya'daki Köşk'e gece dönen Mustafa Kemal, kapı önündeki nöbetçi erler ve subaylarla içtenlik ve samimiyetle sohbet ederken, onu saatlerdir bekleyen Latife Hanım, balkondan olanca sesiyle bağırmıştır:
-Kemal... Mahalle arkadaşların yetmiyormuş gibi şimdi nöbetçilerle mi ahbaplık ediyorsun? Yeter artık, hemen gel buraya.
Bu son olay üzerine Mustafa Kemal Paşa ertesi gün Köşk'ü terk etmiş, Bakanlar Kurulu'na talimat vererek boşanma kararını çıkartmış ve Latife Hanım'ı görmemek için kendisi Yozgat'a giderken, onun İzmir'e geri gönderilmesi için gereken emirleri vermiştir. Latife Hanım'ın yarattığı bu tür olaylar yazının başında söylediğimiz gibi pek çoktur ve hemen her kaynakta bunlar anlatılmıştır. Daha da ötesi Latife Hanım'ın bu tür davranışları, yabancı ülke diplomatlarının kendi ülkelerine gönderdikleri şifreli telgraflara kadar girmiştir. Bunlarda Latife Hanım'la, eşi Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'in herkesin önünde sert ağız dalaşları yaptıkları nakledilmiştir.
SAĞLIK SORUNLARI
Biz Türkler için tarihi bir şahsiyet ve kurtarıcı olan Atatürk'e bir kadının "Kemal" diye seslenmesi, herkesin ortasında onu küçük düşürecek biçimde azarlaması, Atatürk'ün yakın çevresini aşağılaması, tabii ki kabul edilecek davranışlar değil. Ancak neticede bizim için "Atatürk" olan bu kişi, Fransa ve İngiltere'de hukuk eğitimi alan, çok varlıklı Uşşakizadeler'in kızı 24-25 yaşındaki taze gelin Latife'nin, yeni evlendiği "koca"sıydı. Üstelik sağlığına özen gösterilmesi, içki ve sigaradan uzak tutulması gereken, cephelerin, 40'lı yaşların ve yorgun yılların yükünü bedeninde taşıyan bir kocaydı Mustafa Kemal. Örneğin 1923 Kasım'ının ilk haftasında, Atatürk, öğle yemeği sırasında sofrada bir kriz geçirmiş ve Dr. Refik Saydam ona morfin yapmak zorunda kalmıştı. İki gün sonra daha hafif bir kalp sıkıntısı daha geçirdi. İstanbul'dan getirtilen Dr. Neşet Ömer, krizlerin nedeninin "çok çalışmaktan ve yorulmaktan ileri gelen asabi bir hal" olduğu teşhisini koydu.. Dinlenme tavsiye etti, alkol, sigara ve kahvenin azaltılmasını öğütledi. Unutmayalım ki, henüz orta yaşın en verimli çağındayken, 57 yaşında hayata gözlerini yuman Atatürk ilk krizi 1923 Kasım'ında geçirmiş, ölümüne neden olacak hastalığın belirtileri olan burun kanaması ve kaşıntılar, 1928 Ocak'ında ortaya çıkmıştır.
