beyaz kuğu
  Islam ve Kilise:
 

İslam ve Kilise: Akıl ve kılıç

 Yeni Şafak › Düşünce Gündemi

                              

DOÇ. DR. ORHAN ATALAY(*)

Batı'da akıl arayışı asırlardır sürmesine rağmen anlaşılan odur ki, önlerinde henüz daha çok yürüyecek yolları vardır. Hatırlanacak olursa uzun bir süre deneysel bilimlerle beslenen Yunan felsefesi Aristo'dan sonra önce duyulara sonra da akla güvenmeyen gnosizm handikabına yakalandı ve zamanla aklı tümüyle devre dışı bırakan 'Atıl Akıl Çağı'nı yaşamak zorunda kaldı.


Free Image Hosting at www.ImageShack.us

 

VATİKAN'IN AKLI

 

Tam da bu dönemlerde Batılı insan Hıristiyanlık'la tanıştı ve irrasyonalizmi, yani akıldışılığı dinî bir erdem edindi. Akla karşı bu negatif tutum doğrudan insanı da hiçliğe, hatta kötülüğe mahkum etmiştir. Bu nedenledir ki, bu dönem Kilise papazlarınca inşa edilen resmi amentüde insana ilişkin birtakım aşağılayıcı esaslara yer verilmiştir.

Esasında tarihsel süreçle birlikte değerlendirildiğinde 'Kilise amentüsü'nün papazlarını ilahlaştırmak amacıyla hem Tanrı'yı hem de insanı bütünüyle tarihin dışına iten bir öz ve nitelik taşıdığını rahatlıkla görürüz. Böylesi bir vizyondan hareket eden Kilise Hıristiyanlığı'nın beşeriyete 'yenilik' olarak getireceği şey karanlık, şiddet ve akıldışılıktan başka ne olabilirdi ki?

 

NIETZSCHE: "BİZİ MÜSLÜMANLAR KARŞISINDA GÜLÜNÇ DURUMA DÜŞÜRDÜNÜZ"

 

Şimdi Papa'ya sormak lazım:

 

Resmi amentünüze göre;

 

1-Tanrı'nın bir açıdan bir; diğer bir açıdan üç olmasını hangi rasyonel temele dayandırıyor ve nasıl izah ediyorsunuz?

 

2-Anasından doğan her insanı babası Adem'in günahıyla yükümlü tutmayı hangi sağduyuya, hangi akla ve mantığa dayanarak temellendiriyorsunuz? Vaftiz olmadan ölen çocukları bile ebedî olarak cehennemin diplerinde sürünmeye terk eden Kilise hangi yüzle hümanizmadan, merhamet ve şefkatten bahsediyor?

 

3-Babalarının günahından sorumlu kıldığınız beşeriyeti bu günahın vicdani azabından kurtarmak için ete ve kemiğe bürünerek kendisini günahkar kulların elinde çarmıha geren bir Tanrı'yı hangi akıl ile tanımlıyor ve niteliyorsunuz?

 

4-İnsanların mallarını haksız gerekçe-lerle yemek amacıyla yeryüzüne salıverdiğiniz papazların cehennemden azad etmek ve cennetten arsa satmak karşılığında endulijans dağıtmalarının hangi rasyonel dayanağı vardır?

 

5-'Akıl Çağı'na ulaşmak amacıyla insanları akıllarını kullanmaya davet eden nice düşünce ve bilim adamını engizisyonlarda Tanrı adına cezalandırmaya ne dersiniz? Yüzünüzü kıyamete kadar kızartmaya yetecek derecede akla ve insana karşı işlediğiniz bu cürümün suçlusu olarak 'akıl' kelimesini telaffuz etmeye utanmıyor musunuz?

 

6-"Ben özgürüm, kimsenin kölesi değilim. Ama daha çok kişi kazanmak için herkesin kölesi oldum. Yahudileri kazanmak için Yahudilere bir Yahudi gibi davrandım. Kendim Tevrat'ın denetimi altında olmadığım halde, Tevrat'a bağlı olanları kazanmak için Tevrat'a bağlıymışım gibi davrandım… Güçsüzleri kazanmak için onlarla güçsüz oldum. Ne yapıp ne edip bazılarını kurtarmak için herkesle her şey oldum." (Korintlilere Birinci Mektup) esasına dayanarak yeryüzünde yalana, kandırmaya, ikiyüzlülüğe dayalı dinî bir tebliğ harekâtı ile malul iken, samimiyetten, açık sözlülükten, doğruluktan nasıl söz edersiniz?

 

7-"Kilise'nin dışında felâh yoktur" dogması ile kurtuluşu Kilise'nin tekeline alan sizler, ne zamandan beri akla da bir alan ayırdınız ki, 'akla hitap eden' ayırıcı özelliğine sahip İslâm ile akıl ilişkisini değerlendirmeye cüret edebiliyorsunuz?

 

8-Sözde Hz. İsa'nın "Onları içeriye girmeye zorla!" sözüne dayanarak insanları zor ve şiddet kullanarak Hıristiyanlaştırmayı asırlarca dinî bir politika olarak yürütmüş olan Kilise'nin, bunun esasında resmî doktrinlerinizden ayrılmalar sonucu gittikçe azalan gelirlerinizi korumak ve yeniden artırmak amacından başka bir amaç taşımadığını duymayan ve bilmeyen akıl mı kaldı sanıyor?. (Bury, J. B. Fikir ve Söz Hürriyeti, Çev. Avni Başman, Remzi Kitabevi, İst., 1945, s.46-50)

 

9-Akıldışı tüm dini faaliyetleriniz nedeniyle Nietzsche'ye 'Bizi bu halinizle Müslümanlar karşısında gülünç duruma düşürdünüz, bakın Müslümanlar haklı olarak bize gülüyorlar' dedirten Kilise değil midir?

 

İslâm ile Kılıç arasında kurduğunuz ilintiye gelince, bunun yeni bir şey olmadığını siz de söylüyorsunuz. Zira İslâm'ın özellikle resmi amentünüzün içerdiği akıldışılıklardan ve gerek Kilise'nin din adına ve gerekse krallıkların devlet adına topladığı insafsız vergilerden bıkmış usanmış Hıristiyan kitleleri cezbeden akılcılığı, adaleti ve insafı karşısında beşiğinizi kaybetmenin şoku ile söylenmiş bir saçmalık olduğunu herkes iyi biliyor.

 

Şimdi gelin de şiddet, soykırım, engizisyon ve sömürge kültürünün en deneyimli varisleri olan sizlerin bu konuda İslâm'a isnat edeceğiniz bir ayıbın bulunmadığını bizzat sizin kültürünüze mensup insanlardan dinleyelim:

 

1-Mesela ünlü Medeniyet Tarihçisi Arnold Toynbee, hakikati tebliğ konusunda Hıristiyanların, müşrikler ve tanrı tanımazlardan geri kalmadıklarını ileri sürerek, Müslümanların bu konuda hiçbir zaman insanî ölçüleri aşmadıklarını defalarca tekrarlamıştır. Oysa başlangıçta kendileri şiddete ve kılıca maruz kaldıkları için bunu büyük bir suç kabul eden Kilise'nin M. 4. asırda güçlenip, imparatorluğu ele geçirince aynı kılıcı farklı dinsel geleneklere mensup olanlar bir tarafa bizzat kendi dindaşlarına çevirmek gibi korkunç bir hataya düştüğünü görmüyor mu? (Medeniyet Yargılanıyor, Çev. Ufuk Uyan, İşaret Yay., İstanbul, 1988)

 

2-Üstün askerî teknolojiye ve düzenli ordu geleneğine, zengin ekonomik refaha ve ileri uygarlık düzeyine ulaşmamakla beraber, mezkûr özelliklere sahip Bizans ve Sasani gibi devrin en güçlü devletlerine sınır bir coğrafyada yaşayan ilk Müslüman toplumun eliyle İslâm'ın söz konusu devletlerin fizikî ve beşerî coğrafyalarında hızlı bir yayılış sürecini başarması sebebiyle birçoklarınız: 'Nasıl olur da İslam bu kadar hızlı ve bir bütünlük içinde yayılabilir?' sorusuna akıldan çok uzaklarda şu cevabı verdiniz: "Müslümanlar, dinlerini kılıçla yaydılar," derken, Caryle'in, bir olumsuzlama da içeren şu özlü cevabı unutmuş gibiydiniz: Haydi sizler de kılıçlarınıza davranın, bakalım olacak mı? Oysa İslâmiyet'in en büyük yayılışının, İslâm'ın siyasî ve askerî gücünün en zayıf olduğu dönem ve coğrafyalarda gerçekleştiği, bu hakikatin Güney Hindistan ve Doğu Bengal'de de güneş kadar açık ve net olduğu hususu, insaf sahibi Batılılarca da kabul edilmektedir.