KÖŞK'TE VALS
Atatürk, Latife Hanım'ın zorla kabul ettirmeye çalıştığı "Düzenli Aile Modeli"ne uyum gösterseydi daha fazla yaşamaz mıydı? Bazıları bu konuda "Az yaşadı ama çok yaşayan nice insanın hayal bile edemeyeceği işleri başardı" diyorlar. Daha çok yaşayıp daha çok iş başarsaydı kötü mü olurdu? Mevhibe İnönü'nün kurduğu aile düzenine uyum gösteren İsmet İnönü'nün 1960'lı yılların sonuna kadar aktif politik yaşam sürdürmesi, o kuşak insanlar için daha iyi bir örnek değil midir? Ayrıca Latife Hanım, Cumhuriyet'in kalbini oluşturan Çankaya'da bir "Cumhurbaşkanlığı Konutu"nun düzenini kurmuştur. Çankaya'ya İzmir'deki baba evinden aşçı ve bakıcı getirmiş, Konut'u dayamış döşemiş ve kendince bir protokol oluşturmuştur. Latife Hanım'ın kurduğu ve ancak "Kadın Eli" değince oluşturulabilecek düzeni, Atatürk'ün de benimsediği, devam ettirmesinden bellidir. Latife Hanım'ı boşayıp İzmir'e geri gönderdiği 1925'in sonunda, rahmetli Orgeneral Fahrettin Altay'ı Ankara'da, Çankaya'da ağırlar Atatürk. Altay anılarında Atatürk'ün konuğu olarak 22 Ekim-1 Kasım 1925'te yaşadıklarını anlatır. İsviçre'den Madam Bauer adında bir kadın getirtilmiştir. Atatürk'le Fransızca konuşmaktadır bu kadın. Görevi Altay'ın Atatürk'ün kızları" dediği dört manevi evlada Avrupa terbiyesi vermek ve Köşk'e Avrupa adabını yerleştirmekmiş. Fahrettin Paşa'nın Çankaya'daki ilk gününün akşam yemeğine Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü (Aras) Bey, frak giymiş halde, eşi ve kızı ile, Başbakan İsmet Paşa da yalnız gelir. Sofrada Atatürk'ün sağında Aras'ın eşi, solunda Madam Bauer, Bayan Aras'ın sağında İsmet Paşa, onun yanında Afet (İnan) Hanım, Bauer'in solunda Tevfik Rüştü Bey ve dört küçük kız otururlar. Yemekte şarap, sonra da şampanya içilir. Çorba, külbastı, ograten patlıcan, krema ve kavun ikram edilir. Yemekten sonra gramofon çalınır. Atatürk Madam Bauer'le önce foxtrot, sonra da vals yapar. Fahrettin Paşa'yı zorla kaldırtıp, İsviçreli kadının ona dans öğretmesini ister ama Paşa zorlanır. Bu arada Atatürk'ün gözü Tevfik Rüştü'nün kızı Emel'in uzun saçlarına takılır. Kendi berberi Sabri'yi çağırtır ve ileride Fatin Rüştü Zorlu'nun eşi olacak bu genç kızın saçlarını kısa kesmesini emreder. Emel'in saçları "Modaya uygun" biçimde o anda sofra başında kesilir. Vakit geç olunca İsmet Paşa "Yarın çok işim var" diyerek kalkar.
'BEN ÖLÇÜMÜ BİLİRİM'
Köşkteki hayat her akşam böyledir. Ertesi gece, eteği püsküllü dekolte bir tuvalet giyen Madam Bauer bu defa sofrada Atatürk'ün karşısında oturmuştur. Afet Hanım siyah ipekli ve işlemeli bir gece elbisesi giymiştir. Misafirler Adalet Bakanı Mahmut Esat (Bozkurt), İçişleri Bakanı Cemil (Uybadın), Salih (Bozok), Saffet (Arıkan) beylerdir. Bu defa canlı orkestra vardır. Atatürk, Altay Paşa'yı zorlayıp madamla dans ettirir. İsviçreli kadın, Atatürk'ün çok rakı içtiğini söyleyip, "Sağlığı bozulacak diye korkuyorum" şeklinde dert yanar. Atatürk madamı odasına gönderir. Sonra orkestraya zeybek havaları çaldırtıp, kendisi de dizlerini yere vurarak müthiş bir gösteri yapar. Sonra çok içmesinden bahis açıp, "Merak etmeyin, ben ölçümü bilirim" der. Bir kenarda uyuklayan Salih Bozok'u alaya alır. Sonra bir koltukta mahzun oturan Afet İnan'ın yanına oturup, "Bu da benim hallerime üzülüyor. Ben kendimden çok misafirlerimin eğlenmesini istiyorum" diye dert yanar.
YAZARLIK DA YAPTI
Bir sonraki gecenin eşli ve fraklı davetlileri arasında İnönü de vardır. Rahatsız olduğu için gelemeyeceği iletilir. Ama biraz sonra İnönü yalnız gelir ve eşinin rahatsız olduğunu söyler. Sonra yine müzik başlar, danslar ve alaturka oyunlarla konuklar neşelendirilir (Fahrettin Altay, Görüp Geçirdiklerim, İnsel Yayınları 1970). Evet "Latife Hanım'sız Çankaya"da hayat, onun koyduğu düzende ama onun kabul etmek istemediği sabahlara kadar süren sofralarla devam etmektedir. Bu sırada Latife Hanım inzivadaki hayatına devam etmekte ve İstanbul Gümüşsuyu'ndaki ahşap köşkte yaşamaktadır. Can Dündar'ın "Yüzyılın Aşkları" belgeseline konuşan Latife Hanım'ın erkek kardeşi Ömer Uşşaki'nin torunu Dilek Bebe, Latife Hanım'ın ölümüne kadar yalnız geçireceği yılları şöyle anlatmıştı: -Canlıyken mezara gömülmek gibi... Evde kitap okur, durmadan iskambil falı açarmış. Askerler kapısında bekler, bazen onları atlatmak için çarşafla örtünür, ütücü kadın kılığında dışarı kaçarmış. Gazetelere başka isimle tercüme yapıp romanlar, hikâyeler yazıp para kazanmış. Latife Hanım, Fatma Saliha takma adıyla Türkiye dışına çıkmaktadır artık. Atatürk Cumhurbaşkanı olarak ilk kez İstanbul'u ziyaret ederken (1 Temmuz 1927), Latife Hanım İstanbul'dan ayrılmaktadır.
'Bir an evvel iyileşmeye gayret edeceğim'
Vasıf Çınar'a yazdığı ikinci mektup 10 Aralık 1926 tarihini taşıyor. Şunlar var mektubun içeriğinde: "Bugün karşınıza kemal-i cesaretle çıkıyorum. Çünkü beni düşünenlerin, beni yaşatmak isteyenlerin sözünü dinlemeye, kendimi ciddi surette tedavi ettirmeye karar vermiş bulunuyorum. Son zamanlarda fazlaca rahatsızdım. Sonunda seyahate çıkıp, dışarıda tedavi olmaya razı oldum. Seyahatimde iz'ac edilmemek için incognito (gizli kimlikle) kalacağım. Mamafih, sizi bizzat haberdar etmekten men-i nefs edemedim. Pazartesi günü hastabakıcı ile Viyana'ya müteveccihen hareket edeceğim. Otel Bristol'e inmeyi düşünüyorum. Orada azami bir hafta kalacağım. Mütehassıs profesörlerin fikrini aldıktan sonra, bir sanatoryuma çekilip bir an evvel iyileşmeye gayret edeceğim. Karpatlar'daki meşhur Tatra'nın eteğinde, son sistem inşa edilmiş bir müesseseyi çok methettiler. Adı Sontag Sanatorium Palace. Benim, sirayet devresine dahil olmuş hastalarla bulunmaklığımı tasvip etmediklerinden, bu sanatoryumu bilhassa tavsiye ediyorlar. Karar Viyana'daki profesörlerindir. Latife"
Taze gelin Latife Hanım
Neticede bizim için "Atatürk" olan bu kişi, Fransa ve İngiltere'de hukuk eğitimi alan, çok varlıklı Uşşakizadeler'in kızı 24 - 25 yaşındaki taze gelin Latife'nin, yeni evlendiği "koca"sıydı.
Yarın
Kuruluş döneminde kurucu Atatürk'ün hayatına ayak uydurmak kolay değildi.... İş Bankası Türkiye'de burjuvazi yaratma çabasının sonucu muydu?
Latife hanım'ın sır mektupları
Mehmet Barlas Latife Hanım'ın boşanmasının ardından Vasıf Çınar'a yazdığı elem dolu mektupları yorumluyor.
Ve o, hislerini Ankara'dan ayrılırken kendisine refakat eden Vasıf Bey'e yazdığı mektuplara yansıtır... 21 Ağustos 1926 tarihli ilk mektupta da dediği gibi artık neşeyi unutmuş bir kadındır... "Atatürk'le evli olmak" ile evli olmak" arasındaki farkı kavrayamadığı için 2 yıl 6 ay 5 günlük evliliği Bakanlar Kurulu kararı ile biten Latife Hanım yalnız ve öfkelidir...
Elem büyük bir mürebbiyedir. Bana neler öğretiyor
1925'te Mustafa Kemal'den ayrıldığı kendisine "tebliğ olunan" Latife Hanım İzmir'e, babaevine döner ve ümitle Ankara'dan bir haber bekler Muhtemelen bu olayı 'geçici bir öfke' sonucu olarak değerlendirmekte, daha önce olduğu gibi, yeniden beraber olabileceklerini düşünmektedir.
BAŞLARKEN
Latife Hanım'la Mustafa Kemal Paşa'nın evlenmeleri, beraberlikleri, kavgaları ve ayrılmaları üzerinde pek çok araştırmalar yapıldı. Geniş okur kitlelerinin ilgi gösterdiği bu kitaplara, Nezihe Araz'ın (Mustafa Kemal'le 1000 Gün), İsmet Bozdağ'ın (Atatürk ve Eşi Latife Hanım) çalışmalarını örnek olarak verebiliriz. Ayrıca Salih Bozok'un, Falih Rıfkı Atay'ın, Halide Edip Adıvar'ın ve pek çok şahsiyetin anılarında, Latife Hanım-Mustafa Kemal beraberliğinden bölümler bulabilirsiniz. Can Dündar'ın yayına hazırladığı Salih Bozok'un anılarında da (Yaveri Atatürk'ü Anlatıyor), bu beraberliğe ait önemli ayrıntılar var. Ben bu yazı dizisinde 1986'da bana rahmetli Neriman Selgil tarafından verilen ve onun dayısı Vasıf Çınar'a (Atatürk'ün Milli Eğitim Bakanı ve Moskova Büyükelçisi) Latife Hanım'ın yazdığı mektupları gündeme getirmeye çalışacağım. Bu mektupları, benim daha önceki çalışmamdan alıntı yaparak, Nezihe Araz da kitabında kullandı. Ama bu mektupların Vasıf Çınar'a yazıldığını o da bilmiyordu. Çünkü Neriman Selgil bu şartla vermişti mektupları bana. Ancak önümüzdeki şubatta aralarında Atatürk'ün Latife Hanım'a yazdığı mektuplar bile, Türk Tarih Kurumu tarafından açılıp yayınlanacağı için, ben isim vermeme şartının sona erdiğini düşündüm. Bu yazı dizisinde Fatma Salih takma adıyla Çekoslovakya'da bir sanatoryuma yatan Latife Hanım'ın, Atatürk tarafından boşanıldıktan sonraki kırıklığını pek açık göreceksiniz.
***
Ankara Garı'nda bir tren İzmir'e götüreceği önemli yolcusunu bekliyor 6 Ağustos 1925 günü. Peronda polisler var. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'e çok yakın oldukları bilinen isimler bu önemli yolcuyu beklemekte. Derken önemli yolcu, Latife Hanım, Gar'a geliyor. Bir gün önce, Mustafa Kemal Paşa'nın kendisini boşadığına ilişkin Vekiller Heyeti Kararı, Siirt mebusu Mahmut Bey tarafından Latife Hanım'a tebliğ olunmuştur. Bunun üzerine Çankaya'daki "Ev"den eşyalarını alelacele toplamış ve Atatürk'ün kendisine bildirilen isteği (veya talimatı) uyarınca İzmir'e, baba evine dönmektedir.
KILIÇ ALİ'YLE GÖRÜŞME
Tren hareket etmeden önce, uğurlamaya gelenlerden Kılıç Ali Bey'le başbaşa konuşuyor. Kendisi ile görüşmemek için Yozgat'a gitmiş olan eski eşi Mustafa Kemal'e sayısız pişmanlık ve özür mesajlarından birini daha iletmesi için, Kılıç Ali'den ricacı oluyor. Sonra tren hareket ediyor. Artık sadece "Uşşakizade Latife Hanımefendi" olarak anılacak 27 yaşındaki bu dul hanımın refakatçisi, İzmir'den Latife Hanım'ın da tanıdığı olan ve Atatürk'e en yakın isimler arasında bulunan Vasıf (Çınar) Bey'dir. Bu refakatçilik, tabii ki, Mustafa Kemal'in talimatı ve izni ile yapılmaktadır. İzmir'e kadar sürecek olan yolculukta Latife Hanım'ın Vasıf Bey'e neler anlattığını bilmiyoruz. Herhalde her yeni boşanmış kadın gibi hem çok öfkeliydi,hem de çok üzgündü. "Atatürk'le Evli Olmak" ile sadece "Evli Olmak" arasındaki farkı kavrayamadığı için, 29 Ocak 1923'te başlayan 2 yıl 6 ay, 5 günlük birlikteliğin nasıl böyle birden, bir Bakanlar Kurulu Kararı ile sona erdiğini de, herhalde o ilk anlarda tam değerlendirememişti.
BOŞANMA ŞOKU
Belki de Mustafa Kemal'le bir Batılı gibi "Nikah Töreni" ile evlenip, bir Doğulu gibi "Talak"la boşanmanın şokunu da yaşamaktadır. Muhtemelen öfkesi üzüntüsüne ağır basıyordu. Ve muhtemelen, bu olayı Mustafa Kemal Paşa'nın geçici bir öfkesinin sonucu gibi değerlendirip, daha önceki gerginliklerde olduğu gibi, yeniden beraber olabileceklerini de düşünüyordu. Bu İzmirli kadın, kendisinden önce aynı serüveni yaşayan ama evlilik yapamayan Balkan kızı Fikriye ile aynı sonu paylaştığını da düşünüyor muydu acaba? Fikriye, Mustafa Kemal Latife ile evlendiği sırada Münih'te bir sanatoryumdaydı. Sonra Ankara'ya döndü ve artık Mustafa Kemal'i göremeyeceğini, O'nun artık Latife Hanım'a ait olduğunu öğrenince kendini vurup intihar etti. Hatta bazı kanıtlanmayan söylentilere göre, elinde silahla Çankaya'ya girmeye kalkınca vurularak öldürüldü.
AYRILIK ERTESİNDE TEDAVİ
Latife Hanım (sonra Uşaklıgil) 1976'da bir hastalık sonucu evinde öldü. Ne intihar etti, ne de vuruldu. Ama neticede Mustafa Kemal, onun da olmadı sonuna kadar. O da elinde tutamadı Mustafa Kemal'i. Ve daha sonra Latife de, Fikriye gibi, ayrılık ertesinde Avrupa'ya (Çekoslovakya) gidip, bir sanatoryumda tedavi gördü. Tren İzmir'e geldiğinde, Latife Hanım, söyleyebileceği her şeyi söylemiş, anlatabileceği her şeyi anlatmıştır Vasıf Bey'e. Sonra Babası Muammer Bey'in konağına kapanmıştır. Daha sonra, yine babasına ait olan İstanbul Gümüşsuyu'ndaki üç katlı köşkte kalmaktadır.
ATATÜRK'ÜN MEKTUBU
Ve hep "O haber"i beklemektedir. Yani Ankara'dan gelecek haberi. Bu arada mektuplar yazar ve mektuplar alır. Aralarında Mustafa Kemal Paşa'nın yazdığı ve boşanmanın gerekçelerini anlatan mektubun da bulunduğu "Latife Uşaklıgil Belgeleri" veya arşivi 1980 yılında "25 yıl gizli tutulacaktır" damgası ile Türk Tarih Kurumu'na teslim edildiği için, sürenin bitimi olan 2005 Şubat'ında kamuoyunun bilgisine açılacak. Bu konuda geçenlerde Yeni Şafak'a açıklama yapan TTK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, özellikle Atatürk'ün Latife Hanım'a yazdığı boşanma mektubunu incelediğini ve çok etkilendiğini, mektupta Atatürk'ün 2.5 yıllık evliliğinin bitmesini eşine izah ettiğini söylemişti. Bu belgelerin açıklanmasını beklerken, daha önce Güneş gazetesinde (1986) yayınladığım ve Latife Uşaklıgil tarafından rahmetli Vasıf Çınar'a hitaben yazılmış mektupları, bir çeşit medya arkeolojisi yapıp, yeniden gündeme getirmeyi gerekli buldum.
Ebediyen Kaybetti
Latife Hanım (sonra Uşaklıgil) 1976'da bir hastalık sonucu evinde öldü. Ne intihar etti, ne de vuruldu. Ama neticede Mustafa Kemal, onun da olmadı sonuna kadar. O da elinde tutamadı Mustafa Kemal'i. Ve daha sonra Latife de, Fikriye gibi, ayrılık ertesinde Avrupa'ya (Çekoslovakya) gidip, bir sanatoryumda tedavi gördü. Aralarında Mustafa Kemal Paşa'nın yazdığı ve boşanmanın gerekçelerini anlatan mektubun da bulunduğu "Latife Uşaklıgil Belgeleri" veya arşivi 1980 yılında "25 yıl gizli tutulacaktır" damgası ile Türk Tarih Kurumu'na teslim edildiği için, sürenin bitimi olan 2005 Şubat'ında kamuoyunun bilgisine açılacak.
'Manen ve maddeten hastayım'
İlk mektup 21 Ağustos 1926'da İstanbul'dan yazılıp gönderilmiş. Şöyle: "İstanbul'un bir köşesinde elem ve ızdırap içinde yuvarlanan güzel İzmir'in bedbaht kızını bir suretle hatırlamanız, ahlakınızın, hissiyatınızın, nezahat ve asaletine en büyük delildir. Seyahat meselesini unutmuştum. Saadetimden, yuvamdan, kıymetli emellerimden öyle feci şekilde uzaklaştırıldım ki, kendimi çok sevdiğim Türk dilini ve beklemekte canımla başımla merbut olduğum Türk yurdunu seyretmekten de mahrum bırakmak istemiyordum. Samimi ve mucip bir lüzum olduğu halde, memleketimden ayrılmaya karar veremiyorum. Belki Latife Hanım'ı azim sahibi, benlik sahibi bilirdin. Bu ne zaaf.. Kendini niçin bu kadar derin bir eleme kaptırdın? Onun yüksek izzet-i nefsi, kadınlığı, şerefi nerede diyeceksiniz? Çok rica ederim, beni sakın tağyip (Ayıplamak) etmeyesiniz. Hayatta öyle muammalara, öyle müthiş fırtınalara tesadüf edilir ki, bazen en kuvvetli dimağ bile muvazenesini kaybedecek kadar sarsılır. Böyle vaziyetlerde, bence yakın bildiğimiz insanların, hazan yaprakları gibi titreye titreye, çırpına çırpına kızarıp sarardıklarını, solduklarını ve nihayet merbut oldukları dala tutunamayarak düştüklerini ve toprağa karıştıklarını görürüz. Fakat bazen elem, yine o kahhar (kahredici) pençe, tefrik ettiği mütait bir ruhu kuvvetli yumruğu içinde sıkar. Bir gün dünyanın her acısını küçük görecek kadar kudretli olarak, yepyeni bir zihniyetle (vazife zihniyetiyle) beşeriyetin içine atar. Öyle zannediyorum ki, mensup oldukları heyet-i içtimaiyeye (sosyal topluluğa) en büyük hakları sebkat etmiş (geçmiş) olanlar, bu mektuptan çıkanlardır. Elem büyük mürebbiyedir. Bilseniz bana ne hakikatler öğretiyor. Bana sıhhatli ve neşeli bir hayat temenni ediyorsunuz. Mutlaka bir hakk-ı hayat edebilmek için, evvela sıhhatli olmak lazımdır. Bilhassa dimağ ve his meselesi mühimdir. Maalesef hem manen, hem maddeten hastayım. Çok muzdarip bir haldeyim. Neşeyi unuttum.
Latife"