 

3-Keza sizler, Brockelman'ın, İslâm'ın bu yayılış trendindeki temel esprinin ve ihtidâ olayına yol açan en etkileyici motifin tevhid düşüncesi olduğu biçimindeki doğru teşhisini gözardı ettiniz. (History of the Islamic People, London, 1959)

 

4-Ayrıca, İslâm'ın ilk yayılış dönemlerinde İslâmî yayılışın aygıtları arasında ticaretin önemli bir kanal olduğunu ve Hindistan sahilleri, Seylan, Çin, Doğu Afrika, Endonezya, Filipinler ve Hint Okyanusu'ndaki adalarda yaşayan ilk Müslüman toplulukların ihtidâsında rol oynayan kişilerin Müslüman askerler değil de Müslüman tacirler olduğunu da mı duymadınız?

 

5-Evet İslâm'ın yayılış sürecinde kılıcın hiç bir zaman kullanılmadığını ileri sürmenin büyük bir tarihsel ve toplumsal gerçekliği inkâr etmek olduğunu bilmek gerekir. Ancak bilinmelidir ki, bu araç, dinsel bir inancı benimsetmek için değil, siyasal bir toplum olarak varlığını sürdürmek isteyen İslâm ümmetinin hayat hakkı ile ilgilidir. Çünkü tecrübeler, sorumsuz insanlara karşı, ama yine kendi yararlarına olmak üzere, şiddet yolunun zaman zaman gerekli olduğunu göstermektedir. O halde, bir olabilirlik söz konusu olduğuna göre bunun, hakikatin doğasında bulunan şiddet aracılığıyla, tıpkı muhalif tarafın zafer kazanabilme imkânına sahip olması gibi, uygun şartlarda ortaya konulmasından geri durulamaz. Öyleyse bu durum eşyanın iki olabilirlik arasındaki seçimini belirleyen iç ve dış doğasıdır. Bir yandan amaç, aracı kutsarken; diğer taraftan araç, amacı kirletebilir; bu da aracın, ilâhî doğada önceden tasarlanmış olması gerektiğine işaret eder. O halde şiddetin hakkı, bir dereceye kadar ve bir müştereklik gözüyle bakıldığı zaman, bir parçası olduğumuz saf tabiatta önceden tasarlanmış haldedir. Fakat aynı doğada sadakatsizlik, ihanet ve soysuzluk türünden herhangi bir hak örneğine rastlamak mümkün değildir.

 

6-Ayrıca olaya, başkasının hakikati öğrenmesini engellemenin toplumsal bir suç boyutu oluşturması açısından bakılırsa, medenî bir topluluğun herhangi bir üyesi üzerinde, onun arzusuna rağmen, kuvvetin haklı olarak kullanılabileceği yegâne maksadın, başkalarına gelecek zararı önlemek olduğu hususu en hürriyetçi tezlerde bile kabul görmüştür. Buradan hareketle İslâm'ın, amacı doğrultusunda, bazı önlemlerin meşrûiyetini öngörerek, zaman zaman sorumsuzluğa karşı kuvvet kullanmaya niçin cevaz verdiğini anlamak zor değildir.

 

İNSAN TÜRÜNÜ YOK ETME, KÖKÜNÜ KAZIMA SANATI!

 

7-Nitekim Hıristiyanlarla-Müslümanlar arasında bu muhtevada bir mukayese yapan Bayle ise "... Eğer, Arapların veya Türklerin yerine Asya'da egemenliği Hıristiyanlar ele geçirmiş olsalardı, Yunan Kilisesi'nden tek bir iz bile bırakmaz, bir zamanlar bu kıtada yaşayan Hıristiyanlara hoşgörü ile davranan Müslümanlara göz açtırmazlardı. Biz Hıristiyanlar, insan türünü katletme, canına okuma, kökünü kazıma sanatında diğerlerinden çok daha dene-yimli olmanın tartışılmaz üstünlüğüne sahibiz" diyerek, Hıristiyanların Müslümanlara isnat ettikleri kılıçla yayılma ithamına itiraz eder.

 

8-Bir başka Batılı L. Browne ise The Prospects of İslâm isimli eserinde "(...) Doğruluğundan kuşku duyulmayan gerçekler, Müslümanların gittikleri yerde halkı kılıç zoru ile İslâm'a soktukları yo-lundaki Hıristiyan kaynaklı iddiaların kökten asılsız olduğunu belgelemektedir. Her şeyden önce Arapların, sadece sayılarına ve maddî donanımlarına dayanarak, ülkeler fethedip halkları, zorla İslâm'a sokmaya yetecek güçte olduklarını düşünmek mümkün değildir. Fetihlerin arkasındaki dinamik etken, onların, halkları çağırdıkları İslâm kardeşliği idi. İşte bu kardeşliğin çapı da, mühtedi kümeleri ile çığ gibi büyüyordu" derken aynı gerçeği vurgulamaktadır.

 

9-Hıristiyanların, katı önyargı ve düşmanlıklardan yola çıkarak İslâm'ın başarısını -özellikle bu başarı Hıristiyanların aleyhine olduğu için- şiddete başvurmak gibi asılsız etkenlere bağlamaları genellikle kolay ama amaçları bakımından oldukça faydalı oluyordu.

 

İslâm'a ilişkin karalama kam-panyalarını Ortaçağ'da sürdürenler genelde barış rolünü üstlenen misyonerler, kilise adamları ve fanatikler iken, modern dönemlerde ise sömürge hükümetleri ve siyasîler bunu çokuluslu sömürge güçlerin emrindeki iletişim kanalları ile sürdürmektedirler. Bunların dünya dengelerini kendi çıkarları ek-seninde düzenleme girişimlerine karşı yükselen İslâmî itirazı terörizmle niteleme yöntemleri, kitleler üzerinde icat ettikleri Rablik konumlarını kaybetmemek amacıyla da İslâm'ı dinsizlik olarak tanımlayan Ortaçağ papazlarının modern / seküler formudur. Şüphesiz ki, bu tür bir imaj oluşturmakla amaçları Maxime Rodinson'un da belirttiği gibi "İslâm hakkındaki tahlillerini, İslâm'ın mümkün olan her türlü etkisini önleyecek biçimde yapmak" olmuştur. (Batı'yı Büyüleyen İslâm, Çev. Cemil Meriç, Pınar Yay. İstanbul, 1983)

 

(*) İSLÂM FELSEFECİSİ

 

19.09.2006

 
 
  Bugün 121 ziyaretçi (203 klik) buradaydı

beyaz kuğu Selam Dünya !.. Selam Türkiye !.. Sitemize Hoş Geldiniz !.. ( beyaz kuğu ) bir aile sitesidir !.. Lütfen bizi takip ve dostlarınıza tavsiye ediniz !. Bu çorbada tuzu olsun isteyenlerin, tenkit ve tavsiyeleri için ( mim.sait@hotmail.com )veya ( alt1946@windowslive.com ) adreslerine mail göndermelerini bekliyoruz !.. Sitemizde "bir hoş sada" menüsü altında yer alan "beyaz kuğu", "teferruat", "derviş hüseyine mektuplar" ve "hem nalına hem mıhına" bölümleri orjinal olup, bunların hiç bir hakkı mahfuz değildir, kaynak gösterilerek veya gösterilmeksizin kullanılabilir. Diğer dökümanlar ise; çeşitli sitelerden alınmış, bazılarında değişiklik yapılmıştır.İlgililerin talebi halinde derhal kaldırılacaktır!..Bilgilerinize sunulur !.. *** beyaz kuğu***Ailenizin Sitesi***











* * * * *


 
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol