beyaz kuğu
  Sunneti Anlamadaki Yontem
 


Sünneti Anlamadaki Yöntem

Yusuf El Kardavi


İÇİNDEKİLER

Mütercimin Sunuşu 11

Takdim / Tâhâ Câbir el- Alvânî 13

Önsöz 31

 

BİRİNCİ BÖLÜM

1- Sünnetin Tanımı ve Kapsamı 37

    A- Usulcülere Göre Sünnet 44

    B- Fakihlere Göre Sünnet 44

    C- Hadisçilere Göre Sünnet 46

        I- Nebî'nin (s.a.v.) Sözleri 46

            a-Nebevi Belagat 57

            b- Kaviî Hadislerin Önemi 60

        II-Nebî'nin (s.a.v.) Fiilleri 61

        III- Nebî'nin (s.a.v.) Takrirleri 71

        IV- Nebî'nin (s.a.v.) Sıfatları 74

        V - Nebî'nin (s.a.v.) Sireti 75

    D- Sünnetin Hepsi Haktır ve Onda Bâtıla Yer Yoktur 77

2- Sünnetin Önemi ve Delil Oluşu 83

    A- Kur'an'm Delâleti 83

    B- Sünnetin Delâleti 85

    C- Sahabe ve Onlardan Sonra Ümmetin İcmaı 89

    D- Fıkıhtaki Hükümlerin Çoğunun Kaynağı Sünnettir 92

    E- Rey Ekolünde Sünnet 92

    F- Fıkıh İmamlarının Bazı Sünnetlerle Amel Etmemelerindeki Mazeretleri 97

    G- Sünnet Tasavvuf İçin de Bir Kaynaktır 105

    H- Sünnet Istâmî Hayat İçin Detaylı Bir Yöntem Verir 110

    I- Sünnetin Getirdiği Tafsilatın Miktarı, Konulara Göre Değişiktik Arzeder 116

3- Sünnet-Kur'an İlişkisi 119

    A- Kur'an Varken Sünnete Lüzum Yoktur İddiası 123

    B-Güvenirliği Açısından Sünnet 126

    C- Sünnet ve Hadîsleri Elde Etmek İçin Yapılan Yolculuklar 129

    D-Hadîs Usulü İlmi 132

 

İKİNCİ BÖLÜM

1- Sünnetin İslâm'daki Yeri 145

    A-Kapsamlı Bir Usûl 146

    B-Dengeli Bir Usûl 146

    C- Kolaylaştırıcı Bir Usûl 147

2- Sünnet Karşısında Müslümanların Vazifesi 149

    A-Sakındırılan Üç Afet 150

3- Sünneti Ele Almada Temel Esaslar 157

    A- Yasama ve İdarede Başvurulan Sünnet 159

    B- Sahih Hadîsleri Reddetmek, Zayıf Hadîsleri Kabul Gibidir 162

I- Yanlış Anlayış Sebebiyle Sahih Hadîslerin Reddedilmesi 167

II- Mânâ Karışık da Olsa Sahih Bir Hadîsi Çabucak Reddetmek Pervasızlıktır 174

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

1- Hukuk ve Yasama Alanında Sünnet 181

    A- Fukahanın Hepsi Hüküm Verirken Sünnete Müracaat Etmektedir 183

    B- Hadîs Üe Fıkhı Biri eştirmenin Zarureti 185

2- Tebliğ ve Rehberlik Alanında Sünnet 193

    A- Delil Gösterilecek Hadîsin Sıhhatinin Araştırılması 199

    B- Vaizlerden Çoğunun Afeti 202

    C- İbn Hacer el-Heysemi'nin Fetvası 205

    D- Tembih Edilmesi Gereken Gerçekler 210

        I-   Tergib ve Terhib'de de Bazı Alimlerin Zayıf Hadîsi Terki 211

        II-  Cumhurun Ortaya Koymuş Olduğu Şartlara Riayet Edilmemesi 213

        III- Cezm (Kesinlik) Siygasıyla Rivayetin Menedilmesi 213

        IV- Yeteri Kadar Sahih ve Hasen Hadîs Vardır 214

        V- Ameller Arasındaki Nispetlerin Bozulmasından Sakındırma 215

        VI- Amellerin Faziletlerinde Zayıf Hadîsin Rivayeti Onunla Bir Hükmün İspatı Mânâsına Gelmez 216

        VII- Zayıf Hadîs Rivayetinin Kabulü İçin İki Mükemmel Şart 221

    E- Davetçide Olması Gereken İnce Kavrayış 224

 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Sünneti İyi Anlayabilmek İçin İlkeler ve Ölçüler

1- Sünnetin Kur'an-ı Kerim Işığında Anlaşılması 237

    A- Hadîslerin Kur'an'a Muarız Olması İddiası Hakkında Bir İnceleme 247

2- Bir Konuda Gelen Bütün Hadîslerin Toplanması 253

    A- Elbisenin Uzatılması İle İlgili Hadîsler 254

    B- Ziraat İle İlgili Hadisler 261

3- Muhtelifu'l-Hadîs Arasında Uzlaştırma ve Tercih 267

    A- Uzlaştırma, Tercihten Önce Gelir 268

        I- Kadınların Kabirleri Ziyareti İle İlgili Hadîsler 271

        II- Azl Hadisleri 273

        III- Hadiste Nesh 279

4- Hadîslerin Vârid Olduğu Sebepler, Şartlar ve Maksatlar Işığında Anlaşılması 283

5- Hadîsteki Araç İle Amacın Birbirinden Ayırt Edilmesi 303

6- Hadîsi Anlamada Hakikat İle Mecazın Anlaşılması 325

7- Gaybî Olan İle Olmayan Hususları Birbirinden Ayırt Etmek 349

8- Hadîs Lafızlarının Delalet Ettiği Şeylerin İyi Tespit Edilmesi 357

 

BEŞİNCİ BÖLÜM -EK-

Sünnetin Teşriî Yönü 365

Mânâsı Saptırılan Bir Hadîs 366

Sünnetin Teşriî Yönünün Olmadığı İtirazı 373

İfrat ve Tefrite Düşenler Atasında Teşriî Sünnet (Sünnetin Bağlayıcılığı) 375

İmam İbn Kuteybe'nin Sünnetler Hakkındaki İfadeleri 384

İmam el-Karafî'nin Tahkiki 387

İmam İbnü'l-Kayyim'in Görüşü 393    -

Şah Veliyullah ed-Dehlevî'nin Vârid Olan Sünnetler Hakkındaki Taksimi 396

Muhammed Reşid Rıza ve îttiba Meselesi 400

Şeyh Şeltut'un Taksimi 406

Umumî ve Hususî Teşriî İtibariyle Sünnet 407

Tahir b. Aşur'un Tahkiki 414

Konunun Tartışılması ve Değerlendirilmesi 418

Tartışılmaması Gereken İki Gerçek 419

İfrat ve Tefrit Arasında 420

Sahabe ve Selef Nezdinde Sünnet 420

Zekat Kitaplarında Görülen İhtilâfın Yorumu 433

Sık Sık Nesih Görüşüne Sığınmaya Hacet Yoktur 439

Hz. Peygamber'in İctihadları 443

Sünnetten İctihad Yoluyla Gelen Emir ve Yasaklar 445

Tıbbî Nitelikli Hadîsler 447

İbn Kayyim'in Nebevî Tıp Yorumu 450

İbn Haldun'un Görüşü 456

Hz. Peygamber'in Beşeriyeti İcabı Tasarrufları 457

Hz. Peygamber'in Verdiği Haberlerden Bazıları Vahiy Değildir 462

Varılan Sonuçlar 466

Son Bir Tembih 469

NETİCE 471

 

 

MÜTERCİMİN SUNUŞU

Sünneti Anlamada Yöntem adıyla Türkçe'ye kazandırdığımız bu değerli kitabından bir yıl sonra Prof. Dr. Yusuf el-KAR-DAVİ'nin sünnet ile ilgili başka bir kitabı daha yayınlandı: el-Medhal li Dirâseti's-Sünneti'n-Nebeviyye (Sünnet Çalışmaları­na Giriş) adıyla, 1991 Mektebetu Vehbe tarafından Kahire'de neşredilen kitabı görür görmez heyecanla alıp inceledim. Neticede yazar bu yeni kitabında, bizim Sünneti Anlamada Yöntem adıyla terceme ettiğimiz kitabın sadece bir kısmını çıkartıp, başına sünnete giriş mahiyetinde seksen sekiz say­falık yeni bir bölüm koyduğunu gördüm. İki kitap arasında­ki yegane farkı oluşturan bu yeni bölümü zevkle okuduktan sonra onu da terceme etmeyi düşündüm. Böylece bir yandan hemen hemen aynı kitabın, kapak ismindeki değişikliğinden

dolayın ikinci kez terceme edilmesinin Önlenmesini de amaçlarken, öte yandan oldukça faydalı gördüğümüz bu farklı girişi de çevirerek Sünneti Anlamada Yöntem adlı tercememizin başında neşretmek suretiyle iki kitabı bir araya ge­tirmeyi, böylece de okuyucuya daha yararlı olmayı hedefle­dim. Bu ilave ile kitabın daha da bütünleştiğine inanıyorum.

- Tercemede, yazarın kaynağını zikretmediği hadîslerin kaynaklarını, hadîslerin bab veya hadîs numaralarını ya da yerlerini gösterdim. Bazen hadîsin zikredildiği başka kay­naklara da işaret ettim.

- Yazarın zaman zaman metin içerisinde zikrettiği kay­nakların araştırma teknikleri açısından dipnotlarda verilme­sinin daha doğru olacağını düşünerek dipnotlarda verdim.

-  Hadîsi yazarın işaret ettiği kaynaklarda, işaret ettiği yerde bulamamışsak, kaynaktan sonra <?) işareti koydum.

- Bazen metinde eksik verilen hadîs metinlerini dipnot­larda tamamladım.

- Yazarın zikrettiği hadislerin lafızlarında ve kaynakla­ra göndermelerinde rastladığımız yanlışlıkları, dizgi hatala­rını vb düzeltmeye çalıştım.

-  Bazı yerlere tamamlayıcı bilgileri vermek üzere dip­notlar düştüm.

- Yazarın dipnotlarını seri rakamlarla verdim. Ancak bu dipnotlara yukarıdaki katkılarımı da ilave ettim.

- Kendi dipnotlarımı ise harflerle gösterdim. Gayret bizden, tevfik Allah'tandır.

12

 

Takdim / Tâhâ Câbir el- Alvânî

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. O, bize, din olarak İslâm'ı, peygamber, rehber ve resul olarak Hz. Mu-hammed'i (s.a.v.) seçmiştir. O'nu bütün insanlara Hakk ile müjdeleyici ve uyarıcı; resullerin gönderilmeyip, sapıklığın yayıldığı fetret dönemini aydınlatıcı bir nur olarak gönderdi. Bunun üzerine O (s.a.v.), Allah'ın emrini aldığı gibi değiştir­meden, risaleti tebliğ ve emaneti eda etti. İnsanlara indirile­ni, onlara beyan etti; Allah'ın hükümlerini açıkladı, farzları­nı yerine getirdi ve böylece onların dini kemale erdi. Onlara gönderilen nimet tamamlandı ve onlar için din olarak Allah, yeryüzüne ve içindekilere varis oluncaya kadar devamlı ve sabit olan, nuru sönmeyecek, işaretleri kaybolmayacak, hü­kümleri iptal edilmeyecek İslâm'dan razı oldu.

13

 

Bu risalet nurunun yayılması ve kıyamete kadar bayra­ğının dalgalanması için Allah Teâlâ gerek Resûlullah'ın (s.a.v.) sağlığında ve gerekse vefatından sonra nurun ve hi­dayetin kaynaklarını açıklamıştır. Ta ki söz çelişmesin, kalp­ler bulanıklaşmasın: "Allah'a itaat ediniz, Resûl'e itaat edi­niz ve sizden olan emir sahiplerine de..." (Nisa:59)

Ayette zikredilen ulu'l-emr'den kastedilen ise; "...hal­buki onu Resûl'e ve aralarındaki yetkili kişilere götürselerdi, içlerinden işin iç yüzünü araştırıp çıkaranlar, onun ne oldu­ğunu bilirlerdi..." (Nisa:83) ayetinin işaretiyle hüküm çıkar­maya gücü yeten âlimler ile ümmet tarafından kendilerine Allah'ın hükümlerini uygulama yetkisi verilen ve buna sıkı­ca sarılıp ondan asla ayrılmayan yöneticilerdir.

Allah'a itaat; O'nun yüce kitabına itaat; O'nun muhkem ayetlerine tamamen sarılma, emirlerine uyma, yasakların­dan kaçınma, müteşabih ayetlerine teslim olma, verdiği ha­berlere itibar edip, çizdiği yolda yürümekle gerçekleşir. Al­lah Resûlü'ne itaat ise; O'nun sağlığında emirlerine kusur­suz itaat etme, vefatından sonra ise O'nun sünnetlerine har­fiyen uyma şeklinde tezahür eder.

İslam'ın zuhurundan beri, Resûlullah'ın sünnetiyle ihticâc {delil getirme), Allah'ın kitabıyla ihticâc gibi algılanmış ve kabul görmüş ve bu, Müslümanların imam ve müctehid-lerinin tespit etmiş oldukları kurallara uygun olarak yapıl­mıştır. Bilindiği gibi sünnet; Resûlullah'ın (s.a.v.) tebliğ, teş­ri ve beyana taalluk eden söz, fiil ve takrirlerinden oluşmak­tadır. Ve bütün Müslümanlar, işte bu anlayış içerisinde sün­net ile ihticâcı, aklî ve fıtrî melekelerin tabii bir sonucu ola­rak Allah'ın dininin bir gereği olduğunu bilirler. Bu durum­da Allah'a ve Resulüne inanan birisinin bunun aksini söyle-

14

 

mesi caiz değildir. Sünnet, Kur'an'ın mücmelini beyan, mü-beyyenini tafsil, ayetlerini tavzih, beyanlarını tefsir, hüküm­lerini tatbik eder. Bazen zahiren umum ifade edeni tahsis, zahiren mutlak olanı da takyid edebilir. İşte bu konumuyla sünnet, her zaman Kur'an ile iç içe olduğu halde Müslüman olan birisi bundan başka bir görüşü nasıl kabul edebilir?

Bundan dolayı, sünnetin hüccet (delil) oluşu; bu ümme­tin seleff olan Müslumanlarından başka hiç kimsenin tartış­madığı dini bir esastır. Daha sonra ise anlayışı kıt, cahil ve türedi (toy) bir nesil yetişti. Onlar Resûlu İlah'tan kafi olarak gelen sabit bir sünnet ile, geçmiş tekilerin haber ve sünnetle­ri arasında fark gözetmediler. Önceki (nesil)lerden nakledi­lenlerle ne denli ihticâc edilebileceğini, onunla ihticacın sı­nırlarının ve beşeri bilgi araçları arasındaki yerinin ne oldu­ğunu fark edemediler. Aynı şekilde onlar, bunun his ve akıl ile çelişmesi halinde desteklenip-desteklenmeyeceğini de ayırt edemediler. Ve bu türediler, söz konusu metodolojik problem hakkındaki münakaşanın, bizatihi Nebevi sünnetin hucciyeti hakkında yapılan bir tartışma olduğu yanılgısına düştüler. Bu metodolojik tartışmayı, sünnetin hadîslerden oluştuğunu, hadîslerin ise haber vermeden ibaret olduğunu; dolayısıyla, bütün tartışmanın haberler üzerinde olduğunu kabul ederek, tartışmayı sünnet dairesine kaydırdılar. Bizzat sünnet oluşu cihetiyle nebevî sünnet ile, öbür taraftaki onun nakil yolları ve haberler arasındaki Önemli farklara dikkat etmediler. Aynı şekilde Resûlullah'tan yapılan nakillerde kullanılan yöntemlerle, başkalarından yapılan nakil yöntem­leri arasındaki farklara bakmadılar. Bu tartışmanın neticesi olarak bu acayip tartışma bizzat sünnetin hucciyeti etrafında da yayılıp, Usûl ilmi ve Hadîs alanında yapılan ilmî çalışma-

15

 

larda geniş yer kapladı. Oysa bu çalışmaların, sünneti anla­ma yöntemleri, onu anlama yolları, ondan alınabilecek ders ve ibretlerden istifade metodlarının beyanı gibi sahalara tah­sis edilmesi mümkündü.

Bu gibi çalışmalar, her halükârda Müslümanların dü­şünce, tasavvur ve kültürlerinin, sosyal yaşantılarının sün­net ve ondan elde edilen prensipler ışığında nasıl bina ede­bileceklerini kolaylaştıran çalışmalardandır.

Gerçekten, genel olarak bütün haberlerin hucciyeti, özelde de âhâd haberlerin hucciyetî etrafındaki bu yapay kavgaların bunlardan başka, Müslümanlar arasındaki anlaş­mazlıkların oluşması ve fırkaların çoğalması, zaman zaman ekseriyetle olumlu bir netice doğurmayan teorik tartışmalar gibi konuların, sünnet hakkındaki İslâmî araştırma ve çalış­maların yön değiştirmesinde olumsuz ve tehlikeli tesirleri olmuştur. Misal olarak, Sünnetin Kur'an'a göre yeri mesele­si, Sünnetin Kitapla, Ki tap'in Sünnetle neshi meselesi, İslâm âlimlerinin, tevsik (râviyi güvenilir görme), rivayet, isnâdların tashih ve tenkidi gibi konularda bir benzerinin gerçekleş­tirilemeyeceği kadar gayret göstermelerini verebiliriz. Ger­çekten tenkîd çalışmaları ve tahlil metodlarına baktığımızda; isnâd tenkidi sahasında harcanan sınırlı gayretler arasında büyük bir mesafe olduğunu görmekteyiz. Aynı şey metin tenkidini öğrenip, çalışma ve tahlili için ilmî ölçüler ve mo-todlar koymada ve çeşitli hadîslerin zaman, mekan ve vakıa ile alâkalarını ortaya çıkarmada da söz konusudur.

Nitekim, fukaha (r.a.) teşriî sahasında takdire şayan pek çok gayretler göstermiştir. Bu gayretler eğer sünnetin bütün yönlerini ve diğer çeşitlerini de kapsamış olsaydı, sünnetin anlaşılmasında maksadın hasıl olması ve ihtiyacın gideril-

mesi mümkün olacaktı. Fakat onlar daha çok tesrii sünnete önem verdiler ve bu sahadaki rivayetlere uygun bir yöntem İzlediler.

Sünnet Resul ullah'm yaşadığı dönemdeki açıklama ve uygulamalardan ibaret olup, aynı zamanda, İslâm'ın içtimaî, iktisadî ve fikrî karakteristiklerini yansıtmaktadır. Bu ne­denle anlama metodlarını öğrenip çalışmanın, en önemli ve zorunlu çalışmalardan olduğu kabul edilmelidir. Gerçekten de bu merhale, Allah'ın yeryüzünde olmasını istediği yönte­min somut bir örneğini teşkil etmektedir. Nitekim yüce Kur'an, pratikte olması gereken yöntemin hayata aktarılma­sı ve uygulanması hareketini bizzat kendisi yönetmekte, yöntemine uygunluk arz etmesi için bu hareketin bütün yönlerini gözetip-kollamakta, ebedî olarak insanlığın kendi­sine başvurması için meramını en kamil bir şekilde ifade et­mektedir. Hatta Kur'an'in ayet-i kerimeleri çok defa uygula­madaki bir hatayı düzeltme, onu tenkîd, tahlil veya tasvip etmek, doğruya yönlendirmek ya da eksikleri tamamlamak üzere iniyordu. Nitekim bu husus, Al-i imran, Enfal vb. sû­relerin bir çok ayetlerinde açıkça ve canlı olarak gözükmek­tedir.

Gerçekten     el-Ma'hedu'l-Âlenü     Jİ'I-Fikri'I     İslâ-mî=MilIetlerarası İslâmî Düşünce Enstitüsü, sünnetin anla­şılması meselesini, onu Öğrenip çalışma metodunu, onun di­ğer boyutlarının bilinmesini, İslâmî kültür, bilgi ve medeni­yet için onun ne şekilde kaynak edinileceğini, Müslüman düşünürlerin en fazla özen göstermesi gereken en önemli düşünce problemlerinden biri saymaktadır. Çünkü İslâm'ın asılları ve kaynaklarının tanınması, problemlerinin açıklan­ması ve onu anlama metodları İslâm düşüncesinin oluşu-

17

 

munda ve istikamet bulmasında, İslâm ümmetinin ilmî, kül­türel ve medeni sistemlerinin yeniden inşasında en önemli esas olarak kabul edilmektedir.

İşte bunu gerçekleştirebilmek için. Enstitümüz bu alan­daki çalışmalarına aşağıda Özetlenen şekilde bir taslak çiz­miştir:

1- Hadîs ve Usûl çalışmalarındaki gerekli titizliğin, ele alınmış tarihî problemlerden, henüz ele alınmamış problem­lere kaydırılması yönüne gitmek. Mesela enstitümüz, sünne­tin hucciyeti problemini, üzerinde yeterince durulmuş bir konu olarak kabul ediyor. Zaten Allah ve Resulüne iman eden bir Müslüman sünnetin hüccet oluşunu inkar edemez. İşte Enstitümüz bu konuda, sünnetin hucciyeti hakkında en önemli ve kapsamlı bir usûl çalışması kabul edilen gerçekten ilmî değeri haiz bir çalışma yayınladı. Bu da, büyük ilim adamı merhum Şeyh Abdülgâni Abdülhâlık'm Hucciyetu's-Sünne=Sünnetin Delil Oluşu adlı kitabıdır. Enstitümüz adı geçen eseri, bu alanda yapılabilecek en yeterli ve ayrıntılı ça­lışma olarak görmektedir. Dolayısıyla araştırmacıların, baş­ka konulara yönelmeleri gerekmektedir.

2-  Çeşitli branşlardaki ilim adamı ve araştırmacıların, sünneti kolayca öğrenmelerine yardımcı olmak için, sünnet alanında araştırma yapan araştırmacıları bu alanda bilgisa­yardan faydalandırmaya yönlendirmek. Nitekim enstitü­müz bu amacı gerçekleştirmek için bu alandaki çalışmalar­dan bir çoğunu desteklemektedir.

3-  Konularına göre sünneti tasnife özen göstermek. Sünneti yalnızca fıkhî bilgi için bir kaynak edinmekle yetin­meyip, onu bütün çeşitleriyle insanî ve içtimaî bilgiler için

18

 

de kaynak olarak ele alma hedeflerimizi gerçekleştirmek üzere bu meyandaki faydalı ilmî metodlardan istifade et­mek.

4- Sünnet ve İslâm medeniyetinin yeniden inşasında ve İslâm ümmetini geri kalmışlıktan kurtarmada sünnetin rolü ile ilgili önemli konuları ele alan eserler vermelerini büyük âlimlerden istemek. Bu çerçevede büyük ilim adamı Mu-hammed el-Gazzalî'den bir kitap yazması istenmiş, o da es-Sünnetü Bq/ne Ehli'l-Fıkhî ve Ehli'l Hadîs- fıkıhçılar ve Hadîs-çiler Arasında Sünnet adıyla bilinen eserini yazmıştır. Yazar bu eserinde, sünnetin kavranma ve anlaşılma çabası içerisin­de, isnâd şekilciliği ve rivayet kalıpları içinde boğulan kim­seler ile, haberleri kavrama, ibret ve dersler çıkarmaya yöne­lik özen gösterenler arasındaki farkı belirtmeye çalışmıştır. Tabi ki büyük üstad, -enstitümüzün gözünde- kendisi için bir çerçeve çizilemeyecek veya kendisine nasıl yazacağı söy­lenemeyecek veyahut kitabı yayınlanmazdan önce gözden geçirilemeyecek kadar büyüktür. Ardından ise Şeyh Gazza-Iî'nin delil getirmiş olduğu bazı misaller veya ayrıntılar etra­fında hâlâ devam etmekte olan bir gürültü koptu ve nere­deyse bu detaylar etrafında çıkan gürültü arasında kitabın esas mesajı kayboldu.

Gerçekte kitabın mesajı, Öncelikle ne şer'î ilimden, ne de ilmî kimlikten ve ne de hadîsi doğru bir şekilde anlamayı mümkün kılacak, yeterli tarih, siyer, fıkıh ve lügat bilgisin­den nasipleri olmayan toy kimseleredir. Çünkü onlar, her­hangi bir hadîs kitabına bakıp; orada, hakikatini, boyutları­nı, vürûd sebeplerini bilmedikleri, öncesini ve sonrasını id­rak edemedikleri bir hadîse rastlıyorlar ve kıt bir anlayışla onu ele alıp, insanlar arasında da öylece yayıyorlar, Kendilerine "Sizin bu anlayışınız Allah Tealâ'nın ayetiyle çelişmek­tedir" denildiğinde, onlar: "Sünnet, Kur'an'a kâdî'dir. (Kur'an'dan önce ele alınmalıdır) ve onu neshedicidir" der­ler. Yine kendilerine "Bu rivayet, daha sahih başka bir riva­yetle çelişmektedir" denildiğinde ise, çelişkinin mahiyetini, tercih yollarını, anlayış, üslûp, kural ve yöntemlerini de bil­mezler.

Yine bu kitabın mesajı, o âlimleri, araştırmacıları ve sünnet hizmetçilerini ikaz ederek, gayretlerinden bir kısmı­nı da sünneti anlama problemleri ve kavrama metodlarına doğru yöneltmelerini istemekteydi. Çünkü, ne fıkhın süzge­cinden geçmeyen sünnet anlayışı ve ne de sünnete dayan­mayan bir fıkıh anlayışından hareketle İslâm medeniyeti ve İslâm kültürü oluşturulamaz.

5- Enstitümüz, Şeyh Gazzalî' nin kitabı etrafında oluşan ve onun esas mesaj ve muhtevasının anlaşılmasına engel teş­kil eden bu kargaşayı görünce, değerli ilim adamı Yusuf el-Kardavî'den Sünneti Anlama Yöntemleri hakkında geniş bir kitap ile Bilginin Kaynağı Olarak Sünnet şeklinde de benzer bir kitap hazırlamasını rica etti. Değerli âlimimiz bu isteği­mizi yerine getirdi ve her iki kitabı da hazırladı. Enstitümüz birincisini yayınlamakla bahtiyardır, İnşallah diğerlerini de yakında yayınlayacaktır.

Yine sünnet sahasındaki araştırma ve çalışmaları, sün­neti anlama problemine yönlendirme girişimi çerçevesinde Enstitümüz, Amman'daki, Kraliyet Akademisi İslâm Mede­niyeti Araştırmaları Enstitüsü ile yardımlaşarak milletlerara­sı bir toplantı düzenledi. Bu da Kraliyet Akademisi Medeni­yet Araştırmaları Yedinci Genel Kongresi çerçevesinde ger­çekleşti. Toplantıya 126 ilim adamı ve araştırmacı katıldı.

20

 

Çalışmalar 15 Zu'l-Kade 1409 = 22 Haziran 1989 Perşembe günü sona erdi. İsmi Bilgi ve Medeniyetin inşasında Nebevi Sünnetin Metodları şeklindeydi. Her üç oturumda yer alan diğer kıymetli araştırmalara ilaveten, orada tartışılan en Önemli konulardan biri de Gazzalî'nin kitabı ile Doktor Yu­suf el-Kardavî'nin araştırmasıydı.

Enstitümüz, sünnetin anlaşılması ve bunun için takip edilecek metodların belirlenmesi; metin tenkidinde esas alı­nacak ölçülerin saptanması, vb. sünneti İslâmî kültür, bilgi ve medeniyet için bir kaynak edinmeye yardımcı olacak me­seleleri, en önemli konular olarak görmektedir. Bu meseleler o kadar büyük Öneme sahiptir ki; çağdaş İslâmî hayatın ya­pılanmasında, sünnetin yeniden olumlu ve etkin rolünü üstleNebilmesi için, bir çok ilmî çabaya, ciddi çalışma ve ilmî toplantılara ihtiyaç duyulmaktadır.

Yine İslâmî üniversite, fakülte ve enstitülerdeki hadîs dersleri programlarının bu problemlere ilişkin olmasına ve bunların, üzerinde yeterince durulmuş ve tekrar araştırma­ya gerek kalmamış olan konuların yerlerini almasına çok fazla İhtiyaç olduğu anlaşılmaktadır.

Bu değerli kitabın, okuyucuların ellerine ulaşıp, onlar tara­fından anlaşılmasından sonra Müslümanların ihtimamının şu hususlarda kat kat artacağını ümit ediyoruz. Sünnetin an­laşılması meselesi, onu anlama kurallarının iyice öğretilip yayılması, bunun kaide ve şartlarının belirlenmesi, anlayış­ların farklı ve bazen de birbirleriyle çelişkili olmasının se­bepleri ve bunların açıklanması. Yine, sünneti anlayış prob­lemi nasıl ortaya çıkmıştır? Bunun etkileri nelerdir? Anlama problemlerine götüren, sünnet ile ilgili sonradan gündeme gelen ve ön plana çıkartılan tâli meseleler nasıl çozümlene-

21

 

çektir? Anlayış probleminin, sünnetin hucciyeti meselesinde tartışmaların ortaya çıkmasındaki etkisi nedir?

Bu noktada, fazlasıyla araştırılmasına ihtiyaç duyulan ve sünnetin anlaşılması problemiyle ilgisi bulunan bazı me­seleler şunlardır:

1- Anlamanın Şartları

Sünnetin etrafındaki problem, anlayış problemi olunca, tarih boyunca, zaman zaman anlayışların farklılığı ile birbirleriy­le çelişmelerinin sebepleri nelerdir?

Sünneti anlamaya ve onu en güzel bir şekilde pratize et­meye gücü yeten bir aklın ayırt edici özellikleri nelerdir? Bu anlayışın İslâm'a bağlılık ile ilgisi nedir ve dar ve kısır bakış açılarının üstesinden.nasıl gelinecektir? Anlayış problemi, ona tesir eden diğer problemlerle birlikte nasıl çözümlene­cektir? Sonradan ortaya atılan ve anlayış probleminin kar­maşıklığına sebep olan problemler nasıl çözülecektir? Ki bu anlayış problemi -birçok araştırmacıya göre- küllî veya cüz'î olarak sünnetin hucciyeti meselesinin öne çıkması ve bunun tartışma ve mücadelelere dönüşmesiyle kendini göstermiş­tir. Halbuki bu, -bilindiği gibi- daha önceki hiçbir Müslü­man'a göre tartışma konusu değildi.

2- İhtilaflar, Ayrılıklar vb. Tetkik İçin Öngörülen İlmî Meseleler

İslâmî fırkalar nasıl ortaya çıkmıştır? Ayrılma ve bölünme sebepleri nelerdir? Bu sebeplerden - anlayış, hucciyet, dira­yet ve rivayet olarak- sünnet ve ondaki ihtilafın yeri nedir? Sünnet İslâmî fırkalar arasında birbirlerine karşı nasıl bîr si­lah olarak kullanılmıştır? Uydurma meselesi, parçacı yakla-

22

 

şım ve hukukî akımlar nasıl ortaya çıktı ve bunların ortaya çıkışlarının etkileri nelerdir? Dirayet ve rivayet ilimlerinde ihtisas isteyen teknik meselelerden çoğunun ortaya çıkışında ihtilafın rolü nedir? Mesela; sünnetin hucciyeti, sünnetin Ki­taba göre konumu, Kitabın sünnet ile nesh edilmesi, onunia tahsis veya takyid edilmesi, Rasûlullah'ın içtihadı ve bu hu­sustaki tartışma, kavlî sünnetin Kur'an-ı Kerim nasslarıyla aynı konuları ele alması, bu mesleklerden birçoğunda her iki nassa dayalı ortak hükümlerin çıkarılması gibi hususlarda ihtilafın rolü nedir? Düşünce ve eğitim açısından İslâm dü­şüncesinde bunun tesiri nedir? Bu meseleleri doğuran tarihî şartlar nelerdir? Çağdaş sünnet çalışmalarında bu meselele­ri içeren en iyi yol hangisidir ve bunun için kararlaştırılan program nasıl olmalıdır? Müslümanların birlik ve bütünlü­ğü, ümmetin tekrar yapılanması meselelerinde, İslâmî görü­şün net olarak ortaya çıkarılmasına yardım edecek yöntem ne olmalıdır? Yine ümmetin üretken, aktif, medenî rolüne doğru yönlendirilmesi nasıl başarılacaktır? İşte bütün bun­lar, tetkik için Öngörülen ilmî meselelerdir.

3- Zaman ve Mekan ile İlgili Boyutlar ve Sünnnetin Anlaşılması

Gerek Nebî'nin (s.a.v.) fiil ve takrirlerinin ve gerekse insan olarak tecrübeye dayalı bazı fiillerinin sünnet sayılıp sayıl­mayacağı probleminde, zaman ve mekan ile ilgili boyutlar­da çeşitli merhale ve durumların Özelliklerinin göz Önünde bulundurulması, hicri birinci asırdakilerce olduğu gibi, usûlcülerce de açıkça bilinen bir husustu. Nitekim onlar, bu­nun için bir takım kurallar koymuşlardır. Şu halde, bu saha­daki ihtisas sahiplerinin, Nebî'nin (s.a.v.) çeşitli sözlerinde

23

 

de bu durumları ele alan bazı kuralları belirlemesi mümkün müdür? Şayet mümkünse bu nasıl olacaktır? Yine bu kural­ların ortaya konulup, birer asıl yapılmasında çağdaş hadîs çalışmalarının üzerine düşen rol nedir?

Fakihin çözümleyeceği İctihadla ilgili fer'î mesele ile, dü­şünür, filozof ve kelamcıların çözümleyeceği fikri problem ve sosyologun çözümleyeceği sosyal olay arasındaki Öze daya­nan ihtilaflar; sünneti anlama ve onunla yaşamada çeşitli me-todlar icad etmeyi zorunlu kılmaktadır. Mesela fakihin ilgi alanına giren cüz'i bir mesele ile alakalı bir hadîsle, anlaşıla­bilmesi için sosyolog tarafından bütün yönlerinin tahlil edile­rek ele alınması gereken, genel sosyolojik bir olay ile ilgili ha­dîs birbirinden farklılık arz eder. Yine herhangi bir şeyin le­hinde veya aleyhinde çeşitli hadîslerin kullanılması sebebiyle ortaya çıkan ayrılık ve bölünmeden doğan müzmin tarihî has­talıktan kurtuluş nasıl mümkün olacaktır? Çünkü her fırka sa­dece kendi lehindeki hadîslere sarılmaktadır. Durum böyle olunca İslâm düşüncesinde, teorik, genel ve maksatlarla ilgili kaideler yeniden nasıl oluşturulacaktır? Özellikle sünnet ve râvileri bir araya toplamanın kolaylaşması, ilmi araştırma ve çalışmaların, karşılıklı diyalog ve ilmî toplantıların yapılma­sından sonra, bu çemberden nasıl çıkılacaktır?

4- Ümmetin Sorunlarını Çözmede Sünnetin Rolü

Genelde İslâm dünyasında, özelde Arap dünyasında çağdaş İslâm düşüncesi ile ilgili problemin bu yönünü teşkil eden bir takım olumsuzluklar baş göstermiştir. Bunlar çeşitli şe­killerde ortaya çıkmakta olup, bazıları şunlardır:

- Ümmetin çeşitli birimleri arasındaki bağların çözül­mesi, siyasî arenaya ilâveten, fikir, toplum, grup ve mezhep-

ler gibi çeşitli hâlâ boğuşma ruhunun hakim olması, ümme­ti parçalayan çeşitli fikirlerin bir ihtiyaçmış gibi canlandırı­lıp, gündeme getirilmesi.

- Toplumsal ve bölgesel dengelerden geride kalanların da çökmesi ve bencillik veya tarafgirlik ruhunun gaîip olma­sı. Gelecekten endişe ve korku, yaşanılan hayattan bezginlik, herhangi bir olumlu durum karşısında bile cesaretin kaybe­dilip, sahte tevekkül ve ihmal duygularının egemen olması, çalışma ve başkalarına tesir etme görevinin terk edilmesi, gruplar arasındaki diyalog ortamlarının, tam anlamıyla kav­ga ve çekişme ortamlarına dönüşmesi.

-  Ümmetin içtimaî sorunlarının gerçek nedeni üzerine olaylara uygun bir şuurun ve bu şuurun tarihle ilgisinin kaybolması. Parçacı, yüzeysel, duygusal ve mesnedsiz nutuklar şeklindeki yaklaşımların artması yanında, ümmetin problemlerinin tahlil ve ta'lili ile Ügili bütüncül yaklaşımla­rın zayıflaması. İslâm âlimlerinin, herhangi bir şeyin illetini araştırmaksızın veya gerçek illetinden başka bir illet ile ta'lil ederek onu kabule açık olması gibi fakat tek tek sayılması zor olan şeyler.

Şu halde sünnetin sağlıklı bir şekilde ele alınmasıyla birlikte ümmetin gidişatını düzeltmedeki rolünün belirgin­leşmesi ile bütün bu problemlere ikna edici bir açıklama ge­tirmeye yardım edecek açık bir görüş, doğru bir tasavvur na­sıl getirilebilir? Halbuki Müslüman bireyde, eylem iradesi; Müslüman toplumda da sosyal kuvvetleri seferber etme ve onları, kendisinde hayat ve amelin dirileceği İslâmî gayeler etrafında birleştirme kudreti bulunmalıdır. Bu kuvvetler, kendisine aslî hüviyetini iade edecek kültürel bir alternatif, içtimaî, fikrî ve amelî bir planı ortaya koyması için ümmeti

25

 

çalışmaya sevk edecek ve böylece bu güçlerde; köklü, yüce bir tarih ve medeniyete yetişme şuuru iyice gelişecektir.

5- Sünneti, Lügatî Olarak Anlama Tehlikesi

Risalet asrında insanlar, sünneti, bütün yönleriyle yaşıyor­lardı. Yüce Kur'an'ı da, doğrudan doğruya, açık ve derin bir anlayışla yine bu yaşam çerçevesinde anlıyorlardı. İşte bu surette, vasat (ifrat ve tefritten uzak) ve insanlar için örnek olan, tamamen haya ile vakfedilen, tüm meydan okumalara karşı güçlü, bütün yokuşları aşabilen bir ümmetin oluşu­munda Kur'an'm muciz tesiri, bariz bir şekilde görülmüştür. İnsanlar ile risalet arasındaki zaman uzayınca, diğer anlayış ve izah unsurlarının ve vasıtalarının yanı sıra lügat dönemi başladı. Bu lügat dönemi o kadar gelişti ki, bazılarının naza­rında diğer anlayış vasıtalarını da geçip, anlama ve açıkla­mada yegâne bir araç haline geldi. Böylece lügate dayalı la-fızcı düşünce doğdu ve gelişti. Hatta, zaman, mekan, tarih ve hayatın akışı çerçevesi dışında amel eden bir takım etkin akımlar yetişti. Onlardan bazısı ümmetin uyanışını engelle­yen kavga ve kargaşa vb. hususları daha da artırdı. Bütü­nüyle İslâm'ı, tarihî şekilcilikte aramaya başladılar. Birçok düşünce ve tezlerini, vukuu imkânsız şeyler üzerine bina et­tiler. Bütün öğeleriyle bir sünnetin bütün zaman ve mekan­larda aynen tatbikini denemek gibi bir yanılgıya düştüler. Oysa bu, değişen dünya hayatında imkânsızdır. Şu halde çağdaş sünnet çalışmaları bu problemlere nasıl çözüm geti­recek, İslâm düşüncesini kendisine karşı olan tehlikeli un­surlardan nasıl uzaklaştıracak, İslâm'ı, kültürel ve medeni içeriğinden neredeyse soyutlamaya çalışan mihrakların ta­sallutundan nasıl kurtaracaktır? Çünkü, onlar İslâm'ı bir

26

 

toplum, bir ümmet ve bir medeniyet meydana getirmesi mümkün olmayan lügavi ve lafzı kalıplara ve bireysel dav­ranış biçimlerine ve şekilciliğe indirgediler.

6- Sünnet ve Ümmetin Uyanış Projesi

Şüphesiz, ümmetimizin, kendisini yeniden üstün ve adil bir medeniyet seviyesine yükseltecek kapsamlı bir projeye bu­gün her zamankinden daha çok ihtiyacı vardır. Ancak, Müs­lüman toplumlar gerekli olan şartlara kavuşmadıkça bu amacın gerçekleşmesi mümkün değildir .Bu şartların başın­da ise, bu ümmetin fikrî ve kültürel nizamının inşası ve teş­kili gelmektedir.

Bugün ümmetimiz, eğitim ve öğretim gören kitlelerini şu iki kültürden birisiyle beslemektedir: Birisi; her çağ ve toplu­mun kendine özgü öteden beri gelen tarihî kültürü. İkincisi de; ister tercüme olsun, ister olmasın dışarıdan alınan kültür. Bu iki kültürün önünde ise çağdaş İslâm düşüncesi, etkilen­miş ve kültürel dağınıklığa uğramış bir konumdadır. Eylem­den aciz, etkilenmeye açık, kültürel üretkenlikten yoksun, tü­ketimle yetinen bir düşüncenin bir devlet, bir ümmet veya bir medeniyet meydana getirmesi söz konusu olamaz.

Şüphesiz toplumsal değişim için amaçlanan hedef ve vasıtalar ile, ümmetin dini ve akidesi arasında gereken bağın kurulması, ümmet için gerekli olan medeniyet, kültür ve fik­ri taşıyacak olanların oluşumu için, ümmetin bütün güçleri­ni seferber etmesine katkıda bulunacaktır. Dolayısıyla sefer­ber olan bu güçler, kültür taşıyıcılarının yüklenmeyi istediği büyük yükleri bile omuzlayacaktır.

İslâm düşüncesinin şu anda karşı karşıya bulunduğu bu problemi aşıp, ümmetin fikrî ve kültürel sistemlerini yeniden

27

 

inşa etmesi ve sağlam bir bakış açısı, kudret ve verimlilik aşa­masına kavuşması ve bu aşamanın gereklerine cevap verebil­mesi için yapılması gereken şey: Kitap ve Sünnet şeklindeki İslâm'ın temel kaynaklarının yeniden yorumlanmasıdır. Bu­nun ise ince bir anlayış, engin bir şuur ve çağdaş İslâmî bir ba­kış açısı ile yapılması gerekir. Bu da söz konusu etkilerin ga­yelerini sezebilmek için, her türlü etkileri bütün boyutlarıyla değerlendirmeye muktedir bir bakış açısı ve bu aşamada kar­şılaşılacak problemlere İslâmî cevapların verilmesi ve ümme­ti güçlendirecek yapının yeniden kurulması için gerekli me­tod ve genel prensiplerin ele alınmasıyla gerçekleşecektir. Şüphesiz yüce Kur'an, seleflerimizi, hakikatlerin iç yüzünü ortaya koymaya, toplum ve milletlerin değişimlerini anlayıp-analiz etmeye, vakıalara dayanmak suretiyle büyük medeni değişime yol açan özel kanunlar ortaya koymaya muktedir fikrî bîr metodla beslenmiştir. Yalnız bu metodun vakıalara dayanmasında ve uygunluğunda, ilmî oluşunda ve toplum­larda görülen iç çelişkileri, bu çelişkilerin medeniyetlerde or­taya çıkış nedenleri ve gelişme keyfiyetlerini ortaya koymaya muktedir oluşunda şüpheye mahal kalmamalıdır. Bununla birlikte bu metod tarih içerisindeki bütün gelişmeleri tam bir açıklıkla ortaya koymalıdır.

Gerçekten Resûlullah'ın (s.a.v.) sünnet ve sîreti, gerek O'nun ve gerekse ilk dönemdeki ashabının yaşam biçimi, bu fikrî yöntemin, vakıaya uygun ve ilmî olarak hayata aktarıl­masını sembolize eder. Çağdaş Müslüman düşünürler, insa­nın eşya ile uyum içerisinde olacağı bir hayat tarzı için, bağ­layıcı bir yönteme kavuşturacak genel prensip ve gayeleri araştırarak, Kur'an'ı sağlıklı çağdaş bir anlayış ve düşünce ile ele aldıkları zaman karmaşık düşünce problemlerin üste­sinden gelebilirler.

28

 

Buna Resûlullah'ın ilâhî vahyi uygularken gözetmiş ol­duğu gayeleri ve bunu hayata geçirmesini her yönüyle ihata eden bir sünnet anlayışı da ilave edildiği zaman, bu ümme­tin önündeki cehalet, kin, kavga ve tefrika engeli Allah'ın izniyle silinip gidecektir. Böylece Müslüman fert, kişisel engel­leri aşarak, çağdaş insanın kültüre! ve fikri sorunlarını çöz­mekle onu ikna etmeye, aynı zamanda sabit olan değerleri değişkenlerinden ayırt etmek, maksatları kavramak ve gaye­leri belirlemek suretiyle İslâm'ın genel prensipleri ışığında onu hidayet ve kurtuluşa götürmeye muktedir olacaktır.

İşte -Allah'ın izniyle- elinizdeki bu kitap, sünneti anla­ma metodunu oluşturmada temel dayanaklardan bir daya­nak olacak, bu konuyla ilgili bir çok soruya cevap verecektir. Yine dikkatleri Nebevi sünnetten istifadede önemli yönler­den biri olan metod meselesine çevirecektir. Oysa bu metod konusuna ne diyalog seviyesinde, ne ilmî araştırma ve te'lif seviyesinde ve ne de ders ve Öğrenim seviyesinde gereken önem verilmiştir.

Umulur ki bu kitap, sünneti anlama problemleri ve bu­nun etrafında konuşulan konuların, ilmî araştırma ve çalış­ma çevrelerinin gündemine de girmesini sağlayacak ve üm­metin, İçerisinde bulunduğu bu kısır münakaşalardan kur­tulmasına yardımcı olacaktır.

Yüce Allah'tan, kitabın müellifine bol ecir vermesini, Müslümanların ondan faydalanmasını ve bu eseri, yazarın hasenatından kılmasını. Milletlerarası İslâmi Düşünce Ensti-tüsü'nÜ de İslâm ümmetini hizmet ve düşünce problemleri­nin çözümüne yönelik hedeflerini gerçekleştirmede muvaffak kılmasını diliyoruz. Şüphesiz Allah, işiten ve icabet edendir.

29

 

ÖNSÖZ

Hamd, Yüce Allah'a, salât ve selam Resûlullah'a, O'nun eh­li ve ashabına ve O'nun rehberliğine uyanlara olsun.

Gerek VVashington'daki Milletlerarası İslâmi Düşünce Enstitüsü ve gerekse Ürdün'deki Kraliyet Akademisi İslâm Medeniyeti Araştırmaları Enstitüsü, Kur'an-Kerim'den son­ra İslâm'ın İkinci kaynağı oluşu itibarıyla sünnetin, fıkıh, ya­sama, yargı, tebliğ, eğitim ve rehberîik açılarından ne şekil­de ele alınması gerektiğine dair bir araştırma veya bir kitap hazırlamamı istedi. -Yüce Allah'ın yardımıyla- nispeten uzamış olan bu araştırmayı yazmaya muvaffak oldum. As­lında bu konu, oldukça önem arz etmesi ve kendisine ihtiyaç duyulması bakımından daha etraflıca ele alınması gereken bir konudur.

31

 

Bu araştırmamda, sünnetin sübûtu ve hüccet oluşu üze­rinde durmadım. Çünkü bu başka bir bahis olup, o hususlar­da başkaları da güzel eserler yazdığı gibi, ben de yazdım. Bu eserimde ben, daha çok, ister fıkıhçılar olarak, ister davetçi-ler olarak, sünneti ele alırken uymamız gereken temel pren­siplerle, sünneti sahih olarak anlayabilmemiz için gerekli kural ve işaretlerin beyanı üzerinde durdum. Bunu yapar­ken; hadîsleri, zahirleri üzere dondurup, lafzın arkasında yatan maksatlardan gafil olan, sünnetin dış yapısına sarıldı­ğı halde, ruhunu ihmal etmek suretiyle harfi hareket eden kimselerin bu şekildeki dar yaklaşımlarından uzak kalmaya çalıştım. Aynı şekilde evlere kapılarından başka yerlerden giren, iyi yapamayacağı şeylere burunlarını sokan, Allah ve Resulü hakkında bilmedikleri şeyleri söyleyen âlim taslakla­rı ve (sünneti) küçümseyenlerin sulandırmasından da uzak kalarak ele aldım. Araştırmamın ilmî ve güvenilir olmasına, her sözü sahibine isnâd etmeye, her iddiayı deliliyle te'yid etmeye çalıştım. Sadece sahih ve hasen hadîslerle delil getir­meye gayret ettim ki başkalarına karşı çıktığım duruma ken­dim düşmüş olmayayım. Nurlarıyla aydınlanmak ve metod-larından faydalanmak için, Özellikle en hayırlı nesiller başta olmak üzere ümmetin âlimlerine de başvurdum. Gerçi ma­sum olan Nebî'den (s.a.v.) başka her İnsanın görüşü alınabil­diği gibi atılabilir de. Bunun içindir ki, ancak Kur'an ve sün­netin muhkem nassları ile, teker teker nasslar ve sayısız hü­kümlerinden çıkartılmış şeriatın, maksat ve kaidelerine bağ­lanmayı prensip edindim. Bunu yaparken de, sünneti, gerek azgın düşmanlarından gerekse - iyi niyet ve ihlaslarına rağ­men - iyi yaptıklarını sanan, gerçekte ise, ufuklarının darlığı nedeniyle, sünnete karşı kötülük yapan sünnet taraftarları-

32

 

nın da yanlış tutumlarından kurtarıp, insaflı ve adil olmaya gayret ettim.

Aynı şekilde, işlediğim konularda, okuyucunun mese­leyi iyice anlayabilmesi ve meselenin iyice aydınlatılması için bir çok misaller verdim. Umarım hem arzu ettiğimi, hem de benden isteneni yerine getirmiş veya buna yaklaşmışımdır. Belki bu yazdığım eserle, azgınların tahrifini, bozguncu­ların sokuşturmalarını ve cahillerin te'vilini nübüvvet ilmin­den uzaklaştıran 'adaletli halef zümresi içerisinde bulunu­rum. Belki bununla peygamberlerin sonuncusu, resullerin efendisi Nebî'nin (s.a.v.) şefaatine nail olurum.

Hamd olsun Allah'a ki bütün salih ameller O'nun yar­dımıyla tamamlanmak tadır. Yine 'Ham dolsun Allah'a ki, bunun için bize yol gösterdi. Eğer Allah, bize yol gösterme-seydi, biz kendi başımıza yol bulamazdık.' (Araf, 43)

33

 

BİRİNCİ BÖLÜM

1 - SÜNNETİN TANIMI VE KAPSAMI

Sünnet, lügatte; ister iyi olsun, ister kötü olsun uyulan ve alı­şılmış yol demektir- İyi veya kötü olarak o, ya bir sıfat ya da bir tamlama şeklinde kullanılır.

Sıfata misal olarak Müslim'in Sahih'inde Cerîr ibn Ab-dillah (r.a.)'dan rivayet ettiği şu hadîsi zikredebiliriz: "Kim İslâm'da iyi bir çığır (sünnet) açar da sonra onunla amel edi­lirse, ecirlerinden hiçbir şey eksilmeksizin, onlarınki kadar ona da yazılır. Kim de İslâm'da kötü bir çığır (sünnet) açar, ondan sonra onunla amel edilirse, onu işleyenlerin günahla­rından hiçbir şey eksilmeksizin, onların günahı kadar da ona yazılır."a

Müslim, Zekat 69, İlim 15

37

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Tamlama olarak gelen sünnet kelimesi ise tamlanana göre övme veya yerme işlevi görür. Nitekim hadîs-i şerifte: 'Size, sünnetime ve benden sonra yol gösterici raşid halifele­rin sünnetine sarılmanızı tavsiye ederim.'' buyrulmaktadır ki, buradaki sünnet, iyi ve Övülmüş sünnettir.

Başka bir hadiste ise: "(Allah'ın nefret ettiği üç sınıf in­sandan biri de) Müslümanlıktan sonra Cahiliyye sünnetini (yolunu, âdetini) isteyendir."2 buyrulmuştur. Burada ise sünnet kötü ve yerilmiştir.

Buharı ve Müslim'de Ebu Saîd'in rivayet ettiği şu hadîs de böyledir: "Sizden öncekilerin sünnetlerine3 (gidişatlarına) karış karış, kulaç kulaç mutlaka uyacaksınız. Hatta onlar bir bit deliğine girseler, oraya mutlaka siz de gireceksiniz." Sahâbe "Onlar Yahudiler ve Hıristiyanlar mı?" diye sorunca resulullah) "Ya kim olacak" buyurdular.3

linç Şafiî'nin naklettiği Abdullah İbn Amr hadîsinde de: "Sizden öncekilerin sünnetine (yoluna), tatlısıyla-acısıyla mutlaka siz de katılacaksınız!"4 buyrulmaktadır.

' Irb.ıd ibn Sariye hadîsinden bir bölümdür. Ebu Davud, (Siiııııe 5), İbn Mâce, (Mukaddime 6) ve Timüzi (ilim 16) rivayet etmiş, 'hasen-sa-hihtir' demiştir. Hadîs Nevevî'nin seçmiş olduğu kırk hadîsten birisi­dir. (Ayrıca hadîs; Darimi, Mukaddime 16, Müsned, c. 4, s. 126-127" de de mevcuttur.)

2' Buhârî, (Dıı/ntj'da İbn Abbas hadîsinden bir bölümdür. Hadîs şöy­ledir: "Allah'ın en çok buğzettiği insanlar şu üç kimsedir, a) (Mekke) Harem'de ma'siyet işleyen, b) (Müslüman olduktan sonra hala) cahi­liyye sünnetini isteyen, c) Haksız yere kanını akıtmak üzere bir insa­nın kanını isteyip duran."

3" Sin harfinin fethasıyla rivayet edildiğinde yol anlamındadır. Ötreli olduğunda ise sünnet kelimesinin çoğuludur.

a" Buhârî, Enbiya 50, frisam 14, Müslim, İlim 6, İbn Mâce, fiten 17; Ah-med, Müsned, c.2, s.450

4" Hafız İbn Hacer, Fethu'i-Bârf c. 13, s. 301'de senedinin sahih oldu­ğunu söylemiştir. Darıt'l-Fikir Baskısı.

38

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Kur'an'da ise sünnet kelimesi, tekil, çoğul, belirsiz veya tamlama şeklinde; genellikle değişmez kanunlara delâlet için kullanılmıştır. Devam edegelen bir yol olması itibariyle Allah, yaratılmışların düzenini, o kanunlar üzerine kurmuş­tur; ki genel olarak yaratılmışları yönetmede, özel olarak da azgınları ve yalancıları cezalandırmada ilahî kader bu ka­nunlara göre cereyan eder.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sizden önce de nice olaylar <=sünen) gelip geçti. Yer­yüzünde dolaşın da yalancıların sonunun nasıl olduğunu görün." (Al-i İmran, 137)

"Onlar öncekilerin kanunundan (=siînnetü'l-ewelin) başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanununda (sünnetullah) bir değişme bulamazsın. Yine Allah'ın kanununda bir sap­ma bulamazsın." (Fâtır, 43)

"Sizden önce geçenler arasında da Allah'ın âdeti (sün­netullah) böyle idi. Allah'ın emri, olup bitmiş bir kaderdir." (Ahzâb, 38)

"Bu, Allah'ın önceden geçen (millet)ler arasında (uygu­lanan) kanunudur (sünnetullah). Allah'ın kanununda bir de­ğişme bulamazsın." (Ahzâb, 62)

Sünnet kelimesi, sahabe ve selefin dilinde tekil ve elif-lâm takısıyla marife (belirli) olarak söylenildiğinde ise, bu. Nebi (s.a.v.) için. kullanılır ve onunla yüce Allah'ın gönder­miş olduğu hak dini tebliğ ve ona tevdi etmiş olduğu insan­lığa rehber olma vazifesini ifa için Nebî'nin (s.a.v.) seçmiş ol­duğu yol kastedilir. Diğer bir ifade İle sünnet, Allah'ın dini­ni anlama ve onu hayattaki bütün işlere uygulamada teorik ve pratik olarak Nebî'nin (s.a.v.) getirmiş olduğu nebevi me-tod demektir. Ashabından zühd ve ibadet hususlarında aşı­rı giden bazılarını ikaz ettiğinde, Nebî'nin (s.a.v.), onlara yüz

39

 

SÜNMETİ ANLAMADA YÖNTEM

çevirmelerinden sakındırdığı şey de odur (tarif edilen sün­nettir): "Gerçekten Allah'tan en çok korkanınız ve en fazla sakınanınız benim. Lakin ben hem (gece namaza) kalkarım, hem uyurum; bazen oruç tutarım, bazen tutmam. Kadınlar­la da evlenirim. Her kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir."3

Yine, Nebî <s.a.v.), Abdullah ibn Amr İbnu'l-As'ın oruç tutma, geceleri ihya etme ve hanımları terk hususunda aşırı­lığa doğru gittiğini görünce şöyle buyurmuşlardır: "Her amel için bir gayretlilik vardır. Her gayretin arkasında ise zayıflık vardır. Kimin zayıflığı benim sünnetime yönelirse o, yolu bulmuş olur. Kimin zayıflığı da sünnetimden başka bir şeye yonelirse o helak olur."5

Bilindiği gibi, Allah'ın Kur'an'da indirdiklerini tebliğ ve ayetlerini okumasının yanı sıra Nebî'nin {s.a.v.) bir göre­vi de mü'minleri tezkiye etmekti. Tezkiye ise, temizlik ve ye­tiştirme anlamlarını içeren bir kelimedir, ki Resul (s.a.v.) on­ları şirkten ve çeşitli rezaletlerden temizliyor ve onları tev-hid ve faziletlerle yetiştiriyordu. Diğer bir ifade ile O (s.a.v.), onları dini en güzel bir şekilde anlamayı ve ona inanmayı

a~ Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikdh 5; Nesaİ, Nikah 4; Darimi, Nikâh 3; Miisned, c.2, s. 158, e.3, s.241,259,285)

5- Münziri, et-Terğîb ve'l-Terhib, et-Terğib fi't-tibai'1-Kitabi ıv's-Sünne= Kitap ve sünnete uymaya teşvik hakkında zikretmiştir. (Eserin Musta­fa Muhammed Amare ta'hklı, Daru'I-HadîS-1987 basımında ise hadîs et-Terhib min Terki's-Sünneti ve'rtikabil-Bidai ve'l-Envai= Sünneti terkten ve bidatlere düşmekten sakındırma başlığı altında zikredil­miştir, c. 1, s. 87, no: 14. Hadîsi İbn Ebi Asım ve Snftöı'inde İbn Hıbban da zikretmiştir. Ahmed ibn Hanbel be Mıisned'de şu lafızlarla rivayet etmiştin" Her abidin bir gayretliliği vardır. Her gayretin ardında ise bir zayıflık vardır. Bu zayıflık ise ya sünnete ya da bid'ate dönüşür. Kimin zayıflığı..." (c. ", s. 158, 165, 188; c. 5, s. 409) Şeyh Şakır Müs-ned'âe yaptığı tahririnde hadîsin isnadını sahih görmüştür. (Nu: 6477)

40

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

içeren, olgun, uygulamalı bir terbiye ile yetiştirdi. Öyle bir iman ki, sahibini onunla ve onun için yaşamaya sevk etmek­tedir. Bu da O'nun gibi güzel bir örnekle gerçekleşir.

Bu uygulamalı tezkiye ile birlikte O (s.a.v,), onlara; in­dirilmiş ilahi kitabı öğretme, ayetlerinin anlamlarını, yaşama gayelerini, yönlendirme sırlarını anlatma, Kur'an'dan onlara kapalı gelen yerleri açıklama, Kur'an'ın emir, yasak ve ha­berlerinden mücmel olan yerlerini detaylandırma görevini de yerine getirmektedir ki, Kur'an'ı anlama ve O'na uymada mü'minler şaşırmasınlar.

Aynı şekilde onlara Kitap'Ia birlikte teorik ve pratik hikmeti de öğretmektedir. Burada teorikle, hükümlerin sır­ları ve amaçlarıyla ilgili ve amele sevk edici ilim kastedilir-ken, pratikle de çalışma, davet ve cihadda en güzel yollara ve en üstün faziletlere uyma kastedilmektedir. Nitekim ayet-i kerimede "Kime de hikmet verilmişse, ona bol hayır veril­miştir." (Bakara, 269) buyrulmaktadır.

Daha sonra O (s.a.v!) gerek bireyler olarak ve gerekse topluluklar olarak, hem din işlerinde, hem günlük yaşantıla­rında onların olgunlaşmalarını sağlayacak bilmedikleri şey­leri de Öğretti.

Nebî'nin (s.a.v.) görevlerinden bu dört husus; yüce Al­lah'ın dinini anlama, uygulama ve Rabb'inin emrettiği gibi dine 'hikmet ve güzel Öğütle' (Nahl, 125) davet etmede, O'nun sünnetini, yolunu veya metodunu oluşturur.

Yine, Kur'an'ın Bakara Suresi'nde zikrettiği şu ayette sözü edilen husus da odur: "Nitekim kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Kitabı, hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik." (Bakara, 151) Bu anlamda başka üç ayet daha vardır ki bunlardan birisi de:

41

 

SÜNNET! ANLAMADA YÖNTEM

"And olsun ki Allah mü'minlere büyük lütufta bulundu: Zi­ra daha önce açık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken onla­ra, kendi içlerinden kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, onları temizleyen ve kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi." ayetidir. (Al-i İmran, 164)

İşte sünnet -veya metod- bu anlamıyla, amel ve uygu­lama ile birlikte İslâm'ın tanınması için KuT'an'ın yanında (ikinci) kaynak oldu. Nitekim bu, bizzat Nebi (s.a.v.) hayat­ta iken İslâm'a giren herkes tarafından açıkça bilinen bir hu­sustu.

Sünnetin, Kur'an ile beraber olması ve hemen onu izle­mesi itibariyle Nebî'nin (s.a.v.) döneminde öğrenildiğine de­lâlet eden haberlerden Müslim'in Enes ibn Malik'den rivayet ettiği şu hadîsi zikredebiliriz: "Nebî (s.a.v.)'e bazı insanlar gelerek: 'Bize Kur'an ve sünneti öğretecek bazı adamlar gön-derseniz' dediler. O da onlara, Ensar'dan kendilerine kurra denilen yetmiş adam gönderdi."6

Nitekim Buhâri ve Müslim'in rivayet ettikleri Huzeyfe hadîsinde olduğu gibi Nebî (s.a.v.) de Sünnet kelimesini Kur'an ile beraber, O'nun ardından kullanmıştır: "Emanet (önce) kişilerin kalplerinin içine inmiş, sonra Kur'an'dan, sonra da sünnetten öğrenmişlerdir."3

İbn Abbas hadîsinde ise şöyle geçmektedir: "Resûlullah veda haccında insanlara hitab ederek şöyle buyurdu: 'Şeytan sizin topraklarınızda kendisine kulluk etmenizden ümidini kesmiştir. Ancak, bunun dışında, küçük gördüğünüz amel­lerinizde kendisine itaat etmenize razı kalmıştır ki ondan sa-

6~ Müslim, İmare, 147

a" Buhârî, Rikak 35, Filen 13, İ'limm 2; Müslim, îman 230; Tirmizi, Filen

17; İbn Mâce, Filen 27; Müsned, c.5, s. 383

42

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

kınınız! Gerçekten ben size iki şey bıraktım ki onlara sarıl­dıkça asla sapıtmayacaksınız, onlar: Allah'ın kitabı ve Nebi­si'nin sünnetidir.'"?

Ramazan ayından bahsederken de şöyle buyurmakta­dır: "O, öyle bir aydır ki Allah size orucunu (Kur'an'da) farz kıldı. Ben de (teravihle geceleri) ihyasını sünnet kıldım."a

Sahabede bu husus şu şekilde yerleşmiştir: Şeriatın bir kısmı yüce Kur'an'ın getirdiklerinden, bir kısmı da yüce Resûl’ün koymuş olduğu sünnetten oluşmaktadır.

İmrân İbn Husayn şöyle demiştir: "Kur'an indi, Allah Resulü de sünnetler koydu."b

Ömer İbnu'I-Hattab da şöyle der: "Size bir takım insan­lar Kur'an'ın müteşabih ayetleriyle mücadele etmeye gelecek­ler. Siz de onlara karşı sünnetleri ele alarak karşı koyun. Çün­kü sünnetlere sahip olanlar Allah'ın kitabını en iyi bilendir."c

Yine Fatıma binti Kays hadîsinde Ömer (r.a.) şöyle de­miştir: "(Ezberleyip-unuttuğunu veya doğru söyleyip - söy­lemediğini bilmediğimiz) bir kadının sözü için Rabbimizin kitabını, Peygamberimiz sünnetini terk etöeyiz."d

İbn Mes'ud (r.a.) da şöyle demektedir: "Allah'ın kita­bından bildiğimiz bir şeyi sorduğunuzda, onu size haber ve-

'" Hakim, Miistedrek el, s.93'te rivayet etmiş ve 'isnadı sahihtir' de­miştir. Zehebi de Miistedrek'in Tethis'inde ona muvafakat etmiştir. Ayrıca Hakim Ebu Hureyre'den merfu olarak rivayet ettiği bir hadîsi de ona şahid gösterilmiştir. Nitekim Münziri de et-Teığtb ve'l-Terhib (c. I, s. 8U, nu: 6)'de el-Tergibfi'l-tibai'l-Kihıbi ve's-Sünne başlığı altında vermiş ve onu onaylamıştır.

a" Müsned, ol, s.191, 195; Nesaî, Sıyatn 4U; ibn Mâce, İkame, 173. b~ Müsned, c.4, s.445 c' D.irimî, Mukaddime 17

"' Buhârİ (?) ve başkaları rivayet etmiştir. (Müslim, Talak 46;-Ebu Da-viıd, Talak 39; Tirmizi, Talak S) .

43

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

ririz veya Allah'ın Nebîsi'nin herhangi bir sünnetinden so­rarsanız onu da haber veririz. Ama sizin sonradan ortaya çı­kardığınız şeylere gelince bizim onlara gücümüz yetmez."a

İbn Abbas'ın mevlâsı İkrime ise şöyle der: "İbn Abbas ayaklarıma ipi bağlar ve bana Kur'an ve sünneti öğretirdi."b

el-Mu'cemu'l- Müfehres li Elfazi't-Hadîsi'n-NebevSy adlı eserde, sünnet kelimesi ve onunla ilgili diğer maddelerde zikredilen haberleri okuyan birisi, onun Arapça ve İslâm'a ait bir kelime olduğunu açıkça görür. Ve onun Tevrat'ı açık­layan İsrailî mişttâ kelimesinden alınmadığını ve müsteşrik­lerin iddia ettikleri gibi, Müslümanların onu sünnet kelime­si şeklinde Arapçalaştırmadıklarını da öğrenmiş olur. Ki bu, tartışmaya değmez batıl bir iddiadır.8

A- Usûlcülere Göre Sünnet

Usûlcüler, İslâm'ın ilk dönemlerindeki bu yaygın kullanı­mından hareketle sünnet kavramını, yasama için Kitap'tan hemen sonra gelen bir kaynak olarak ele almışlar ve onu şu şekilde tarif etmişlerdir: Sünnet; Nebî'den (s.a.v.) sâdır olup gelen söz, fiil ve onaylardır ki bunlardan her biri Allah'in di­nini anlama ve uygulamada Nebfnin (s.a.v.) yolunu gösterir.

B- Fakihlere Göre Sünnet

Tarifi tahlile ve örnek vermeye geçmeden önce burada, sün­net kelimesinin bundan başka, iki anlam için daha kullanıl­dığına işaret etmek istiyoruz.

a" Darimi, Mukaddime 17 Darimi, Mukaddime 46

^ Bu iddiaya Şeyh Mahmut Şeltut el-İslâm, Akide ve Şeria kitabında cevap vermiştir.

44

 

SÜNNETİ ANLAM AO A YÖNTEM

Fakihler sünneti, farzın ve -kabul edenlere göre- vaci­bin karşılığı olarak kullanmışlardır ki mendup ve müstehab anlamındadır. Bu, şeriatın kesin olmaksızın istedikleri olup, yapılmasına karşılık sevap verilir ama terk edilmesinden do­layı ceza verilmez. Örneğin şöyle derler; "Sabah namazın­dan önce iki rekat namaz kılmak sünnettir. -Ramazan Bay­ramından sonra- Şevval ayında altı gün oruç tutmak sünnet­tir. Erkeklerin namazı cemaatle kılmaları konusunda ihtilaf ederler: Acaba bu sünnet mi? Yoksa farz-ı kifaye ya da farz-ı ayn mı? Yine vitr namazı sünnet mi? Yoksa vacib mi? vb." Şu halde sünnet, usûlcülere göre, şer'î hükümlerin de­lillerinden bir delildir. Fakihler arasında ise, bu delil ile her­hangi bir fiilini sabit olduğu şer'î bir hükümdür. Yani fakih­lere göre o, beş şer'î hükümden bir tanesidir.

Başka bir konumda ise sünnet, bid'atin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Irbâd İbn Sariye'nin rivayet ettiği şu hadîs buna işaret etmektedir: "Yaşayanlarınız birçok ihtilaf göre­cekler. O zaman siz benim sünnetimle, benden sonraki raşid halifelerin sünnetine yapışınız. Ona dişlerinizle sımsıkı sarı­lınız. Aman, sonradan ortaya çıkan durumlardan sakınınız. Çünkü her bid'at sapıklıktır,"3

İbn Mes'ud (r.a.) şöyle der: "Sünnet (sınırları) içinde or­ta yollu davranmak, bid'at içerisinde çaba sarf etmekten da­ha hayırlıdır. "h

Yine bazı haberlerde şöyle denilmiştir: "Bir topluluk, herhangi bir bid'at ortaya koysun da, sünnetten onun bir benzerini yitirmiş olmasınlar.'^

a' Bi«: 1 numaralı dipnol

^ Darimi, Mukaddime 23

e "Benzer bir haber için bkz: Müsned, c.4, s.105

45

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Aynı şekilde fakihler arasında 'sünnet üzere boşama' ve bid'at üzere boşama' ifadeleri de meşhurdur.

C Hadiscilere Göre Sünnet

Mahiyetini daha iyi ortaya koyabilmek için tekrar, hadiscilere gore sünnetin tarifine dönelim. Onlara göre sünnet; Nebî'nin (s.a.v.) sözlerini, fiillerini, onaylannı; gerek ahlâkî ve gerekse yaratılışı ile ilgili özelliklerini ve O'nun siretini kapsamakta­dır. Şimdi bu beş kısmın her birinden ayrı ayrı bahsedeceğiz.

I- Nebî'nin (s.a.v.) Sözleri

- Her sözde olduğu gibi- Nebî'nin (s.a.v.) sözleri de ha­ber ve (istek anlamına gelen) inşa oimak üzere ikiye ayrılır. Nebî'nin (s.a.v.) haberleri bazen yüce Allah, O'nun isimleri, sıfatları ve fiilleri hakkında olabilir.

Ebu Hureyre'nin (r.a.) rivayet ettiği şu hadîste olduğu gibi: "Yüce Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Kim onları sayarsa cennete girer."3

Yüce Allah "mahlûkâtı yarattığında, kendi eliyle kendisine şunu yazdı: 'Rahmetim gazabıma üstün gelecektir'11 hadisi gibi.

Yine Selman'ın (r.a.) rivayet ettiği hadîs de böyledir: "Yüce Allah gökleri ve yeri yarattığı gün yüz rahmet yarat­mıştır. Onlardan her bir rahmet, gök ile yer arasını kaplaya­cak kadardır. Allah onlardan bir tanesini yere indirmiştir. İş­te bir anne, çocuğuna bununla şefkat göstermekte, yabani hayvanlar ve kuşlar kendi aralarında onunla yumuşak dav­ranmaktadır. Yüce Allah (bu yüz rahmetten) doksan doku-

a" Müttefekun aleyh (Bk2: el-lu'lüü ve'lMeram, h. Nu: 7714)

b" Tirmizî, Deavöi 99; İbn Mace, Mukaddime 13, Zühd 35; Musned c.2, s.

381

46

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

zunu ise sonraya bırakmıştır. Kıyamet günü olduğunda ise o rahmetini bununla tamamlayacaktır."3

Kudsî hadîsler de bu kategoriye girmektedir. Çünkü onlar da yüce Allah'tan gelmektedir. Tercih edilen görüş ise onun anlamının yüce Allah'tan, sözlerinin ise Nebiden (s.a.v.) olduğudur. Müslim'in rivayet ettiği, Ebu Zerr'in (r.a.) şu hadîsi gibi: Nebî (s.a.v.), aziz ve yüce Rabbinin şöyle bu­yurduğunu haber verir: "Ey kullarım! Ben zulmü kendime haram ettim ve onu sizin aranızda da haram kıldım. Şu hal­de birbirinize zulmetmeyiniz...'"°

Melekler, cinler, arş, kürsü vb. gibi beşer ilmine ve du­yulara dayalı; idrak dairesinin dışında kalan, gayb âlemin­den vermiş olduğu haberler de bu kategoridendir.

Müslim'in rivayet ettiği şu hadîste olduğu gibi: "Melek­ler nurdan yaratılmış, cinler ise ateşten yaratılmıştır."c

Yine O'nun, berzah hayatından, ahiret yurdundan ve oradaki çeşitli haller, korkunç durumlar, sevap-ceza, cennet-cehennemden zikrettikleri de bu cümledendir. Kabir suali, kabir azabı veya nimetleri, dirilme, mahşerde toplanma ve durma, şefaat, hesap, mizan, sırat, cennetteki nimet çeşitleri île cehennemdeki azap çeşitleri hakkında vermiş olduğu bil­giler gibi.

Nebî'nin (s.a.v.) haberlerinden bir kısmı İse, geçmiş peygamberlerin hayatlarından, sözlerinden, salih insanlar­dan ve onların hallerinden bize anlattıklarıdır. İbrahim-İsmail ve Musa Peygamberlerin (a.s.) kıssaları, mağaradaki-

a~ Müslim, Tevbe 21; İbn Mâce, Zühd 35

k" Müslim, Bin 55

c-Müsilm,Zü/ıi60

d" Bkz: Buhâri, Enbiya 9; Müslim, Fedai! 154

* Bkz: Buhâri, Enbiya 27-31; Müslim, Fedai! 155-160

47

 

SÜNNETİ AVLAMADA YÖNTEM

lerin kıssası;*1 kör, alacaklı ve kel kıssasıb, doksan dokuz ki­şiyi Öldüren adamın kıssası, vb.e akıl ve benliklerde bıraka­cağı güçlü etkilerden dolayı davetçiler ile eğitimcilerin ihti­yaç duyduğu çeşitli kıssalar gibi.

Yine Nebî'nin (s.a.v.) haberleri kapsamına, Yüce Al­lah'ın O'nu haberdar ederek, geleceğe dair zikretmiş olduğu şeyler de girer. Zira iyi veya kötü, ister ümmetin, isterse bü­tün insanların başlarına gelecek gaybî konulardan ancak Al­lah'ın kendisine bildirdiklerini bilebilir.9 Çünkü O, inanan toplum için uyarıcı ve müjdeleyicidir. Bu grup haberlere 'fi-ten hadîsleri' ve 'kıyamet alametleri' de girmektedir. Ne­bî'nin (s.a.v.) gelecekteki olaylara dair verdikleri haberler­den birçoğu gerçekleşmiştir. Nebî'nin (s.a.v.) Ammar için 'Seni azgın bir topluluk öldürecek'1* buyurması; Hz. Hasan hakkında ise 'Bu oğlum efendidir. Allah aracılığıyla Müslü­manlardan iki grubun arasını düzeltecektir'e buyurmasında olduğu gibi.

Bazıları ise asırlar sonra gerçekleşmiştir. Nebî'nin (s.a.v.) müjdeleyip de Abdullah İbn Amr'ın rivayet ettiği 'İs­tanbul'un fethi' gibi.10

Bkz: Buhârî, Enbiya

k" Bkz: Buhârî, Enbiya 51, Müslim, Zühd 10 c~ Bkz: Buhârî, Enbiya 54, Müslim, Tevbe 46,47

Nitekim Yüce Rabbimiz, Kur'an'da şöyle buyurmaktadır: "O (Al-lahi gaybı bilendir. Görülmez bilgisini kimseye göstermez. Ancak ra­zı olduğu elçilere gösterir..." (Cin, 26-27) d" Bkz: Müslim, Filen 72-73

.: Buhârî, Sulh 9, Menakıb 25; Ebu Davut, Sürme 12 Abdullah İbn Amr şöyle demektedir: "Bir defasında Resûlulİah'ın (s.a.v.) çevresinde (hadîs vb.) yazıyorduk. Derken Allah Resulüne "iki şehirden hangisi (daha) önce fethedilecek? İstanbul mu. Roma mı?" diye soruldu. Resülullah (s.a.v.} da - İstanbul'u kastederek-"Herakl(ius}'ın şehri önce fethedilecek" buyurdu. Müsned c.2, s. 176;

48

 

SÜNNETİ ANLAMADA VÜNTEM

Bazıları da hal-i hazırda gerçekleşmekte olup, gözleri­mizle görmekte, ellerimizle onlara dokunmaktayız. Müs­lim'deki Ebu Hureyre'nin şu hadîsi gibi: "Cehennem halkın­dan iki sınıf var ki, ben onları görmedim. 1-) Yanlarında bu­lunan, sığır kuyruğu gibi kırbaç (cop)larla insanları döven bir topluluk, 2-) Başları (saçları) deve hörgücü gibi olan, ca­zibeli, giyinik oldukları halde çıplak kadıniar. Ki bunlar cen­nete giremeyecekleri gibi onun kokusunu bile alamayacak­lardır. Oysa cennetin kokusu nice uzak mesafeden alınır."a Görüldüğü gibi hadîs, insanları kendilerine boyun eğmeleri için cellatlar istihdam eden politik baskı ile ahlâkî çözülme­yi bir arada zikretmiştir. Bu ahlâkî çözülmede 'giyinik çıp­lak' kadınlar, şehvetleri tahrikte ve toplumları ulvi davalar­la uğraşmaktan alıkoyup oyalamada birer araç olarak kulla­nılmaktadır.

Ahmet İbn Hanbel ve Ebu Davud'un rivayet ettiği Sev-ban Hadîsi de böyledir: '"Çeşitli milletlerin, tıpkı oburların çanağa çullaştıkları gibi (her taraftan gelip) üzerinize üşüş­meleri yakındır.' Sahabe 'Bizim azlığımızdan dolayı mı ey Allah'ın Resulü?' diye sorunca; 'Aksine o gün sizler çoksu­nuz, fakat selin sürüklediği çer-çöp gibisiniz. Gerçekten Al­lah, düşmanlarınızın kalplerinden sİzİn korkunuzu atacak, sizin kalplerinize ise vehn salacaktır.' buyurdu. Sahabe 'Vehn nedir ey Allah'ın Resulü?' dediler. O da: 'Dünya sev­gisi ve ölümden hoşlanmama' buyurdular."bqqqqqqqqqqqqqqqqq”

Darimi, Mukaddime 43; İbn Ebi Şeybe, Musannej adlı eserinde (?); Ha­kim, Müstcdrek c. 4, s. 555'de rivayet etmiş ve sahih olduğunu belirt­miş, Zehebi de ona muvafakat etmiştir. Elbâni de es-Sahiha'ds 4 nu­marayla zikretmiştir. a~ Müslime, Cenne 52 a" Müsned, c.5, s. 278; Ebu Davut, Melnhiın S

49

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Hadîs, günümüzde ayrıntılarına tanık olduğumuz ev­rensel bir birleşmeye işaret ediyor. Öyle ki, çeşitli milletler Müslümanları çökertmek için bir araya gelmişlerdir. Böyle­ce, sayılarının çokluğuna rağmen selin çer-çöp misali bir çokluk olduğundan, Müslümanlar lezzetli bir lokma gibi ye­necektir. Bu hadîste Müslümanlar çer-çöpe benzetilmişler­dir, çünkü hafiflik, gelip-geçirilik ve yüzeysellik gibi özellik­lerinin neticesi olarak kendi aralarında ne bir birlik ve gaye, ne de akıp gidecekleri belli bir yer vardır. Aynı şekilde ha­dîs, İslâmî mukavemetin zayıflığının arkasında gizli hastalı­ğı da açığı çıkarmaktadır ki bu niceliğe değil, niteliğe dönük­tür...O her şeyden önce kişisel ve ahlâkî zayıflığa dönüktür. İşte bu 'dünya sevgisi ve ölümden hoşlanmama' halidir.

Yine Nebî'nin (s.a.v.) kıyametin büyük ve küçük ala­metlerinden zikrettiği şeyler de böyledir. Ki bunlaRIn büyük bir kısmı bilfİİl gerçekleşmiştir. Cibril hadîsinde geçen şu alametlerde olduğu gibi: "Cariyenin efendisini doğurması, başı açık, yalın ayak yoksul koyun çobanlarının uzun uzun binalar yükselttiklerini görmen..."a Bu hadîs de bazı top­lumların hayatında ortaya çıkan korkunç değişikliğe işaret etmektedir. Anne ve babalara iyiliğin yerini, onlara cefa ve isyan alacaktır. Öyle ki sanki kadIN oğlunu değil, efendisini doğuracaktır. Yine aynı şekilde toplum, birdenbire köy ha­yatından, şehir hayatına, darlıktan bolluğa, çadırlarda yaşamaktan kıvanç verici ev ve saraylarda oturmaya, yayalık­tan veya binek kullanmaktan, lüks otomobillere binme­ye... vb. dönüşmüştür. Buda herhangi bir zahmet ve gayret sarf etmeksizin, çok hızlı bir şekilde servetlere kavuşmanın bir sonucudur. Bugün bazı petrol ülkelerinde gördüğümüz

a' d-Lü'luu ve'l Mercan, H.Nu: 5

50

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

gibi...Bundan dolayı insanların çoğu dengelerini yitirmiş­ler, kendilerini unutmuşlar ve hızla tarihi kimliklerini tanı­maz hale gelmişlerdir.

Kıyamet alametlerinden bir kısmı ise hâlâ beklenmekte­dir. Buharı ve Müslim'in rivayet ettikleri "Elli kadına, işleri­ni gören bir erkek düşecek' kadar erkeklerin (azalıp) gitmesi, kadınların ise (çoğalarak) kalması"3 hadîsi gibi.

Bir de kıyametin büyük alametleri vardır. Hadîslerde tevatür yoluyla geldiği üzere1' Mesih Meryem oğlu İsa'nın İslâm şeriatıyla hükmetmek ve Deccal'ı öldürmek üzere in­mesi gibi. Buhârî ve Müslim'in rivayet ettikleri Ebu Hureyre hadîsinde ifade edildiği gibi: "Meryem oğlu (İsa) mutlaka adil bir hüküm (yönetim)le inecektir."1* Aynı şekilde Dab-be'nin çıkacağını ve güneşin batıdan doğacağını haber veren hadislerde olduğu gibi.11

Yine bazı eşyalar, kavramlar ve işlerin gerçek yönlerini açıklamak, onların değer ve derecelerini ve onlardan kay­naklanan sevap veya cezayı açıklamak üzere Nebî'nin (s.a.v.) zikretmiş oldukları sözler de aynı haber dairesi içeri­sine girmektedir.

Nebî'nin (s.a.v.) meşhur Cibril hadîsinde buyurduğu gibi: "İslâm; Allah'a kulluk etmen ve O'na hiçbir şeyi ortak

a" Buhâri, İlim 21; Müslim, İtim 9

"'" Bu konuda Hindistan'ın büyük âlimlerinden Şeyh Enver el Keş-

miri bir kitap yazmış ve ona et-Tasrih biniti Tevatera fi Nüzuli'i-Mesih-

{Isa (Mesih 'in İneceğinin  Mütevatir Hadîslerle Açıklanması ismini

vermiştir. Kitabı Şeyh Abdülfetlah Ebu Gudde tahkik etmiş ve çeşitli

dipnotlar düşmüştür. Kitapta kırktan fazla snhih ve hasen hadis ile

bunlardan başka zayıf hadîsler de mevcuttur.

b' Müslim, iman, 243; MUsıted, C-2, s.494

c" Müslim, İtam, 249, Filen 39-40-118-129; Ebu Davud, Melahim, 11-12,

Tirmizi, Filen 21; İbn Mâce, Fileti 28; Müsned c.2, s.164)

51

 

SÜNNETİ AMLAMADA YÖNTEM

koşmaman, namazı dosdoğru kılman... dır. İman da; Al­lah'a, meleklerine, kitaplarına, Resullerine...inanmandır. İh­san ise; Allah'a O'nu görüyormuşçasına kulîuk etmendir. Sen O'nu görmesen de muhakkak O seni görmektedir. "a

"Müslüman dilinden ve elinden diğer Müslümanların güvende olduğu kimsedir."1"

"Muhacir Allah'ın yasakladıklarından göç edip uzakla­şandır. "c

"(Kişi) güreşle (kas gücüyle) güçlü olmaz. Gerçek güç­lü, gazap esnasında nefsine hakim olandır."d

"Yedi sınıf insan vardır ki, hiçbir gölgenin olmayıp, sa­dece Allah'ın gölgesinin bulunduğu günde Allah onları ken­di gölgesinde gölgelendirecektir..."6

"Cihad edenler için, Allah cennette yüz derece hazırla­mıştır. İki derece arası gök ile yer arası kadardır."1

"Kim inanarak ve ecrini yalnızca Allah'tan umarak Ra­mazan orucunu tutarsa, önceden işlediği günahları bağışla­nır. Kim inanarak ve ecrini yalnızca Allah'tan umarak Ra­mazan gecelerini (teravih vb.) ile değerlendirirse önceden iş­lemiş olduğu günahları bağışlanır."E

a" El-Lu'luu ve'l-Mercan, H. Nu: 5

"" Yazar, 'İbn Ömer'den müftefekun aleyhtir' diyorsa da doğrusu bu

lafzıyla hadîs; Buhirî, İman 4'de İbn Amr'den; Müslim, İman 65'de ise

Cabir'den rivayet edilmektedir.

c" Buhârî, İman 4; Ebu Davud, Cihad 2; Nesaî, İman 8-9-1 l'de İbn

Amr'den rivayet etmişlerdir.

"' El-Lu'luu ve'l-Mercan, H. Nu: 1676 Ebu Hureyre rivayet etmiştir.

^ El-Lu'luu ve'l-Mercan, H. Nu: 610 Ebu Hureyre'de'n. Ayrıca Müslim,

Zekat 91'de Ebu Hureyre ve Ebu Said el-Hudri'den rivayet etmiştir.

*~ Miisned, c.2, s.335-339; Buhârî, Cihad 4'de Ebu Hureyre'den rivayet

etmişlerdir.

S" Buhâri, Savm 6; Müslim, Müsafirin 175'de Ebu Hureyre'den rivayet

etmişlerdir.

52

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Gördüğümüz gibi bu hadîsler, hem hayır ve Allah'a itaate teşviki, hem de şerden ve Allah'a isyandan sakındır­mak üzere, bazı dini yönlendirmeleri, ahlâkî irşadları içer­mektedir.

Haber tarzında olmasına rağmen, bu hadîslerden bir kısmı ise, hem Müslüman bireyi, hem de Müslüman toplu­mu bağlayıcı bazı yasamaları içerir. Şu hadîslerde olduğu gi­bi: "(Fazla sevap almak için) Şu üç mescitten başka hiçbir mescide yolculuk yapılmaz: Mescid-i Haram (Kabe), benim bu mescidim ve Mescid-i Aksa."a

"Zarar görmek de zarar vermek de yoktur."b

"Bir kadın halasıyla veya teyzesiyle (aynı kocanın Nikâ­hı altında) bir araya getirilemez. "c

"Nesebinden dolayı (evliliği) haram kılan (akraba­lıklar, emişmeden dolayı da haram kılar."1'

"Kafir, Müslümana, Müslüman da kafire mirasçı ola-

Nebî'nin (s.a.v.) sözlerinden -istek anlamındaki- inşa kısmına girenler ise emir, yasak, dua ve bu anlamdaki şeyle­ri içerir

Emre örnek olarak şunları verebiliriz: "Her yerde ve her

a" el-Lü'luu ve'l-Mercan, H. Nu; 882, Ebu Hureyre ve Ebu Said'den, İbn Mâce (?) İbn Amr'den rivayet etmiştir.

b"Mûsned, c.5, s. 327; İbn Mâce, Ahkam İ7'de İbn Abbas'tan, İbn Mâ­ce aynı yerde Ubade'den rivayet etmiştir.' c- el-lü'luu ve'l-Mercan, H. Nu: 890

"~ el-Lü'luu ve'l-Mercan, H. Nu: 919 Aişe'den muttefekun aleyhtir. (Doğrusu (bn Abbas'tandır -Çev.)

^ Buhârî, Hac 44; Müslim, Feraiz 1; Ebu Davut. Fersiz 10, Tirmizi, Fe-raiz 15; İbn Mesut, Feraiz 6, Darimi, Ferah 29, Muvalta, Ferah 10, Usa-me'den rivayet etmişlerdir.

53

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

zaman Allah'tan sakın, kötülüğün ardından iyilik yap ki onu imha etsin, insanlara karşı güzel ahlâklı ol."a

"Beni namaz kılarken gördüğünüz gibi namaz kılınız."b "(Hilâli) Görünce oruç tutunuz. Onu (tekrar) gördüğü­nüzde ise orucu bırakınız. Eğer hava bulutlu olursa Şaban ayının sayısını otuza tamamlayınız."17 "Hacc menasikinizi benden alınız."d "Sana şüphe vereni bırak, şüphe vermeyene (bak)."e Yasaklara örnek olarak da şunları verebiliriz: "Zandan sakının. Çünkü zann, sözün en yalın olanıdır. Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayınız. Özel hayatını­zı araştırmayınız. Alıcıyı zarara sokmak için, almayacağınız bir malın fiyatını artırmayınız. Birbirinize haset de etmeyi­niz, birbirinize sırt çevirmeyiniz.,."f

"Hıristiyanların Meryem oğlu İsa'yı (yüceltmede) aşırı gittikleri gibi, siz de benim hakkımda aşırılığa düşmeyin. Lakin 'Allah'ın kulu ve Resulü' deyin!"S

Dualara örnek olarak da şunlar verilebilir:

a" Müsned, c. 5, s. 153-158, Tirtnizi, Bin 55; Hakim (?) Muaz'dan riva­yet etmişler ve Hakim Ebu Zeri* den gelen hadîsin Buhârî ve Müs­lim'in şartlarına göre sahih olduğunu söylemiştir. îbn Asakir (?) ize Enes'ten rivayet etmiştir. b" Buhârî, Ezan 18

°~ el-Lü'lııu vc'UMercan, H. Nu: 656 Ebu Hureyre'den Nesaî, Siyam 12'de Ibn Abbas'tan rivayet etmişlerdir. d~ Buhârî (?) rivayet etmİştir.(Müsıiftl, c. 3, s, 366 * Müsned, c.6, s.153; Tirmizi, Kıyame 60; Nesaî, Kudal 11; tbn Jiıbban, ef-thsan c.2, s.498 H. Nu: 722'de Hasan îbn Ali'den, aynca Ahmed, Enes'ten, Taberani, Vabisa ve başkalarından rivayet etmişlerdir. Ha­dîs bütün tarikleriyle sahihtir. *~ cl-Lii'htu ve'l-Mercaıt, H. Nu:166Q

S" Buhârî, Enbiya 48, Müslim, (?) rivayet etmişlerdir. (Darimi, Rikak 68;Mı<sııeıfc.l,s.23

54

 

SCJMNETİ ANLAMADA YÖNTEM

"Allah'ım! Dinimi bana düzgün eyle ki o, işimin muha­fazasıdır. Dünyamı düzgün eyle ki, geçimim oradadır. Ahi-retimi de düzgün eyle ki dönüşüm orayadır. Benim için ha­yatı, her çeşit hayırda bereketli kıl. Ölümü de bana, her tür­lü şerden rahatlama kıl."a

Nebî'nin (s.a.v.) duaları arasında istiaze( Allah'a sığın-ma)ler vardır. Mesela: "Yarattıklarının şerrinden, Allah'ın mükemmel kelimelerine sığınırı m. "b

"Allah'ım! Yanıltmaktan veya yanıltılmaktan, saptır­maktan veya saptırılmaktan, zulmetmekten veya zulmedil­mekten, cahilce davranmaktan veya davramlmaktan Sana sığınırım. "c

Bu ve bunlara benzer sığınışlar şekil itibariyle haber, anlam itibariyle ise inşa (istek) dır. Çünkü bunlar, istenilme­yen şeylerden Allah'a sığınmak suretiyle O'ndan bir isteği içerirler.

Bazen bir hadîs, hem haber, hem de -ister emir olsun, ister yasak olsun- talebi birlikte içerebilir. Ebu Hureyre'den merfû olarak gelen şu hadîste olduğu gibi: "Güçlü mü'min, zayıf mü'minden daha hayırlı ve Allah'a daha sevimlidir. Ama hepsinde hayır vardır. Sana fayda verecek şeylere kar­şı hırslı ol ve Allah'tan yardım iste! Acizlenme! 'Keşke şöyle yapsaydım, şöyle olurdu' deme! Lakin 'Allah takdir etti ve dilediğini yaptı' de! Çünkü 'keşke' şeytanın işini kolaylaştı-

rır.

a" Müslim, Zikr 71

b- Buhârî, Enbiya 10; Müslim, Zikr 54-55

c- İbn Mâce, Dua 18, Ebu Davud, Edeb. 103; Tirmizi, Deavat 28; Nesaî,

İstiaze 30-65; Müsned, c.6, s.306-318

d' Müslim, Kader 34

55

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Nebî'nin (s.a.v.) kavli hadîslerinden bir kısmı kısa-öz olup, tek bir cümleden oluşur. "Kızma"* sözünde olduğu gi­bi. Bazıları da sayfalar tutabilecek kadar uzundur. Nebî'nin (s.a.v.) önceki (ümmet)Ierin kıssaları veya kıyametin halleri veya gördüğü rüyalarından hareketle anlattığı, olmuş veya olacaklarla ilgili hadîslerinde gördüğümüz gibi.

Bazı hadîsler, insanlara dinleri hakkında bilmeleri ge­reken bir hususu öğretmek için yapılmış bir ilk çalışma şek­lindedir. Şu hadîslerde olduğu gibi: "Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi?..."b "Size namaz, oruç ve sadakanın derecesinden daha faziletlisini göstereyim mi?

Nebî'nin (s.a.v.) Cuma ve bayram hutbeleri de böyledir.

Bazen kendisine sorulan bir soruya verilmiş cevap ola­bilir. Cebrail'in (a.s) İslâm, iman, ihsan ve kıyamet hakkında sorduğu sorulara vermiş olduğu cevaplarını ifade eden meş­hur hadîsinde olduğu gibi.

Yine, "Ey Allah'ın Resulü! Bana İslâm hakkında öyle bir söz söyle ki, o hususta senden sonra kimseye bir şey sorma­yayım" diyen adama O'nun: "Allah'a inandım de, sonra dosdoğru ol..."d buyurması gibi.

Aynı şekilde "Kıyamet ne zaman kopacak?" diye sora­na: "Emanetin yitirildiği zaman kıyameti bekle!" buyurması ve "Onun yitirilmesi nasıl olacak?" sorusuna da "Yönetim,

a" Buhâri, Edep 76; Tirmizi, Bin 73; Müsned, c.2, s. 175 k" el-Lü'lutı ve'l-Meram, H. Nu: 54 (Bunlar: 1- Allah'a şirk koşma, 2-Ana-babaya isyan, 3- Yalana şahitliktir.)

c~ Benzeri için Bkz: Ebu Davud, Edeb, 58; Tirmizi, Kıyame 56 (Hadîste­ki bu faziletli is, iki Müslümamn arasını düzeltmektir. d' Müsned, c.3, s.413; Müslim, İman 62; Nesaî, (?); İbn Mâce, Filen 12, Süfyan İbn Abdillah es-Sekafi'den rivayet etmişlerdir.

56

 

SÜNNETİ ANLAMADA VÖNTEM

ehil olmayana teslim edildiğinde artık kıyameti bekle!"3 şek­linde cevaplaması gibi.

Bazen de Nebî'nin (s.a.v.) gördüğü bir şey veya işittiği bir söz ile ilgili olarak söylenmiş olabilir. Mescide işeyen bedevî kıssasında olduğu gibi. Onu gören sahabe hemen hare­kete geçmiş, ancak Nebi (s.a.v.): "İşemesini kesmeyin! İşedi­ği yere bir kova su dökün. Siz kolaylaştırıcılar olarak gönde-rildiniz, zorlaştırıcılar olarak gönderilmediniz," buyurdular,1" Oğlu İbrahim'in vefat ettiği gün, güneşin tutulması üze­rine, bazı insanlar: "ibrahim'in Ölümünden dolayı güneş tu­tuldu." dediler. Bunu duyan Nebi (s.a.v.) ise "Güneş ve ay, Allah'ın ayetlerinden iki ayettirler. Hiç kimsenin ölümün­den veya yaşamasından dolayı da tutulmazlar" buyurduk

a- Nebevi Belagat: 

Uzunuyla, kısasıyla sahih olarak Nebiden (s.a.v.) nakledilen sözler, söyleniş, anlam, kapsam, şe­kil, fikir ve üslûp olarak insanlığa ait olan beyan ve belaga­tın zirvesini temsil eder. Çünkü onlar, kapsamlı ilimleri, öz­lü hikmetleri, bilginin gerçeklerini, yasama güzelliklerini, eşsiz yönlendirmeleri, ilginç meseleleri ve ender teşbihleri içerirler. Öyle ki belâğatlı ve hikmetli hiçbir söz, bunları böy­lesine kolay, bu kadar tatlı ve güzel bir şekilde, bu denli can­lı olarak ihtiva etmemiştir. Oysa tıpkı yaş bitki dallarını sıka­rak yağını süzen kimsenin yaptığı gibi. Nebevi sözlerin keli­melerinden de bir ruh süzülmüştür. Ve bu sözler "(Allah ta­rafından) indirilenlerden (hareketle yapılmış) bir çıkarım, a" Tirmizi, Tahare 1I2'de bu lafızlarla (doğrusu benzer lafızlarla) rivâyet etmiştir. Hadîsin aslı Buharı, Edep 35; Müslim, Tahare 98-99-100^ vardır. Hadisi yazarın verdiği lafızlarla bulamadım. Çev. k" el-Lü'luu ve'l-Mercan, H. Nu: 527 c- Mustafa Sadık er-Rafii, a.g.e., s, 422,424

57

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Hakim ve Zikir (olan Kur'an'ın) nurundan bir alıntı" şeklin­de vasıflandırılmaya daha layıktır. Nitekim bu, çeşitli asır­larda yaşamış olan büyük edebiyatçı ve belâğatçıların da takdir ettikleri bir husustur.

Şimdi, d-Beyân ve't-Tebyîn adlı eserinde Nebî'nin (s.a.v.) sözlerini vasfeden Câhız'a kulak verelim: "O (Nebi’ye (s.a.v.) ait olan) sözün harflerinin sayısı az, anlamları çok, sa­nat açısından üstün, zahmetten uzaktır. O, açılması gereken yerde geniş, kısa tutulması gereken yerde ise kısa bir üslûp kullanmıştır. Yabancı, garip kelimeleri terk etmiş, çarşıya ait melez (argo, amiyane) ifadelerden yüz çevirmiştir. O, ancak bir hikmet mirasından konuşmuştur.

O, ancak Allah'ın kendisine verdiği İsmet sıfatıyla süs­lenmiş, ilahî destekle güçlenmiş, ilahî muvaffakiyetle kolay­laştırılmış bir üslûpla konuşmaktaydı Bu, Allah'ın sevgiyle beslediği, kabul ile bürüdüğü bir sözdür. Ve O, sertlik ile tat­lılığı ve güzelce anlatma ile söz sayısının azlığını bir arada toplamıştır. Tekrardan müstağni olmasına ve tekrarlamasına olan ihtiyacın azlığına rağmen herhangi bir kelime düşüklü­ğü olmamış, dili sürçmemiştir. Onu ne bir delil çürütebilmiş, ne karşısına bir hasım çıkabilmiş ve ne de O'nu bir hatip sus-turabilmiştir. Büakis O, uzun hutbelerini, kısa sözler ile akı­cı hale getiriyordu. Hasmını ancak onun bildikleriyle sustur­maya kalkışıyor, ancak doğrularla delil getiriyor, zaferi12 an­cak hak ile talep ediyordu. Aldatmaya baş vurmaz, hile yo­lunu kullanmaz, arkadan konuşmaz, ayıplamaz; ne gecikir, ne de acele eder, ne uzatır ve ne de kısa tutardı. Sonra insan­lar Nebî'nin (s.a.v.) sözünden daha yararlı, daha doğru, da-

•*" Buradaki fek kelimesi: Basan ve zafer demektir.

58

 

ha ölçülü, daha güzel, daha cömert, daha iyi, daha kolay, an­lamı daha açık, içeriği daha belirgin başka bir söz işitmemişlerdir."i3

Asrımızın İslâm ve Arap Dili Edebiyatçısı Mustafa Sa­dık er-Râfii, İ'câzu'l-Kur'an adlı kitabında şöyle der: "Ne­bî'nin (s.a.v.) sözlerinden sahih olarak nakledilenlere lügat ve beyan sanatları açısından baktığın zaman onu öncelikle lafzı düzgün, söylenişi sağlam, terkibi güçlü, kelimelerin di­ziminde aralarında uygunluk, cümlelerin gayet değerli ol­duğunu, gerek lafız ile mânâ arasında ve gerekse lafız ve kullanımının dizim ve tertibinde aralarındaki ilişkinin açık olduğunu görürsün. Sonra, onda karışık bir harf, farklı an­lamları çağrıştıran bir lafız veya zorlama göremeyeceğin gibİ, kendisine yüklenen anlamı vermede, istediğini ifade et­mede ondan daha mükemmel hiçbir kelime de bulamazsın. Onun en güzel bir şekilde arz edildiğini, cümlelerinin gayet açık, detaylı, sınırlı ve en güzel bir şekilde olduğunu, anla­mının da güçlü olduğunu görürsün. Kelime türetiminde ol­dukça rahat, çeşitli konulara işaret etmede eşsiz, bakış açısı­nın ilginç, beyanının net olduğunu görürsün. Yine O'nun sözlerinde kıvırtma, zorlama, karmaşa, düzensizlik, acizlik­ten dolayı bir yardım arayışı, darlıktan dolayı alabildiğine yayılma ve hiçbir şekilde herhangi bir zayıflık da göremez­sin."3

Sahasında otorite olan büyük edib ve lügatçi Üstad Mahmud Muhammed Şakir deb bir makalesinde şöyle de­mektedir: "Bu zamanda, fikrin genişliği, kolay anlaşılırlığı

"' Cahiz, ei-Beyaıı ıv'i-Tebym.c. ", s. 14-15 a" Mustafa Sadık er-Rafii, a.g.c, s. 422,424 k" et-Muktetaf Dergisi, 1943-Haziran Sayısı, s. 114-115

59

 

SÜNNETİ ANLAMADA VÖNTEM

ve ondaki yüce felsefenin konumunun gizliliği, felsefî bakış açısının bu kainattaki canlı hakikatin derinliklerine dalıp gitmesi, asnmızdaki eşsiz büyük edebiyatçı ve belâğatçıla-rın seçkin oluş nedenlerinin başında gelir. Bu ise, Arap'in ancak şairlerinden pek azında, hatta o şairlerin şiirlerinden pek azında gördüğü bir türdür. Bu türden, Arapça'da sade­ce iki eşsiz (mucize) vardır: Birisi; Kur'an, diğeri ise Resûlul-lah'dan (s.a.v.) sahih olarak gelen hadîsler. Düşünce sadece bu ikisinde zirveye ulaşmıştır. İfade ve lafızlarıyla, sarmış olduğu bütün gerçeklerin anlamlarını kuşatmasıyla, lafız ve kelimelerinde seher vaktindeki güzel kokuyu estirmesiyle, bütün bunların da ötesinde, tüm bu anlamlar arasındaki ko­laylık, rahatlık, karşılıklı yakınlık ve kaynaşma karşısında diyoruz ki: İşte bütün bunlar, güzellik ve hoşluk bakımın­dan cennet rüzgârına benzer bir dereceye ulaşmakta, ustu­raların kalplerin bağlarını kesmesi gibi bir durum oluşmak­ta, yine ondan adeta yanıp-tutuşan bir ateş doğmakta, en­gin, anlayışlı insanlık binasını tanzim eden hususlar gerçek­leşmekte ve o, zelzelenin yeryüzünü salladığı gibi kişiyi sarsmaktadır.

İşte Kuran böylesine eşsiz (muciz)dir. O'nun ne önün­den, ne de ardından batıl herhangi bir şey gelmez. Resûlul-Iah'ın (s.a.v.) hadîsleri de tıpkı O'nun gibidir. O da beşeriyet belagatının zirvesidir ve bundan ötesi de insanların boyunu

aşar

"14

b- Kavli Hadîslerin Önemi:

Biz, burada kavli sünnetler hak­kında sözü biraz uzattık. Çünkü sözlü hadîsler, gerçekte,

** Şeyh Ahmed Muhammet! Şakir'in Miftahu Künuzi's-Sünne adlı ki­taba yazmış olduğu mukaddimeden alınmıştır.

60

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

sünnetin çoğunluğunu temsil eder. Yönlendirme ve yasama onlarla ifade edilir. Nebevi beyan, onlarla ortaya konulur. Onlar en güzel şekliyle Muhammedi belagatı temsil eder. Yüce Allah'ın Resullerin sonuncusuna Özgü vermiş olduğu cevâmiu'l-kelim denilen, az lafızla çok anlam ifade eden özlü sözler de bu hadîslerdedir.

Oysa asrımızda bazıları, kavli hadîsleri reddedip, sade­ce fiilî sünnetleri kabul edebileceğini iddia ederek baz] gö­rüşler ileri sürmüşlerdir.

Gerçekte bu iddianın sahibi böyle yapmakla sünnetin hepsini reddetmiş olur. Çünkü fiilî sünnet, sünnet koleksi­yonlarının içerdiği hadîslerin ancak cüz'î bir kısmını oluş­turmaktadır.

Çünkü mücerret olarak Nebî'nin {s.a.v.} fiilleri en fazla o fiilîn caiz olduğunu gösterir. Oysa fiilîn sünnet veya vadp olduğunun belirlenmesi için Nebî'nin (s.a.v,) sözünün buna delâlet etmesi gerekir.

Nebî'nin (s.a.v.) namazmdaki fiiller hakkında: "Beni na­maz kılarken gördüğünüz gibi namaz kılın."a Hacc fiilleri hakkında da: "Hacc ile ilgili ibadetlerinizi benden alıp-Öğre-niniz."b

II- Nebî'nin (s.a.v.) Fiilleri

Sünnetin ikinci kısmını da Nebî'nin (s.a.v.) fiilleri oluş­turmaktadır. Yani O'nun Özel ve tüzel; dinî ve dünyevî ha­yatındaki pratik uygulamalarından oluşmaktadır. O'nun ev içindeki hayatından, eşleriyle ilişkilerindeki en özel durum­lara varıncaya kadar her şey nakledilmiştir.

a' Buhârî, Ezan 18

*" MUS'ted, c.3,s.366) şeklindeki hadîslerinde olduğu gidi.

61

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Büyüklerin bazılarının özel hayatlarında, ancak dostla­rının bildiği çeşitli açıklar ve kusurlar bulunması sebebiyle gizli bazı yönleri vardır ki onların anlatılmalarını istemezler.

Resûlullah ise hanımlarından veya ashabından herhan­gi birinin, gördüğü veya işittiği bir şeyi nakletmesine engel olmamıştır. Bu sebepledir ki, uykulu ve uyanık hali, yalnız­lığı, dolaşması, girip-çıkması, yeme-içmesi, giyinmesi, bine­ğe binmesi, gülmesi, ağlaması, yerleşik ve yolculuk hali, sa­vaşı ve barışı...vb. günlük hayatının detayları dahi rivayet edilmiştir. Çünkü bunların her birinde Ona uyulabÜecek bi­rer örneklik vardır. O'nun bu hususlardaki rehberliği ise, en hayırlı ve en mükemmel rehberliktir.

Bu yüzdendir ki fiilî sünnetlerden bir kısmının ibadetle-riyle ilgili olduğunu görmekteyiz. Mesela taharet ile ilgili Hz. Aişe'nin şu sözünü zikredebiliriz: "Nebi (s.a.v.) cünüp iken uyumak istediğinde, ayıp yerini yıkar ve namaz için al­dığı gibi abdest alırdı."3

Namaz hakkında Hz. Enes'in şu sözünü zikredebiliriz: "Nebî (s.a.v.), çok soğuk olduğunda, namazı erken (vakitte) kılar, çok sıcak olduğunda ise (sıcağın geçmesini bekleyip) geciktirerek kılardı."b

Oruçla ilgili olarak Ebu Hureyre'nin şu sözünde olduğu gibi: "O (s.a.v.) pazartesi ve perşembeleri oruç tutardı."c

Sadaka hakkında Hz. Enes'in şu sözünü zikredebiliriz: "Nebî'den (s.a.v.) bir şey istendiğinde onu ya verirdi, ya da susardı."**

a" ei-Uî'luı ve'i- Meram, H. Nu: 176

°" Buhârî, Cum'n 17; Müslim (?) Yazar müttefekun aleyh diyor (?)

c" îbn Mâce, Sıvam 42

a~ Hakim (?) rivayet etmiştir.

62

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Hacc hakkında Hz, Aişe'nin şu sözünü zikredebiliriz: "Nebî (s,a.v.) ihrama bürünmek istediğinde, bulduğu en gü­zel koku ile kokulanırdı."a

Zikir ile ilgili olarak Ubâde ibn Ahsar'ın şu sözünde ol­duğu gibi: "Nebî (s.a.v.) yarağına vardığında Kâfirun suresi­ni okurdu."1'

Yeme-içme, giyim, uyku vb. normal hayat ile ilgili fiilî hadîslerden ise şunları zikredebiliriz: Hz. Enes'in şu sözün­de olduğu gibi: "Nebî (s.a.v.) yemek yediği zaman üç par­mağını yalardı. "c

"(Su vb.) içtiği zaman üç nefeste içerdi ve şöyle derdi: 'Çünkü bu, daha hoş, daha lezzetli ve daha iyidir.'"d

Hz. Ali'nin: "Resûlullah'ı ayakta (su) içerken gördüm."1-' sözü,

Ibn Ömer'in: "Nebî (s.a.v.) sarık kullandığında, sarığını omzuna dek uzatırdı"* sözü,

Ebu Said'in: "Peygamber (s.a.v.) oturduğunda, dizlerini dikerek elleriyle tutardı."8 sözü,

Hz. Aişe'nin: "Nebî (s.a.v.) evine girdiğinde, önce mis­vak kullanırdı"11 ve yine "O, herhangi bir rahatsızlık hisset­tiğinde, çeşitli istiazelerle Allah'a sığınarak nefesini üfürür ve onu eliyle (ağrıyan yere) sürerdi"1 sözleri,

a~ Müslim, Hacc 7

°~ Taberanî (?) rivayet etmiştir.

c" Müsned, c. 3, s. 290^54; Müslim, Eşribe 136

d" Buhâri (?); Müslim, Eşribe 123, Yazar müttefekun aleyh diyor (?)

Tinnizi, Eşribe 13; Ebu Davud, Eşribe 19; Müsned, c. 3, s. 211-400

e" Müsned, c. 1, s. 101

'" Tinnizi, Libas 12

S- Ebu Davud, Edeb 72

"' Müslim, Tahare 43-44

'" Buhâri, Meğazi 83; Müslim, Selam 51 (Müttefekun aleyhtir) el-Ui'luu H. Nu: 1415

63

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Hz. Hafsa'nın: "Nebî (s.a.v.) uyumak istediğinde, sağ elini yanağının altına koyar ve 'Allah'ım, kullarını dirilttiğin gün beni azabından koru.. .'diye dua ederdi"3 sözünde oldu­ğu gibi.

Ev hayatı ve eşleriyle ilişkisi hakkındaki hadîslerden de şunları sıralayabiliriz:

Hz. Meymune şöyle der: "Nebî (s.a.v.) hanımlarından hayızh birine dokunmak istediğinde izar (uzun entari) giy­mesini emreder, sonra ona dokunurdu."b

Hz. Aişe şöyle der: "Nebî (s.a.v.) gece veya gündüz ha­nımlarını bir saatte dolaşırdı."c

"Eşlerinden bazılarıyla öpüşür, sonra (tekrar) abdest al­maksızın namaz kılardı."d

"Oruçlu iken {de hanımlarını) öperdi..."e

"Yolculuğa çıkmak istediğinde hanımları arasında kur'a çeker, kur'a kime çıkarsa, yolculuğa onunla birlikte çı­kardı."'

"Cinsel ilişkide sünnet edilen kısmın girmesi (guslü ge­rektirmesi) sebebiyle yıkanırdı."8

İçtimaî, askeri ve siyasî ilişkileri ile ilgili şu fiilî hadîsle­ri sayabiliriz:

a~ Ebu Davud, Edeb 98

^ Buhârî, Hayz 5

0 Buhâri, Gusl 12

d" Müsııed, c. 6, s. 62; Ebu Davud (?) (Aslında bu lafız Nesaî, Tahare

121'dedir.

e" Buhâri, Savın 23; Müslim, Siyan? 62-70-71; Ebu Davud, Savın 33; İbn

Mâce, Siyam 189; Muvatta, Siyam 13-18; Tirmizi, Savm 31; Müsned, c. 6,

s. 40-42

f" d-Lü'luu ve'l-Mercan H. Nu: 1763)

8" Müsned, c. 6, s. 123; Tahavî (Şenpu Meâni'l AsSr, c. 1, 5. 55 Beyrut-

1987

64

 

SÜNNETİ ANLAMACA YÖNTEM

Seril ibn Huneyf şöyle demiştir: "Nebi (s.a.v.) Müslü­manların düşkünlerine gelir, onları ve hastalarını ziyaret eder, cenazelerinde de bulunurdu."a

Abdullah ibn Cafer şöyle der: "O (s.a.v.), yolculuktan döndüğünde evindeki çocukları tarafından karşılanırdı."11

Ka'b ibn Malik şöyle demiştir: "Herhangi bir gazveye çıkmak istediğinde, o, bunu başkasına belli etmezdi."c

Abdullah ibn Büsr şöyle der: "O, herhangi birinin kapı­sına vardığında, kapının tam karşısında durmaz, kapının sağ veya sol köşesine geçer ve 'esselamu aleyküm, esselamu aîeyküm' diye seslenirdi,"d

Avf ibn Malik şöyle demiştir: "Nebî (s.a.v.) ganimeti ge­tirdiği gün taksim eder, evliye iki, bekâra ise bir hisse verir­di."^

Nebî'nin (s.a.v.) lafzı olmaksızın O'ndan rivayet edilen hüküm ve yargıları da O'nun fiilleri kapsamına girer:

İbn Abbas'ın şu hadîsinde olduğu gibi: "Resûlullah bir şahid ve yemin ile hüküm verdi."' Yani Resûlullah bazı du­rumlarda yemini, ikinci şahit yerine koydu.

Behz ibn Hak im'in, babasından, dedesinden naklettiği şu hadîs gibi: "Nebî (s.a.v.) bir töhmetten dolayı birisini tu­tukladı.'^

a~Abt!urre2zak, Musannaf'(?); Taberanî, d- Mu'cemu'l- Kebir, c. 6, s. 84,

H. Nu: 5586; Hakim, el-Mûstedrck, c. 2, s. 466'da rivayet etmişlerdir.

**"Müsned, o 4, s. 5; Müslim, Fedaüu's-SaMiıc 66; Ebu Davud, Cihnd 60

c- Ebu Davud, Cihad 101; Nesaî (?) (Buhâri, Cihnd 103; Müslim, Tei'be 54

d~ Müsned, ç. 4, s. 190-191; Ebu Davud, Eıieb 13*, H. Nu: 5186

lI" Ebu Davud, Haraç 14; Hakim, el-Müstedrek, c, 2, s. 140

"~ Nebî (s.a.v.)'in bu fiillerini bildiren haberleri alırken Elbânî'nin $a-

hihu'l-Caıııii'f-Sağir ve Ziyndehıh adlı eserine dayandık.

f~ Müslim, Akziyc 3; Ebu Davud. Akziye 21

8" Ebu Davud, Akziye 29; Timıizi, Diyal 20; Nesaî, Surat 2

65

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Ebu Hureyre'nin şu hadîsinde olduğu gibi: "Resûlullah (dövüştükleri için) Lihyan oğullarından bir kadının düşür­düğü cenin hakkında (diyet olarak) bir köle veya cariye ve­rilmesini hükmetti. Sonra hakkında bir köle diyeti hükmü verilen kadın vefat etti. Bunun üzerine Resûlullah onun mi­rasını çocuklarına ve kocasına verdi, diyeti ise baba tarafı ak­rabalarına yükledi. "d

Nitekim bazı âlimler, Nebî'nin (s.a.v.) hüküm ve yargı­ları hakkında kitaplar yazmıştır- Allâme İbnu'l-Kayyim el-Cevziyye de Zâdu'l-Meâd adlı kitabında bu hususa geniş bir bölüm ayırmıştır.

Yine Nebî'nin (s.a.v.) fiillerine, O'nun lafzıyla gelme­yen emir ve yasaklarının girmesi mümkündür.

Berâ ibn Azib'in "Resûlullah (s.a.v.) bize yedi şeyi em­retti ve yedi şeyi yasakladı..."b hadîsi gibi.

Rubeyyi binti Muavviz'in rivayet ettiği şu hadîs gibi: "Nebi (s.a.v.), Sabit ibn Kays ibn Şemmas'ın karısına -koca­sıyla ihtilafa düşmesi sebebiyle- bir hayz müddeti bekleyip, sonra ailesine katılmasını emretti."c

Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği; "Resûlullah (s.a.v.), hileli satışı yasakladı"*1 hadîsi gibi.

Ebu Cuhayfe'nin rivayet ettiği: "Nebî (s.a.v.), köpek ve kan (satış) parasını ve fahişe kazancını yasakladı" hadî­si gibi.

Cabir'in rivayet ettiği: "Nebî (s.a.v.), eğitilmiş köpek dı­şında, köpek parasını yasakladık hadîsi gibi.

a- Buhari, Diyar 26

"~ Buharı, Cenaiz 2; Müslim, Libas 2; Tirmizi, Edeb 45

•= Nesaf Talak 53

d" Müslim, Buyu' 4

e- Müsned, c. 3, s. 316; Nesaî, Sayd 16

66

 

SÜNMETİ ANLAMADA YÖNTEM

Nitekim Hafız Suyutî Camiu's- Sağir adlı eserinde bu şe­kilde pek çok yasaklama hadîsleri zikretmiştir. Yina Allâme Elbâni de Sahihu'l-Camü's-Sağir ve Ziyadetuh onlardan sahih ve hasen olanları zikretmiş ve bunlar 173 hadîse ulaşmıştır. Buradakilerin çoğunu da oradan naklettik.

Burada, Nebî'ye (s.a,v.) ait fiillerden bir kısmının O'nun yaratılış ve mizacından kaynaklandığı da göz Önünde bu­lundurulmalıdır. Mesela sahih olarak gelen "O (s.a.v.), kaba­ğı severdi"a yine "O, (koyun vs) kol etinden hoşlanırdı"15 şeklindeki haberlerde olduğu gibi.

O'nun fiillerinden bir kısmı, ise, adetten kaynaklanmak­tadır. Sarık sarması ve onu omuzları arasına uzatması gibi.c Onlardan bir kısmı ise, kurbet ciheti'yle yani Yüce Al­lah'a yaklaşma kastıyla yaptıklarıdır. Namazdaki, hacc ve umre ibadetlerindeki fiilleri, O'nun zikirleri ve duaları vb.

Nebî'nin (s.a.v.) bir fiili; onun farz, sünnet veya mubah olduğunu gösteren bir söz veya durum ya da başka bir kari­ne olmadıkça, o fiilin yapılanmasına mutlak olarak izin ve­rildiğine delâlet eder.

Usûlcüler bu konuda dört farklı görüş benimsemişler­dir. Burada benim tercihim ise şudur: Allah'a yaklaşma kas­tıyla yapılanlar sünnet, bunun dışındakiler ise mubahtır.

Sahabe O'nun Allah'a yaklaşma kastıyla yaptığına ka­naat getirdikleri konularda O'na uyma konusunda gayet ha­ris davranmışlardır.

a- Bfcz: Buhârî, Elime, 33-35-38; Müslim, Eşr&K 145; Müsned, c. 3, s. 153-377-206-225...

*> Bkz: Buhârî, Enbiya 3; Müslim, İman 327-238; Ebu Davud, Et'tme 20 e" Bkz: Müslim, Hacc 451-454, Bin 13; İbn Mâce, Libas 15; Tirmizi, Li­bas 2

67

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Bu yüzdendir ki biz, Hz. Ömer'in (r.a.) Haceru'l-Esved'i öperken şöyle dediğini görmekteyiz: "Ey taş! Senin ne fayda, ne de zarar vermeyeceğini bildiğim halde seni öpüyorum. Eğer Resûlullah'ın (s.a.v.) seni öptüğünü görmeseydim seni öpmezdim.'"8

Bazen Nebî (s.a.v.} kendilerini, merhamet ettiğinden dolayı nehyettiği kanaatine varmışlarsa, yapmalarını yasak­lamasına rağmen O'na uyuyorlardı. Visal orucunda yaptık­ları gibi. Çünkü O (s.a.v.) kendisi visal orucu tutarken onla­rı bundan nehyetmişti. Bunun üzerine onlar: "Visal orucu tuttuğun halde, bizi ondan niçin nehyediyorsun?" diye sor­dular. O da şöyle buyurdu: "Hanginiz benim gibidir? Ben geceliyorum (ama) beni Rabbim doyurup-suluyor."b

Onlardan kimisi ise, Nebî'ye (s.a.v.) olan üstün sevgi­sinden ve her işinde O'na uymaya olan aşırı hırsından dola­yı, Allah'a yaklaşma ciheti olmasa dahi O'nun bütün fiilleri­ne uymaktaydı. İşte onlardan birisi Abdullah ibn Ömer'dir.

Mücahid'in şöyle dediği nakledilmektedir: "İbn Ömer (Ra.} ile birlikte bir yolculuktaydık. Derken bir yere vardı ve biraz kavis yaptı. Kendisine 'niçin böyle yaptın?' diye sorul­du, o şöyle dedi: 'Resûlullah'in (s.a.v.) böyle yaptığını gör­düm, onun için ben de yaptım ."c

Zeyd İbn Eslem'in şöyle söylediği rivayet edilir: "ibn Ömer'i, düğmeleri çözük bir şekilde namaz kılarken gör­düm ve bunun sebebini sordum: 'Resûlullah'ı (s.a.v.) böyle yaparken gördüm de...' diye cevap verdi.d

a" Buhâri, Hacc 50-57; Müslim, Hncc 248, 251; Muvatla. Hacc 115 vb.

k~ Buhâri, Savm 20; Müslim, Siyam 57-58; Muvatla, Siyam 58 vb.

c" Müsııcd, c. 2, s. 32 ve Bsvzar (?) iyi bir senedle rivayet etmişlerdir.

Bk7: Heysemî, Mecmtııt'z-Zevaid, c. 1, s. 174

d~ İbn Hıızeymen, Sahih, c. 1, s.382, H.Nu: 779; Beyhâki, Sünen, c. 2, s.

24Ü Bkz: Heysemi, Mecmau'z-Zeaûd, c.l, s. 175

68

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Yine İbn Ömer Mekke ile Medine arasındaki bir ağaca gelir ve altında biraz uyur ve Resûlullah'in (s.a.v.) böyle yaptığını söylerdi."3

ibn Sîrîn'in de şöyle dediği rivayet edilir: "Arafata İbn Ömer ile beraberdim. O gittikçe, onunla ben de gittim. Niha­yet imama yetişerek, birlikte öğle ve ikindi namazını kıldı. Sonra o, ben ve arkadaşlarım (orada vakfe için) durduk. İmam hareket edince biz de onunia birlikte ilerledik. Me'zemin'e varmadan, boğaza gelince hayvanı çökertti, biz de çö­kerttik. Biz onun namaz kılacağını sanıyorduk. Hayvanı tu­tan kölesi şöyle dedi: 'O namaz kılmak istediğinden değil, Resûl'ün buraya geldiğinde tuvalet ihtiyacını giderdiğini hatırladı (da onun için durdu). Şimdi o da orada ihtiyacını gidermek istiyor. '"b

Bu haberleri el-Terğib ve't- Terhib16 adlı kitabında Hafız e!-Münzirî de zikretmiş, sonra şöyle demiştir: "Nebî'ye (s.a.v.) uyma ve sünnetini izlemeleri hususunda ashâbtan gelen haberler gerçekten çoktur."

Yine Nebî'nin (s.a.v.) fiilierine, O'nun terk ettiği şeyler de girmektedir. Zira terk, kişinin bir fiili yapmaktan el çek­mesidir. Bunun içindir ki bir grup usûlcüler bu el çekmenin de bir fiil olduğu görüşüne vardılar. Buna göre Nebî (s.a.v.) bir işi terk edince o işin terki de sünnet olur. Bundan dolayı onların şöyle söylediğini de görmekteyiz: "Nebî'nin (s.a.v.) yaptığı da sünnettir, terk ettiği de sünnettir."

a' Bezzar (?) rivayet etmiştir, isnadında beis yoktur. Bkz: Heysemi, aynı yer.

MÜsttai, c. 2, s. 131. Hadîsin râvileri, Sahih'te rivayetlerini: itibar edilen râvilerdir.

16~ Uünzin, el-Terğib vet-Terhib, (c. 1, s. 82-83) et-Terğibfi't-tibai f'HS-labi ve's-) SUnııcf başlığı altında zikretmiştir.

69

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Bu husus ibadetlerle ilgili durumlarda gayet açıktır. Yapması için imkânlar olduğu, herhangi bir engel de bulun­madığı halde O'nun (s.a.v.) terk etmiş olduğu şeyleri terk et­mek de sünnettendir. Bayram namazını (dışarıda musallada kılıp) mescitte kılmamasıyla, ondan Önce ve sonra namaz kılmayı terk etmesinde olduğu gibi.

İşte, Hz. Ömer, Kur'an'ın ilk defa Mushaf şeklinde bir araya getirilmesini istediğinde, "Resûlullah'ın (s.a.v.) yap­madığı bir işi ben nasıl yaparım?" diyerek Hz. Ebubekir'i duraklatan husus budur. Hz. Ömer bu isteğinde o kadar ıs­rar etti ki, nihayet Hz. Ebubekir de ikna oldu ve bu işin İs­lâm ve Müslümanlar için hayırlı olacağını anladı.3

Şüphesiz, Nebî'nin (s.a.v.) kendi döneminde bu işi yap­masına şöyle bir engel vardı: Kur'an'ın inişi tamamlanma­mıştı. Çünkü Kur'an Nebî'nin (s.a.v.) peygamberliği süresin­ce ortaya çıkan çeşitli olaylara göre parça parça inmekteydi. Bu nedenle indirilişi tamamlanmadan önce iki kapak arasın­da toplanması mümkün değildi.

Hz. Osman da, bütün Müslümanları bir imam-mushaf üzerine toplarken, bunu gerek Resûlullah (s.a.v.) ve gerekse Ebubekir ve Ömer dönemlerinde olmayan bazı sebepler ve gerekliliklerin bulunması sebebiyle yaptı.

Yine Nebi (s.a.v.) Ramazanda birkaç gece, mescitte ce­maatle teravih namazı kılmış, ancak Müslümanlara farz kılınıverir de, onlara zor gelir endişesiyle bu namazı terk et­miştir.

Bunun içindir ki Nebî'nin (.s.a.v.) vefatından sonra farz kılma korkusu şeklindeki bu engel ortadan kalkıp, yapılma

a" Bkz: Buharî, Fedailu'l-Kur'an 3)

70

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

imkânları görülünce Hz. Ömer bunu yapmış ve.Müslüman­ları mescitte bir imam arkasında toplamıştır.3

Bundan hareketle sahabe, Nebî'nin (s.a.v.) fiilerini nak­letmede haris oldukları gibi O'nun kastını kavradıkları za­man, terk ettiği şeyleri de aynı titizlikle aktarıyorlardı. Bu hususta şu misalleri verebiliriz:

Cabir ibn Semure'nin hadîsi: "O (s.a.v.) bayram namaz­ları için ezan okutmazdı."b

Yine Cabir'in rivayet ettiği bir hadîs: "O (s.a.v.), Cuma günü vaazı uzatmazdı."11

Hz. Aişe'nin hadîsi: "O (s.a,v.), gusülden sonra (yeni­den) abdest almazdı. "d

Abdullah ibn Amr'ın hadîsi: "O (s.a.v.) yaslanarak ye­mezdi. "e

Bunlara benzer daha birçok misaller vardır.

III- Nebî'nin (s.a.v.) Takrirleri

Sünnetin üçüncü çeşidi de takrirdir. Takrirden kast edi­len ise; Nebî'nin (s.a.v.) bir fiili gördüğü veya bir sözü işitti­ği ya da bir şeyi bildiği halde, buna karşı çıkma imkânı ol­masına rağmen, karşı çıkmayıp, onaylama sidir. Tabiî ki O (s.a.v.) batıl olan bir şeyi onaylamaz, çirkin olan bir şey kar­şısında sessiz kalamaz. O'nun onaylaması, o hususta hiçbir sakınca olmadığına delâlet eder. Bunun sebebi ise İbn Hazm'ın da dediği gibi: "Çünkü yüce Allah Nebisine tebliği

R- Bkz: Buhlrî, Salatu't- Teravih 1; Müslim, Müsafirîn 177-8 *>" Müslim, Ideyıı 5-6-7; Ebu Davud, Salat 250; Tirmizî, Salat 384 (Yu­karıdaki lafızlarla değil

c- Ebu Davud, Salat 231; Hakim, Müslcdrek, c. 1, s. 2S9 d" Müsned, c. 6, s. 28-192-253-258; Tirmizî, Tahâre 79 e- Müsned, c. 2, s. 165-167; Ebu Davud, Ei'ıme 17. (Farklı la/ıslarla.)

71 

 

SONNCTİ ANLAMADA VÖNTEM

farz kıldı. O'nu insanlardan koruyacağını haber verdi, ken­dilerine indirileni insanlara açıklama görevini de C^na yük­ledi. Nebinin {s.a.v.) bir kötülüğü bildiği halde ona karşı çıkmadığını iddia eden kişi kafir olur. Çünkü bu kişi, Ne-bî'nin (s.a.v.) emrolunduğu gibi tebliğ etmiş olmasını inkar etmiştir. O'nu Rabbinin nitelediğinden başka bir şekilde ni­telemiştir. Nebî (s.a.v.): 'Allahım, tebliğ ettim mi?' buyurdu­ğunda, insanlar 'evet' deyince, 'Allahım, şahid ol!' şeklinde­ki sözlerini yalanlamıştır. Nebî (s.a.v.) bu sözlerini Veda Hacc'ında söylemiştir."17

Bazen Nebî'nin (s.a.v.) bir fiile onayı yalnızca susma ve karşı çıkmama seklinde olabilir. Sermaye artı işgücü şeklin­deki müdârebe denilen ortaklığı onaylamasında olduğu gi­bi. İnsanlar gerek cahiliyye döneminde ve gerekse İslâm'dan sonra bu tür ortaklıklar yapıyorlardı. Sahabeden de bunu yapanlar oldu, ama Nebî (s.a.v.) onlara karşı çıkmadı. Bura­dan hareketle bütün mezhepler bunun meşru olduğunda ic-ma etmişlerdir.18 Yine Beni Kurayza'da ikindi namazı mese­lesinde de durum böyledir. Ahzab savaşından sonra da Ne­bî (s.a.v.) sahabeye şöyle buyurmuştu: "Her biriniz ikindi-namazını ancak Beni Kurayza'da kılsın!" Bazıları yoldayken ikindi vakti girdi. Bunun üzerine bir kısım; "Beni Kuray-za'ya varmadıkça namaz kılmayız." derken, bazıları ise "Bi­lakis namazı kılarız, çünkü Nebî'nin (s.a.v.) bizden istediği şey bu değildi." dediler. (Ve iki şekilde hareket ettiler.) Son­ra bu durum Nebî'ye (s.a.v.) haber verildi de O, onlardan hiçbirini kınamadı.*1 Böylece ictihadları farklı oldu. (İkinci)

17-16-

İbnHazm, d-İkkam fi Usııii'i-Ahkam, c. 1, s. 139 İbn Hazm, ei-Muhalla, c. 8, s. 285, Mesele; 1367 Buharı, Megazî 30

72

 

grup yaptıkları anlaşmayı ihlal eden Kurayza Oğullarına ge­reken dersi vermek üzere giderken, sağda solda oyalanma­dan, süratle ilerlemeyi kastettiğini anlamışlardır. Diğerleri ise sadece nassın (emrin) zahirini almakta diretmişler veya Müslim'in rivayet ettiği gibi şöyle demişlerdir: "Vakit çıksa dahi ancak Resûlullah'ın emrettiği yerde kılarız" 19

Nebî (s.a.v.) ise iki grubun yaptığını da onaylamış, hiç­birine karşı çıkmamıştır^ Nitekim âlimlerin geneli; elinden gelen tüm gayreti göstererek içtihad eden birisinin hata etse bile günaha girmeyeceğine bunu delil göstermişlerdir.20

Bazen de onay, susmadan da öte tebessüm ve sevinç vb. göstermek ile olur. Çok soğuk bir gece cünüb olduğu halde, gusletmeden, teyemmümle yetinerek arkadaşlarına namaz kıldıran Amr ibn el-As kıssasında olduğu gibi döndüklerin­de, Nebî'ye {s.a.v.) onu şikayet ettiler. O, bunu sorduğunda Amr: "Yüce Allah'ın şu ayetini hatırladım: 'Ve kendinizi de Öldürmeyin, Çünkü Allah, size çok merhametlidir' (Nisa, 29). (Buna dayanarak) teyemmüm edip sonra da namaz kıl­dım." dedi. Bunu duyunca Nebî (s.a.v,) güldü.

Bazen ise onay bundan da fazla bir şeyle gerçekleşir. Bayram günü Habeşlilerin, mescitte mızraklarıyla oynama­larını onaylamasında olduğu gibi. İşte, O'nun onlara "Alın

' İbn Ömer rivayetinde hadîs muttefehun aleyhtir. Buhârî, Meğazi {30)'da; Müslim ise Cilıaıi 69 da rivayet etmiştir. Müslim'de "İkindi fJamazı" yerine "Öğle Namazı" deıulmektektedir,

20- Bfcz: İbn Hacer, Fethu't-Bâri, c. 8, s. 413 Halebi Baskısı.

21- Müsned, t.4, s.203-204; Ebu Davud, Taitare 126; Miiııtekn'da denil­diği gibi Darekutni, (Sünen, c. 1, s. 178) rivayet etmişlerdir. Şevkânî ise Neylu'l-Evlar (c. 1, s. 258)'de hadisi, Buhârî'nin {Teyemmüm ?)'de ta'lik olarak, İbn Hıbban (ct-İhsau, o 4, s. 142-3) ve Hakim (Müstedrek, c. 1,'s. 177) rivayet ettiklerini söylemiştir.

73

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

ey Ernde Oğulları!" demesi ve Hz. Aişe'nin onlara bakması­na izin vermesi de3 böyledir.

IV- Nebî'nİn (s.a.v.) Sıfatları

Hadîs âlimlerine göre, Nebî'nİn (s.a.v.) gerek ahlâk ve gerekse yaratılışı ile ilgili sıfatları da sünnettendir. Yaratılış sıfatlarına misal olarak Ebu Said'in şu sözünü zikredebiliriz:

" Nebî'nİn (s.a.v.) sırtındaki nübüvvet mührü şişkin bir et parçası (şeklinde) idi."b

Yine CabİT Ibn Semure şöyle anlatır: "Nebî'nİn (s.a.v.) mührü, güvercin yumurtası kadar kırmızı bir şişkinlilk şek­lindeydi.'^

Hz. Enes de şöyle söylemektedir: "Nebi'nİn (s.a.v.) başı, elleri ve ayakları büyüktü."d "Diğer insanlara gÖre orta uzunluktaydı. Ne çok uzun, ne de kısaydı. Parlak renkli olup, ne fazla beyaz, ne de esmerdi."e

Hz. Ali ise "Nebî'nİn (s.a.v.) başı büyük, sakalı çoktu."f demektedir.

Hz. Aişe'de şöyle der: "Nebî'nİn (s.a.v.) saçı, omuzları­nın üstünde, kulak memelerinin altında idi."s

a" Bkz: Buhâri, Ida/n 2, 25; Müslim, ldeyn 19; Nesaî, ideyi 35)

k- Tirmizi, (?)

c" Müslim, FatctS 110; Tirmizi, Menahb 11 (Benzer lafızlarla.

"" Buhârî, Libas 68 (Buradaki rivâyelte "başı" zikredilmiyor.

^ Bkz: Buhârî, Menahb 23; Müslim, Fedail 113; Tirmizi, Menahb 4

f~ Müsned, c. 1, s. 116-117, 134, 151, Ibn Sa'd, Tabakat.ç. 1, s. 410-411.

(Yakın lafızlarla); İbn Hıbban (?) ve Beyhâkî (?) de rivayet etmişlerdir

8" Tirmizi, Lite 21'deki Hz. Aişe'nin iki rivayeti de: "Ve kine lehu

şa'run fevka'i- cümmeti ve dune'l- vefrati" şeklindedir. Ve biz buna

uygun olarak tercüme ettik. Oysa, yazarın zikrettiği rivayet ise: "Ka-

ne faruhtı dune'l-cümmeti ve fevka'l-vefrati" şeklinde tam tersinedir.

Tirmiîi'nin rivayet ettiğini söylemesine rağmen, bu tezat, bir dizgi

hatası mı, yoksa yazarın bir sehvi mi bilemiyoruz.)

74

 

SOPJNETİ ANLAMADA YÖNTEM

İbn Ömer ise şöyle anlatır: "Nebî'nİn (s.a.v.) saçında yir­mi kadar beyaz kıl vardı."3

Ka'b İbn Malik de şöyle söylemektedir: "Nebi (s.a.v.) se­vinçli olduğunda yüzü sanki ay parçası gibi parlardı."1"

Ahlâk ile ilgili sıfatları ise şöyle anlatılmaktadır:

Hz. Aişe şöyle der: "Nebî'nİn (s.a.v.) ahlâkı Kur'an idi"^

Ebu Said de şöyle der: "Nebî (s.a.v.), haremlikteki baki­re kızdan daha çok haya sahibi idi."d

Enes (r.a.) ise şu şekilde anlatmaktadır: "O (s.a.v.), in­sanların en iyisi, en sevimlisi ve en cesuruydu."e

Nebî'nİn (s.a.v.) fiilerinden ve sözlerinden oluşan bu ni­telikleri O'nun şemailini oluşturmaktadır ki bu hususta İmam Tirmizi müstakil bir eser yazmış ve gerek şerh yazan­lar ve ne de gerekse Nebevi sîret yazarları ona oldukça önem vermişlerdir.

V- Nebî'nİn (s-a.v.) Sîretî

Sünnet; Nebf nin (s.a.v.) söz, fiil, onay ve sıfatlarına ila­veten bu dört kısmına girmeyen hayatını da kapsamakta­dır. Buna Peygamber olarak gönderilişinden öncesi de da­hildir.

Nebî'nİn (s.a.v.) doğumu, süt emme dönemi, yetişmesi, peygamber olarak gönderilişi vb. O'nun sözleri aracılığıyla

a~ Müsned, e. 2, s. 90; Tirmizi, Şemail (?); İbn Mâce, Libas 35 "" Müttefekurı aleyhtir. Buhârî, Menahb 23, Meğazi 79; Müslim, Ten­te 53i

c~ Müsned, c. 6, s. 54, 111,; Müslim, Müsafiritı 139; Ebu Davud, Sakı

316. H. Nu: 1342

d' Müsned, c. 3, s. 77, 79, 88, 91, 92; Buhârî, Menahb 23, Edeb 72, 77;

Müslim, Fedait 67)

e" Müttefekun aleyhdir. Buhârî, Ohad 82, Edeb 39; Müslim, Fedait 48

75

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

bilinmeyen hususlar bu cümledendir. Aynı şekilde vefatı, teçhiz edilip toprağa verilişi de bunun gibidir. Anam, babam O'na feda olsun. Bunun misallerinden Hz. Aişe'nin hadîsi şöyledir: "Nebî'ye (s.a.v.) gelen vahyin ilk başlangıcı sadık rüyalar şeklindeydi. O (s.a.v.) hiçbir rüya görmezdi ki o, sa­bah aydınlığı gibi çıkmasın."3

Yine (kral) Heraklius ile Ebu Süfyan kıssasını anlatan İbn Abbas'm uzunca hadîsi de böyledir.b

Hz. Ali şöyle der: "O'nun (s.a.v.), dört adamın taşıyabil­diği 'el-Garra' denilen bir karavana kazanı vardı."c

İbn Ömer hadîsi şöyledir: "Nebî'nin (s.a.v.) iki müezzi­ni vardı: Bilal ve âmâ olan İbn Ümmü Mektum."d

Yine Hz. Aİşe şu hadîsi nakleder: "Nebî'nin (s.a.v.) geceleyin başını koyup uyuduğu yastık deridendi ve lifle do­luydu.'^

Bir başka hadîsinde de şöyle der: "İki ay içerisinde peş peşe tam üç hilâl (üç x on beş gün) geçerdi de Resûlullah (s.a.v.)'in evlerinde ateş yanmaz (ocakta yemek pişmez)dı Urve: "Peki, ne ile yaşıyordunuz ey teyze?" diye sorunca Hz. Aişe: "Şu iki siyah şeyle: Hurma ve su" dedi.f

Bunlar ve benzeri hadîsler Nebî'nin (s.a.v.) fiil ve sıfat­larına girmezler. Ancak geniş bir cihetle ele alınırsa o başka.

a" Buhârî, Bed'ıt'I-Vahtf 3 b" BuhM, Bedul-Vahy 6 c~ Ebu Davud, Ef W 18 d" Müslim, Salal 7, Sıvam 38

^ Mihned c. 6, s. 48,56,73; Ebu Davud, Libas 45; Tirmizi, Libas 27; İbn MÂce.Zühıi 11)

f* Buhârî, Hibe 1, El'ımc 41 ve başkaları (Müslim, Ziiiıd 2H, 30,31; Mıis-ıW,c6, s. 71,73-..)

76

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Lakin bunlar O'nun sîretindendir. Ve sîreti de O'nun sünne-tindendir.

Bundan dolayıdır ki, Nebî'nin (s.a.v.) doğumundan ve­fatına kadar hayatına, hadîs kitaplarında geniş yer verilmiş­tir. Bilhassa peygamberlikten sonra ve özellikle de hicretten sonrasına daha çok yer verilmiştir. Çünkü bu dönem, İslâm toplumunun oluştuğu kendi şeriatıyla hükmeden, O'nun yolunda cihad eden ve O'nun çağrısını bütün âlemlere teb­liğ edecek olan devletinin kurulduğu bir dönemdir.

D- Sünnetin Hepsi Haktır ve Onda Bâtıla Yer Yoktur

Şüphesiz Nebî'nin (s.a,v.) sünneti asla herhangi bir bâtılı içermez. Çünkü, sünnet ister kavlî olsun, ister fiilî veya tak­riri olsun, Allah, Resulünü bundan korumuştur. Zira, onla­rın hepsi insanlar için bir Örneklik ve ittiba konusudur. Nite­kim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Gerçekten, sîzin için Allah Resulünde güzel bir örnek vardır." (Ahzab, 21)

Bir başka âyette ise: "De ki: Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sîzi sevsin ve günahlarınızı bağış­lasın" buyurmaktadır. (Al-i İmran, 31)

Allah, kullarını sapıtacak değil ki bâtılı örnek almayı ve sapıklığa uymayı meşru kılsın!

Nitekim Abdullah İbn Amr İbn el-As (r.a,), Nebfden (s.a.v.) işittiği her şeyi yazıyordu ki Kureyş(liler) ona bunu yasaklayarak şöyle dediler: "Resûlullah (s.a.v.) de kızgınlık ve hoşnutluk hallerinde konuşan bir insan iken, O'ndan işit­tiğin her şeyi yazıyorsun, öyle mi?!" Bunun üzerine Abdul­lah yazmaktan el çekti ve durumu Nebî'ye (s.a.v.} sordu. O (s.a.v.) da ağzına işaret ederek şöyle buyurdu: "Yaz! Nefsim

77

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

elinde olan (Allah)'a yemin ederim ki buradan haktan başka bîr şey çıkmaz."3

Nebî (s.a.v.) haktan başka bir şey söylemeyince, ancak güzel olanı yapar, yalnızca meşru olan bir durumu onaylar. O'nun herhangi bir haramı veya mekruhu ne işlemesi ve ne de onaylaması düşünülebilir.

Ama O'nun, Bedir esirleri hadisesinde13 ve Zeynep kıs­sası vb. bazı durumlarda Allah tarafından itab edilmesi (kînanarak düzeltilmesi) ne gelince, bunun sebebi; O'nun, evlâ olanın hilafını yapmasıdır. Bu ise, "İyilerin iyilikleri, (Al­lah'a) yakın olanların (neredeyse) kötülükleri (mesabesinde) dir." cümlesindendir. Şüphesiz sünnetin bir kısmı, Allah ta­rafından Resulüne, gizli veya açık, uykuda veya uyanık iken vahiy yoluyla gelmiştir. Yüce Allah'tan, meleklerinden, pey­gamberlerinden ve bunlardan başka gayb konularından bahseden hadîslerde olduğu gibi. Yine Allah Teâlâ şunu farz kıldı, bunu helâl kıldı veya şunu haram kıldı ya da bunu ke­rih gördü gibi Allah'tan vermiş olduğu haberler de bu cüm­ledendir ki bunlar da ancak vahiyle olur.

Iyaz İbn Hımar'ın şu hadisinde olduğu gibi, bu husus bazı hadîslerde açıkça ifade edilmiştir: "Allah bana sizin al­çakgönüllü olmanızı vahyetti. Ta ki kimse kimseye karşı gururlanmasın ve kimse kimseye karşı azgınlık yapma-sın!"d

Yine Ebu Umame'nin rivayet ettiği şu hadîs de böyle­dir: "Ruhu'l Kudüs kalbime şunu üfürdü:' Ecelini tamamla-

a~Masturi,c. 2, s. 162,192; Ebu Davud. ilim Tle s.ılıih bir isnâdla riva­yet etmiştir.)

*>" Bkz: Enfal 67. âyeti ve tefsiri c~ Bkz: Ahzab 37-40 âyetleri ve tefsirleri d" Müslim, Cenne 64; Ebu Davud, Edeb 48; İbn MSce, Zühd 16

78

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

madıkça, rızkını elde etmedikçe hiçbir nefis ölmeyecektir. Şu halde Allah'tan sakının ve güzellikle isteyin.'"a

Yine Nebî (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Dikkat ediniz, bana kitap ve onunla birlikte bir misli verildi."h Bu nedenle­dir ki âlimler, Kur'an'ı 'vahy-i metluv'= Okunan vahiy; sün­neti ise 'vahy-i gayri metluv'= okunmayan vahiy diye isim­lendirmişlerdir.

Sünnetin bir kısmı ise Nebî'nin (s.a.v.) ictihadlarıyla sa­bit olmuştur. Bu hususta; şer'î hükümleri ve dinî emirleri göz önünde bulundurarak bazı usûlcüler ihtilaf etse de, dünya maslahatları, savaş idaresi vb. hususlardaki içtihadlarının varlığı icma ile sabittir.

- Şevkani'nin de dediği gibi- Cumhur; bu hususta yüce Allah'ın Nebisine, tıpkı kullarına hitap ettiği gibi hitap etti­ğini, O'na çeşitli misaller verdiğini, düşünmesini ve ibret al­masını emretmesini delil göstermiştir. Ve O (s.a.v.) Allah'ın âyetleri hakkında düşünenlerin en yücesi, ibret alanların en büyüğüdür.

Hataya maruz olabilmelerine rağmen ümmetin içtihad etmesi caiz olunca, hatadan masum olanın içtihad etmesi evveliyetle caiz olur.

Gerçekten Nebî'den (s.a.v.) rivayet edilen haberler şa­hitlik etmektedir ki O (s.a.v.) bir çok durumlar ve olaylar hakkında kıyas, bir şeyin miktarını tayin etme, maslahatla­ra riâyet etme vb. yollarla içtihad etmiştir. Kendisine soru soranlardan bazılarına: "Babanın ödemesi gereken borcu

a" Ebu Nuaym, Hüyetu'l-Evliya c. 10, s. 27 (Ayrıca hadîsin diğer var­yantları, kaynaklan ve rical tenkidi için Ahmet Muhammed Şakir'in Şafiî'nin Risalesi'ne yaptığ; tahkik ve şerhe bakılabilir; s. 93-103 Çev.) °~ Ebu Davud, Sünııe 6; Beyhâkî, Sünen, c. 9, s. 332

79

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

olsaydı ne yapardın?"3 "Şayet ağzına su alıp ağzını yıka-saydın, ne olurdu dersin?"15 demesiyle yine Hz. Abbas'a söylediği: "İzhir hariç..."c sözü, "Eğer bu şiiri onu öldür­mezden önce işitseydim, onu öldürmezdim."*1 hadîsinde ol­duğu gibi.

Ne bunlardan birisinde, ne de sorulan soruların çoğun­da vahiy beklememiştir. Şu kadar var ki, esirlerden fidye al­mak ve benzeri konularda Allah'ın O'nu kınaması açıkça göstermektedir ki, bu O'nun içtihadıyla gerçekleşmiştir. Şa­yet bu vahiy ile olsaydı, Allah, O'nu kınamazdı. Nebî'nin (s.a.v.) şu sözü de böyledir: "Başıma gelen bu durumu önce­den bilseydim, kurbanlıkları getirmezdim."*1 vb.72

Nebî'nin (s.a.v.) içtihad ettiği hususlarda hata etmesi ih­timaline gelince, böyle bir şey olması halinde, Müslümanlar o konuda O'na uymasın diye Yüce Allah O'nun hatasını onaylamayacaktır. Mutlaka O'na doğruyu açıklaması gere­kir. Nasıl olmasın ki. Nebi (s.a.v.), kendisi hakkında "Evlâ olanın hilafına" sayılan bir şey yaptığında Allah, okunan Kur'an inmişken, hata ettiğinde nasıl müdahale etmez?!

Sahih olarak gelen bir haberde adamın birisi O'na şunu sordu; "Eğer Allah yolunda öldürülürsem, günahlarım sili­nir mi? Ne buyurursunuz?" Nebi (s.a.v.) "Eğer sabırla, ecri­ni sadece Allah'tan umarak, kaçarken değil, ilerlerken Allah yolunda öldürülürsen evet!" diye cevap verdi. Sonra Allah

a- Miisned, c. 4, s. 5; Nesaî, Hacc 11

b- Miisned, c. l,s. 21; Ebu Davud, Savm 33; Darimi, Sanın 21

e- Buharı, Cenah 77; Müslim, Hacc 445,447-8; Müsııed, c. 1, s. 203,209,

c. 2, s. 238

d- Elimdeki kaynaklarda bulamadım. Çev.

e- Buhüri, Hacc 81, Umre 6; Müslim, Hacc 130,141; Miisned, o 1, s. 235

22- Şevkânî, İrşadu'i-Fuhul, s. 338, es-Seade Baskısı.

80

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

resûlü şöyle sordu: "Nasıl demiştin?" Adam sözünü tekrar­layınca Nebî {s.a.v.) şöyle buyurdu; "Eğer borç hariç, sabır­la, ecrini sadece Allah'tan umarak, kaçarken değil de ilerler­ken öldürülürsen, evet! Cebrail bana böyle söyledi."a

Nebî'nin {s.a.v.), soru sorana Önce verdiği cevabı dü­zeltmek üzere yapmış olduğu bu tamamlanan eksikliği O'na Cebrail yetiştirmişti.

Yüce Allah'ın "O hevadan konuşmaz. O'nun konuştu­ğu kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir." (Necm, 3,4) âyetini delil göstererek Nebî'nin {s.a.v.) içtihadı olamayacağını söyleyenlere gelince; deriz ki: Burada kaste­dilen   Kur'an'dır.   Çünkü   müşrikler   "Gerçekten   O'na (Kur'an'ı) bir insan öğretiyor" {Nahl, 103) diyorlardı. Bu se­beple bu âyetlerin peşinden "O'nu müthiş kuvvetleri olan biri öğretti" (Necm, 5) âyeti gelmiştir. Şayet buradaki vahiy­den kastedilenin yalnızca Kur'an olmadığını kabul etsek bi­le bu yine de Nebî'nin (s.a.v.) içtihadının olamayacağına de­lâlet etmez- Çünkü O'nun taabbudî hükümlerde içtihad ede­bilmesi için kendisine verilen izin de aynı şekilde vahiy yo­luyla gelmiş olup, hevadan bir konuşmaya dayalı değildi.23

a~ Müslim, İmart'7; Tirmizi, Cihad33; Nesaî, Cihad 32; Mü$ned, c- 5, s. 304, 308

"' Aynı Kaynak (Şevkânî, Irşadu'l-Fultui, s. 256)

81

 

2 - SÜNNETİN ÖNEMİ VE DELİL OLUŞU

Sünnet; Kur'an-ı Kerim'den sonra İslâm'ın ikinci kaynağıdır. Kur'an da; -inançları, ibadetleri, ahlâkı, muamelatı ve edeb-leri île- İslâm'ın temel kaidelerini ve esaslarını içeren anaya­sadır. Sünnet ise; bütün bu konularda Kur'an'ın teorik ola­rak açıklaması, pratik olarak uygulamasıdır.

Bundan dolayıdır ki sünnete uymak ve onun getirmiş olduğu hükümler ve yönlendirmeler ile amel etmek gerekir. Tebliğ ettiği Kur'an âyetlerine itaat olunduğu gibi, bu husus­larda Resul'e itaat etmek de vaciptir. Bu duruma gerek Kur'an ve sünnetin kendisi, gerekse ümmetin içtima ve akıl-görüş delâlet etmektedir.

A- Kur'an'ın Delâleti

Kur'an, Müslümanlara, Allah'a itaatin yanı sıra, Resûl'e itaati de vacip görmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey

83

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

inananlar, Allah'a itaat edin ve Resûl'e de itaat edin." (Nisa, 59) Kur'an, Nebî'ye (s.a.v.) itaat etmeyi, Allah'a itaat saymış­tır. "Resûl'e itaat eden (neticede) Allah'a itaat etmiş olur." (Nisa, 80) O, Nebî'ye (s.a.v.) itaatin meyvesini, hidâyet üzere olma diye belirlemiştir: "Eğer O'na itaat ederseniz, doğru yo­lu bulursunuz." (Nur, 54) Yine O'na uyma konusunda da du­rum böyledir. "Ve O'na uyun ki doğru yolu bulasınız." (Araf, 358) Aynı şekilde Kur'an, O'na uymayı, Allah'ı sevme ve O'nun mağfiretini kazanmanın bir delilli saymıştır: "De ki: Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sev­sin ve günahlarınızı bağışlasın." (Al-i İmran, 31).

Yine Allah (c.c.) Nebî'nin (s.a.v.) emrettiği ve yasak koyduğu hususlarda O'na uymayı Müslümanlara emretmiş­tir: "Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakla-  dıysa ondan sakının." (Haşr, 7)

O, onlara, Nebî'nin (s.a.v.) davetine icabet etmeyi emret­miş, O'nun davet ettiği hususu 'hayat' olarak değerlendir­miştir: "Ey inananlar! Sizi hayat verecek şeylere çağırdıkları zaman Allah'ın ve Resulünün çağrısına koşun!" (Enfal, 24).

Yüce Allah mü'minleri O'nun emrine muhalefet etme­den sakındırmış tır: "O'nun emrine aykırı davrananlar, ken­dilerine bir belânın çarpmasından, yahut onlara acı bir aza­bın uğramasından sakınsınlar." SNur, 63)

Yine Allah, herhangi bir anlaşmazlık olduğunda O'na başvurmayı vacip kılmıştır: "Eğer herhangi bir şeyde anlaş­mazlığa düşerseniz, - Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa­nız-, onu Allah'a ve Resulüne götürün." {Nisa, 59).

O, O'nun hükmünü kabul edip etmemede, erkek veya kadın hiçbir mü'mine seçme hakkı vermemiştir: "Allah ve Resulü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir er-

84

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

kek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yok­tur. Kim Allah'a ve Resûlü'ne karşı gelirse, apaçık bir sapık­lığa düşmüş olur." (Ahzab, 36).

Yine Allah, O'nu hakem olarak kabulden yüz çevirenin veya O'nun hükmünü rıza ve teslimiyetle kabul etmeyenin imanı olamayacağı üzerine yemin etmiştir; "Hayır, Rabbin hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni ha­kem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça inanmış olmazlar." (Nisa, 65)

Allah, Peygamber'in hükmünü kabulü veya O'ndan yüz çevirmeyi, imanı nifaktan ayırt eden bir sınır taşı kabul etmiştir: "'Allah'a ve Resûl'e inandık ve itaat ettik' diyorlar. Sonra onlardan bir grup, bunun ardından dönüyor. Bunlar inanmış değillerdir. Onlar aralarında hükmetmesi için Al­lah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman hemen onlardan bir grup yüz çevirir... Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman inananların sözü ancak: 'İşittik ve itaat ettik' demeleridir. İşte umduklarına erenler bunlar­dır, bunlar." (Nur, 47-48-51)

Yine Yüce Allah, O'na uymaya rağbet ettirmiştir: "Andolsun Allah'ın elçisinde sizin için Allah'ı ve ahireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için (uyulacak) en güzel bir örnek vardır." (Ahzab, 21).

B- Sünnetin Delâleti

Sünnete gelince, birçok hadîs Nebî'ye (s.a.v.) uymanın ve O'na itaatin vacip olduğuna delâlet etmektedir:

Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği şu hadîs bu cümleden­dir: "Ümmetimin hepsi cennete girecek, ancak direten müs-

85

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

tesna." Kendisine: "Direten kimdir ey Allah'ın Resulü?" de­nilince O (s.a.v.): "Kim bana itaat ederse cennete gider. Bana isyan eden ise diretmiş olur."* buyurdular.

Irbad ibn Sariye'nin rivayet ettiği şu hadîs de böyledir: Dedi ki: "(Bir gün) Resûlullah (s.a.v.) öyle bir va'z-u nasihat etti ki o(nun tesiri)nden kalpler korkup titredi, gözler yaşar­dı. Bunun üzerine biz: 'Ey Allah'ın Resulü! Sanki bu, veda eden kimsenin (son) nasihati gibi! Bize biraz daha tavsiyeler­de bulun!' deyince şöyle buyurdular: 'Size Allah'tan kork­manızı, yöneticiniz bir köle bile olsa onu dinleyip, itaat et­menizi tavsiye ediyorum. Sizden (biraz uzun süre) yaşaya­cak olanlar birçok ihtilaflar görecektir. Aman benim sünne­time ve doğru yolu gösteren raşid halifelerin sünnetlerine sımsıkı sarılın. Aman sonradan ortaya çıkan (bid'adlardan da sakının! Çünkü her bid'at dalalettir.1"

Yine Nebî'nin (s.a.-v.) onlara Veda Haccı'ndaki tavsiye­si de bunun gibidir. Ibn Abbas Hazretlerinin rivayet ettiği gibi, Hakim'in sahih görüp, Zehebî'nin de onayladığı ve bi­zim daha önce zikrettiğimiz hadîs şöyledir: "Size öyle bir şey bıraktım ki onlara sarıldığınız sürece asla sapıtmayacaksı­nız! Onlar; Allah'ın kitabı ve Nebisinin sünnetidir."c

Hz. Muaviye'nin rivayet ettiği şu hadîs de meşhur ha­dîslerdendir: "Resûlullah (s.a.v.) bir gün kalktı ve şöyle bu­yurdu: 'Dikkat edin, sizden önce Kitap ehli yetmiş iki mille­te ayrıldı, bu ümmet ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. On-

a" Buhârî, j'lisanı 2

b" Mümeâ, c.4, s. 126,127; Ebu Davud, Sitene S; İbn Hıbban, (el-İhsan, c. 1, s. 179 H. Nu: 5); Tirmizi, İlim 16'da rivayet etmiş, "Hasen-Sahih bir hadîstir." demiştir. Hadîs, Nevevî'nin (derlediği) kırk hadîsten bi­risidir. c Bk/: Hakim, d-Müstedrek c. 1, S.93

86

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

lardan yetmiş ikisi cehenneme, biri ise cennete girecektir ki, o da cemaattir.'"^ Bu hadîsin bazı varyantlarında ise: "Nebi'ye (s.a.v.) hidâyet üzere olup, kurtulacak bu fırka sorul­duğunda şöyle buyurdular: 'Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğumuz yola uyanlardır."'b

Görüldüğü üzere Hz. Peygamber (s.a.v.), kurtuluş bera-atini, kendi metoduna ve O'nun ocağında yetişip, O'nun medresesini bitiren o güzide insanların metoduna uyanlara vermektedir.

Burada şu hususu belirtmemiz gerekmektedir: Zengin servet sahiplerinden bir azınlığın durumunda olduğu gibi, sünnete ihtiyaç duymaksızın sadece Kur'an ile yetinme iddi­asından sakındıran hadîslerde, Nebî'nin (s.a.v.) gayb ötesin­den, sanki onları gözleri ile görüyormuşçasına üzerindeki örtüyü açtığını görmekteyiz.

Bu da Nebî'nin (s.a.v.) şu sözünde ifadesini bulmakta­dır: "Dikkat edin! Bana kitap ve onunla birlikte bir benzeri daha verildi. Dikkat edin! Bana Kur'an ve bir benzeri veril­di. Dikkatli olun! Karnı tok bir adamın koltuğuna yaslana­rak şöyle söylemesi yakındır; ' Siz Kur'an'a sarılın. Onda helâl bulduğunuzu helâl, haram bulduğunuzu da haram kılın,"'c

Tirmizi ise bu hadîsi şu lafızlarla rivayet etmektedir: "Dikkatli olun! Koltuğuna yaslanmış bir adama benden bir hadîs ulaştığında belki de O şöyle söyleyecektir: 'Aramızda Allah'ın kitabı var. Onda helâl bulduğumuzu helâl, haram

a' Miîsned, c. 4, s. 102; Ebu Davud, Sünıte 1, H. Nu: 4596-97; Tirmizi,

İman 18, H. Nu: 2640,2641; İbn Mâce, Filen 17, H. Nu: 3991

b' Tirmizi, İman 18, H. Nu: 2641

c' Müsned, c. 4, s. 130-131; Ebu Davud, Sünne 6, H. Nu: 4604

87

 

SCNNUTİ ANLAMADA YÖNTEM

bulduğumuzu da haram sayarız.' Oysa Resûlullah'ın haram kıldığı da tıpkı Allah'ın haram kıldığı gibidir."3

Yine Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Kendisi­ne benim emrettiğim ya da yasakladığım herhangi bir emir geldiğinde sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak şöyle söylediğini görmeyeyim: 'Bilmiyoruz biz Allah'ın kitabında bulduğumuza uyarız.'"b

Şu meşhur hadîste olduğu gibi, Nebî'nin (s.a.v.) sünne­ti tebliğ etmeye ve onu yaymaya teşvik etmesinde şaşınlacak bir durum yoktur: "Bizden bir hadîsi işitip, onu öylece belle­yen ve o şekilde başkasına ulaştıran kimsenin Allah (yüzü­nü) ağartsın. Çünkü nice fıkıh yüklü insanlar vardır ki, yü­künü kendisinden daha fakir olana ulaştırır. Nice fıkıh taşı­yanlar vardır ki, fâkih değildir."c

Bir başka.rivayette ise şöyle buyurmuştur: "Bizden bir şey işitip, onu işittiği gibi başkalarına ulaştıran kişinin Allah (yüzünü) ağartsın. Çünkü kendisine ulaştırılan niceleri var­dır ki (bizzat) işitenden daha anlayışlıdır."*1

Veda Haccı'nda da şöyle buyurmuşlardır: "Burada bu­lunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Kim bilir burada bulu­nan, belki de kendisinden daha anlayışlı birisine ulaştırmış

oluTr"e

Gerçekten sahabe (r.a.) Nebî (s.a.v.) hayatta iken de sünnetin kıymetini ve onun Allah'ın Kitabından sonra ken­dileri için ikinci kaynak olduğunu bilmekteydiler. Meşhur

a" Timizi, tO» 10, H. Nu: 2664

b" M&med, c.6, s.8; Ebu Davud, Sünne 6, H. Nu: 4605;Tirmizi, ilim 10,

H. Nu; 2663

e- Tirmizi, İlim 7, H. Nu: 2656

d- Tirmizi, İlim 7, H. Nu: 2657

e-BvıhârUİmı9,c.1,s.23-24

88

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Muaz hadîsinde olduğu gibi Nebî (s.a.v.) de onların bu hali­ni onaylamıştır: Nebî (s.a.v.) Muaz'ı Yemen'e gönderirken ona "Sana herhangi bir dava sorulduğunda ne yaparsın?" diye sordu. O, "Allah'ın ki tabında kilerle hükmederim" de­di. Nebî (s.a.v.): "Eğer Allah'ın kitabında yoksa?" diye sor­du. O, "O zaman Resûlullah'ın sünnetiyle" dedi. Nebî (s.a.v.):

"Resûlullah'ın sünnetinde de yoksa?" diye sorunca o "Kendi görüşümle ictihad etmekten geri kalmam" diye ce­vap verdi. Muaz diyor ki: "Bunun üzerine Allah Resulü göğ­süme vurdu ve şöyle buyurdu: 'Allah'ın elçisinin elçisini, Allah'ın elçisinin hoşnut olduğu şeye muvaffak kılan Al­lah'a hamd olsun.'"24

C- Sahabe ve Onlardan Sonra Ümmetin İcmaı

Gerçekten Resûlullah'ın ashabı, sünnete başvurulması ve onun Kur'an'la birlikte şer'î hükümler için bir kaynak olarak itibar edilmesi hususlarında icma etmişlerdir. Gerek raşid halifelerin ve gerekse onlardan sonra gelenlerin söz ve amel olarak uygulamaları da bu şekilde olmuştur.

Abd ibn Humeyd, Nesaî, İbn Mâce, İbn Hıbban ve Bey-hâkî, Halid İbn Üseyd'in, Abdullah İbn Ömer'e şöyle dediği­ni rivayet ederler: "Biz Kur'an'da, normal ikamet halindeki (Hazar) namazı ve korku namazını buluyoruz ama sefer na-

24~ Müsned, c. 1, s. 37, c. 5, s. 230, 242; Ebu Davud, Ekdıyye 11; Tirmi­zi, Ahkam 3, Darimi, Mukaddime 20; Beyhâki, Sünen, c. 10 s. 114; Taya-lasi (?) ve başkaları rivâyel etmişlerdir. Hadîsi bazı âlimler zayıf say­mışlardır, ibn Kayyim, I'lamu'i-Muvak'iıı'de bu hadîsi müdafaa etmiş, İbn Kesir, tefsirinde (?), tbn Teymiyye Feleva'smda (?), Zehebi, Telhi-su'i-lleli'l-Mutenahiife'sinde ve daha başkaları hadîsin isnadının İyi ol­duğunu belirtmişlerdir.

89

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

mazını bulamıyoruz!" Ibn Ömer dedi ki: "Ey kardeşimin oğ­lu! Biz hiçbir şey bilmez iken Allah bize Muhammed (s.a.v.)'i gönderdi. Biz ancak O'ndan gördüğümüz şeyleri yapıyoruz. Namazın yolculukta kısaltılması da O'nun koymuş olduğu bir sünnettir."3

Hz. Ebu Bekir'in halifeliği döneminde, bir nine gelerek vefat eden torununun mirasından paymı almak istedi. Hz. Ebu Bekir ona şöyle dedi: "Senin için Allah'ın Kitabında bir-şey bulamadığım gibi, senin (gibiler) hakkında Resülullah'ın da birşey söylediğini bilmiyorum." Sonra (konuyu oradaki) insanlara sordu. Bunun üzerine Muğire îbn Şu'be ayağa kalktı ve şöyle dedi: "Resülullah'ın onun gibi bir nineye altı­da bir verdiğini işittim." Hz. Ebu Bekir: "Peki seninle birlik­te başka biri var mıydı?" diye sorunca, Muhammed İbn Mes-leme de aynı hususa şahitlik etti, Ebu Bekir de bu hükmü uy­guladı.11

İşte Allah'ın Kitabında açık bir hüküm bulunmadığında Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in takip ettikleri yol bu idi. Eğer biliyorlarsa sünnetle hüküm veriyorlardı. Şayet kendilerin­de o konuda sünnetten herhangi bir bilgi yoksa Müslüman­lara sorarlardı. Darimî ve Beyhâkî, Meymun İbn Mihran'ın şöyle dediğini rivayet ederler:c "Hz. Ebu Bekir'e bir dava geldiğinde o önce Allah'ın kitabına bakardı. Kur'an'da o hu­susta verilebilecek bir hüküm bulursa, aralarında onunla

a~ Bkz: Nesaî, Taksirus-Saiat 1; İbn M3ce, tkametti's-Satat Ti, H, Nu: 1066; İbn Hibban, el-İkstm, c. 4, s. 301, H. Nu: 1451; Beyhâkî, 9ütKn c. 3, s. 136. Hadîsi Suyuii de ed-Dumt'l-Msnsur adh eserinde (?] zikret­miştir.

'*' Bkz: Muvatta, Feraiz 8; Ebu Davud, Feraiz 5; Tirmizi, Feraiz 10; İbn

Mâce, Feraiz 4; Beyhâki, Sünen, c. 6, s. 234

c" Darimi, Mukaddime 20; Beyhâkî, Sünen, c- 10,s, 114

90

 

SÜNNETİ ANJ.AMADA YÖNTEM

hükmederdi. Eğer Kur'an'da bulunmazsa acaba Nebî'nin (s.a.v.) bu hususta bir sünneti var mı diye ona bakardı. Eğer biliyorsa onunla hükmederdi, bilmiyorsa çıkar ve Müslü­manlara şöyle sorardı: 'Bana şöyle şöyle bir dava geldi... Al­lah'ın Kitabına ve Resûlü'nün sünnetine baktım. Bu hususta ben bir şey bulamadım. Acaba siz bu konuda Nebî'nin (s.a.v.) herhangi bir hükümle hükmettiğini biliyor musu­nuz?' Bazen birkaç kişi kalkar ve 'Evet, bu hususta şöyle şöy­le hükmetti' der, Ebu Bekir de Resülullah'ın hükmünü alır ve o esnada şöyle derdi: 'İçimizde Nebî'den (s.a.v.) (O'nun sünnetlerini) belleyenleri bulunduran Allah'a hamd olsun.'" Eğer onlardan da herhangi bir şey bulamazsa, Müslü­manların ileri gelenlerini ve âlimlerini çağırır ve onlarla isti­şare ederdi. Belli bir hususta görüş birliğine varılırsa, onun­la hüküm verirdi.

Yine Hz. Ömer, Küfe kadılığına tayin ettiğinde Şu-rayh'a şöyle yazdı: "Önce Allah'ın kitabında açıkça bir hü­küm var mı, ona bak ve kimseye bir şey sorma! Kur'an'da açıkça bir hüküm bulamazsan o hususta Resûluîlah'ın sün­netini izle! Eğer sünnette de açık bir hüküm bulamazsan, kendi görüşünle içtihad et! Alim ve salih insanlarla da istişa­re et."25

İşte ibadetlerde, muamelelerde ve diğer hükümlerde helâl ve haram açısından, Allah'ın, kullarından istemiş oldu­ğu, kulluğun Öğrenilmesi hususunda Kur'an'dan sonra sün­nete başvurma tarzı, gerek sahabede ve gerekse onlara gü­zellikle uyan (tâbiin)larda böylece devam etti.

25- Bkz: Suyutî, Mifiahu'l-Cenne fi'1-İlıticati bi's-Sürme, s. 77, Tahkik: Muşlara Aşur,Mektcbetu'l-Kur'an baskısı; İbn Kayyim, {lanm'l-Musak-ktin, e. I, s. 52

91

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Sahabe ve tâbiundan sonra da çeşitli bölgelerdeki fâkih-ler, kendilerine uyulan mezheplerin imamları, ileri gelenleri ve talebeleri de bu usûlü sürdürdü. Böylece sünnet herkes için bütün fıkıh bölümleri hakkında oldukça zengin bir kay­nak haline geldi.

D- Fıkıhtaki Hükümlerin Çoğunun Kaynağı Sünnettir

Şüphe edilmez bir gerçektir ki çeşitli muteber mezheplerde, fıkıh konularındaki hükümlerin çoğu sünnetle sabit olmuş­tur. Fıkıh kitaplarını inceleyenler için bu gerçek, bütün açık­lığıyla görünür. Şayet fıkıh kültürümüzdeki sünnetlerle, on­lardan doğan, onlardan alınarak detaylandırılmış hükümle­ri bir an için ortadan kaldıracak olursak, elimizde fıkıh deni­lecek bir şey kalmaz!!

Bundan dolayıdır ki - Kur'an'dan sonra ikinci delil ol­ması itibariyle- sünnet konusu, gerek bütün fıkıh usûlü ki­taplarında ve gerekse bütün muteber mezhepler nezdinde oldukça geniş ve uzun bir konudur, Bu sahalarda çalışanla­rın da bildiği gibi, bu kaynaklardaki sünnet konusu; onun delil oluşu, sabit oluşu, kabul şartları, delâleti, sünnetin kı­sımları vb. birçok konulan içermektedir.

Söylediğim bu husus, kıyas ve ta'lili (hükmün gerekçe­sine itibarı) inkar eden Davud ve İbn Hazm'ın Zahirî mezhe­binden, İslâm fıkıh tarihinde Rey Ekolü diye bilinen Ebu Ha-nife ve ashabına kadar bütün mezhepler için geçerlidir.

E- Rey Ekolünde Sünnet

Evet, Rey Ekoîü'nün imamı Ebu Hanİfe'nin mezhebi hiçbir zaman sünnetten yüz çevirmemiştir. Ekolün diğer imamları da daima sünneti delil olarak kullanmışlar ve hükümlerini

92

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

onlar üzerine bina etmişlerdir. Mezhebin birçok kitaplarında görüleceği gibi meselelerden birçoğu hadîs ve eserlere da­yanmıştır.

Hadîslerle dolu bir hazine bulabilmen için, Merginâ-nî'nin el-Hidaye kitabı ile Hanefi muhakkik ve müctehid Ke-maluddin ibn-Hümâm'ın onun üzerine yazdığı Fethu't-Kadir adlı şerhini ele almamız yeterlidir. Bu Hidaye kitabının ha­dîslerini, Hafız Cemalüddin ez-Zeylai (H. 762) Nasbu'r-Râye li-Ehâdisi'l-Hidaye adlı meşhur kitabında tahric etmiştir ki bu kitaba, o asırlardaki en büyük tahric kitaplarından birisi ola­rak itibar edilir. Nitekim İbn Hacer de onu - bazı ilmî faide-ler ilave ederek- ed-Dirâye fi Tahrîri Eltâdisi'l- Hidâye adını verdiği kitabında ihtisar etmiştir.    .

Asrımızda (hâlâ) Ebu Hanİfe'nin yanında sadece on ye­di hadîsin sahih olduğunu iddia eden yazarlar var. Bu ise mezhebin fiilen ancak rey üzerine kaim olduğu anlamına gelmektedir. Bunu da onlar, İbn Haldun'un Mukaddime''sin­den nakletmektedirler.

Bu, birçok araştırmacıda görülen, incelemeden söylen­miş bir sözdür. Oysa İbn Haldun'un yazdığına bakacak olur­sak, onun bunu zayıf bir siyga ile söylediğini, bu görüşü be­nimsemediğini görürüz. Hatta az sonrasında bu iddiayı red­deden şeyler zikreder. "Hadîs İlimleri" bölümündeki ifade­sine göre o, şöyle der2"- "Müctehid imamlar, rivayetin azlığı ve çokluğu açısından aynı değildirler. Nitekim Ebu Hanife (r.a.) hakkında denildi ki (-kile): Onun rivayet ettiği hadîs sayısı ancak on yedi veya (elliye) yakındır. Malik'in (r.a.) Muvatta kitabında ona göre, sahih olan hadîsler ise üç yüz

26~ tbıı Haldun, Mukaddime, c. 3, s. 1143-1745; Uicnelu'l-Beyani'l-Am-bi, 2. baskı, tahkik: Ali Ahdülvahid Vnfi.

93

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

küsur hadîse ulaşmıştır. Ahmed b. Hanbel'in (r.a.) Müsned'inde ise otuz bin hadîs vardır. Bu konuda her birisi ken­di ictihadıyle sıhhatine kânı olduğu hadîsleri toplamıştır.

Bazı basiretsiz taassup sahipleri, 'Onlardan (imamlar­dan) hadîs sermayesi az olanlar vardır" diyebilir. Onun için­dir ki ben 'hadîsleri' değil, 'rivayeti' dedim. Çünkü büyük imamlar hakkında böyle düşünülemez. Zira, şeriat ancak Ki­tap ve sünnetten alınır. Dolayısıyla hadîs sermayesi az olan kimsenin bir an evvel hadîsleri tahsil edip rivayet etmesi bir vecibe olur. Tâ ki dini sahih asıllarından alabilsin, hükümle­ri Allah'tan alıp tebliğ eden (şeriat) sahibinden (s.a.v.) almış olsun. Bu hususta onlardan (sermayesi) en az olanı, rivayeti az olandır. Bu da rivayetlerde ta'nedilen kusurlar, isnâdlarda meydana çıkan illetler ve çoğunluk yanında cerhin daha önce gelmesinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla onun iç­tihadı, hadîslerden isnâd yollarında böylesi bir durum söz konusu olanları almamaya sevk ediyor ve buna çok defa rastladığından ve ona göre isnâd yollarının zayıflığı yüzün­den rivayeti azalıyor. Bununla birlikte Hicazlıların hadîs ri­vayeti, İraklılardan daha çoktur. Çünkü Medine hicret yur­dudur ve sahabenin barındığı yerdir.  (Medinelilerden) İrak'a gidenlerse daha çok cihad ile meşgul idi. Ebu Hani-fe'nin rivayeti İse, ancak onun (hadîs) rivayeti ve alıp aktar­ma şartlarında sıkı davranmasından, hadîsin kafi ve aklî bir delil ile çeliştiğinde onu zayıf saymasından ve böylece (işi) zorlaştırmasından dolayı azalmıştır. Bu yüzden rivayeti, do­layısıyla da hadîsi azalmıştır. Yoksa Allah saklasın o, hadîs rivayetini kasten terk etmiş değildir. Diğerleri arasında onun mezhebine de itimad edilmesi, ona güven duyulması, red veya kabul ile de olsa dikkate alınıp-itibar edilmesi, onun

94

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

hadîs ilminde de müctehidlerin büyüklerinden olduğuna delâlet eder. Ama onun dışındaki, cumhuru oluşturan mu-haddisler ise, şartlarda genişlik gösterdiler, böylece hadîsle­ri çok oldu. Ancak Ebu Hanife'nin ashabı da ondan sonra şartlarda genişlik gösterdi ve böylece onların rivayeti de ço­ğaldı. Tahâvî rivayetini çoğalttı ve Müsned'ini yazdı ki o, Sa-kiheyn'e denk olmamakla birlikte oldukça kıymetlidir. Çün­kü, Buhârî ve Müslim'in kitaplarında esas aldıkları şartlar üzerinde ise ittifak yoktur. Durumu bilinmeyen (mestûru'l-hâl) vb. gibilerden rivayet etme durumunda olduğu gibi." Mukaddime'den alıntıladığımız bu ifadeler; insaflı, birçok şeyden haberdar olan, tarihçi, Allâme ibn Haldun'un Ebu Hanife ve mezhebi hakkında söylemiş olduğu sözlerdir,

Burada belirtmemiz gerekir ki Hanefilerin muhaddis ve hafızı sadece bir tek Ebu Cafer er-Tahâvî değildir. Bilakis Hanefilerde de çok sayıda büyük hafızlar ve büyük muhad-disler mevcuttur. Nitekim Allâme Şeyh Muhammed Zahid el-Kevserî, Nasbu'r-Râye adlı kitaba yazmış olduğu mukad­dimesinde onlardan yüz küsur kadar hadisçi zikretmiştir. Onlara AİIame Muhammed Yusuf el-Bennurî sadece Hind âlimlerinden otuz üç isim daha ilave etmiştir. Daha sonra bu mukaddimeyi Fıkhu Ehli'l-Irak ve Hadîsuhûm3 başlığı altında müstakil bir kitap halinde neşrettiği vakit arkadaşımız Alla-me Şeyh Abdulfettah Ebu Gudde de onlardan başka yedi ki­şi daha ilave etmiştir.

Kevseri Te'nîbu'l-Hatîb adlı kitabında şöyle der: "Ebu Ha­nife nezdinden (ondan rivayet edilen) Müsnedlerle metni tekrarlanmaksızın ve bir hadîsin çeşitli tarikleri verilmeksizin ri-

a- Kitap, Abdiilkadir Şener ve M. Cemal Sofuoğlu larafından Hanefi Fıkhının Esasları adıyla Türkçe'ye kazandırılmıştır. (Ankara -1982)

95

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

vâyet edilen büyük miktarda ahkâm hadîsleri mevcuttur. Biz­zat kendi rivayetlerinden almadıkları hadîsler de göz Önünde bulundurularak İmam Malik ve Şafii nezdindeki hadîslerin miktarını bilenler Ebu Hanife'ninkileri azımsayamaz."a

Hasan ibn Ziyad ise şöyle demiştir: "Ebu Hanife, iki bi­ni (şeyh) Hammad'dan, iki bini de diğer şeyhlerden olmak üzere dört bin hadîsi rivayet ediyordu."b

Bunlar ise o ilmî çevre ve zaman içerisinde eşyanın ta­biatına uygun ve makul görünmektedir. Herkes tarafından tanınan imam Ebu Hanife'nin müstakil ve mutlak ictihad mevkiine layık olan da budur.

Kaldı ki Ebu Hanife, büyük fakih sahabi Abdullah İbn Mes'ud'un tesis ettiği Küfe Fıkıh Medresesi mezunudur. Ki bu medreseden Alkame, Esved ibn Yezid, Mesruk ibnu'1-Ec-da' ve onların tabakasından onlar gibi daha nice büyük fa-kihler yetişmiştir. Öyle ki Ali ibn Ebi Talib Kûfe'ye intikal et­tiğinde fukahanın çokluğundan dolayı sevinerek şöyle de­miştir: "Allah ibn Ümmi Abd'e (yani ibn Mes'ud'a) rahmet eylesin. Bu kasabayı ilimle doldurumuş!"

Şüphesiz ibn Mes'ud ve daha sonra Hz. Ali'ye yetişme­miş bir tabaka geldi. Fakat onlar da bu iki sahabinin arka­daşlarının fıkhı ile yetiştiler. Çeşitli merkezlerin ilimleriyle kendi ilimlerini birleştirdiler. Ümmetin büyük âlimi Abdul­lah ibn Abbas'ın ilmiyle kendi ilmini bir araya getiren Said ibn Cübeyr onlardan birisidir.

Mes'udiye medresesinin (İbn Mes'ud'un başını çektiği Küfe Ekolünün) ilmine bu tabakadan sonra, fıkıh ile rivâye-

a~A.g- <■■ S. 222 (Beyrut-1981)

b~ el- Muvafık el-Mekkf, Meııakıbu EbîHanife adlı eserinde (?) zikretmiş­tir.

96

 

SÛNKETİ ANUAMADA YÖNTEM

ti birleştiren büyük tabii İbrahim ibn Yezid en-Nehaî (ö. H. 95) varis oldu. Onun öldüğü gün İmam Şa'bi onun fıkhı hak­kında: "İnsanların en fakihini defnettiniz!" demiştir. Sika (güvenilir) büyük hafızlardan birisi olan A'meş, onun riva­yeti hakkmda şöyle der: "ibrahim'e her ne zaman bir hadîs arz etmişsen), o hadîs hakkında onda birtakım malûmat bul­dum." Yine o şöyle diyor: "ibrahim hadîs sarrafıydı. Bazı ar­kadaşlarımızdan, hadîs işittiğim zaman, hadîsi ona arz eder­dim." İbrahim şöyle derdi: "Rey ancak rivayetle, rivayet ise ancak rey ile düzgün olur."

İbrahim'in fıkhı üzerine Ebu Hanife'nin hocası Ham-mad ibn Ebi Süleyman yetişti. Nitekim İbrahim'e: "Senden sonra biz kime soralım?" diye sorduklarında o: "Ham-mad'a" demiştir. Hammad ise H. 120 senesinde vefat etmiş­tir. Hammad'ın fıkhıyla da Ebu Hanife yetişti, hem onun, hem İbrahim'in ve hem de Küfe Medresesi'nin2? ilmine va­ris oldu. Tabi bir de cevap verme, hüküm çıkarma, kıyas ve tercih gücünü de fıkhına ilave etti.

F- Fıkıh İmamlarının Bazı Sünnetlerle Amel Etmeyişlerindeki Mazeretleri

İttifakla kabul edilen sünnetin ikinci kaynak oluşu şeklindeki bu esasa binaen, fıkıhlarında, sıhhati sabit, hükme delâle­ti açık ve muarızı olmayan bir hadîsi kasten terk eden ne fık­hı bir mezhebin ve ne de müçtehid bir imamın bulunması düşünülebilir. Burada kastedilen, hadîsin onun yanında sa­hih olması, hükme delâletinin onun nezdinde açık oluşudur, yoksa başkalarına göre sahih ve açık olması değildir,

27- Bu hususta Bkz: Zahid el-Kevseri, Fıkhıt Ehii'l-Irak iv Hadlsuhum, Tahkik: Abdulfettalı Ebu Gudde, Tercümesi Hanefi Fıkhmın Esasları.

97

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

İşte bu, Şeyhû'l-İslâm ibn Teymiye'nin, te'lif etmiş ol­duğu Raf'u'i- Melâm ani'i-Eimmeti'l-A'iâm adlı veciz ve de de­ğerli kitabmda açıklamaya özen gösterdiği husustur. O, bu kitabında fıkıh imamlarını, hadîse muhalefet ve sünneti terk ile itham eden bazı lafızcılar ve acelecilere karşı müdafaa et­miştir. O, kitabının mukaddimesinde şunları söylemektedir: "Kur'an'da da ifade edildiği gibi Müslümanların - Allah'ı ve Rasulünü velî edindikten sonra -mü'minleri de veli edinme­leri gerekir. Özellikle de Hz. Peygamberin varisleri olan, Al­lah'ın kendilerini karada ve denizdeki karanlıklarda kendi­leriyle yol bulunan yıldızlar gibi vasfettiği âlimleri! Nitekim Müslümanlar onların yol göstericiliği ve (ilmî) dirayetleri hakkında icma etmişlerdir. Onlar, ümmeti içerisinde Resûl'ün halifeleri ve ölen sünnetlerini canlandıranlardır. Ki­tap onlarla ayakta kalmış, onlar da kitapla ayakta kalmışlar­dır. Kitap onlardan bahsetmiş, onlar da Kitap'tan bahsetmiş­lerdir. Sonra o şöyle demiştir: "Şu da bilinmelidir ki, ümmet tarafından genel bir kabul görmüş imamlardan hiçbiri, kas­ten Resûlullah'ın küçük veya büyük herhangi bir sünnetine aykırı hareket etmez. Çünkü onlar, her türlü şüphe ve tered­dütten uzak olan şu hususlarda ittifak etmişlerdir:

- Resûlullah'a uymak gereklidir.

- Resûlullah'dan başka, her insanın sözü alınır da, terk edilir de. Fakat, bu imamlardan birinin sahih hadîse aykırı bir sözü bulunursa, o hadîsi terk etmesinin mutlaka bir ma-zereti olacaktır.

Bu mazeretlerin hepsini ise üç kısımda toplayabiliriz:

1- Resûlullah'ın (s.a.v.) o sözü söylediğine inanması.

2-  Bu sözle, söz konusu meseleyi kastetmiş olduğuna inanması.

98

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

3- Bu hükmün neshed ildiği ne İnanması.

Bu üç kısımdan ise birçok mazeret sebepleri doğmakta­dır:

Birinci sebep: Hadîsin müctehide ulaşmaması. Kendisi­ne hadîs ulaşmayan müctehid ise onun gereğini bilmekle mükellef değildir. Hadîs kendisine ulaşmayınca da, onunla ilgili meselede ya bir ayetin zahirî anlamıyla, ya başka bir hadîsle, ya kıyas gereğince yahut da istishaba göre hükme­decektir. Bu hüküm de ilgili hadîse bazen uygun, bazen de aykırı olabilir. İşte bu sebep, selefin hadîslere aykırı sözleri­nin çoğunda rastlanan sebeptir. Çünkü Resûlullah'ın (s.a.v.) bütün hadîslerini, nezdinde toplayabilmek hiçbir imama na­sip olmamıştır.

Bir kimse çıkıp da: 'Hadîsler yazılmış ve kitaplarda top­lanmıştır. Bu durumda onların bir müçtehide gizli kalması uzak bir ihtimaldir' diyemez. Çünkü:

- Meşhur hadîs kitapları, kendilerine uyulan imamların vefatlarından sonra meydana getirilmiştir.

- Bununla birlikte, Resûlullah'ın (s.a.v.) bütün hadîsleri­nin belli hadîs kitaplarında toplanmış olduğunu iddia etmek caiz değildir.

- Bu doğru olsa bile, bir âlim o kitaplarda bulunan her şeyi bilemez. Bu neredeyse hiçbir kimse için hasıl olmamış­tır. Hatta bir âlimin yanında birçok hadîs kitapları olduğu halde, kendisi onların içindekileri bile (tamamen) ihata ede­miyor. Bilakis, bu hadîs kitaplarının tedvini devrinden önce yaşamış olanlar, sonra gelenlerden daha geniş bir sünnet bil­gisine sahiptirler. Çünkü onlara ulaşan ve onlar nezdinde sahih olan hadîslerden çoğu, bize hiç ulaşmamış olabilir. Onların kitapları, bu kitaptakilerin kat kat fazlasını ihtiva

99

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

eden engin hafızaları idi ki bu, meseleyi bilen birisinin hiç şüphe etmeyeceği bir husustur.

Yine biri de çıkıp: 'Hadîslerin hepsini bilmeyen müçtehid olamaz' demesin. Zira müçtehidin, Resûlullah'ın (s.a.v.) hükümlerle ilgili bütün söz ve fiillerini bilmesi şart koşulur-sa, buna göre bu ümmet içerisinde tek bir müçtehid bile ola­maz. Alimin varabileceği derece bunların büyük çoğunluğu­nu bilmesidir. Öyle ki o ancak tafsilatla ilgili bazı hadîsler­den habersiz olabilir. İşte o, kendisine ulaşmayan bu az mik­tardaki tafsilatla ilgili hadîslere aykırı bir hüküm vermiş ola­bilir.

İkinci Sebep: Hadîs müçtehide ulaşmıştır ancak; onun nezdinde sabit (ve sahih) değildir. Bunun da çeşitli sebeple­ri vardır:

- Hadîsi kendisine nakleden veya bir önceki râvi yahut isnâddaki râvilerden başka birisi o müçtehid tarafından tanınmaz, yani meçhuldür veya yalancılıkla itham edilen birisidir ya da hafızası sağlam olmayan biridir.

-  Hadîs muttasıl bir senetle değil de, munkatı (râviler arasında kopukluk bulunan) bir senetle rivayet edilmiştir.

- Yahut hadîsin lafzı (Resûlullah'ın (s.a.v.) ağzından çık­tığı gibi) zapt edilememiştir. Oysa bu hadîsi, bir başkasına göre sika olan râviler, muttasıl bir isnâd ile rivayet etmişler­dir.

Bu sebepledir ki birçok imamın sözlerinde, hadîsin ge­reğince verdiği hükmün, hadîsin sahih olmasına bağlı oldu­ğunu ifade eden şu sözlere rastlanmaktadır. 'Bu meselede benim görüşüm şudur. Bu hususta şöyle bir hadîs de rivayet ediliyor. Eğer o hadîs sahih ise benim görüşüm de o hadîste­ki gibidir../

100

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Üçüncü Sebep: Müetehid içtihadıyla, diğer tariklerine bakmaksızın bir hadîsin zayıf olduğuna inanırken, başka müçtehidler ise onun aksine (yani sahih olduğuna) inanırlar. 'Her müçtehid isabet eder' diyenlere göre ister o haklı olsun, ister diğerleri ve hatta hepsi de haklı olsun mesele değişmez. Bunun da birkaç sebebi vardır:

- Hadîs rivayet edenlerden birini, bir müçtehid sika, di­ğeri ise zayıf görmektedir. Rical ilmi ise geniş bir ilim dalı­dır.

- Müctehidlerden biri, kendisine rivayette buluna mu-haddisin, hadîsi üstadından duymadığına, diğeri ise duydu­ğuna kani olabilir. Bunun da bilinen sebepleri vardır."

İbn Teymiye bunlardan başka üç sebep daha zikretmiş­tir...

"Dördüncü Sebep: Hafızası ve adaleti ile bilinen bir tek kişinin haberini kabul hususunda başkalarından farklı şart­lar ileri sürmesi. Mesela:

- Bazıları böyle bir hadîsi kabul edebilmek için onun Ki­tap ve Sünnete arz edilmesini şart koşar.

- Bazıları, hadîs, fıkıh usûlü veya umumî kaidelerin ve­ya kıyasa aykırı olduğunda, râvinin-fakih olmasını şart koşar.

-  Bazıları ise, herkesi ilgilendiren bir konu hakkındaki bir hadîsin, tek kişi tarafından rivayet edilmesi yerine, onun yaygın olmasını şart koşarlar. Bu konularla ilgili yerlerde, bunlardan başka şartlar da vardır...

Beşinci Sebep: Hadîs, müçtehide ulaşmış ve onun nez­dinde sabit görülmüştür, ancak o bunu daha sonra unut­muştur. Bu husus, hem Kitap ve hem de sünnet hakkında vârid olmuştur. (Yani bazıları, Öğrendiği bazı ayet ve hadîs­leri unutabilmiştir.)

101

 

SÜNMETİ ANLAMADA YÖNTEM

Altıncı Sebep: Müctehidin, hadîsin söz konusu hükme delâlet ettiğini bilmesi. Bunun da çeşitli sebepleri vardır:

- Bazen hadîsteki hükümle ilgili kelime, müctehide gö­re garip olur. Şu merfu hadîste olduğu gibi: İğlak halinde yapılan boşama ve azad etmenin hükmü yoktur.'3 Bazı âlim­ler buradaki iğlak kelimesini ikrah = zorlama şeklinde açıkla­mışlardır. Başka şekilde anlayanlar ise, bu anlamı bilmiyor demektir.

- Bazen müçtehid, hadîsteki bir kelimeyi kendi lügat ve örfünde kullanılan anlamda alır. Oysa onun Resûlullah'ın {s.a.v.) lügatindeki anlamı başkadır. Fakat o, kelimenin lügat anlamını korumanın asıl olduğunu düşünerek, kelimeye kendi lügatmdaki anlamı yükler.

- Bazen müşterek (birden fazla anlama gelen) veya müc­mel (mânâsı kapalı), ya da hem hakikat, hem de mecaz anla­ma gelebilen bir kelimeyi, müçtehid kendine göre en yakın anlamıyla alır, oysa ondan başka bir anlam kastedilmiş ola­bilir.

- Bazen de nassın delâleti müçtehid için hafî (gizli) ola­bilir. Çünkü sözlerin çeşitli anlamlara delâlet biçimleri çok geniştir ve insanlar onları anlayabilmede birbirlerinden fark­lılık arz ederler.

Yedinci Sebep: Müctehidin, hadîste, ilgili meseleye de­lâletin bulunmadığına kanaat getirmesi. Bununla, önceki se­bep arasındaki fark şudur: Öncekinde, sözün kastedilen an­lama delâlet tarzını anlayamamıştı. İkincisinde ise delâlet tarzını anladı ama, ister doğru, ister yanlış olsun ona göre, usûldeki bazı esasların bu delâleti reddetmesi sebebiyle söz konusu delâlet doğru değildir. Mesela: Tahsis edilmiş âm-

a* Müsned, c.2, s. 276; İbn Mâce, Talak 16

102

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

mın delil olmadığına, mefhumiu muhalefetin delil olmadı­ğına, bir sebep üzerine gelmiş bulunan umûmi bir hükmün, yalnız o sebebe ait olduğuna, tek başına emir siygasının ne varipliği ne de fevriliği gerektirmediğine, başında elif-lam bulunan marifertin umum ifade etmediğine, menfi fiillerin kendi zatlarını veya bütün hükümleri menfileştirmediğine, muktezanın umumiliği olmadığına, zamirler ve mânâlarda umumilik iddia edilmeyeceğine inanması gibi. Daha buna benzer birçok husus zikredilebilir....

Sekizinci Sebep: Bu delâletin karşısında, onun kastedilmediğini gösteren bir başka delilin onunla çeliştiğine inan­ması. Mesela, ânımın hâs ile, mutlak'in mukayyed ile, mut­lak emrin, vücubu ortadan kaldıran delil ile, hakikatin meca­za delâlet eden lafızlarla çelişmeleri ve tearuz çeşitlerinde ol­duğu gibi. Yine bu kısım da oldukça geniştir. Çünkü sözle­rin delâletlerinin birbirleriyle çelişmeleri ve bunlardan birini diğerine tercih mevzuu geniş bir derya gibidir.

Dokuzuncu Sebep: Müçtehid bir hadîsin, ya zayıf oldu­ğunu, ya mensuh olduğunu, yahut te'vil götürürse te'vil edildiğini gösteren ve ittifakla muarız olabilecek bir ayet, başka bir hadîs veya icma gibi kuvvetli bir delil ile çeliştiği­ne inanır.

Onuncu Sebep: Bir müçtehid, hadîsin ya zayıf olduğu­nu, ya mensuh olduğunu ya da te'vil edildiğini gösteren baş­ka bir delil ile çeliştiğine inanırken başkaları bu kanaatte de­ğildir. Çünkü bazen (hadîs değil de) onun cinsi çelişik olur­ken bazen de hakikatte çoklarınca kabul edilebilecek çelişen bir delil bulunmayabilir. Mesela Kûfeli âlimlerin çoğu sahih hadîsin Kur'an'ın zahiriyle çelişebileceğini kabul eder. On­lar, umumî vb. olan Kur'an'ın zahirinin hadisin nassına tak-

103

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

dim edilmesi gerektiğine inanırlar. Bazen de zahir olmayan bir ayetin zahir olduğuna inanmış olabilirler. Çünkü sözle­rin manâya delâletlerinin birçok çeşidi vardır. İşte bu sebep­le onlar, 'Bir şahit ve yeminle hükmetme'3 konusundaki ha­dîsi kabul etmemişlerdir. Halbuki başkalarına göre Kur'an-ı Kerim'de bir şahit ve yeminle hüküm vermeyi men eden açık bir ayet yoktur. Eğer böyle bir ayet bulunsaydı, onlara göre sünnet, ayeti tefsir etmiş sayılacak (ve yine çelişki gö­rülmeyecek) ti."

Sonra İbn Teymiye şöyle demektedir: "İşte bu on sebep açıktır. Hadîslerin birçoğunda, bir âlimin belli bir hadîsle amel etmeyi terk ederken, orada bizim kavrayamadığımız bir delili bulunabilir. Şüphesiz ilmin dereceleri (çok fazla) geniştİr. Ve bizler âlimlerin iç âlemlerindeki her şeye mutta­li olamayız.

Yine âlim, dayandığı delili bazen açıklar, bazen de açık­lamaz. Açıklasa bile bu bize bazen ulaşır, bazen de ulaşa­maz. Ulaştığında ise, delil haddizatında ister doğru olsun is­ter yanlış olsun, onun delil getiriş tarzını bazen anlarken ba­zen de anlamayabiliriz."28

Ayrıca burada şu sebepleri de zikredebiliriz: Fakihin terk etmiş olduğu sünnetin onun nazarında teşriî olmaması. Mesela Resûîullah'dan (s.a.v.) mizaç ve âdet üzere sâdır olan bazı fiiller gibi. Yahut da onunla genel bir teşriî kastedilme­miş, bilakis O'ndan, Yüce Allah'tan tebliğ veya fetva verme­si sıfatıyla değil de yöneticilik, devlet başkanlığı veya ha­kimlik sıfatıyla sâdır olmuştur. Resûlullah'm (s.a.v.) şu ha-

a- Müslim, Akziye 3: Ebu Davud, Akztye 21; İbn Mice, Ahkam 31, c. I, s. 248

28-- Bkz. İbn Tcymiyye, Rafııl-Mdaııı, s. 1-31 (el-Mektebu'I-lslâmi, 2.Baskı)

104

 

dîslerinde olduğu gibi; "Kim ölü bir araziyi (ekip-biçerek) canlandırırsa, orası onundur."29 "Kim (savaşta düşmandan) birini öldürürse, ölünün üzerindeki (silah, elbise vb.) şeyler onudur."30 İşte bunlara benzer hadîslerin ifade ettikleri hü­kümlerde fakihler, Peygamberimiz'in hangi sıfatıyla hük­mettiği hususundaki ihtilaflarından dolayı görüş ayrılıkları­na düşmüşlerdir.31 Bu ise özel bir bahiste incelenmeye muh­taçtır. Başka bir münasebetle ileride bu konuya tekrar döne­ceğiz. Bu konuyu, hadîsin delâletleri ve bu husustaki ihtilaf­lar (başlığı) altına sokmamız mümkündür.

G- Sünnet Tasavvuf için de Bir Kaynaktır

Sünnete dayanıp, ona teşriîve hüküm çıkarmada ikinci kay­nak olarak itibar edenler sadece fakihler değildir. Ümmetin bütün âlimleri de aynı şekilde ona dayanmışlardır. Fakihler teşriîkaynağı olarak, sufiler ise (tasavvufî) yönlendirmede ona yönelmişlerdir. Bazı sufilerden, sünnet ilminden veya bütün ilimlerden uzaklaştıran ve bunlara ihtiyaç olmadığına işaret eden bir takım sözler nakledilmektedir. Mesela bazıla­rı şöyle demiştir: "Sufiyi ahberana ve haddesena (şeklinde hadîs rivayeti) ile meşgul olurken görürsen derhal ondan uzaklaş!"

"" Müsned, c 3, s. 303, 304; Ebu Davud, İtaate 37; Tirnıizi, Ahkam 38'de Said İbn Zeyd'den rivayet etmiş ve 'Hasen ve garip' bir hadîs­tir demiştir.

n/i

JU" Ebu Katade'den muttefekuıı aieyhdir. Buhârî, Humus 18; Müs-fim, Cihad 42, Müsned. c. S, s. 12, 295, 306; Ebu Davud, OW 136, Enes'ten (r.a,) rivayet etmiştir.

"" Bu hususta geniş bilgi için bk?. Şah VeJîyullah ed-Dehlevi, Hucce-tu'liahi'l-Baliğa (Karafi) e-İlıkımtfi Temyizi'!- Feteva ani'I-Ahkam; Şeltut, d-İslfiın; Akide ve Şerit'.

105

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Bir diğeri şöyle diyor: "Kendisine 'Musannaf sahibi bü­yük muhaddis Abdürrezzak'tan hadîs dinlemeye gitmiyor musun?7 denildiğinde o şöyle cevap vermiştir: 'Hallak (-Ya-ratıcO'dan dinleyen kimse, Abdürrezzak'tan (hadîs) dinle­mekle ne yapacak ki?!'"

Bir başkası ise şöyle diyor: "Siz ilminizi yaşayıp ölen­den alıyorsunuz. Biz ise ilmimizi Diri Olan ve Ölmeyen (Allah)'den alıyoruz!" Yani onlar, -keşif yoluyla- (ilmi) direkt olarak Allah'tan alıyorlar. Nitekim onlardan kimileri şöyle der: "Kalbim bana Rabbimden haber verdi ki..!"

Ancak bu sözler ve meseller; onların ne hepsi, ne ço­ğunluğu ve ne de muhakkıkları tarafından ifade edilmiştir. Böyle bir sözü söyleyenin en güzel mazereti -Allame İbnu'l-Kayyim'in de dediği gibi- ya cahilliği mazur görülecek ka­dar cahil olması, yahut da şatahatını itiraf eden bir şatahatçı olmasıdır.32

Büyük sufilerden bazılarının. Kitap ve Sünnet ilmine ih­tiyaç hissetmediklerini iddia eden bu yoldan çıkmış insanla­rın ilgili iddialarına karşı çıktığını görmemizde şaşıracak bir şey yoktur.

Biz burada Ibnu'l Kayyim'in Medaricu'sSalikîn adlı ki­tabında mutedil büyük şeyhlerden naklettiği şu sözleri zik­redeceğiz.

Bu taifenin önde gelen şeyhlerinden Cürteyd İbn Mu-hammed (r.a.) şöyle der: "Bütün tarikatler, Resûl'ün (s.a.v.) haberlerine uyanlar dışında halka kapalıdır. Bu hususta Kur'an'ı ezberlemeyen, hadîs yazmayan kimselere uyulmaz. Çünkü bizim ilmimiz Kitap ve Sünnetle sınıflandırılmıştır."

32' İbnu'l-Kayyim, Medariaı's-Salikin, c. 2, s. 468 (TahkikıŞeyh Mu-hammed Hamid el-Faki es-Sürmetu'1-M.uhammediye baskısı.

106

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

"Bizim bu gidişatımız Kitap ve Sünnetteki esaslarla sı­nırlandırılmıştır."

Ebu Hafs (r.a.) şöyle der: "Yapıp ettiklerini her an Kitap ve Sünnetle Ölçmeyen, havâtır (kalbine düşen ilham vb.Man kuşkulanmayan kimseler erler divanında (erler arasında) sa­yılmaz."

Ebu Süleyman ed-Darani (r.a.) şöyle diyor: "Bazen gün­lerce kalbime (şu sufi) topluluğun nüktelerine benzer bir nükte düşüyor da, onu ancak iki adil şahidin şahitliğiyle ka­bul ediyorum: Onlar da Kitap ve Sünnettir."

Ebu Yezid ise şöyle demiştir: "Otuz sene cihadda bu­lundum. İlim ve ona uymaktan daha güç bir şey görme­dim."

O, bir defasında hizmetçisine şöyle demiştir: "Kalk, nef­sini ıslah etmesiyle meşhur şu adamı ziyaret edelim." Mesci­de doğru vardıklarında o adam kıbleye doğru tükürdü. (On­lar bunu görünce) selam vermeden döndüler ve şöyle dedi: "Bu adam Resûlullah'ın (s.a.v.) edeblerinden bir edebi bile yapmazken nasıl olur da iddia ettiği (bu salihlik) hususunda kendisine güvenilebilir?"

O şöyle demiştir: "Yüce Allah'tan beni, kadınları arzu­lamaktan kurtarmayı istemeyi düşünmüştüm, sonra kendi kendime Resûiullah (s.a.v.) bile bunu istememiş iken, benim bunu Allah'tan istemem nasıl caiz olabilir? dedim ve bunu istemedim. Ama daha sonra Allah beni bundan kurtardı. Öyle ki bir kadınla mı yoksa bir duvarla mı karşılaştım, aldı­rış etmez hale geldim."

Yine o şöyle demektedir: "Bir adama, havada yüksel­meye varıncaya dek çeşitli kerametler verildiğini görseniz bile, emir ve nehy, hadlerin (İslâmî yasalar ve cezaların) ko-

107

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

runmasi ve? şeriatın yaşanması hususlarında nasıl davrandı­ğını görmedikçe ona uymayınız!"

Ahmed Ibn Ebi'l-Hıvarî (r.a.) ise şöyle demektedir: "Sünnete uymaksızın amel eden kimsenin ameli bâtıldır."33 Ancak burada tasavvuf erbabı, pek çok zayıf ve münker hadîslerin onların nezdinde revaç bulması açısından eleştiri­lebilir. Hatta onların hadîs ilmindeki sermayelerinin azlığın­dan ve sahihi ile zayıfını fazla ayırt edemediklerinden dola­yı çok uydurma ve asılsız hadîsler bile kültürlerine girmiştir. Bu ise, onların -bir noktaya kadar- ilim ehlinden diğer taifelerle müşterek oldukları bir durumdur. Hatta bizzat fı­kıh kitapları bile bu durumdan korunamamıştır. Nitekim "et-Tahkik", "et-Tenkih", "Nasbu'r-Raye", "Telhisu'l-Habir" ve bunlar gibi diğer tahric kitapları buna tanıklık etmektedir.

Burada hadisçilere düşen mühim görev ise, bu taifelerin kitaplarını tenkit süzgecinden geçirmeleri, makbul ile mer-dud olanları, özellikle de uydurma ve asılsız olanları ayırt etmeleridir. Çünkü birçok âlimin de gösterdiği gibi zayıf ha­dîs -birtakım şartlarla- vaaz, rekaik vb. konularda kabul edi­lebilir.

İşte İmam Gazzali'nin İhyau Ulumİ'd- Din adlı kitabı üzerine Hafız Zeynuddin el-Irakî'nin yapmış olduğu tahric, böyle bir çalışmadır. O, îhya'nın hadîslerini iki kitapta tahric etmiştir. Büyük olanı henüz basılmamıştır. Küçük olanı İse, "İhya ile beraber, haşiyesinde basılmış olan el-Muğni an Hamii'l-Esfâr adlı kitaptır. Bu kitabın oldukça büyük bir hiz­met gördüğünde şüphe yoktur.

Onların eleştirecek diğer bir yönleri de, hadîs imamları, hadîsin senedini zayıf görseler veya "aslı yoktur" ya da "uy-

"- tbnu'l-Kayyim, Medaricu's-Salikin, ç. 2, s. 464-5

108

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

durma bir hadîstir" deseler bile, Sufilerin böyle bir hadîsi keşf ve ilham yoluyla sahih görebilme iddialarıdır. Nitekim onlardan bazıları (Yüce Allah buyurdu ki): "Gizli bir hazine idim ve beni tanımaları için mahlûkatı yarattım."34 şeklinde­ki (sözde) "kutsi hadîs" hakkında şöyle demişlerdir: "İsnad bakımından sahih değilse de o, keşif cihetinden bizim nezdi-mizde sahihtir!!"

Bu ise ümmetin âlimlerinin icmaı ile reddedilmiş bir sözdür. Çünkü hadîsin kabul veya reddi için {âlimlerin) koy­dukları ölçüler, hadîsin senedi ve metniyle ilgili konulara mahsus ölçülerdir. Keşf ise, sırf şahsî bir ölçüdür. Sadıklar nezdinde bile keşfin doğruluğundan emin olunamazken, bu (keşf erbabı olduklarını) iddia edenlerinkine nasıl güvenile­bilir!? Şayet bu kapı açılsaydı, keşif iddiasıyla insanlar, Allah izin vermediği halde, din konusunda (kendilerine göre) ya­salar koyar, Allah'ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını ha­ram kılarlardı.

Nitekim, tabii fâkihlerden İmam Muhammed ibn Şîrîn şöyle demiştir: "İsnâd dindendir. Eğer isnâd olmasaydı, di­leyen dilediğini söylerdi."3

Şeyh Ebu'l-Hasen eş-Şazeli ise şöyle demiştir: "Bizim için keşifte (yanlışlardan) korunma garantisi verilmedi. Bu korun­ma garantisi bize ancak Kitap ve Sünnet hakkında verildi."

34' Oysa Talak suresini sonundaki Yüce Allah'ın şu ayeti böyle bir habere ihtiyaç bırakmamaktadır: "Allah O'dur ki yedi göğü ve yer­den de onlar kadarını yarattı. Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve Al­lah'ın her şeyi ilimle kuşattığını bilmeniz için Allah'ın emri bunlar arasında İner durur." (Talak, 12) (Görüldüğü gibi ayet) mahlukatın yaratılış gayesini, Allah'ın isimlerini ve sıfatlarını öğrenmeleri olarak belirlemektedir. (Bu uydurma söz için Bkz: Sehavi, el-Makasıdu'l-Ha-sene, s. 327; Acluni, Keşfu'l-Hafa, c.2, s. 173) a" Müslittı, Mukaddime 5

109

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

H- Sünnet, İslâmî Hayat İçin Teferruatlı Bir Yöntem Verir

Sünnet, bünyesindeki Nebî'nin (s.a.v.) söz, fiil, takrir ve sı­fatlarıyla, Müslüman fert, Müslüman aile, Müslüman top­lum ve Müslüman devletteki İslâmî hayat için teferruatlı bir yöntem vermektedir.

Kur'an'ı-Kerim, genel kaideler, külli prensipler koyar, genel bir çerçeve çizer ve gerekli cüz'i hükümlere bazı ör­nekler verir. Sünnet ise, Kur'an-ı Kerim'in mücmeline tafsi­lat getirir, müphemini açıklar ve yönlendirme açısından uy­gulamalı örnekler ortaya koyar.

Yani Kur'an anayasa konumunda, sünnet ise onu açık­layıp yorumlayan kanun ve yönetmelikler pozisyonundadır.

Bu cihetledir ki biz sünnetle. Yüce Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Resullerine, Ahiret gününe, hayrı ve şerriyle ka­dere imanın tafsilatını da bulmaktayız.

Mükelleflerin ölümünden sonra kabirlerinde karşılaşa­cağı sual ve imtihandan itibaren, nimetler, azap, diriliş ve yeniden verilen hayatın korkunç yönleri, büyük şefaatteki durum, ilahi hesap ve bunu izleyen amel defterinin alınıp açılması, mizanların konulması, sıratın kurulması, Allah'ın kendisine itaat edenlere cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın kalbine (hatırına) gelemeyecek nimetler hazırlamasından, kendisine isyan edenlere ise cehennemde hissî ve manevî azap çeşitleri ha­zırlamasına kadar bütün Berzah hayatı hakkında sünnet adeta gözle görmüşçesine detayb bilgiler vermiştir.

Ve Müslümanlar, bunlar gibi gabya veya sem'iyata= (Allah ve Resulünün haberlerine) dayalı benzer akidevî ko­nularda Resûlullah'dan (s.a.v.) sabit olmuş sünnetlerle delil getirme hususunda ihtilaf etmezler.

110

 

SÜMNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Hevasmdan konuşmayan ve masum olan Nebî'den (s.a.v.) gelen bir hadîsin sahih olduğu kanaatine varan her Müslüman, hadîsin konusu ister akide olsun, ister amel ol­sun, onun içeriğine inanır, inanması da gerekir.

İhtilaf ise, İslâm'a giren herkesin inanması istenen ve inkar edenin kafir olacağına hükmedilen inanç esaslarının neler olduğu hakkındadır. Çünkü böylesi esasların, Kur'an ve mütevatir sünnet gibi, delâletleri kat'i te'vil götürmeyen kesin olarak sabit olmuş bir nass ile tespit edilmesi gerekir. Bundan dolayıdır ki Ehl-i Sünnetin çoğunluğu, Mu'tezi-le, Haricîler ve diğer fırkalar hakkında her ne kadar onların sahabe ve onlara güzellikle tabi olanların metodundan ayrıl­dıklarına ve bid'atlere düştüklerine hükmetmişlerse de, Ehl-i Sünnet tarafından sahih hadîslerle tespit edilmiş akide ile ilgili bazı konuları inkar etmelerine rağmen (Ehl-i Sünnetin çoğunluğu) bu fırkaları tekfir etmemişlerdir.

Sünnette, namaz, zekat, oruç ve hacc gibi dinî uygula­maların özünü temsil eden dört büyük ibadetin tafsilatını buluyoruz. Bunlar ister kesin farz olsun; günlük beş vakit namaz, her hafta Cuma namazı, her yıl ve her üründen ve­rilmesi farz olan zekat, her yıl Ramazan orucu ve yol bulup, gücü yetene ömründe bir defa Kabe'yi haccetmek gibi, ister­se bunlara ilaveten nafile ibadetler olsun. (Sünnet hepsinin tafsilatını ortaya koymuştur.)

Mesela namaz gibi bir farz ibadete baktığımız zaman, sünnetin onunla ilgili kitap ve bablarının pek çok hadîsle dolu olduğunu görürüz. Namaz öncesi yapılacak olan taha­ret, abdest, gusül, teyemmüm; mestler üzerine meshetmek vb. birçok şeylerden; namazın beraberindeki ezan, kamet, cemaat ve imamlık, namaz vakitleri, rekat sayıları, nasıl ya-

111

 

sünneti anlamada yöntem

pılacakları, rükünleri, sünnetleri ve onu bozan şeylerin açık­lanması, bunlardan farz olan türleriyle; revatib sünnetler*. vitr gibi müekkeda olanlar ve geceleri kalkıp geceyi ihya et­mek, kuşluk namazı gibi müekked olmayan sünnet türleri­nin açıklanması, yine onlardan cemaatle kılınanlar ile, kılın­mayanların, Bayram namazları gibi senede bir veya iki defa eda edilenlerin, güneş tutulması, yağmur isteme gibi bazı ta­rihi sebepler veya istihare namazı gibi özel sebepler dolayı­sıyla kılınan namazların (açıklanmasına kadar hepsinin de­tayını sünnet beyan etmiştir).

Yine zekata baktığımız zaman, zekat verilmesi farz olan malların nisablarının ve her birinden verilmesi farz olan miktarlarının, ne zaman ve kimlere farz olacağının beyanını da sünnetin getirmiş olduğunu buluruz.

Aynı şey oruç, hacc ve umre için de söylenilecektir. İşte sünnet bunlarm hepsinin hükümlerini detaylı olarak tek tek ortaya koymuştur.

Bu ibadetler, sünnet kitaplarında oldukça büyük yer kaplamaktadır. Öyle ki mesela Buhârî'nin el-Camiu's-Saluh'i gibi bir kitapta bu ibadetler yaklaşık dörtte bir kadar yer tut­maktadır.

Bunlara, zikirler, dualar ve Kuran okuma ile ilgili olan­larını da ekleyecek olursak -zira şüphesiz onlar ela ibadetler­dendir- yine bu da, bize sünnetin onlarla ne kadar dolu ol-

a" Sünnet-i Mikkkede (Kuvvetli Sünnet): Peygamber Efendimiz'in de­vam edip de, pek az yapmadıkları ibadetlerdir. Sabah, öğle ve akşam namazlarının sünnetleri gibi. Sünnet-i Gayri Müekkede (Müekked oima^ yan sünnet): Peygamber Efendimiz'in ibadet maksadıyla bazen yap­mış oldu klan şeylerdir. Yatsı ve ikindi namazlarının ilk sünnetleri gi­bi...)

112

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

duğunu gösterir. Nitekim Buhârî el-Cami' adlı eserini böyle­si bir hadîs ile tamamlamıştır,35

Ayni şekilde sünnette, detaylı bir şekilde İslâm ahlâkı­nın yönlendirmelerini bulmaktayız. O ahlâk ki; Allah, Resu­lünü onu tamamlamak için göndermiştir. Ve O, faziletli bir hayatın ancak kendisiyle gerçekleşeceği insanî ahlakı içer­mektedir.   Nitekim   sünnet  onu   imanın   şubelerinden, mü'minlerin faziletlerinden sayarken, onun zıddı olan dav­ranışları da, münafıklık alametlerinden ve münafıkların re-'   zilliklerinden saymaktadır. Bu (insanî ahlâk); doğruluk, güvenirlîk, cömertlik, cesurluk, vefakârlık, haya, incelik, esir-geyip-acıma, adalet, iyi ve güzel davranma, alçak gönüllü­lük, sabır, öfke anında sakinlik, güçlülük halinde affedebil-me, ana-babaya iyilik, akrabalarla ilişkileri devam ettirme, komşuya ikram etme, yetimi, yoksulu ve yolda kalmışı gö­zetme gibi birçok faziletlerden oluşur.

İslâm ahlâkı, ruhsal hayatı oluşturan Rabbani ahlâk di­ye i simlend irebileceğimiz şu faziletleri de içermektedir: Yü­ce Allah'ı sevme, O'na yönelme, O'na tevekkül etme, O'na karşı ihlas, rahmetini umma, azabından korkma, hükmüne rıza gösterme, çeşitli musibetlerle imtihanına sabretme, ni­metlerine şükretme, Allah için sevip Allah için buğzetme, O'nun dostlarını dost, düşmanlarını düşman edinme, ha­ramlardan el çekme, insanların yanındaki (dünyalık vb.)ler-den kaçınıp, Allah katındaki (ecir ve faziletlere rağbet etme vb. sadık tasavvuf adamlarının özen gösterdiği ahlâk ve ma-

"" Ebu Hureyre'nirt rivayet ettiği bu son hadîs şudur; "Rahman'm sevdiği iki söz vardık ki, bunlar, dilde hafif ama mizanda ağırdırlar Subhanellahi ve bihamdihi, sübhanellahil Azim=YüceIer yücesi Al-iah'a hamdolsun, Büyük Allah her türlü eksiklikten münezzehtir." (Buhârî, Tenhid 58

113

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

kamlara kadar daha birçok hasletler... Hatta onlar şöyle de­mişlerdir: "Tasavvuf, işte bu ahlâklardan oluşmaktadır. Bu hususlarda seni kim geliştirirse, tasavvufta senin ilerlemeni sağlamış olur."

Yine aynı şekilde sünnette, Müslüman insanın günlük hayatıyla ilgili İslâmî edeblerin tafsilatını bulmaktayız ki İs­lâm ümmetinin ortak zevk ve ortak edebi bunlardan oluş­maktadır.

Bunlar da; yeme-içme, oturma-yürüme, selamlaşma, zi­yaret, eve girmek için izin isteme, uyuma-uyanma, giyim-kuşam, konuşma ve susma, toplanma ve ayrılma âdabı gibi (çeşitli edeblerdir).

Mesela, Müslüman Yüce Allah'ın ismiyle yer-içer, sağ eliyle yer ve içer, önünden yer, aşırı yemez, yemeğini yedik­ten sonra da Allah'a hamd eder.

Aynı şekilde sünnetin Müslümanın günlük yaşantısı hakkında detayına kadar belirlenmiş birçok edepler ortaya koyduğunu görüyoruz. Müslüman toplumu, diğer toplum­lardan farklı kılan Müslümanların ortak âdetleri bu edebler-den doğar. Yine, Müslüman ferde, görünüşte ve tecrübede başkalarına asimile olmayı zorlaştıracak, farklı ve bağımsız bir kişiliği de bunlar kazandırmaktadır.36

^°" Hidayete erip, İslâm'ı seçen Avusturyalı Müslüman Muhammed Esed'in et-lslâımı ala Müfteraki't-Tarik adlı kitabında kıymetli bir bö­lüm vardır. O, burada sünnetin İslâmi hayattaki önemi, Müslümanın kişiliğinde ve ümmetin üstünlüğündeki rolünü sağlam bir ilmi man­tık çerçevesinde açıklamıştır. O, bununla özgürlük tellallarına cevap vermektedir. Ki onlar bugün şöyle diyebiliyorlar: "İnsanın sağ ve sol eliyle yemesini ve kişinin sağ veya sola öncelik vermesinin ne değeri var ki?!" Allah onlara hidayet versin (Adı geçen kitap Yolların Ayrılış Noktasında İslam adıyla Hayreddin Karaman tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir. İstanbul, 1982)

114

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Yine bunun gibi sünnette, aile hayatının sağlam bir te­mele kurulması için çeşitli tafsilat bulmaktayız: Karı-koca arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi, ailenin devamının sağ­lanması, onun, bozacak ve yıkacak etkenlere karşı korunma­sı, muhafazası için gerekli vesilelere yöneltilmesi, uyuşmaz­lık ve boşanma vuku bulduğunda her iki tarafa gereken şey­ler... Yine sünnette eşlerin en güzel bir şekilde seçilmesine, dünürlük ve hükümlerine, evlilik ve âdabına, karının koca üzerindeki haklarıyla, kocanın kadın üzerindeki haklarına, boşanma (birinci ya da ikinci boşanmadan sonra evliliğe) ge­ri dönme, iddet, ilâ, zihar8 ve nafakalara, çocukların anne ba­baları üzerindeki hakları, evlenilmesi haram olanlar ile baba tarafından akrabalarına karşı haklarından, "Aile hukuku" veya "Ahvali Şahsiyye" ya da "İslâm Şeriatı" denilen diğer haklara kadar hepsine fevkalâde Önem verdiğini görüyoruz.

Yine aynı şekilde sünnette, Müslümanların birbirleriyle olan sosyal ilişkiler ve muamelelerle ilgili birçok hüküm bul­maktayız. "Muamelât" fıkhının dayanmış olduğu alış-veriş, hibe, borç verme, ticarî ve ziraî ortaklar, kira, emanet, kefa­let, havale, rehn, şuf'a, vakıf, vasiyet, haddler, kısas, şahitlik­ler vb. hükümlerinde olduğu gibi.

Yine sünnette; yönetim, mahkeme, malî vb. işlerde, yö­netenlerle, yönetilenler arasındaki İlişkileri düzenleyen hü­kümler vardır. İşte es-Siyasetü'ş-Şer'iyye, el-Emval ve el-Harac gibi kitaplar, kaynağını onlardan almışlardır.

Keza sünnette İslâm Devleti ile diğerleri arasındaki iliş­kileri düzenleyen, barışta ve savaşta Müslümanlarla Müslü-

a" Yemin ederek hanımından uzaklaşma anlamına gelen, boşanmaya yakın bir uygulama olan ila için Bakara, 226-7, Zihar için Mücadele, 2-4 âyetleri ve tefsirlerine bakınız.

115

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

man olmayanların ilişkilerinin çerçevesini çizen hükümler vardır. İşte "Siyer" veya "Cihad" fıkıhları da bunlar üzerine bina edilmişlerdir.

İslâm Âlimi, Şah Veliyullah Dehlevî ismiyle bilinen Hindistanlı Ahmed İbn Abdurrahim (H.1176) Huccetullahi'l-Baliğei7 adlı eşsiz kitabında sünnetin bütün yönlerinin esra­rını açıklamaya özen göstermiştir.

I- Sünnetin Getirdiği Tafsilatın Miktarı, Konulara Göre Değişiklik Arz Eder

Zikrettiğimiz bütün bu yönlerde sünnetin getirmiş ol­duğu tafsilat aynı miktarda değildir. Mesela ibadetler husu­sundaki tafsilat, muamelâttaki gibi değildir. Aile ile ilgili iş­ler de, devlet işleri, devlet işleri gibi değildir.

İnsan hayatının özü ile ilgili ibadetler, ahlâk, edepler ve aile meseleleri gibi sabitlik ve devamlılık özelliği olan husus­larda sünnetin getirmiş olduğu tafsilat daha çoktur. Ta ki in­sanların hevaları onlarla oyalanıp, eğlenmesin ve her an de­ğişim rüzgârlarının esintisine kapılmasınlar.

Ama yönetim, siyaset, yargı, icra vb. değişiklik ve elastikilik özelliği olan hususlardaki tafsilatı ise daha azdır. Bu hususlardaki boş alan daha büyüktür. Ta ki insanlar, Al­lah'ın kendilerine genişlik verdiği ve hiçbir güçlük kılmadı­ğı bu konularda, onları sıkıştırabilecek herhangi bir suretle ve uygulamalarla zorunlu kılınmış olmasınlar. Bu ise Ne-bî'nin (s.a.v.) af diye isimlendirdiği alandır. Bu husustaki ha-dîs-i şerif şöyledir: "Allah kitabında neyi helâl kılmışsa o he-

37- Tahkik edilmesi, hadîslerin tahrici, kapalı olan kelimelerin açık­lanma vb. hizmet edilmesi gereken kitapların en önemlilerindendir.

116

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

lal, neyi de haram kılmışsa, o da haramdır. O'nun sükût edip herhangi bir şey söylemedikleri ise af (dairesi) dir. Öyleyse Allah'ın bu afiyetini (=hoŞgörü ve serbest bırakmasın.) O’ndan kabul ediniz. Şüphesiz Allah hiçbir şeyi unutmaz " Sonra Nebi (s.a.v.) şu âyeti okudu: "Ve Rabbin unutkan de-ğildir."3^

**" Hadîsi Hakim, Ebu'd-Derd^'dan rivayet etmiş, Zehebi de onu sa­hih ve muvafık görmüştür. Mhstedrek, c. 2, s. 375) Heysemi de onu Mecmau'z-Zevaid'de zikretmiştir, (c. 1, s. 171) Yine onu Bezzar ve d-Mıt'cemu'l-Kebir'de Taberani de rivayet etmişlerdir. Hadîsin isnâdv hasendir, ricali ise güvenilir görülmüştür. Ayet: Meryem, 64.

117

 

3 - SUNNET-KUR'AN İLİŞKİSİ

Kur'an-ı Kerim, şeriatın esası ve güvencesidir. Sünnet ise Onun açıklayıcısıdır. Bunun için ona, İslâm'ın ikinci kayna­ğı olarak itibar edilmiştir. Sünnetin mertebesi Kur'an'ın mer­tebesinden sonra gelir. Çünkü açıklamanın mertebesi, açık­lanandan sonradır. Bir başka sebep de, Kur'an'ın hepsi, hiç şüphe edilmeyecek kesinlikte tevatür ile sabit olmuştur. Sünnet ise böyle değildir. Zira onun bir kısmı tevatür ile, bü­yük çoğunluğu ise âhâd haberlerle sabit olmuştur.

Gerek Muaz hadîsi ve gerekse Raşid Halifelerin uygula­maları göstermektedir ki herhangi şer'î bir hüküm önce Kur'an'da aranır, şayet onda bulunmazsa bu defa sünnete bakılır.

Bu ancak, Kur'an'da delâleti açık olan hükümlerde böy­le olur. Mesela, kocanın karısından, karının da kocasından

118

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

alacağı miras, hayzdan ve evlilikten ümidini kesmiş kadın ile henüz ergenlik çağına girmemiş küçük hanımın boşanmala­rı halinde iddetleri, kocası ölen ama hamile olmayan hanı­mın iddeti vb. Eğer bunlar gibi açıkça ifade edilmiyorsa, o zaman sünnete başvurulur. Çünkü sünnet, hükümleri açık­lar ve detaylarını verir. Mesela, ninenin ve baba tarafından akrabaların mirası, kocası ölmüş hamile kadının iddeti vb.

Sünnet kitaplarını dolduran bu hadîslere bakan bir kim­se, onların üç kısma ayrıldığını görür:

1-   Herhangi bir  açıklama  ve  detay  vermeksizin, Kur'an'ın getirdiği hükümleri destekleyip pekiştiren hadîs­ler: Mesela, anne-babaya iyilik etmeye çağırıp onlara karşı gelmekten sakındıran, akraba ilişkilerini sürdürmeye çağı­rıp, ilişkileri koparmaktan sakındıran, komşuya ikram etme­ye çağırıp, onu rahatsız etmekten sakındıran hadîslerde ol­duğu gibi. Zira bunlar daha çok, Kur'an'ın getirmiş olduğu hükümleri onaylayıp, pekiştirmekten başka bir şey getirmiş değildir.

Tergîb ve terhib, mev'iza ve kıssaları ifade eden hadîs­lerden çoğu bu kısma girer.

2-  Kur'an'ı açıklayan hadîsler: Bu da ya Kur'an'd a ki mücmeli tafsil, ya umumu tahsis, ya da mutlakı takyid etme­si vb. şeklinde olur.

Mücmelin tafsili: (Yani Kur'an'daki kapalı ifadelere sünnetin açıklık ve detay getirmesi.) Mesela, her gün kılına­cak namazın miktarının, vakitlerinin, rekat sayısının ne ol­duğunun ve namazın nasıl kılınacağının açıklanması gibi. Bütün bunlar, Yüce Allah'ın "Namazı (dosdoğru) kılınız" şeklindeki buyruğu için birer açıklama sayılır.

Yine zekatın nisabları, zekat verilecek malların neler ol-

120

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

duğu, verilmesi farz olan miktarlar ve ne zaman farz olacağı gibi hususların beyanı da, Yüce Allah'ın "Zekatı da veriniz" buyruğunun açıklanmasıdır.

Benzer şeyler oruç, hacc, hadler, alış-veriş, emişme vb. hukuklar hakkında da söylenebilir.

Umumun Tahsisi: (Sünnetin Kur'an'daki genel bir ifadenin kapsamından bazılarnı,, hükmün dışında tutması, özel bir durum vermesi.) Mesela Nebinin (s.a.v.) "Katile miras yok­tur"3 gibi.

Mutlakın Takyidi: (Kayıtsız şartsız bir hükme sünnetin bellİ sınırlar getirmesi.) Mesela; Yüce Allah'ın "Birinize ölüm geldiği zaman eğer bir hayır (mal) bırakacaksa, anaya, baba­ya, yakın akrabalara uygun bir biçimde vasiyet etmek, Al­lah'tan korkanlar üzerine bir borçtur." (Bakara, 180) ayetindekı (mutlak) vasiyete Nebî'nin (s.a.v.) "üçte biri (vasiyet et) hatta üçte bir çok (bile)"* hadîsiyle üçte bir oranında sınır ge-tirmesinde olduğu gibi.

3- Kur'an'ın kabul veya reddetmeyip, herhangi bir şey söylemediği bir hususta (yeni) hüküm getiren hadîsler. "Hayızlı kadın orucu kaza eder ama namazı kaza etmez."' hadî­si gibi. Yine kişinin hanımının üzerine onun hala veya teyze­sini de nikâhlamasının haram kılınması, nine ve baba tara-

a; Değişik buzlarla bkz: Müsned, c. 1, t 49; MuvatU,, Ukûl 10; Tirmi-zı, Fermz 7; n>n Mâce, Diyat 14, Ftraiz 8; Darimi, Fenaz 41) hadîsi ile, mlraSı Allah m talabmda zikrettiği miraslardan yalmzca katilin dı-^ndakılere tahsis etmesi (katili mirastan mahrum etmesi.)

Buhar. Cenasz 36, Vasaya 2, 3; Müslim, Vastyye 5, 7, 8, 10; Muratta.

c" Bkz: BuMüHayz 20; Müslim, feçz 68; Ebu Davud, T&m 104; Ne-%?                          ^^ "^ Darİmİ' Vuâu 102; Müsned- c- 6' s-

121

 

SÜNNETİ AVLAMADA YÖNTEM

fından akrabalarına düşecek miras, şuf'a ile ilgili hükümler, nesebden dolayı (evlenilmesi) haram olanların, emişmeden dolayı haram olması, ehli merkeblerin, her türlü yırtıcı-pen-çeli havyarlarla, yırtıcı-tırnaklı kuşların etlerinin haram kı­lınması, altın ve gümüş kapların hem erkeklere hem de ka­dınlara haram kılınması, ziynet olarak altın ve ipeğin ise sa­dece erkeklere haram kılınması, kabirleri mescit edinmenin yasaklanması, dövme yapana, yaptırana, peruk takana, tak-tırana, (güzelleşmek için) kaş, kıl vb. aldırana lanet edilmesi ve bunlardan başka gerek ibadetler ve gerekse muamelat ko­nularında gelen hadîslerdeki yeni hükümlerde olduğu gibi. Allame Ibnu'l-Kayyim'in dediği gibi bu üçüncü kısım hiçbir şekilde Kur'an ile çelişmez. Çünkü bunlar iîk olarak Nebî (s.a.v.) tarafından ortaya konulmuş birer teşrî (=yasama)dir ve bu konularda O'na itaat etmek farz, karşı gelmek de ha­ramdır. Yine bu, sünnetin Kur'an'ın önüne geçirilmesi de değildir. Bilakis bu, Allah'ın Resulü'ne itaat edilmesi emrini yerine getirmektir. Eğer Nebî'ye (s.a.v.) bu kısımda itaat olunmazsa, O'na itaatin bir anlamı kalmaz ve O'na mahsus olan itaat düşmüş olurdu. O'na itaat, Kur'an'a ziyade olarak getirdiği hükümlerde değil de, Kur'an'a uygun olan husus­larda farzdır denilecek olursa orada, O'na mahsus özel bir itaat bulunmaz. Nitekim yüce Allah "Resule itaat eden, Al­lah'a itaat etmiş olur" (Nisa, 80) buyurmaktadır.

Alimlerden bazıları, bunu, sünnetine yasamada Kur'an'dan müstakil oluşu şeklinde görmemişler, aksine Kur'an'ın hükmüne kıyas veya onun kaideleri altına sokma vb. herhangi bir cihetle Kur'an'a döndürmüşlerdir. Mesela kişinin, hanımının hala veya teyzesini de nikâhlamasının haram kılınması; sadece, Kur'an'ın zikrettiği iki kız kardeşi

122

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

nikâhı altına almanın haram kılınmasından yapılmış bir kı­yastır.

Yine annenin olmaması halinde nineye miras verilmesi, ninenin anneye kıyas edilmesi sebebiyledir.

Yırtıcı, pençeli hayvan ve kuşların (yenilmesinin) haram kılınması ise Yüce Allah'ın "O (s.a.v.) onlara pis şeyleri de haram kılar" (A'raf, 157) ayetinin (kapsamı) içerisine girer.

Altın ve gümüş kapların haram kılınması da Kur'an'ın kötülemiş olduğu lüks ve konforlu hayatın içerisine gi­rer... vb.

Yalnız burada şu husus önemlidir: Âlimlerin hepsi, sünnetin bazı şeyleri helal, bazı şeyleri haram kılabileceği, bazı hususları farz kılabileceği, bazı şeyleri ise devre dışı bı­rakabileceği görüşünde birleşmişlerdir. Buna ister, bazıları­nın açıkça ifade ettikleri gibi sünnete Kur'an'dan müstakil (olarak başlı başına) bir yasama denilsin, isterse diğerlerinin yaptığı gibi ona müstakil denmesin (netice itibariyle durum aynıdır.)39

A- "Kur'an Varken Sünnete Lüzum Yoktur" İddiası

Yukarıdan beri söylenilenlerin hepsi açıkça ortaya koymak­tadır ki, bazı insanların, yüce Allah'ın "Biz sana Kitabı her şe­yi açıklayan...olarak indirdik." (Nahl, 89) ayetine dayanarak iddia ettikleri 'Kur'an varken sünnete ihtiyaç yoktur' görüşü, bizzat Kur'an'ın da reddettiği batıl bir iddia, reddedilmiş bir davadır. Çünkü Kur'an, şu ayet-i kerime ile, Resûl'ün, Al-

'* Bkz: Sıbai Mustafa, es-Sürmetü ve Mekanetıthufa fi't-Teşri't-İslâmi, s. 281, el-Meklcbu'l-İstâtni, ikinci baskı. (Ayrıca daha geniş bilgi için An­kara Ilahiya! Fakültesinde hazırlamış olduğum Sünnetin Kur'an Dışında Hükümler Getirmesi Meselesi adlı basılmamış yük­sek lisans tezime bakılabilir. Çev.)

123

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

lah'ın indirdiklerinin açıklayıcısı olduğunu beyan ediyor. "Sana da bu zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, kendilerine indirile­ni insanlara açıklayasın..." (Nahl, 44). Aynı şekilde Kur"an. Resul'e itaatin de farz olduğunu, çünkü onun da Yüce Al­lah'a itaatten olduğunu açıklamıştır.

Yine daha önce açıkladığımız gibi bu iddiayı sünnet ve icma da reddetmektedir: Beyhâki, senediyle Eyyub es-Sahti-yanî'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Bir adam Muttarif İbn Abdullah'a: 'Bize hadîs nakledip durmayın, ancak Kur'an'dan bahsedin!' deyince Muttarif şöyle cevap verdi: "Vallahi biz bunlarla Kur* an'in yerine bir bedel arama peşin­de değiliz. Lakin biz -Resûlullah'ı kastederek- Kur'an'ı biz­den daha iyi bilenin bildiklerini) istemekteyiz."

Yine Eyyub diyor ki: "Bir adama, herhangi bir sünneti haber verdiğinde o: 'Bırak bunu, sen bize Kur'an'dan haber ver!' derse bil ki o sapıktır."40

Sözün özü, merhum davetçi, allâme Prof. Mustafa Sibai’nin dediği gibi*1: "Allah'ın dinini ve şeriatın hükümleri­ni tam anlamıyla bilen bir Müslüman gerçeğe karşı koyarak, sünnetin delil oluşunu inkar edip, İslâm'ın yalnızca Kur'an olduğunu benimseyemez. Çünkü, şeriat hükümlerinin çoğu sünnet ile sabit olmuştur. Kur'an'daki hükümler ise genel­likle mücmel ve külli kaideler şeklindedir. Aksi takdirde biz beş vakit namazı, namazın rekatlarını, zekat miktarlarını, hacc menâsikinin tafsilatını, muamelat ve ibadetlerin diğer hükümlerini Kur’an'm neresinde buluruz?"

İbn Hazm (r.a.) ise şöyle demektedir: "Bu batıl sözü söyleyene soruyoruz; öğlenin dört rekat, akşamın üç rekat

^Suyutî, Miftahu'l-Cenne, s. 35-36 41' Sibai, a.ge, s. 165

124

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

olduğunu, rükûnun şu şekilde, secdenin bu şekilde olduğu­nu, (namazda) okuma ve selam vermenin nasıl olacağını, oruçta kafi miktarın beyanını; altın, gümüş, koyun, deve ve sığırların zekatının nasıl olduğunun beyanını, hangi tür mal­lardan zekat alındığını ve alınan zekatın miktarını; Arafat'ta vakfe vaktini, Müzdelife'de namazın nasıl kılındığını, şeytan taşlamanın nasıl yapıldığını, ihramın nasıl olduğunu ve ih­ramda iken sakınılacak şeyleri, hırsızın elinin nasıl kesilece­ğini, haram kılan emişmenin nasıl olduğunu, yiyeceklerden nelerin haram olduğunu, kurbanlar ve diğer hayvanların ke­silme şekillerini, hadlerle ilgili hükümleri, boşamanın ne şe­kilde vuku bulduğunu, alış-verişle ilgili hükümleri, faiz, mahkeme davaları, bir şeyin kendisine ait olduğunu iddia etme, yeminler, vakıflar, ölünceye kadar geçerli olmak şar­tıyla yapılan ömürlük akit, sadakalar ve fıkhın diğer türleri­nin beyanını bu adam Kur'an'ın neresinde bulabilmiştir. Şüphesiz Kur’an'da öyle cümleler vardır ki, onlan kendi hal­leriyle almış olsak, o konuda nasıl amel edeceğimizi bileme­yiz. İşte böylesi konuların hepsinde, kendisine başvurulacak merci, ancak Nebî'den (s.a.v.) (hadîs ve sünnetlerin ifadesi olarak) yapılan nakildir. İcma da böyledir. Ancak az sayıda­ki meseleler üzerinde icma olduğu için, zaruri olarak hadîse başvurulması gerekir. Eğer bir kimse: 'Biz ancak Kur'an'da bulduğumuzu alırız' dese, ümmetin icmaı ile kafir olur. Ar­tık o kimsenin, güneşin (ufukta aşağı) kayması ile, gecenin kararmasına kadar ki zaman arasında bir rekat ve bir rekat da sabah vaktinde (olmak üzere yalnızca iki rekat) namaz kılması gerekirdi.42 Çünkü bu bir rekat, namaz denilebilecek ibadetin en az miktarıdır ve onun fazlası için bir sınır da

*" Yüce Allah'ın şu ayetine işaret ediyor: "Güneşin (ufukla aşağı) kaymasından, gecenin kararmasına  kadar namaz kıl ve sabahın

125

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

yoktur. Dolayısıyla bu sözü söyleyen, kanı ve malı helal olan bir kafir müşriktir. Bu görüşü ancak, ümmetin, kafir olduk­larında icma ettiği bazı aşırı Rafiziler benimsemişlerdir.

Yine şayet bir kimse, yalnızca ümmetin icma ettiği hu­susları alıp, hakkında nassların geldiği ama ümmetin ihtilaf ettiği her hususu terk etse, ümmetin icmaı ile fasık olur,

İşte bu iki öncül, nakli (sünnet ve hadîsleri) almayı za­ruri kılmaktadır." 13

B- Güvenirliği Açısından Sünnet

Sahabe (r.a.) döneminden beri Müslümanlar gerek yasama ve gerekse yönlendirme açısından sünnetin hayatîanndaki yerini ve değerini bilmişler, bu nedenle onu bellemeye ve başkalarına tebliğ etmeye çok özen göstermişler ve birbirle­rine nakletmişlerdir. Zaten Nebî (s.a.v.) de onları buna teş­vik etmişti: "Allah, benim sözümü işitip belleyen, sonra da orıu işittiği gibi başkasına tebliğ eden kimsenin yüzünü ağartsın. Nice kendisine tebliğ edilen kimseler vardır ki (sö­zümü bizzat) işitenden daha anlayışlıdır."8

Sahabe ilk zamanlarda ezberlemeye itibar ediyordu. Çünkü onlar hafıza güçleriyle temayüz etmişlerdi. En güzel bir şekilde ezberleyip bellemeye çağıran dinî saikin yanı sıra, aralarında yazının da az bilinmesinden dolayı onlar bu ez­berciliği şiir ve başka şeyleri rivayet geleneğinden devraldılar.

Nitekim Ebu Said el-Hudri'nin de rivayet ettiği gibib

Kur'an'ını da (unutma). Çünkü sabah (namazı.) Kur'an'ı (melekler ta­rafından) görülür." (İsra, 78) 43- İbn Hazm, el-İhkam. o 2, s. 79-80

a" Müsned, c. 1, s. 437; Ebu Davut, İtim 10; Tirmizi, İlim 7; İbn Mâce, Mukaddime 18 b' Bkz: Müsned, c. 3, s. 12, 21; Müslim, Zühd 72;Darimi, Mukaddime 18

126

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

başlangıçta sevgili Peygamberimiz onlara Kur'an'dan başka her şeyin yazılmasını yasaklamıştı. Bunun sebebi ise, Kur'an hakkında, her türlü şaibelere karşı fevkalâde ihtiyatlı olun-masıydı. Ta ki bu iki söz arasındaki farkı ayırt edebilen ile edemeyenler için Kur'an'a başka bir şey karışmasın. Buna ilaveten, katipler az olduğu gibi, yazı araç-gereçleri de kolay bulunmuyordu. Bu sebeplerden dolayı o merhalede bütün gayretlerin Kur'an yazımına yöneltilmesi daha uygundu.

Daha sonra Resul (s.a.v.) kendisinden İşittiklerini yaz­maları için onlara izin verdi. Bunun üzerine Abdullah ibn Amr, es-Sadıka adlı sahifesini yazdı. Yine Yemen'den Ebu Şah adında bir adama, hutbesini yazmasına izin verdi.a

Nebî (s.a.v.) bizzat kendisi birçok yazılar yazdırdı. On­lardan bir tanesi de Ensar, Muhacirler ve Yahudilerden on­ların sözleşmesi altına giren Medine sakinleri arasındaki iliş­kilerin sınırlarını ihtiva eden (Medine Sözleşmesi diye bili­nen) meşhur "vesika" dır.

Yine çeşitli devletlerin yöneticilerinden Kisra, Kayser, Necaşi, Mukavkıs.. .ve başkalarına göndermiş olduğu (İs­lâm'a davet) mektupları da böyledir.

Zekatlar, diyetler, feraiz ve sünnetlerin beyanı hakkın­da Amr İbn Hazm'ın yazmış olduğu (sahifeler) da böyledir. Ebubekir (r.a.), Enes ibn Malik'e, Resûl'un (s.a.v.) koy­muş olduğu zekat farizalarını yazıp, göndermiştir.

Ömer (r.a.) de Utbe İbn Ferkad'a bazı sünnetleri yaz­mıştır. Yine kılıcının kınında, otlaklara salınmış hayvanların zekatları yazılmış bir sahife bulunmuştu.

Ali'nin (r.a.) yanında da bazı hükümlerin yazılı olduğu bir sahife vardı.

~ Buharı, Lukala 7, Diyat 8; Müslim, Hacc 447-8; Müsned, c. 2, s. 238

127

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

-Yukarıda adı geçen üç halife de dahil olmak üzere- sa­habeden bazılarının hadîs yazımını yasaklamalarına dair ha­berlere gelince; bu onların, o ilk dönemde Kur" an'a karşı çok özen göstermelerinden ve önceki ümmetlerin yaptığı gibi, insanların hadîslerle meşgul olmaları sebebiyle Allah'ın Ki­tabını yitirmelerinden korktukları içindir.

Daha sonra ise Hz. Aişe, Ebu Hureyre, İbn Ömer, İbn Abbas, İbn Amr, Enes, Bera ibn Azib, Hasan ibn Ali, Muavi-ye ve diğerlerinden rivayet edildiği üzere, sahabe hadîslerin yazılmasının caiz olduğunda ittifak etmişlerdir.

Bundan sonra (hadîs) yazımının çerçevesi genişlemiş ve tedvin dönemi gelmiştir. Artık, sünnet kitaplarından bazıla­rı, müsnedler yani, konuları değişik olsa bile, her bir sahabe­nin rivayet ettiği hadîslerin hepsinin bir araya getirilmesi şeklinde tedvin etmiştir. Mesela Ebu Davud et-Tayalisi (ö. 203)'nin Müsned'i, Humeydi'nin (ö. 219) Müsned'i ve İmam Ahmed İbn Hanbel'in (ö. 241)'in Müsned'i vb. gibi. Bazıları ise, akaid, ibadetler, muamelat, âdâb, tefsir, sire, rekaik vb. belli bablar ve konulara göre tasnif edilmiş olan Camiler ve Sünen'ler şeklindedir. Abbasi halifelerinden Ebu Cafer el-Mansur'un isteği ile hicret yurdu (Medine’nin imamı Malik İbn Enes'in (ö. 179) tedvin etmiş olduğu Muvatta adlı kitabı ve Müslümanlar arasında "Kütübü Sitte" diye meşhur olan şu altı kitap bu türdendir. Bunlardan ikisi "Sahihayn" diye bilinirler:

(Birincisi): İmam Muhammed İbn İsmail (el-Buhârî)'in-(ö. 256) Sahih'idir ki Kur'an'dan sonra en sahih kitaptır. (İkincisi ise): imam Müslim [bn Haccac'ın (ö. 261) Sahih'idir ve bu da sıhhat açısından Buhâri'ninkine yakındır. Diğerleri ise dört sünendir ve sahipleri şunlardır:

128

 

275)

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

1-  Ebu Davud Süleyman İbnu'I-Eş'as es-Sicistanî (ö.

2- Ebu İsa Muhammed İbn İsa et-Tirmizî (ö. 279)

3-  Ebu Abdurrahman Ahmed İbn Şuayb en-Nesaî (ö. 303)

4-  Ebu Abdullah Muhammed İbn Yezid (ö. 275)'dir ki kendisi İbn Mâce ismiyle meşhurdur.

Ümmet içerisinde pek çok âlim Muvatta ile birlikte bu altı kitaba çok özen göstermişlerdir. Onlar üzerine birçok şerhler, ta'likler yazmışlar, bazılarının içinden bir takım ha­dîsleri seçerek derleme veya muhtasarlar yapmışlar veya ba­zı kitapları bir araya getirmişler; yine bazı kitaplar üzerine Zevait hazırlamışlar, gerek isnâdlan ve gerekse metinleri üzerine birçok araştırma yapmışlardır.

C- Sünnet ve Hadîsleri Elde Etmek İçin Yapılan Yolculuklar

Tarihte İslâm Ümmeti gibi ilim elde etmek için (bu denli) yolculuk yapmış hiçbir ümmet bilinmemektedir. Bu hususta Özellikle de hadîs âlimleri takdire şayandır. Çünkü onlar, ya ezberleyen bir kimseden veya kendinden daha üstün, yaşa­yan bir kaynaktan sadece tek bir hadîsi dinleme arzusuyla, deve sırtlarında veya yaya olarak sahraları kat etmede en güzel örnekleri sergilemişlerdir.

Nitekim bu tür yolculuklar sahabe (r.a.) döneminden itibaren başlamıştır.

a' Hadîs Edebiyatı içinde, bir kitabın, bir başka hadîs eseri ile karşılaş­tırılıp, birincinin ikinciden fazla olarak ihtiva ettiği hadîslerden bir ara­ya getirilmesi sonucu oluşan yeni eserlere "Zevaid Kitapları" denir.

129

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Mesela Cabir İbn Abdullah, Şam'da bulunan Abdullah İbn Üneys'in yanına gitmiş, kendisinin, Nebî'den (s.a.v.) duymadığı tek bir hadîsi ondan dinlemek üzere yaptığı bu yolculuğu, tam bir ay sürmüştür. Ebu Eyyub el-Ensari de Mısır'daki Ukbe İbn Amir1 in yanına gitmiş ve karşılaştığın­da ona şöyle demiştir: "Bize, Müslüman aybının gizlenmesi1* hakkında Resûlullah'dan (s.a.v.) işittiğini naklet! Çünkü onu benimle senden başka işitmiş kimse kalmadı." (Ukbe) ona hadîsi nakledince, devesinin palanını dahi indirmeden tek­rar bineğine bindi ve derhal Medine'ye döndü!! **

Yine sahabeden bir adam Mısır'daki Fudale İbn Ubeyd'in yanına gitti ve ona yaklaşınca şöyle dedi: "Ben se­ni ziyaret etmek üzere gelmedim. Ben ve sen Resûlullah'dan (s.a.v.) bir hadîs işitmiştik. O hadîs hakkında senin bilginin olabileceğini ümit ederek geldim." 4S

Abdullah ibn Mes'ud da şöyle demiştir: "Devenin ula­şabileceği (herhangi bir yerde) Allah'ın Kitabını benden da­ha iyi bilen birisinin olduğunu öğrensem, derhal ona gider­dim." te

Zikredilen bu vakıalardan anlaşılmaktadır ki, sahabe­nin bu tür yolculuk yapmalarının sebebi, ya o sahabenin Re­sûlullah'dan (s.a.v.) işitmediği bir hadîsi işitmek, ya da ken­di ezberlediği bir hadîsi, bulunduğu beldede ezberlemiş baş­ka birisi olmadığı için, ezberlediği bu hadîsten tam emin ola-

a" Hadîs şöyledir; "Kim dünyada bir Mü'minin {yayıp ifşa etmediği) bir aybım örterse, Allah da onu kıyamel gününde örter." Bkz: Müs-ned, c. 4, s. 153, 159

¥-- ibn Abdilberr, Camiu Beyani'l-İlm ve Fadlih, c. 1, s. 93,94 45' Darimi, Mukaddime 47 (c. 1,4142); Hatib, er-Rıhle, s. 75 (s. 125 Tah­kik: Nureddin Ur, Beyrut-1975) 46" Halib, el-Kifaye, s. 402

130

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

bilmek içindir. Bu sebeple o, bir aylık bir mesafede bile olsa, hadîsi ezberlemiş (diğer sahabinin) yanına kadar yolculuk yapmıştır.

Sahabeden sonra, tabiîlerden olan öğrencileri de hadîs elde etmek üzere yolculukta onların izinden gittiler. Belki de onlardan daha fazlasını yaptılar. Çünkü sahabe, çeşitli böl­gelere dağılınca, sahip oldukları ilimleri de oralara götür­müş oldular. Dolayısıyla, bir kimsenin, bu bölgelere seyahat ve oralara dağılmış sahabe ile görüşme yapmaksızın, Resûlullah'ın (s.a.v.) (birçok) hadîslerini öğrenmesi mümkün de­ğildi.

Tabiîlerin büyüklerinden birisi olan Said İbnu'l- Müseyyeb (Ö.94) şöyle demektedir: "Gerçekten tek bir hadîsi elde etmek için geceli gündüzlü günlerce yolculuk yapıyor­dum."47

Tek bir mesele hakkında, Hasan el-Basri (Ö.110) Bas­ra'dan Kûfe'ye yolculuk yapmış,İS Ebu Kılabe ise, bir hadî­si rivayet eden birisinin gelmesini beklemekten başka hiçbir işi olmadan Medine'de üç gün kalıp onu beklemiş ve adam gelince de ona o hadîsi sormuştur,49

Şa'bi de adamın birisine bir hadîs rivayet eftikten sonra şöyle demiştir: "Onu, herhangi bir şey almaksızın sana ver­dik. Halbuki bundan daha azı için ta Medine'ye gidiliyor­du."™

Ebu'l-Aliye er-Rayahi ise şöyle demişti: "Biz Basra'da   . Resûlullah'ın (s.a.v.) ashabından (nakledilen) bir rivayeti işi-

4?- İtrn Abdilberr, Q.g.e, c. 1, s. 94; Hatib, cl-Kifaye, s. 402 48" Hatib, a.g.e, s. 402 i9~ Darimi, Mukaddime 47, o 1, s. 140 5°-Buhârî,i7ifN311 c. l,s-33

131

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

tiyorduk ama ta Medine'ye kadar gidip bizzat onların ağız­larından duyuncaya kadar gönlümüz razı olmuyordu." 51

Tabiiler neslinde onları hadîs aramak için seyahat yap­maya sevk eden yeni bir etken daha ortaya çıkti. Bu da mut­tasıl bir isnâdla gelen hadîsin tariklerinin en kısası olan Ali İsnâd elde etmek idi.

Bu sebeple bir tabii, hadîsi, kendisi gibi başka bir tabi­iden almak yerine, hadîsi bizzat sahabiden almak üzere o sa-hâbinin bulunduğu yere kadar gider ve aldığı hadîsi ondan direkt olarak kendisi rivayet etmiş olurdu.

D- Hadîs Usûlü İlmi

Kimse, o dönemlerde hadîs rivayet eden bu insanların, "Re-sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu" diyen herkesten hadîs aldık­larını sanmasın. Zira onlar da, çeşitli etkenlerden dolayı, or­tada Resûlullah (s.a.v.) adına yalan söyleyenlerin olabilece­ğini -biliyordu. Onlar bu etkenleri kitaplarında açıklamışlar ve yalan uyduran bu deccallerin peşine düşmüşler, onların bu durumlarını ortaya çıkarmışlardır.

Nitekim İmam Abdullah İbn Mübarek'e: "Bu uydurma hadîslerine olacak)?!" denildiğinde O: "(Hadîs ilminde) oto­riteler onlar için yaşamaktadırlar!" diye cevap vermiştir.

Evet... Gerçekten o âlimler birçok kaideler koymuşlar, usûlü oluşturan çeşitli esaslar belirlemişlerdir ki, bu, zaman­la birçok ilimlerden oluşan en üst düzeyde bir ilim haline gelmiştir. İşte bu "Hadîs ilimleri" denilen ilimdir. Nitekim İbnu's Salah, meşhur Mukaddime adh kitabında onlardan 65 ilim veya nevi saymış, daha sonra, Nevevî, Irakî ve İbn Ha-cer gibi âlimler bunları ondan nakletmişlerdir. Daha sonra

51" Hatib, a.g.e, s. 402-403; Darimi, Mukaddime 47

132

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Suyuti ise, Nevevî'nin Takrib adh kitabı üzerine yazdığı şer­hinde başka neviler de ilave etmiş ve onları 93 neve ulaştır­mıştır. 52

Bu kaidelerden ilki; isnâdsız hiçbir hadîsi kabul etme­meleriydi. Nebfyi (s.a.v.) gören ve O'ndan hadîs dinleyen bir sahabi olması dışında, "Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­du" diyen kimseden nakledeceği bu hadîs kabul edilemez.53

Çünkü bu sahabilerin hepsi adildir. Onların adaletli ol­duğunu bizzat yüce Allah Kitabmda belirlemiş ve Kur'an'da birkaç surede onları övmüştür. Fetih suresinin sonunda ol­duğu gibi.

Orada Rabbimiz Özel olarak Muhacirleri, Ensarı ve Rıd­van Bey'atına katılanları övmüştür. 5+

Aynı şekilde Allah Resulü (s.a.v.) de birçok hadîslerin­de onların adil olduklarını vurgulamıştır. 55

Onların kendi yaşantıları da adil (güvenilir) olduklarını göstermektedir. Yine tarih de şahitlik etmektedir ki Kur'an ve Sünneti ezberleyip, onları ümmete nakleden ve Allah'ın

52~ Bkz: Suyutî, Tedribu'r-Râvifi Şerh-i Takribi'n-Nevevî, c. 2, s. 386 vd. Tahkik: Abdulvehhab Abduilatif, Kahire- H. 1385/M. 1966, Malba-atu's-Seade, 2. Baskı.

"' Sahabinin tarifi hakkında Bkz: Hatib el-Bağdadi, el-Kifayefi İtmi'r-Rivaye, s. 49-52, Haydarabad baskısı, İbnu's-Salah'ın Mukaddime'sin­den 39. nevi ile onun furuuna bkz. 54- Bkz: Fetih, 18-29; Teobe, 100; Hoşt, 8-9.

•** Misal olarak şu meşhur hadîsi zikretmemiz yeterlidir: "İnsanların en hayırlıları, benim asnmdakiler, sonra bunların peşinden geienler, sonra da onların peşinden gelenler." Hadîs, İbn Mesud ve tmran ibn Hvısayn'dan birbirine yakın lafızlarla rivayet edilmesiyle muttefekun alehtir. Buhârî, Fedaiiıt Ashabi'n-Nebi 1; Müslim, Fedailu's-Sahâbe 210, 211, 212 .(İbn Mes'ud'dan) 214, 215 (İmran'dan) 213 (Ebo Hurey-re'den) 216 (Hz. Aişe'den) rivayet etmiştir. Tirmizi, Fiten 45, Şehadel 4, Menakıb 56; Hakim, el Müstedrek, c. 3, s. 471 (İmran'dan) c, 3, s. 191

133

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

dinini yeryüzünün her yanına yayanlar onîardır. Onlar gü­nümüze kadar insanlığın tanıdığı en faziletli nesillerdir.

Tarih, Muhammed'in {s.a.v.) Ashabının tanıdığı kadar, hiçbir peygamber ashabının böylesine ciddi durumlarını, güzel kahramanlıklarını, yüce ahlâklarını ve takva makam­larını muhafaza etmemiştir. ^

Sahabeden sonra gelenlerin ise, hadîsi bir sahabiye is­nâd etmeleri ve sahabiye varıncaya kadar hadîsi almış oldu­ğu diğer râvileri de belirtmeleri gerekir.

Yine râvi halkalarının birleşik olması gerekir. Öyle ki onlardan her biri, rivayet ettiği şahıstan direkt kendisi almış olmalıdır. Şayet bu râvi zincirinin başından veya ortasından ya da sonundan tek bir halka dahi düşmüş olsa bu râvi zin­ciri kabul edilmez.

İşte râvilerden oluşan halkaları birleşik bu zincire İslâm âlimleri isnâd veya sened adı vermişlerdir ve bu hususta ilk dönemlerden beri oldukça titiz davranmışlardır. Bu dönemi belirleyecek oiursak, Hz. Osman (r.a.) dönemindeki fitne dö­nemi başlangıcından ve çeşitli bid'at ve gruplaşmanın orta­ya çıkmasından itibaren diyebiliriz.

(Ca'de İbn Hubeyre'den); Taberani, d-Mıı'cemu'l-Kebir, c.2, s. 285, H. Nu: 2187-8 (Ca'de İbn Hubeyre'den) rivayet etmişlerdir. Bunun için­dir ki Suyutî: "Bu hadîs, miitevatire benziyor" demiştir. Bkz: el-Mii-navi, Feydu'l-Kadir Şerhu'I-Camü's-Sağir, c. 3, s. 478-9, (Beyrut-H. 1391/M. 1972], Daru'l-Marife baskısı. Yine Bkz: Sahihu'l-Cansii's-Sağir ve Ziyatietuh, c. 3, hd nu: 32&İ, 3289, 3290, 3296, 3312), Tahkik: Mu-hammed Nasuriddin el-Elbânî, Beyrut, el-Mektebetıı'1-İslâmi baskısı. "'" Bu hususta özel olarak yalnızca Sahabe hakkında telif edilmiş ki­taplara başvurulabilir. Mesela; İbn Abdilberr'in (ö. 453) el-İstiab'ı, İb-nu'i-Esir Ebu'l-Hasen Ali İbn Muhammed'in (ö. 630) Usdü'l-Gabe'si, Hafız ibn Hacer'in (ö. 852) e!-!sabe'si gibi. Yine İbn Sa'd'ın (v. 230) Ta-Imkat'ma da bakılabilir. Sahabenin adil oluşu hakkında yine Bkz: Ha-tib, el-Kifaye, s. 46-49.

134

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Bu hususta, büyük bir Tabii57, fâkih, muhaddis olan İmam Muhammed İbn Şîrîn şöyle diyor: "(İlk dönem hadîs rivayetinde) onlar isnâd sormuyorlardı. Ama fitne ortaya çı­kınca: 'Bize hadîs aldığınız kimselerin isimlerini söyleyin!' dediler. Artık bakılırdı: Eğer sünnet ehli birisi ise, onların ha­dîsleri alınırdı. Ama bid'at ehli ise onların hadîslerinden sakınılırdı." 5B

İmam Abdullah İbn Mübarek (Ö. 181) de şöyle demişti: "İsnâd dindendir. Eğer isnâd olmasaydı, dileyen dilediğini söylerdi." 59

Yine İbn Şîrîn ve başkaları ise şöyle söylemişlerdir: "Gerçekten bu hadîsler dindir. Şu halde dininizi kimlerden aldığınıza (iyi) bakınız."60

Bazı rivayetlerde de İbn Sîrîn'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Önceleri şöyle söyleniyordu: 'Gerçekten bu ha­dîsler dindir'... "61 Bu ibare ise, bu sözün İbn Sirîn'den önce, yani sahabe asrında yaygın olduğunu gösterir.

İbn Hazm, İbn Teymiyye ve başkalarının da dediği gibi, milletler ve dinler tarihi öğrenimi yapmış olan ilim ehli çok iyi bilirler ki, dinî ilimlerin ve "nübüvvet ilmi"nin naklindeki sahih ve muttasıl (bitişik) isnadın şart koşulması, ümmet­ler arasında yalnızca İslâm ümmetinin kendine has bir özel­liğidir.

-1'" Tabii'den maksat, sahabeye öğrencilik yapmış ve onlardan ilim al­mış kimselerdir. Yüce Allah'ın 've onlara (sahabeye) güzellikle uyan­lar' ayetinde tabiilere işaret edilmiştir. {Tevbe, 100) 58" Müslim, Mukaddime 5 (c. 1, s. 15), Tirmizi, Ikl, c. 5, s. 740. 59~ İbn Ebi Hatim er-Razi (ö. 327), Kilabu1-CcTh ve't-Ta'dit, c.2, Kasım 1, s. 16 Haydarabad H. 1371/m. 1952 baskısı (Tirmizi, Ikl, c. 5, s. 740) "" A.g.e, s. 15. Orada bu sözü İbn Şirin ve başkalarına isnâd ederek zikretmiştir.

135

 

 #.f, a.y.

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Burada, Islâmî kültürden uzak olan okuyucu, onların kendilerine söylenilen her isnadı kabul ettiklerini ve onlar­dan herhangi birisinin hadîsi Resûlullah'tan (s.a.v.) işitip sa-habiye varıncaya kadar güvenilir râvilerin isimlerinden olu­şan bir isnâd zinciri oluşturabilme imkanının bulunduğunu sanmasın. Çünkü onlar isnadı ancak gerekli birçok şart bir araya geldiği zaman kabul ediyorlardı

a)  Râvilerinden her birisi  "ma'lumu'1-ayn ve'l-hal" (=KimIiği ve durumu belli) olmalıdır. Diğer bir ifade ile ge­rek kişiliği ve gerekse hayatı bilinmelidir. Bu nedenledir ki ismi zikredilmeksizin, "Bize filan, filan adamdan veya şu ka­bilenin filan şeyhinden veya güvenilir birisinden hadîs riva­yet etti" şeklindeki bir senet kabul edilmez.

Yine içerisinde kim olduğu, nereli olduğu, şeyhlerinin ve talebelerinin kimler olduğu, nerede, ne zaman yaşadığı ve nerede, ne zaman vefat ettiği bilinmeyen bir râvinm bu­lunduğu bir sened de kabul edilmez. Alimler böylesi râvile-re "Meçhulü'1-ayn" (durumu bilinmeyen) veya "el-mesrur" (=kapalı) demektedirler.

b) "Adalet" vasfına sahip olmalıdır. Buradaki adalet, râ-vinin dini, ahlâkı ve rivayet ettiği, naklettiği hususlarda gü­venirliği ile ilgilidir. Öyle ki râvinin gerek sözleri ve gerekse işleri onun Yüce Allah'tan korkan, O'nun hesabından çeki­nen, yalan söylemeyi, hadîse kendisinden bir şeyler ilave et­meyi veya tahrif etmeyi mubah görmeyen birisi olduğunu ifade edebilmelidir.

Gerçekten hadîs âlimleri bu konuda fevkalâde ihtiyatlı davranmışlardır. Hatta onlar, hadîsi, nakledenin şahsî haya­tındaki en küçük bir şüpheden dolayı bile reddediyorlardı. Şayet onun herhangi bir sözünde yalan söylediği öğrenilirse

136

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

derhal rivayetini terk ederlerdi. Onun hadîs rivayetinde ya­lanını bilmeseler dahi rivayet ettiği hadîsine "mevzu" (=uy-durma) veya "mekzub" (=yalan) derlerdi. Onlar yalancının da bazen doğru söyleyeceğini bilmelerine rağmen, böylesine ihtiyatlı idiler.

Yine âlimler adalet vasfını 'fasıklıktan ve mürüvvete ay­kırı şeylerden uzak olmak' şeklinde açıklamışlardır. Bu ada­let vasfının bazı göstergeleri şunlardır: Râvinin büyük gü­nah işlediğinin görülmemesi, küçük günahlarda ise ısrar et­memesi. Hatta daha da ileri giderek takva ile birlikte mürüv­vet şartını da getirmişlerdir. Buradaki mürüvveti de kişiyi al­çak düşürücü ve insanlar nezdinde hoş görülmeyen şeyler­den sakınmak diye açıklamışlardır. Yolda bir şeyler yemek veya bu âlimlerin dönemlerinde başı açık yürümek gibi.

Görüldüğü gibi onlar râvinin yalnızca şeriatın çirkin gördüğü şeylerden kaçınmasıyla yetinmemişler, buna örfün kötü gördüğü şeylerden kaçınmasını da ilave etmişlerdir. Ta ki böylece râvi hem Allah nezdinde, hem de insanlar nezdin­de kabul görmüş bir insan olsun.

Burada "İnsanlardan bazıları, Allah'ı ve inananları al­datmaya çalışan münafıkların durumunda olduğu gibi açığa vurmadığı çeşitli şeyleri gizleyen, yapmayacağı şeyleri söy­leyen, içleri harap olmuş, kalpleri çeşitli heva ve heveslerle dolmuş oldukları halde yapmacık bir mürüvvet ve göster­melik bir adalet sergileyebilirler" denilemez. Çünkü gerçek­ler şunu göstermektedir: Örtü mutlaka açılacaktır. Aynı şe­kilde münafıklık da mutlaka ortaya çıkacaktır. Nitekim Ali (k.s.) şöyle demiştir: "Kalplerin aldatması, yüz hatlarında ve dil yalpalamalarında ortaya çıkar." Hatta bir şair şöyle söy­lemiştir:

137

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Gösterecektir içindekileri riya elbisen Sanki çıplaksın sen, şayet onu giyersen

Bu şairden daha önceleri Zübeyr, Ka'be'ye asılan bir şi­irinde şöyle demektedir:

Yapmacık her ne huy bulunsa bir kimsede Bilinir, hali onu insanlardan gizlese de.

c) Yine herhangi bir râvi yalnızca adalet ve takva sahibi oluşuyla güvenilir ve makbul bir kimse olamaz. Bilakis ada­let ve güvenilirliğine zabt (= Öğrendiğini karıştırmadan mu­hafaza edebilme) özelliğinin de eklenmesi gerekir.

Çünkü bir râvi Allah'ın en muttaki kullarından, Allah korkusu ve dürüstlükte en üstünlerinden olabilir ama; riva­yet ettiği hadîsi iyice belleyemez de birçok hatalara düşebi­lir veya unutarak bir hadîsi diğeriyle karıştırabilir.

Bundan dolayıdır ki ister hafıza gücüyle ezbere, belle­meye dayanan 'göğüs zabtı' olsun, isterse yazıya güvenerek yazı yardımıyla gerçekleşen 'yazı zabtı' olsun. Mutlaka ha­dîsin en iyi bir şekilde zabt edilmesi, kaydedilip korunması gerekmektedir.

Burada hadîsçiler, sahih hadîs için, râvisinin ezberleme ve en iyi bir şekilde bellemesinden mutmain olunacak kadar en üst derecelerde bir zapt sahibi ve başarılı olmasını şart koşmaktadırlar. Bunu da, onun rivayetlerini bir araya getire­rek, hafız ve güvenilir olan başka râvilerin rivâyetleriyle kar­şılaştırarak öğrenmektedirler.

Yine çok defa, râvizapt sahibi, hafız ve başarılı birisi iken yaşlandığı için hafızası zayıflar ve öğrendiği şeyleri ka-

138

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

rıştırmaya başlar ve bu yüzden de hadîsçiler artık onu da za­yıf bir râvi sayar ve hakkında: "Hayatının sonlarında (belle­diklerini) karıştırmıştır" derler. Artık onlar, ondan rivayet eden râvileri çeşitli işaret ve deliller vasıtasıyla sınıflandıra­rak şöyle derler: "Bu, ondan, karıştırma döneminden sonra rivayet etmiştir, yahut da ondan ne zaman rivayet ettiği bi­linmemektedir." İşte bu yüzden reddedilir.

d- İsnâd zincirindeki halkaların hepsi, senedin başın­dan sonuna kadar bitişik, birbirine bağlı olmalıdır. İsnâd zincirinin başından veya ortasından ya da sonundan tek bir halka düştüğü zaman, seneddeki râvilerin adalet ve zapt ba­kımından mertebeleri ne olursa olsun, hadîs zayıf sayılır ve reddedilir. Hatta, Hasan el-Basri, Atâ, Zühri vb. onların yü­zü suyu hürmetiyle yağmur duası yapılan ve kendilerinden ilim alabilmek için yoluna nice develer feda edilen bazı tabiî imamları dahi olsa, hadîsi Resûlullah'dan (s.a-v.) işiten saha-biyi zikretmeksizin, yalnızca "Resûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurdu" demeleriyle hadîsi kabul edilmez. Çünkü hadîsi baş­ka bir tabiîden, o tabiînin ise bir başka tabiîden işitmiş.. .ol­ması ihtimali vardır. İşte aradaki vasıta bilinmediği zaman hadîs kabul edilmez, Her ne kadar bazı fakihler böylesi ha­dîsleri bazı özel şartlarla kabul ediyorlarsa da, hadîsçiler bu tür hadîslere mürsel ismini vermektedirler.

Bütün bunlar ise şu anlama gelmektedir: Her râvi, hadî­si bir üstündeki râviden görüşerek, bizzat kendisi aracısız olarak almalıdır. Râvinin, kendi nezdinde güvenilir olmasın­dan hareketle aradaki vasıtayı zikretmeyip-düşürmesi caiz değildir. Çünkü bazen ona göre güvenilir olan şahıs, başka­sına göre cerhedilmiş- kusurlu görülebilir. Hatta sırf aracının hazfedilmesi, ismi zikredilmeyen bu şahıs hakkında şüphe­ye düşürür.

139

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Genel olarak adalet sahibi ve kabul görmüş bazı râvile-rin halinden, zaman zaman bazı vasi ta lan düşürüp fûlan'dan gibi ihtimalli bir lafız zikrettiği anlaşıldığında hadîs-çiler buna da tedlîs adını vermektedirler ve onun hadîslerin­den ancak "filan bana hadîs rivayet etti, filan haber verdi ve­ya falandan işittim vb." diye rivayet ettiklerini kabul etmek­tedirler. Nitekim meşhur Siret sahibi Muhammed İbn İshak hakkında dedikleri gibi.

Ama "filandan" dediği zaman, hadîsi artık zayıftır. Çünkü 'an' (=den, dan) edatı, doğrudan alma ihtimalini ta­şıdığı gibi hadîsi birisi vasıtasıyla da alabilme ihtimalini ta­şır. İşte sadece böyle bir ihtimal bile hadîsin zayıf sayılması için yeterlidir.

e- Hadîs şâz olmamalıdır. Onlara göre şazın anlamı: "Güvenilir bir râvinin, kendisinden daha güvenilir olan kimselerin rivayetine aykırı bir şekilde rivayet etmesidir. Mesela, güvenilir bir râvinin hadîsi belli bir siyga ile veya belli bir fazlalıkla rivayet ettiği halde, daha sonra ondan da­ha güçlü ve daha güvenilir başka bir râvinin başka bir siyga ile ve bu ziyade olmaksızın rivayet etmesi gibi. Yine bir râ­vinin rivayet ettiği bir hadîsi, iki veya daha çok bir cemaatin başka bir ifade ile rivayet etmeleri de böyledir. Burada daha güvenilir olanın hadîsi kabul edilir ve buna mahfuz denilir. Râvisi güvenilir ve makbul olmasına rağmen muhalif ola-nınki reddedilir ve buna da şâz adı verilir.

i- Hadîsin, gerek senedinde ve gerekse metninde, ken­disini içten yıkıp-kemirici bir illeti barındırmaması.

Bunu ise ancak hayatı hadîslerle geçen, sened ve metin­lerden haberdar olan bu sahanın imamları bilebilir. Hatta hadîs dış görünüşüyle, üzerine toz kondurulmayacak kadar

140

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

makbul gözükse de bu tenkîdçi sarraflar ona bakar bakmaz, hadîsin bünyesinde taşıdığı ve zayıflığını gerektirecek bu bozukluğu derhal ortaya çıkarırlar. İşte buradan. Bel ilmi de­nilen geniş bîr ilim doğmuştur. 52 Yine buradan anlamakta­yız ki bu ilimden uzak olan bazı kimselerin ortaya attıkları şu kuşkulara asla yer yoktur: (Güya), "Bazı insanların olduk­ça sahih bir isnâd düzerek, peşinden dilediği bir hususu he­lal veya haram kılan yahut farz kılan ya da yükümlülükten düşüren bir hadîs oluşturarak onu fakihlere veya hadîsçile-re getirmeleri ve onların da bu hadîsi düşünüp-taşınmadan öylece kabul etmeleri mümkündür." Gerçekten bu, hayal içerisine batmış, hatta cehaletin tam ortasına saplanmış bir kimsenin sözüdür. Çünkü o, bildiğini zannettiği halde aslın­da cahildir.

™~ Bu hususta Dr. Hemma Abdurrahim Said'in tklu'l-Hadis adlı kita­bına bakınız. Bu, İbn Receb'in İlelu't-Tirmizi adlı kitabı üzerine yapıl­mış metodik bir çalışma olup, onu Amman'da Daru'l-Adevt yayınla­mıştır.

141

 

İKİNCİ BÖLÜM

1- SÜNNETİN İSLÂM'DAKİ YERİ

Sünnet; Kur'an'ın yaşanmış bir tefsiri, İslâm'ın ise amelî ve örnek bir tatbikidir. Öyle ki Nebi, tefsir olunmuş bir Kur'an ve yaşayan bir İslâm idi.

Nitekim mü'minlerin annesi Aişe (r.a.) fıkhı, basireti ve Resûlullah ile yaşamasıyla bu mânâyı anlamış ve Resûlul-lah'ın ahlâkından sorulduğunda net ve beliğ bir ifade ile "O'nun ahlâkı Kur'an'dı"1 diye cevap vermiştir.

Öyleyse kim, özellikleriyle, rükünleriyle İslâm'ın amelî şeklini öğrenmek isterse, onu tafsil edilmiş ve yaşanmış ola­rak, kavlî, amelî ve takriri sünnetten öğrensin.

1- Müslim, Müsafirun 139; Ahmed b. Hanbel, Mtisaed, c. 6, s. 54,111; Ebu Davud, Snfa/3I6;Nesaî, Kıyamü'l-leyI2; İbn Kesir, Kalem suresi­nin tefsiri.

145

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

A- Kapsamlı Bir Usûl

Bu, uzunluk, genişlik ve derinlik olarak insan hayatının hep­sini kaplaması ile temeyyüz eden bir metoddur. Uzunlukla; insanın doğumundan ölümüne dek, hatta ceninlik dönemin­den, ölümden sonrasına kadar bütün hayatını kapsayan, za­man dilimini kastediyoruz.

Genişlik ile de; evde, çarşıda, mescitte, yolda, işte, Allah ile olan ilişkide, kişi, aile, Müslüman veya gayri Müslimler, hatta, insan, hayvan ve bitkiler ile olan ilişkilerde dahi, kişi­nin daima sünnetin rehberliğinde yürümesiyle hayatın her sahasını kuşatan genişliği kastediyoruz.

Derinlikten kastımız ise; insan hayatının iç yapısındaki derinliktir ki, bu da; vücut, akıl ve ruhu kapsar, zahir ve ba­tını içine alır; söz, amel ve niyeti de kuşatır.

B- Dengeli Bir Usûl

Bu da denge ile temeyyüz eden bir usûldür ki; ruh ile beden, akıl ile kalp, dünya ile ahiret, misal ile gerçek, teori ile pra­tik, gayb ile şehadet, hürriyet ile yükümlülük, birey ile top­lum, (Kitap-Sünnete) ittiba ile bid'ate uyma gibi unsurların arasındaki dengeyi sağlar.

Bu; ifrat ile tefrit arasındaki vasat olan bu ümmet için, kabul edilebilir bir metoddur.

Bundan dolayıdır ki Nebî (s.a.v.) ashabından bazıları­nın ifrata veya tefrite meylettiğini görür görmez, onları, var gücüyle vasata çevirmiş, onları fazlalık ve eksikliğin sonuç­larından sakındırmıştır.

Bunun içindir ki, Nebî'nin (s.a.v.) ashabından sorup, adeta onu azımsayan, ibadete olan aşırı rağbetleri yüzün­den, birisi hiç yemeyerek ömür boyu oruç tutmaya, diğeri

146

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

hiç uyumayıp geceleri ibadetle geçirmeye, bir diğeri ise, ka­dınlardan uzaklaşıp hiç evlenmemeye azmeden üç kişinin sözlerini işittiğinde şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ben sizin, Allah'tan en fazla korkanınız, O'ndan en fazla sakınanınızım, Lakin ben bazen oruç tutarım, bazen tutmam. Bazen uyurum, bazen namaza kalkarım. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir."2

Yine Abdullah b. Amr'ın oruç, gece namazı ve (Kur'an) okumada aşırılığını gördüğünde, şöyle buyurarak onu itida­le çağırmıştı: "Bedenin senin üzerinde (dinlenme) hakkı var­dır, gözünün (uyku) hakkı vardır, ailenin (faydalanma ve sevgi) hakkı vardır, ziyaretçilerinin (kendilerine katılma ve ikram etme) hakkı vardır. Şu halde her hak sahibine hakkını ver."3

C- Kolaylaştırıcı Bir Usûl

Bu usûlün özelliği ise, kolaylık, kolaylaştırma ve müsamaha ile temayüz etmesidir. Nitekim, Resûl'ün (s.a.v.) evvelki ki­taplardan Tevrat ve İncil'deki vasıfları şöyledir: "Onlara, iyi­liği emredip, kötülükten nehyeder, temiz şeyleri helal, çirkin şeyleri ise haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar..." (A'raf, 157)

Bu peygamberin sünnetinde, insanlara dinlerinde zor gelecek, dünyalarında kendilerini sıkıntıya düşürecek, her­hangi bir husus yoktur. Aksine O (s.a.v.) kendisi hakkmda; "Ben ancak rahmet ve hidayet rehberiyim."4 buyururken

2~Buhârî, Nikâhl.

3" Buhâri, Savm 55, Tehecaid20; Müslim, Siyam 181-193. *" İbn Sa'd ve el-Hakim et-Tirmizi Ebi SaÜh'den mürsel olarak, Ha­kim ise ondan, o da Ebıı Hureyre'dert mevsul olarak rivayet etmiş ve Buhârî ile Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu belirtmiş.

147

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Yüce Allah'ın; "Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gön­derdik." (Enbiya 107) ayetini yorumluyordu. Yine O <s,a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Allah beni zorlayıcı ve zora sürükle­yici olarak göndermedi. Bilakis beni öğretici ve kolaylaştırı­cı olarak gönderdi."5

Ebu Mûsâ ve Muaz'ı Yemen'e gönderirken de onlara şu özlü ve kapsamlı tavsiyeyi yapmıştır: "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz; birbirinizle anlaşınız, ihtilaf etmeyiniz."6

Yine ümmetinin bir öğretmeni olarak şöyle buyuruyor: "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettir­meyiniz."7

Keza, risaleti hakkında da: "Ben hoşgörülü hanîf diniy­le gönderildim."8 buyurmaktadır.

Zehebi de ona muvafakat etmiştir. Yine Elbânî de bizim "e!-Hehl ve'l-Haram" kitabımızın tahririnde sahih olduğunu belirtmiştir. Bkz: Hadîs nu: 1 ^ Müslim, Talak 29.

"* Muttefekun Aieyh'tir, Ebu Musa ve Muaz'm hadîsidir. et-Ui'ljiii ve'l-Mercan nu: 1130.

7" Mııttefekun Aieyh'tir. Enes'in hadîsidir. el-Lü'lüü ve'l-Mercan, nu: 1131.

"* Taberani Ebu Ümaırte'den rivayet etmiştir. Mecmuu'z-Zevaid (IV, 302)'de de olduğu gibi senedinde zayıf bir râvivardır. Hatib ve başka­ları onu Cabir'den zayıf bir isnâdla rivayet etmişlerdir, Feyzu'1-Ka-dir'de şöyle denilmektedir: "Fakat onun üç isnadı vardır, bu sebeple hasen derecesinden aşağı İnmez." Bkz: Elbânfnin Gayetti'I-Meram'ı, hadîs nu: 8, Hafız (İbn Haceı*) Fethu'l-Bârf II. 444'de Ebu'Z-Zinad-Ur-ve-Aişe yoluyla Serrac'dan Habeşlilerin mescide oynamaları kıssasın­da zikredilmiştir ki şöyledir: "Yahudiler bilsinler ki bizim dinimizde genişlik vardır. Ben hoşgörülü Haııif diniyle gönderildim." Heysemi der ki: "Onu Ahmed ve el-Kebir ve e!-Evsal'da Taberani ve Bezzar ri­vayet etmiştir." Bu isnada ise İbn İshak vardır ve müdellistir. Hadîs rivayet edip-etmed iğini açıklamamıştır. (!. 60) Buhârî de Sahih'inde ona ta'lîk ederek rivayette bulunmuştur.

148

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

ile asil ahlâkî mânâları bilmeleri Müslümanların görevlerin­dendir.

Bu ise, bir sünneti en güzel bir şekilde nasıl anlayacak­larını, bu ümmetin en hayırlı nesilleri olan sahabe ve onlara güzel bir şekilde uyanların sünnetle amel ettikleri gibi, gerek fıkıh, gerekse ahlâk olarak onu ne şekilde ele alacaklarını bil­melerini gerektirir.

Şüphesiz bu asırda Müslümanların en önde gelen prob­lemi, düşünce problemidir ve kanaatimce bu, ahlâk proble­minden de Önce gelmektedir

Düşünce problemini en açık şekilde sünneti anlama ve onunla yaşamada görmekteyiz. Özellikle de kendilerine gözlerin çevrildiği, gönüllerin ümitle bağlandığı, doğuda ve batıda ümmetin kafalarını kaldırıp baktığı İslâmî uyanış akımlarının yaklaşımlarında (daha iyi görülmektedir). Bu da çok defa onların sünneti iyi anlayamamalarından kaynak­lanmaktadır.

A- Sakındırılan Üç Afet

Resul'den (s.a.v.), nübüvvet ilminin ve risalet mirasının, aşı­rılar, bozguncular ve cahiller elinde maruz kalacağı hususla­ra işaret eden bir haber rivayet edilmiştir.

İbn Cerir, Fevaid adlı eserinde Temmam, Ibn Adiyy ve başkalarının Nebî'den (s.a.v.) rivayet ettiği bir haberde Nebî (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bu ilmi, her nesilde adaletli olanlar yüklenir ve ondan aşırıların tahrifini, bozguncuların sokuşturmalarını ve cahillerin tevillerini defederler." 9

'* Hadisi İbnu'l-Kayyim, Miftahu Darî's-Seade, c. 1, s. 163-4 (Beyrut, Danı't-Külübi'l-İlmiyye baskısı)'de zikretmiş, çeşidi isnâdlardan geldi­ği için onu kuvvetli görmüştür. Aynı şekilde onun sahih veya hasen olduğunu destekleyen Allame Ibnu'l-Vezir de, mülalaalannı genişli-

150

 

SÜNNETİ ANLAMADA VÖfJTEM

Bunlardan her birisi Nebevî mirasa karşı, yıkıcı üç teh­likeyi temsil eder.

î- Aşırıların Tahrifi

Burada "tahrif"; haddi aşma, aşırılık ve bu dinin ayırt edici özelliklerinden olan "orta yolda olma", hanif dininin özelliği olan "müsamahalı olma", bu şeriatın yükümlülükle­rinin belirgin özelliği olan "kolaylık" dan kaçınma gibi yol­lardan gelen bir durumdur.

Bu, akidede olsun, ibadette olsun bizden öncekilerden kitap ehlinin helakına yol açan aşırılıktır. Nitekim Kur'an onların bu durumunu şöyle izah etmiştir: "Ey kitap ehli! Haksız olarak dininizde taşkınlık etmeyin. Daha önce sapı­tan, çoğunu saptıran ve doğru yoldan ayıran bir milletin he­veslerine uymayın! de." (Maide, 77)

Bu hususta İbn Abbas, Nebi'den (s.a.v.) şu hadîsi riva­yet etmektedir: "Aman dinde aşırılıktan sakınınız! Zira siz­den öncekiler dinde aşırılık sebebiyle helak oldu."10

Yine İbn Mes'ud rivayet etmiştir: Nebî (s.a.v.) üç defa "Haddi aşanlar helak oldu" buyurmuştur.11 2- Bozguncuların Sokuşturması

Burada da, Nebevî metodda olmayan şeyleri ona sok­maya, onun tabiatının reddettiği, inanç ve şeriatının karşı

ği ve emin oluşlarıyla gerek İmam Ahmı'd ile Hafız Ibn Hacer ibn Ab-dilberr'in onu sahih görmeleri ve gerekse isnadından ötürü Ukey-li'nin tercihi yönünde nakledilenlerden dolayı hadîsi kuvvetli gör­mektedir. Bk?: er-Ravzu't-Btısiııı fi- 'z-Zebbi an Sünneti Ebı'l-Kasım, I. 21-23, Daru'i-Ma'rife, Beynıt. Yinebkzu'r-Rnvzu'l-BisaınfiTnhrici Feva* id'i Temmam,

10- Mûsned, Ibn Abbas'fan (1. 215,347), Nesaî, Menasik 217; İbn Mâce, Mena$ik 63; Hakim, İbn Huzeyme ve İbn Hıbban rivayet etmişlerdir, Bkz: Sahihu'i-Camiıs-Sağır ve Ziyadetuh (2680)

11- Müslim, İtim 7.

151

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

çıktığı ve kendisinden usûl ve furûunun nefret ettiği, sonra­dan ortaya çıkan şeyleri ve bid'atleri ona katmaya çalışmala­rı şeklinde bir sokuşturma söz konusudur.

Onlar sâdır ve satırlarda muhafaza edilen, dillerde oku­nup duran Kur'an'a herhangi bir şey ilave etmekten aciz ka­lınca, herhangi bir delil göstermeksizin yalnızca "Resûlullah şöyle buyurdu" deyivermeleriyle sünnete bir takım şeyler sokuşturma yolunun kolay olduğunu zannettiler.

Lakin bu ümmetin otoriter âlimleri ve sünnetin koru­yucuları onların sokabilecekleri intihallerine karşı her türlü kapıları kapatıp, gelebilecekleri her yerde onları hazır bek­lediler.

Bu sebeple onlar, senedsiz bir hadîsi kabul etmedikleri gibi, teker teker râvilerin bizzat kimler olduğunu, doğu­mundan ölümüne kadar talebelerinin kimler olduğunu, emin oluşu ve takvası, hıfz ve zabtı, meşhur güvenilir râvilere muvafakati İle garip haberlerle infirâd etmesinin boyut­larının ne olduğunu bilip açıklamadıkça da senedi kabul et­mediler.

Bunun içindir ki: "îsnad dindendir. Eğer isnâd olma­saydı, herkes her dilediğini söylerdi."a "İsnadsız ilim talep eden, gece odun toplayan gibidir." demişlerdir.1" Onlar ha­dîsten ancak, senedi başından sonuna kadar, adil olan ve zabtı iyi olan güvenilir râvilerin, gizli veya açık bir kopukluk olmaksızın muttasıl bir senedle gelmiş olanlarını kabul etti­ler. Aynı zamanda onlar hadîsin şâz olmaktan ve illetten uzak olmasını zaruri gördüler.

* Müslim, Mukaddime 5 (I. s. 15) Çağn Yay. İst.)

b" Benzer haberler için Bkz: El-Hatip el-Bağdadî, Şerefti Ashabi'l-Hadîm

79. ve 80. haberler. S- 42 Tahkik: M- S. Hatiboğlu, Ank., 1971.

152

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Şartları ve kayıtlarıyla isnâd talebindeki bu tetkik, İslâm ümmetinin özelliklerindendir. İslâm, bununla, tarih ilminin metodlarını ve esaslarını koymada çağdaş ve medeni millet­leri geçmiştir.

3- Cahillerin Te'vili

Burada ise; kendisiyle İslâm gerçeğinin kötülendiği, kavramların bağlam dışı kullanıldığı, İslâm'ın dar bir çerçe­veye hapsedilerek onun temel amaçlarından uzaklaştırıldığı, tıpkı bâtıl ehlinin, İslâmî olmayan bir şeyi İslâmîymiş gibi göstermesi, Öncelemesi gereken şeyi erteleyip, talî olanları öncelemeleri gibi bir "yanlış te'vil" vardır.

Bu yanlış te'vil ve çarpık anlayış, dini bilmeyen ve onun temel esprisinden habersiz cahillerin özelliklerinden­dir. Bu tür kimselerin; anlayışta haktan uzak olmamalarını sağlayacak muhkem ayetlerden yüz çevirip, heva ve heves­lerine uyarak onları kendi arzularına uygun bir şekilde te'vil etmek için, müteşâbih ayetlere uymaktan kendilerini alıkoyacak ne ilmî yeterlilikleri, ne de hakka ulaşma çabala­rı vardır.

Onlar, ister ulemâ kisvelerine bürünsünler, ister hikmet ehlinin lakaplarıyla destek görsünler, yine de bu, cahillerin te'villerinden başka bir şey değildir.

İşte bu, dikkat edilmesi, sakınılması ve aynı duruma düşülmemesi için zorunlu kurallar konulması gereken bir konudur.

Gerek helak olan fırkaların, gerek ümmetten ve onun akidesi ve şeriatından kopan toplulukların ve gerekse doğru yoldan sapan grupların büyük bir kısmını şüphesiz yanlış te'vil helak etmiştir.

153

 

SÜNNETİ AKLAMADA YÖNTEM

Burada Resûlullah'dan (s.a.v.) gelen haberleri iyi anla­manın zaruretini açıklayan İmam İbnu'l-Kayyim'in er-Ruh adlı kitabından konuyla ilgili şu pasajı naklediyoruz. Diyor ki:

"Resûlullah'ın (s.a.v.) ne kastettiğinin herhangi bir ek­siklik veya fazlalık olmaksızın iyice anlaşılması gerekir. Do­layısıyla O'nun sözünün, muhtemel olmayan mânâya ham-ledilmesi, onunla, O'nun muradından, hidayet ve beyandan kastetmiş olduğu şeylerden herhangi bir şey eksiltememesi gerekir.

Bunun ihmali ve bundan yüz çevrilmesi neticesinde or­taya çıkan doğrudan sapmanın haddini ve hesabını ancak Allah bilir. Hatta Allah ve Resulünden gelenleri yanlış anla­ma; İslâm'da neş'et eden her bid'at ve sapıklığın aslıdır. Da­hası bu usûl ve fürûdaki bütün hataların da kaynağıdır. Özellikle de ona, art niyet ilave edildiğinde (durum daha da vahimleşmektedir). Niyetinin iyi olmasına rağmen kendisi­ne tâbi olunanda görülen bazı şeyleri yanlış anlama ile, tâbi olandan kaynaklanan art niyet bir araya gelirse dinin ve eh­linin vay haline! Artık Allah yardımcımız olsun. Kaderiyye, Mürcie, Hariciler, Mu'tezile, Cehmiyye, Rafiziler ve bid'at ehli diğer taifeleri, bu bid'atlerine sadece Allah ve Resulün­den gelenleri yanlış anlamaları düşürmedi mi? Öyle ki, in­sanların çoğuna göre din, bu anlayışların gerektirdiği şeyler oldu. Neticede Sahabe (r.a.) ve Tabiûn'un Allah ve Resulün­den aldıklarına iltifat edilmeyip, ilgisizliğe terk edildi... Öy­le ki bir kitaba başından sonuna kadar bakarsın da sahibinin Allah ve Resulünün muradını gereği gibi anladığı tek bir konu bulamazsın. Bu hususu, ancak, insanlardaki mâlûmâ-tı bilen ve onu Resûlullah'ın (s.a.v.) getirdiği şeyleri, inandı-

154

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

ğı ve benimsediği hususlara arz eder ve hüsnü zan besledi­ği kimseleri taklit eder ki, artık ona hiçbir söz fayda vermez. Artık bırak onu ve kendisi için seçtiğini! Dilediği tarafa git­sin. Onun başına gelen bu beladan seni koruyan (Allah)'a hamd et!"3

a" İbnu'l-Kayyim el-Cevziyye, er-Rûh, s. 98-99, Mısır, 1979

155

 

3- SÜNNETİ ELE ALMADA TEMEL ESASLAR

Burada, sünneti ele alacak kimselerin ondan bozguncuların sokuşturmasini, azgınların tahrifini ve cahillerin te'vilini defedebilmesi için bir takım esaslara yönelip sarılması gerekir ki, bunlar bu meyanda temel esaslar olarak kabul edilmekte­dir.

1- İster kavli, ister fiilî, isterse takriri olsun, sünnetin bu ümmetin adalet ve zabt yönünden en güvenilir (esbat) imamlarının koymuş olduğu hassas ilmî ölçülere göre sened ve metin açısından sıhhatinin, güvenilir olup-olmadığının tesbit edilmesi. Burada araştırmacı, kendisini, bu sahadaki ilim ve tecrübe ehline müracaattan müstağni göremez. Çün­kü onlar, hadîs sarrafları olup, ömürlerini hadîs tahsili ve öğretimiyle, onun sahihini zayıfından, makbulünü merdû-dundan ayırt etmekle geçirmişlerdir. Nitekim ayette de "Sa-

157

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

na (her şeyden) haberdar olan gibi kimse haber vermez." (Fatır 14) buyurulmuştur.

İşte bu topluluk, hadîsler için köklü ve de yüksek bir ilim ortaya koymuşlardır. Ki bu, hadîs ilmi için, fıkha nisbet-le fıkıh usûl ilmi mesabesindedir ve birçok ilimden oluşmuş­tur. Allâme Ibnu's-Salah onu altmış beş çeşide ulaştırmış, on­dan sonra Suyutî ise, onun üzerine ziyadeler yaparak Tetiri-bu'r-Râvialâ Takribi'n-Nevev?de doksan üç nev'e çıkartmıştır.

2- Nebevi nassın; lügavî delâletine uygun olarak, hadî-       1 sin siyak ve vürûd sebebinin ışığında, Kur'anî ve diğer Ne-bevî nasslann gölgesinde, İslâm'ın genel maksat ve prensip­leri çerçevesinde, doğru bir şekilde anlaşılması. Tabii ki bu­rada Nebevi nasslardan, risaleti tebliğ cihetiyle gelenler ile,

bu şekilde gelmeyenleri birbirinden ayırt etmek zarureti var­dır. Diğer bir ifadeyle; sünnetin teşriîamaçlı olanı ile teşriî amacı olmayanları, teşriî amaçlı olanlardan umum ve de­vamlılık özelliği olanlar ile husus (Özel) veya muvakkat (ge­çicilik) Özelliği olanlar arasını ayırt etmek gerekir. Çünkü sünneti anlamada düşülen en büyük yanlışlardan birisi de bu iki kısmı birbirine karıştırmaktır.

3- Nassın, kendisinden daha kuvvetli bir muarız (çeli­şen) ile, mesela Kuran ile veya sayıca daha fazla, sübut açı­sından daha sahih, asıllara daha yakın, teşriî hikmetine daha uygun olan diğer hadîsler ile veya kat'iyet sıfatı kazanmış şeriatın genel mafesatlarıyla muârazadan (çelişkiden) salim olmasının pekiştirilmesi. Çünkü hükümler bir veya iki nasstan alınmaz. Bilakis -bir araya getirilmek suretiyle- sübûtuy-la yakinlik ve kesinlik ifade eden nasslar ve hükümler toplu­luğundan alınır.

158

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

A- Yasama ve İdarede Müracaat Edilen Sünnet

Sünnet yasama ve yönetmede, İslâm'ın ikinci kaynağıdır. Davetçi ve eğitimci, ondan mülhem mânâları, yönlendirici değerleri, engin hikmetleri, hayra yönlendirici, şerden sakındırıcı üslûpları ortaya çıkarmak için ona başvurduğu gibi, fakih de hükümler çıkarmada ona müracaat eder. Fakat bu Önemli işlemin hakkıyla yerine getirilebilmesi için sünnetin Resulullah'dan (s.a.v.) sübûtunun ağır basması gerekir. Bu ise, hadîs ilminde delil gösterilecek hadîsin sahih veya hasen olması şeklinde ifade edilir. (Mısır'daki) üniversite not de­ğerlendirmesine göre; sahih, mümtaz (takdirlik) veya pekiyi derecesine benzerken, hasen de iyi veya makbul (=orta) de­receye benzer. Dolayısıyla hasenin en üstü sahihe, en aşağı­sı da zayıfa yakındır.

Bu ümmetin âlimleri, fıkıh ilminin direği, haram ve he­lalin esası olan, şer'î-amelî hükümlerde ihticac edilebilecek hadîslerde bu şartın aranması hususunda görüş birliğinde-dirler. Fakat onlar, amellerin faziletleri, zikirler, rekâika, terğibb ve terhibe vb. açıkça teşri kısmına girmeyen hadîsler hakkında ihtilaf etmişlerdir. Selef âlimlerinden bazıları bun­ların rivayetinde tolerans göstermiş ve onları rivayet etmede bir sakınca görmemiştir.

Tabi bu, mutlak bir tolerans olmayıp, onun belli bir ala­nı ve şartları vardır. Fakat çokları, onu kötü bir şekilde kullanmış, onunla doğru yoldan saptırmış ve İslâm'ın tertemiz kaynağını kirletmişlerdir. Nitekim vaaz, rekaik ve tasavvuf

a" İnsanlan nezaket ve inceliğe, duyarlılık ve duygusallığa teşvik eden haberler.

°" İyi ve güzel amellere teşvik eden haberler. c" Kötülüklerden sakındıran haberler

159

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

kitapları bu çeşit hadîslerle doludur. Tefsir kitaplarından ço­ğu da aynı şekildedir. Hatta onlardan bir kısmı. Kuran sure­lerinin faziletleri hakkındaki meşhur uydurma hadîsleri ver­meyi gerekli görmüşlerdir. Halbuki hafız imamlar, bunun yanlış olduğunu ortaya koymuşlar ve bâtıl olduğunu beyan etmişlerdir. Dolayısıyla ne onu rivayet eden için, ne de kita­bının sayfalarını onunla karalayan kimseler için herhangi bir özür bulunmamaktadır.

Lakin Zemahşerî, Sa'lebî, Beyzavî, İsmail Hakkı ve di­ğerleri kitaplarında mevzu haberlere yer vermekte ısrar et­mişlerdir.

Dahası Rûhu'l-Beyân sahibi İsmail Hakkı gibi bir müfes-sirin, böylesi hadîsleri zikretmeyi doğru'bulduğunu ve bunu savunan bir avukat konumunda bulunduğunu görüyoruz. Hatta, Tevbe Suresi tefsirinin sonunda, yadırganacak bir cür'etle şöyle diyor: "Bil ki, bu surenin sonlarında Keşşaf sa­hibinin ve ona uyarak büyük tefsircilerden Kadî Beyzavî ve Ebu's-Suûd Efendinin de zikrettiği bu hadîsler hakkında âlimler ileri geri çok konuşmuşlardır. Onları bazıları kabul ederken, uydurma olduğu iddialarına binaen, İmam es-Sa-ğanî ve başkaları ise olumsuz kanaat bildirmişlerdir."

"Kadir olan Allah affetsin, bu fakir kula zahir olan, bu hadîsler ya sahihtir -sağlamdır, ya sakimdir- zayıftır, yahut da mevzudur -uydurmadır. Şayet sahih-sağlam iseler, onlar hakkında konuşulacak bir şey yok. Eğer isnâdları zayıf ise, muhaddisler sadece terğib ve terhibde zayıf hadîs ile amelin caiz oluşunda ittifak etmişlerdir. en-Nevevî'nin el-Ezkâr, Ali Ibn Burhanüddin el-Halebî'nin Însanu'l-Uyûtı ve İbn Fah-ruddİn er-Rumî'nin d-EsraTu'!-Muhammediyye adlı kitabı ve diğer kitaplarda olduğu gibi. Eğer mevzu iseler; Hâkim ve

160

 

 SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

başkaları zikretmiştir ki: Zahidlerden bir adam, Kur'an ve surelerinin fazileti hakkında hadîs uydurma yoluna girmiş. Ona 'Bunu niye yaptın?'diye sorulduğunda. 'İnsanların Kur'an'dan koptuklarını görünce buna engel olmak istedim' demiş. Bu defa kendisine; 'Nebî (s.a.v.): 'Her kim benim üze­rime (aleyye) kasten yalan söylerse cehennemdeki yerini ha­zırlasın' buyurdu' denildiğinde ise o: 'Ama ben O'nun aley­hine değil, lehine yalan söyledim!!..' demiştir."11

O şunu kastetmektedir: O'nun {s.a.v.) aleyhine yalan düzmek, İslâm'ın esaslarını yıkmaya, şeriatı ve hükümleri bozmaya yol açar. Ama O'nun (s.a.v.) lehine yalan ise böyle değildir. Çünkü bu, O'nun şeraitine uymaya, O'nun yolun­da O'nu takip etmeye teşvik içindir. Şeyh İzzüddin İbn Ab-düsselam der ki: "Söz, maksatlara götüren bir araçtır. Oğütülmüş-güzel görünmüş maksada hem doğru, hem de yalan söz ile ulaşılması mümkün ise orada yalan haramdır. Şayet ona doğru ile değil de yalnızca yalanla ulaşılıyorsa, eğer el­de edilen bu maksud mubah ise, orada mubah, vacip ise, ya­lan da vacip olur. Bu onun kuralıdır."12

Burada "La havle vela kuvvete illa billahi'I-Aliyyi'I-Azim" çekmekten ve "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun" de­mekten kendimizi alamıyoruz. Sonra insan, böylesi bir sö­zün, kendisini Allah'ın kitabını tefsir edenler arasına katan ve bazılarının fakih ve usûlcü dedikleri bir âlimden sâdır ol­masına şaşırmadan edemiyor! Tahkik ehli âlimler tarafından Öncelikle bilinmesi gerekenleri dahi bilmeyen birisinde han­gi fıkıh vardır acaba?!

a" Bkz: A.g.e, c.2, $. 977-8)

Şeyh Abdülfeltah Ebu Gudde, Leknevi'nin d-Ecvibetü'l-Fadıla'sı-na yaptığı ta'likında (Nebî'nin (s.a.v.) lehine hadîs uydurmayı caiz gören guriişü) reddedip-ayıplayarak nakletmiştir. (s, 133-4, 2. bs. Ka­hire 1984)

161

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Sufi meşrepli bu şeyh bilmiyor ki Allah bizim için dini­ni kemale erdirmiş, bizim üzerimize nimetini tamamlamış­tır. Dolayısıyla, birisinin kendi uydurduğu hadîslerle bizim dinimizi tamamlamasına ihtiyacımız yoktur. Sanki o, (haşa) Allah Teâlâ'nın eksiklerini telafi ediyor, Muhammed'e (s.a.v.) (güya) yaptığı iyiliği hatırlatarak şöyle diyor: "Ben senin noksan olan dinini tamamlamak, ondaki açıklıkları ka­patmak için uydurduğum hadîslerle senin lehine yalan söy­lüyorum!"

İmam İzzüddin ibn Abdisselam'ın. sözüne gelince, o bundan başka bir konuyla alâkalı olup, savaş arabuluculuk, kendisini kovalayan bir zâlimden kaçan bir suçsuzu kurtar­ma ve bunun gibi yerlerde yalana ruhsat veren hadîslerle il­gilidir ki benzeri sözler, bu konuların bulunabileceği yerler­de de zikrolunan şeylerdir.

Kaldı kî, İbn Abdisselam'ın aynı sözü, bu iddia sahibi­nin iddiasını reddediyor. Çünkü o, iyi görülen maksada hem doğru, hem de yanlış ile ulaşması mümkün ise orada yalanın haram olduğunu zikretmiştir. Öyleyse burada şunu ra­hatlıkla söyleyebiliriz: Yalan hadîslerin rağbet ettirdiği bü­tün faziletlere, korkutup-sakındırdığı tüm rezaletlere dair gayelere sahih ve hasen hadîslerle de ulaşmak şüphesiz mümkündür. Öyleyse yalan (uydurma) kesin olarak haram­dır, hatta büyük günahların en başındadır.

B- Sahih Hadisleri Reddetmek, Zayıf Hadisleri Kabul Gibidir

Mevzu (uydurma) ve bâtıl hadîsleri kabul etmek, onları Resûlullah'a nisbet etmek ne kadar hatalı, yanlış ve tehlikeli ise; heva, heves, kendi (fikri)ni beğenme, Allah ve Resulü'ne

162

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

karşı bilgiçlik taslamak, bu ümmet ve onun âlimleri, imam­ları ve en faziletli nesilleriyle en hayırlı asırları hakkında su-i zann beslemek suretiyle sahih olan hadîsleri reddetmek de o kadar bâtıldır.

Çünkü yalan hadîsleri kabul etmek, dinde olmayan şey­leri ona sokar. Sahih hadîsleri reddetmek ise dinden olan şeyleri ondan çıkarır. Şüphe yok ki gerek bâtılın kabulü ve gerekse hakkın reddi, ikisi de zemmedilip, reddedilmiştir.

Yoldan çıkanların ve bid'atçıların eskiden beri bazı şüp­he ve iddiaları vardır ki âlimler ve muhakkıklar söz konusu şüphe ve iddiaları, çürütüp-iptal etmek suretiyle reddetmiş­lerdir.

İmam Şatıbî der ki:

"Bid'atçı türedilerden bir topluluk, hadîsleri reddetmek üzere, çok defa hadîslerin zan ifade ettiğini, zannın ise Allah Teâlâ'nın şu âyetlerinde olduğu gibi Kur'an'da zemmedildi-ğini ileri sürmüşlerdi: 'Onlar sadece zanna ve canlarının is­teğine uymaktadırlar.' (Necm, 23) ve 'Onlar sadece zanna uymaktadırlar. Oysa zan haktan bir şey kazandırmaz.' (Necm, 28) Ve bu mânâda gelen âyetler. Öyle ki onlar nass olarak Kur'an'da haramlığı olmadığı halde, Allah Teâlâ'nın, Mebîsinin lisanıyla haram kıldığı şeyleri helâl saydılar. On­lar bununla ancak akıllarınca güzel gördükleri şeyleri kendi­leri için sabit kılmayı amaçlamışlardır. Âyet ve hadîslerde kast olunan zan da iddia ettiklerinden başkadır ki biz o zan-nı üç şekilde anlamaktayız:

(Birincisi) Din esasları hakkında zandır. Zan ile hareket eden insanlar yanında, bunun zıddının da olma ihtimalin­den dolayı, âlimlerce o bir şey ifade etmez. Bunun aksine fert meselelerde ise, onunla amele delâlet eden delillerden

163

 

SÖN KETİ ANLAMADA YÖNTEM

ötürü, şeriat ehline göre onunla amel edilir. Dolayısıyla fer-î meseleler dışında zann zemmedilmiştir. Bu doğru olup, bu­nu âlimler bu sahada zikretmişlerdir.

(İkincisi) Burada zann, tercih unsuru bir delil olmaksı­zın, çelişkili iki şeyden birisini diğerine tercih etmektir. Şüp­hesiz burada da (nefsî) hüküm verme söz konusu olduğu için bu da zemmedilmiştir. Bunun içindir ki âyette 'Nefse uyma' hemen peşinden gelmiştir: 'Onlar ancak zanna ve canlarının istediğine uymaktadırlar.' (Necm, 23) buyrulmuştur. Sanki onlar, herhangi bir hususa sırf belli bir garaz ve heves ile meylediyorlar. Bunun için, zannın kötülendiği sa­bittir. Herhangi bir delilin tercih ettiği zann ise bunun tersi­nedir ve genel itibariyle zemmedilmiş değildir. Çünkü bu, hevaya uymanın dışındadır. Bu nedenledir ki ispat edilmiş, furû gibi benzeriyle amelin uygun olduğu yerde gereğince de amel edilmiştir.

(Üçüncüsü): Zann iki çeşittir: Birincisi katî bir asla da­yanan zann ki her nerede olursa olsun şeriatta bu zannla amel edilmiştir. Çünkü o, belirli bir asla dayanmıştır ve cin­si bilinen kabildendir. Diğeri ise kat'î bir asla dayanmayan zanndır. Daha doğrusu, ya herhangi bir asıldan başka bir şe­ye dayanmıştır ki yukarıda belirtildiği gibi mezmumdur, ve­ya kendisi gibi bir zanna dayanmıştır. Şayet bu zann aynı şekilde katî bir asla dayanıyorsa, durum birincideki gibidir. Yahut başka bir şeye dayanıyordur ki, o da mezmumdur. Her halÜKârda senedi sahih olan bir haber-i vahidin, şeriatta katî bir asla dayanması gerekir ki kabulü vacip olsun. İşte buradan hareketle onu mutlak olarak kabul ettik. Ama her­hangi bir asla dayanmadığı için kafirlerin zannlarının redde­dilmesi, onlara itibar edilmemesi gerekir. (Elhamdülillah)

164

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Bu son cevap, el-Muvaftıkat kitabında genişçe ele alınan bir asıldan faydalanılarak verilmiştir.3

Bazı sapıklar hadîsleri reddetmede haddi aşmışlar, ona itimat edenlerin görüşlerini reddetmişlerdir. Böylesi bir gö­rüşü akla aykırı, görüş sahiplerini ise mecnunlardan saymış­lardır. Nitekim Ebu Bekir İbn Arabi Doğu'da karşılaştığı ve Allah'ın görüleceğini inkar eden bazılarından şunu anlatır: Onlardan birine: "Yüce Allah'ın görüleceğini benimseyen bir kimse tekfir edilir mi-edilmez mi?" denildiğinde, o: "Ha­yır, çünkü o, bunu makul olmayan (zannî hadîsler) ile söyle­miştir. Makul olmayan bir delile dayanan ise kafir olmaz!" İbn Arabi diyor ki: "İşte onların yanında bizim yerimiz! Ar­tık başarabilen, hevese uymayı sağlayan hususları düşünüp, ders alsın. Allah fazl-u Keremiyle bizi bundan korusun."13

İmam İbn Kuteybe, "Te'vilü Muhtelifi'l-Hadîs" adlı kita­bında sünnet düşmanlarının ileri sürdüğü cüz'î ve külli şey­lerden çoğunu zikretmiş, sonra bu şüpheleri tek tek iptal et- -miş, onların ateşini küle çevirip (söndürmüştür).

Asrımızda ise sünnete karşı yeni düşmanlar ortaya çık­mıştır. Bazıları bizim diyarımız dışındandır, müsteşrikler ve misyonerler gibi. Bazıları ise diyarımızdan olup, onlara öğ­rencilik yapmış, dolaylı veya dolaysız bir şekilde onlardan etkilenmişlerdir.

Bu yeni gelenler, eski hasımların silahlarını kullandıkla­rı gibi, onlara, asrın kültürünün ilham ettiği yeni silahları da ilave ettiler. Böylece, eskiler ve yeniler, yayasıyla-süvarisiy-le, sünnete, sünnet kitaplarına, âlimlere ve metodlarına kar­şı koymak üzere bir araya geldiler. Bunun için bir takım güç

a" Bkz: eş-Şatıbi, el-Muvafakat, c.3, s. 15-26 13" Şatıbi, d-hisam I, 234-237

165

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

ve entrika sahipleri ve müesseseler de onları destekledi, Fa­kat Allah Teâlâ, sünnet için, şüphe sahiplerinin şüphelerine karşı, oldukça isabetli delillerle ve bayağı insanların bâtıl id­dialarına karşı onları kahreden gerçeklerle mukavemet eden asrın dahîlerini hazırlayıp-güçlendirdi. "Böylece Hakk gerçek­leşti ve onların yaptıkları bâtıl oldu. Orada yenildiler ve küçük düştüler." (Araf, 118-119)

Bunlardan büyük ilim adamı Mustafa Es-Sibaî'yi Sün­net ve İslâmî Yasamadaki Yeri3 adlı değerli ve faydalı kitabını zikretmemiz yeter.14 Allah ona rahmet eylesin ve onu miza­nında hasenat ve katında yüksek dereceler için vesile kılsın. Ancak bizim burada değineceğimiz husus, ihtisas ve araştırma sahibi olmayan birisinin zihnine takılan hatalı an­layışlara binâen sünnet ve sahih hadîslerin reddedilmesidir. Sünneti anlamada teenni ile hareket etmenin, en iyisini araştırıp-ortaya koymaya çalışmanın, kaynaklara ve sünnet ehli­ne müracaat etmenin zaruretine inanıyoruz. Bu da ilerideki sayfalarda üzerinde duracağımız husustur.

a~ Edip Gönenç tarafından oldukça bozuk bir tercüme ile Türçe'ye çevrilip, 1981 yılında Evs Yayıncılık tarafından "İslâm Hukukunda Sünnet" adıyla yayınlanan bu kıymetli eserin tercümesi hakkındaki tenkidimiz için bkz; İslâmî Araştırmalar Dergisi, c. 3, s.2.2, (Nisan, 1989)

*" Yine bu âlimlerden; müsteşrik Schach'a cevap veren Dr. Muham-med Mustafa el-Al'zami'yi, d-Envaru'l-Kaşife sahibi Şeyh Abdurrah-man b. Yahya el-Muallimi'yi, Zuliımatu Ebi Rnyye Ebu Şehbe"yi (Bu eser, 1990'da Mehmet Görmez ve M. Emin Özafşar tarafınadan Türk­çe'ye çevrilmiş ve Rehber Yayıncılık tarafından "Sünnet Müdafaa" adıyla iki cilt halinde yayınlanmıştır.) ve es-Sünne Knbk't-Tedvin ile Ebu Hureyre hakkındaki Ebu Hureyre, Râviyetu'l İslâm adlı eserlerin sahibi Dr. Accac el-Hatib ve burada zikredemeyeceğimiz daha başka-iannı saymak mümkündür.

166

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

I- Yanlış Anlayış Sebebiyle Sahih Hadîslerin Reddedilmesi

Sünnetin maruz kaldığı afetlerden birisi, aceleci bazı insanların bir hadîsi okuyunca, mânâsını anlamada yanılgıya düşüp, hadîsi bu yanlış anlayışla tefsir etmeleridir. Dolayı­sıyla bu mânâ, ona göre makbul değildir. İşte, o kimse kabul edemeyeceği bîr mânâyı içerdiğini sandığı için, derhal hadî­si reddetmeye kalkışır.

Eğer insaflı davranarak, biraz düşünüp araştırsaydı, hadîsin anlamının anladığı gibi olmadığını mutlaka bilecek­ti. Oysa o, kendisine göre öyle bir mânâ vermiştir ki onu ne Kur"an ve sünnet getirmiştir, ne Arapça o mânâyı gerektir­miştir ve ne de kendisinden önce onu muteber bir âlim söy­lemiştir.

"Allahım Beni Miskin Olarak Yaşat..." Hadîsi

İbn Mâce'nin Ebu Said el-Hudrî'den, Taberanî'nin Uba-de İbn Sabit ten rivayet ettiği "Allah'ım beni miskin olarak yaşat, miskin olarak öldür ve miskinler zümresinde has­ret"15 hadîsini bazıları okuyup, buradaki miskinlikten fakir­lik ve insanlara muhtaç olmayı anladılar. Bu ise Nebî'nin (s.a.v.) fakirlik fitnesinden Allah'a sığınması16 ve Allah'tan iffetli olup, başkalarına muhtaç etmemesini istemesi17,

15- Tirmizi, Zühi 37; İbn M5ce, Zühd 7; ayrıca Bkz: Sahihıı'l-Camii's-

$"pr (1261), bazıları hadîsin zayıf olduğunu iddia etmişlerdir. Hz.

Aişe tarikından böyledir, ama zikredilen iki isnâdla gelenler zayıf

değildir.

^' Buhâri ve Müslim Hz. Aişe'den rivayet etmiştir. Bkz; el-Lü'liiü

ve'1-Mercan, nu: 1731, Sakihu'l-Camii's-Sağir (1288)

i7~ Müslim, Zikr 72; Tirmizi, Dcavat 72; İbn Mâce, Dua 2, Mttsned, c. 1,

s- 389'da İbn Mes'ud'dan rivayet etmişlerdir. Bkz: Sakihu'l-Camii's-Sa-

ğir (1275).

167

 

SÜNTJETİ ANLAMADA YÖNTEM

Sa'd'a (r.a.) "Allah takva sahibi, ibadetleri gizli yapan (gös­terişsiz) zengini sever"18 buyurması, Amr İbn el-As'a ise: "Salih bir kimse için (helâl) bir mal ne güzeldir"19 buyurma-sıyla bir çelişki arz eder.

Bu çelişki yüzünden bazıları zikredilen hadîsi reddet­miştir. Gerçekte ise, burada miskinlikle fakirlik kastedilmi­yor. Nasıl kastetmiş olsun ki, bizzat kendisi fakirlikten Al­lah'a sığınmış ve onu küfürle beraber zikretmiştir: "Al­lah'ım, küfür ve fakirlikten sana sığınırım."20 Rabbi ise O'na zenginlik lütfetmiş ve şöyle buyurmuştur: "Seni fakir buldu da, zengin etmedi mi?" (Duha,

Halbuki, burada miskinlikten murad, tevazu ve alçak­gönüllü olmaktır. Nitekim Allâme İbn Kesir: "Onunla, teva­zu ve alçakgönüllülüğü, zorba ve büyüklük tarslayanlardan olmamayı murad etmiştir" demektedir.

O (s.a.v.) şeklen ve sûretâ bile olsa müstekbirlerin haya­tından uzak bir hayat yaşamıştır. Köleler ve fakirler gibi oturmuş, onların yediği gibi yemiştir. Hatta bir yabancı gelir ve O'nu ashabından ayırt edemezdi. Çünkü O, onların ya­nında, onlardan birisi gibiydi. Evinde kendi eliyle terliğini tamir eder, elbisesini yamar, koyununu sağar, cariye ve uşakla beraber değirmen ile un vb.) öğütürdü.

Bir defasında Nebî'nin (s.a.v.) yanına bir adam girmiş. O'na saygısından eli-ayağı birbirine dolaşmıştı da bunun

18" Müslim, Zühd 11; Müsned c. 1, s. 168-177'de Sa'd İbn Ebi Vak-

kas'tan riviyet etmiştir. Bkz: Sahihu'l-Camü's-Sağir (1882).

19' Müsned, c. 4, s. 197-202; Hakim, el-Müstedrek (II.2)'de rivayet edip

sahih görmüş, Zehebi de ona muvafakat etmiştir. Bkz: "Müşkiletu'l-

Fafcr" kitabımıza yapılan tahricdeki ilk hadîs.

20" Hakim, el-Müstedrek, c. 1, s. 252; Beyhâki, es-Sünenul-Kübra, c. 7, s.

12. Bkz: Sahihu'i-Cami (1285).

168

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

üzerine O, ona: "Kendine sahip ol, ben kral değilim. Ben Mekke'de kurutulmuş et yiyen Kureyş'ten bir kadının oğlu­yum" buyurmuştur. a                                                     ;

Dini Yenileme (Hadîsi)

Bazıları da Ebu Davud ve Hakim'in21, Ebu Hureyre'den merfû olarak rivayet ettikleri ve birçok kimsenin sahih say­dığı: "Allah bu ümmete her (yüz)b senenin başında, o (üm­metin) dinini yenileyecek birini gönderir" hadîsini okuyup buradaki yenilikten, dinin gelişmesi ve zamana uyum sağla­masını anladılar ve şöyle dediler: Din yenilenmez, din sabit­tir ve değişmez. Dinin gelişmeye uyum sağlaması gerekmez ama, gelişmenin üzerine düşen, dine uyum sağlamaktır.

Çünkü dinin yenilenmesi iddiası, onun ilke ve öğretile­rini ıslah ederek, insanların ihtiyaçlarını karşılayacak, geliş­meleri taşıyabilecek şekilde her asırda ortaya yeni bir tabiat koymamız demektir.

Burada yenileme ile murad, şayet o kimsenin tefsir etti­ği gibi ise, bunu söyleyen şahsın dediği doğrudur.

Ama -bir açıklamamda da açıkladığım gibi- yenilemey­le murad, onu anlama, ona iman ve onunla amelde yenilik­tir. Bir şeyin yenilenmesi, onun inşa edilip, ortaya çıktığı günkü gibi, eski olmasına rağmen sanki yeniymiş gibi eski

a~ İbn Mâce, El'ıme 30

21" Ebu Davud, Melahim (H.ntı: 4291); Hakim, el-Müstedrek, c. 4, s. 522; Beyhâki, Ma'rifetu's-Sünert ve't-Asafdi rivayet etmişlerdir. Fayd'ul-Kadir (II.282)'de olduğu gibi el-Iraki ve es-Suyutî onu sahih görmüşlerdir.

°~ Hadîsteki 'yüz' rakamı sanırım bir dizgi hatası olarak düşmüş ol­malı. Kaynaklardaki aslına uygun olarak yerine yerleştirdik, (ç.n.))

169

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

haline döndürmeye çalışmaktır. Bu ise onun ilk şekline en yakın hale gelinceye kadar, zayıflayan yerinin takviye edil­mesi, yıkılan yerinin onarılması ve yarılan yerin birleştiril­mesiyle olur.

Yenilenmenin mânâsı onun eski halinin değişmesi veya eskimesiyle alâkası olmayan diğer yeni bir şeyle değiştiril­mesi değildir. Bu, herhangi bir şeyde yenilik sayılmaz.

Bu konuyu somut bir misal ile açıklayalım: Tarihî değe­ri olan bir binanın yenilenmesini kastettiğimizde, buradaki yenilenme onun aslının, şeklinin ve belirgin alâmetlerinin aynı özellikleriyle kalması, doğal tesirlerden dolayı bozulan yerlerinin onarılması, ona bitişik yerlerin, girişlerin güzelleş­tirilip, ona giden yolun düzenlenmesi ve onun bilinir hale getirilmesi vb... demektir. Yoksa yenilemeden maksat onu yıkıp yerine modern bir tarzda büyük bir bina dikmek değil­dir.

Din de böyledir. Yenilikle, ona yeni bir biçim kazandır­mak kastedilmeyip, Resûlullah, sahabesi ve onlara en iyi bir şekilde uyan tâbiun dönemindeki haline döndürülmesi kas­tedilmektedir.22

İslâm Beş Şey Üzerine Bina Edilmiştir... (hadîsi)

Hadîsin eksik anlayışla reddi yönünden asrımızda işit­tiğim en acayip şeylerden biri de, Müslümanların büyük-kü-

"' Katar Üniversitesi'nde (1987) çıkan "Sünnet ve Siret Araştırmaları" dergisinin 2. sayısındaki (s. 11-144) "Sünnet Işığında Dinin Yenilenme­si" adlı araştırmamıza bakınız. (s29) Aynca bu yazı, Beyrut'daki el-Mektebetü'l-İslâmi'nin yayınladğı "Min Edİ Sahvelin Rafide" adlı bir kitapta yayınlandı.

170

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

çük, özel-genel hepsinin ezberlediği en meşhur bir hadîsin reddidir. O da, İbn Ömer ve başkalarının rivayet ettiği: "İs­lâm beş şey üzerine kurulmuştur. Allah'tan başka ilah olma­dığına, Muhammed'in (s.a.v.) Allah'ın Resulü olduğuna şe-hadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucu­nu tutmak ve gücü yetenlere Beyt'i haccetmek"3 hadîsidir.

Bu cesur cahilin delili ise, hadîs, İslâm'daki ehemmiye­tine rağmen, cihadı zikretmemiştİr. Bu da onun uydurma ol­duğuna bir delildir.

Bu kişi, cihadın insanların hepsine değil, ancak bazısına vacip olduğunu, özel şartlar ve belirli durumlar dışında her­kes için farz-ı ayn olmadığını da bilmemektedir. Bu ise, üze­rine İslâm'ın bina edildiği bütün insanlar için geçerli olan beş esastan farklıdır.1"

Bu şahsın mantığı doğru ise; mü'minlerden, takva sa­hiplerinden, Rahman'ın kullarından, iyilerden, ihsan sahip lerinden, akıl sahiplerinden vb. Allah Teâlâ, kitabında öv­güyle bahsedip, onlara büyük mükafatlar vadettiği halde, vasıfları arasında cihadı zikretmediği için bu Kur'an âyetle­rini de reddetmesi gerekirdi.

Bu hususta, takva sahiplerinin vasıflarını (Bakara, 2-5), iyiler ve doğrularınkini (Bakara, 177), mü'minlerin vasıfları­nı (Mü'minun 1-10), Rahman'ın kullarının vasıflarını (Fur-kan, 63-77), takva ve ihsan sahiplerinin vasıflarını (Zariyat, 15-23), Allah'ın cennetlerinde ikram olunanların vasıflarını

a~ Buhârî, İman 1,2; Müslim, İman 19,22; Tirmizi, İman 3; Nesat, İman 13 b~ Kanaatimizce yazar, bu cevabıyla kendi içerisinde çelişmektedir. Çünkü aynı şeyler zekat ve hacc için de geçerlidir. Oysa bu beş esa­sın, mükemmel bir bina olan İslâm'ın, sadece temelleri olduğunu, evin temelsiz olamayacağı gibi. yalnızca temele de ev denilemeyece-ğini söyleyen Merhum Said Havva'nın cevabı daha isabetlidir. (Bkz: Said Havva, İslâm, Mukaddime kısmı.)

171

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

(Mearic, 22-35) oku! Yüce Allah'ın kitabındaki bu ve benzeri yerler cihadı zikretmemiştir. Bu durumda her şeye uzanıp, burnunu sokan bu kara cahil. Yüce Allah'ın kitabındaki bu âyetleri de reddedecek mi?!

Şeyh'ül-îslâm İbn Teymiyye, İslâm'ın zikredilen bu beş şeye hasredilip cihad, ana-babaya iyilik, sıla-i rahim vb. esaslı görevlerin zikredilmemesinin sebebini açıklarken şöyle demektedir:

"Sorulan sorulardan biri de, Allah'ın vacip kıldığı zahi­rî ameller bu beş şeyden çok olduğu halde O, niçin "İslâm bu beş şeydir" buyurmuştur? Bazı insanlar, bunların İslâm şeâi-rinin en zahiri ve en büyükleri olduğu, kulun bunları yerine getirmesiyle İslâm'ın tamamlayacağı, terkiyle ise ona olan bağının çözüldüğünün anlaşılacağı şeklinde cevap vermiştir.

Meseleyi tahkik ettiğimizde görürüz ki: Nebî (s.a.v.) ku­lunun mutlak olarak Rabbine teslim olacağı ve Allah için mahza ibadet olarak her şahsa vacip olan, dini yalnız Allah'a has kılarak O’na kulluğa gücü yeten herkesin üzerine düşe­ni, yani bu beş esası zikretmiştir. Bunların dışındakiler ise çeşitli maslahatlar sebebiyle vacip olur ve vacipliği bütün in­sanlara şamil olmaz.

Bilakis cihad, iyiliği emir-kötülükten nehiy ve yönetim­den buna bağlı olan durumlar, hüküm, fetva, okutma ve ha­dîs rivayet etme gibi ya farz-ı kifaye olur, ya da kul hakkı se­bebiyle vacip olur ki bu, kendisine hakkı geçen kimseye kar­şı vacip olan özel bir durumdur. Bu hakkın düşmesiyle vü-cubiyet de düşer. Uzlaşıldığında veya borcun kapatıldığın­da, borçların ödenmesi, gaspedilen şeylerin, emanetlerin, başkalarına bırakılan şeylerin geri verilmesi; kan, mal ve ırz gibi konulardaki haksızlıklarda hakkın alınması gibi kul

172

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

hakları, insanların karşılıklı haklarından başka bir şey değil­dir. Onlar bunlardan beri olduklarında bu vücubiyet düşer. Böylece bunlar kimine vacip olur, kimine olmaz; yine bazı hallerde vacip olur, bazı durumlarda ise olmaz. Bunlar gücü yeten her kul üzerine Allah için mahza bir ibadet olarak va­cip olmamıştır. Bunun içindir ki buna Müslümanlarla birlik­te Yahudi ve Hıristiyanlar da iştirak eder ki beş esas bunun aksine olup, sadece Müslümanların özelliklerindendir.

Aynı şekilde sıla-i rahm, karı-koca, çocuklar, komşular ve ortakların haklarından vacip olan (haklar), şehadetler, fetva, mahkeme, yönetim, iyiliği emir, kötülükten nehiy ve cihad, bunların hepsi bir takım arızî sebeplerle faydaları te'min- zararları ise defetmek için insanlardan sadece bazı­sına vacip olur. Eğer onlar insan fiili olmaksızın hasıl olma­saydı, vacip olmayacaktı. Eğer bu, ortak-genel bir husus ise farz-ı kifaye'dir. Şayet bu özel ise, A şahsına değil de, B şah­sına vacip olur. Bu beş şeyin dışında insanlardan gücü ye­ten herkes, bizzat bir amelin vacipliği konusunda müşterek değildir. Mesela A şahsının hanımı ve akrabaları, B şahsı­nın hanımı ve akrabaları değildir. Ramazan orucu, Beyt'i haccetmek, beş vakit namaz ile zekat ise bunun tersinedir. Zekat her ne kadar malî bir hak ise de Allah için yapılan bir vecibedir. (Tevbe 60'da işaret edilen) sekiz sınıf ise, onun dağıtılacağı yerlerdir. Bunun için orada niyet vaciptir. Ve birisinin izni olmaksızın onun adına yerine getirirse, zim­metinden kurtulmuş olur. Aynı zamanda kafirlerden de is­tenir. a

"* İbn Teymiyye'nin, Mecmau'l-Fcleva'sı içerisindeki et-İman kitabın­dan, c. 7, s. 314-6

173

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

II- Mânâ Karışık da Olsa Sahih Bir Hadîsi Çabucak Reddetmek Pervasızlıktır

Gerçekten -sahih ve sabit olmasına rağmen- mânâsı bize karışık gelen bir hadîsi çabucak reddedivermek pervasızlıktır ki, köklü ilim sahipleri böyle bir şeyi yapmaya cesaret edemez. Zira bu ilim sahipleri, ümmetin selefine hüsnü zann beslerler. Onların bu hadîsi kabul ettiği, onu muteber bir imamın da inkar etmediği sabit olunca, netice olarak bu du­rum, onların herhangi bir söz veya sıhhatini sarsacak bir il­letten dolayı hadîsin ta'nedilecek bir yerini görmemiş olma­larını gerektirir.

İnsaflı bir âlime gereken, hadîsin üzerinde durması, ona ya ma'kul bir mânâ, ya da uygun bir te'vil bulmaya ça­lışmasıdır.

İşte bu meyanda, Mu'tezile ile Ehl-i Sünnet arasındaki fark budur.

Mu'tezile, ilmi ve dini prensipleriyle çelişik gördükleri her müşkil hadîsi derhal red cihetine giderken, Ehl-i Sünnet onu te'vilde, ihtilaftan cem'etmede, zahirinde tearuz olanlar arasında uygunluk sağlamada akıllarını kullanıp uzlaştır­maya çalışmaktadırlar.

Bundan dolayı İmam Ebu Muhammed İbn Kuteybe (ö. 267) Kur'an'a veya akla muarız olduğunu, bizzat müşahede nin yalanladığını veya diğer hadîslerle tenakuz teşkil ettiği­ni iddia ettikleri bazı hadîsler etrafında Mu'tezile'nin kopar­mış olduğu fırtınalara karşı cevap olarak meşhur Te'vilu Muhtelifi'!- Hadîs3 adlı kitabını yazmıştır.

a~ Sözü edilen kitap, 'Hadîs Müdafaası' adıyla M. Hayri Kırbaşoğlu ta­rafından terceme edilmiş, 1979 yılında yayınlanmıştır.

174

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Ondan sonra ise Hanefi muhaddis, İmam Ebu Cafer et-Tahavi (Ö.321) gelmiş, dört ciltlik* Müşkilu'I-Asâr adlı kitabı­nı te'Iif etmiş ve bu müşkil hadîsler için kabul edilecek te'vil ve ma'kul yönler bulmaya çalışmıştır.

Bu arada, hadîsin Resûlullah'tan (s.a.v.) sahih olarak geldiği sabit olunca, onu anlamak için iyice incelemek, sırf akla aykırı geldiği gerekçesiyle onu reddetmekten ciddi bir şekilde sakınmak gerekir. Çünkü hata hadîste değil de biz­zat kişinin akla aykırı görüşünde gizli olabilir.

Bunun en açık misali ise, mü'minlerin annesi Aişe'den (r.a.) gelen bazı haberlerdir.

Çünkü Hz. Aişe (r.a.), doğruluk ve hadîsleri zapt etme­lerinde şüphe olmayan bazı ashabın rivayet ettiği bazı ha­dîsleri mânâları sahih olduğu halde, ya Kur'an'a ya da İs­lâm'ın bazı temel prensiplerine vb. muhalif zannederek red­detmiştir.1*

Mesela, Ölünceye dek azap edilen kedi yüzünden gelen ukubeti anlatan, kedi hakkındaki hadîsi ele alalım: İmam Ahmed Alkame'den rivayet etmiştir, diyor ki: "Aişe'nin ya­nında idik. Derken Ebu Hureyre içeri girdi. Onu görünce Hz. Aişe (r.a.) dedi ki: 'Bir kadın, bağlayıp, doyurmadığı ve sulamadığı kediden dolayı azap gördü' diye hadîs rivayet

a" Yazarın bahsettiği dört dit, Hint baskısı olup, asıl kitabın ancak ya­rıya yakınıdır ve birçok hatalarla doludur. Metin tenkidinde ve hadîs­leri te'vil ve uzlaştırmada fevkalade önemli olan bu büyük eser, Şuayb Arnavut1 un tahkik, tahric ve ta'lıkıyla Müessesetü'r-Risale tarafından modern bir tarzda basılmaya başlanmıştır. 1, cildi Beyrut I987'de ya­yınlanan bu şaheserin tahkiki tamamlanmış son cildi fihrist olmak üzere 16 cilt halinde yayınlanmıştır.

k'Aişe'nm (r.a,) bu tür itiraz ve tashihlerine dair bir çok haberi, Bed' ruddin ez-Zerkeşi, "el- İcabe Fİme's Teıİrakelhu Aişe Ale's- Sahabe" adlı kitabında toplamıştır.

175

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

eden sen misin?' O (Ebu Hureyre): 'Onu, Candan yani Ne­bî'den (s.a.v.) duydum' dedi. Bunun üzerine Hz. Aişe (r.a.): 'Sen o kadının kirn olduğunu biliyor musun? O kadın öyle yaparken, aym zamanda kafir idi. Çünkü mü'min Yüce Al­lah'a göre bir kediden dolayı azap edilmeyecek kadar kerim (sevimli)dir. Onun için Resûlulİah'dan (s.a.v.) hadîs rivayet ederken nasıl rivayet ettiğine (iyice) bak!'"24

. Mü'minlerin annesi Aişe, hadîsin bu siygasıyla rivaye­tini, Ebu Hureyre'nin Nebî'den işittiğinde, lafzını iyice beîleyemediği zannı ile reddetti.

Hz. Aişe'nin delili ise, bir kedi yüzünden mü'min bir in­sana azap edilmesini çok görmesidir. Çünkü Allah yanında mü'min, konuşmayan bir hayvan yüzünden cehenneme atıl­mayacak kadar değerlidir.

Allah Hz. Aişe'yi bağışlasın, burada çok önemli bir şey­den gafil davranmıştır ki, o da yapılan işin delâlet ettiği hu­sustur. Çünkü açlıktan ölünceye kadar kedinin hapsedilme­si, o kadının kalbinin donukluğuna, Allah'ın zayıf yaratıkla­rına karşı katılığına, merhamet ışıklarının kalbine girmediği­ne dair en açık bir delildir. Cennete ise ancak merhametli olanlar girer. Allah, ancak merhametlilere merhamet eder. Eğer o kadın yerdekilere merhamet etseydi. Yüce Allah da ona merhamet ederdi. Şüphesiz bu ve benzeri hadîsler, insa­ni değerler açısından İslâm için övünç kaynağı sayılmakta­dır. Öyle ki her canlı mahlûka hizmet ediliyor, her yaş ciğer taşıyan canlıyı gözetmekten dolayı ecir veriliyor.

2*" Heysemi, Mecmeu'z-Zevmd (c.10, s. 190)'de vermiş ve demiştir ki: "Onu İmam Ahmed, (Mtisned, II, 159, 188'de) rivâyel etmiş olup, râ-vileri sahihtir. Kadının kediyi hapsi yüzünden cehenneme girişini ise Buhâri (F.zan 90, Mtisakal 9, Enbiya 54), Müslim, Ebu Hureyre (ve baş-kalannjden (Selam 151-2, Bin 133-4), (Nesaî, Küsuf 14, 20)de rivayet etmişlerdir. Bkz: Sahihu't-Camii's-Sağir (3374).

176

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Buhârî'nin rivayet ettiği diğer bir hadîs de bu mânâyı tamamlamaktadır: "Bir adam, (oldukça susamış) bir köpeği suladı. Allah ona şükranla karşılık verdi ve onu bağışladı."a

"Zaniye bir kadın (susamış) bir köpeği suladı da Allah onu bağışladı."1»

Diğer bir husus ise, Ebu Hureyre bu hadîsin rivayetin­de tek kalmamıştır ki, lafızlarını iyi belleyemediği zannedil­sin. Mutlak olarak sahabenin en iyi ezberleyeni o olduğu halde, (onun hadîsleri iyi ezberleyemediği) nasıl zannedilir?

Yine Ahmet, Buhâri ve Müslim, Ibn Ömer'den Resûlul-lah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: "Bir ka­dın, bir kedi yüzünden azap gördü. Zira açlıktan Ölünceye kadar onu hapsetti. Bu yüzden de cehenneme girdi. Allah ona şöyle buyurdu: 'Kediyi hapsettiğinde onu ne doyurdun, ne suladın, ne de saldın. (Bari salsaydın) yeryüzündeki (yı­lan, çeşitli canlılar, kuşlar vb.) haşerelerden yerdi (de ölmez­di).'" w

İmam Ahmed, Cabir'in Resûlullah'tan (s.a.v.) şöyle bu­yurduğunu rivayet eder: "Ölünceye kadar bağladığı bir ke­diden dolayı bir kadın azap gördü. Onu salmadı ki yeryü­zündeki canlılardan yeseydi." M

Sonra, Ebu Hureyre bu hadîsi rivayetinde yalnız değil­dir (ki onun iyi ezberleyememe ihtimali olsun). Kaldı ki, yal­nız kalsa bile bu, hadîse hiçbir şekilde zarar vermez.

a" Buhâri, Şurb 9, Mezâlim 23, Edeb 27.)

b" Buhârî, Enbiya 54)

25- Bııhân, Ezan 90, Müsakal 9, Enbiya 54; Müslim, Bin 133, İbn Mâce,

İkame 152; Müstted, c. 4, s. 351)

26" Müsned, c. 3, s. 335-6 Bkz: Sahihu'l-Camii's-Sağir (3995 ve 3996)

numaralı iki hadîs.

177

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

1- HUKUK VE YASAMA ALANINDA SÜNNET

Sünnet, hukuk ve yasama için, Allah'ın kitabından sonra ikinci kaynaktır.

Bundan dolayı -şer" i hükümler için delil ve kaynak olu­şu bakımından -sünnet bahsinin bütün fıkıh usulü kitapla­rında geniş bir yer kapladığını, bütün mezheplerin konuyu enine boyuna ele aldığını görmekteyiz.

Hatta İmam el-Evzai (Ö.157): "Kitabın sünnete olan ih­tiyacı, sünnetin kitaba olan ihtiyacından daha fazladır."1 de­miştir.

Çünkü sünnet, Kur'an'ın beyanıdır. O, Kur'an'ın müc­melini tafsil, mu t lakını takyid, umumunu tahsis eder.

İşte bazılarının, sünnetin Kur'an'da kastedilen mânâla-

Şevkânİ, Irşadü't-Fuhııl, s. 33 (Mustafa el-Halebi baskısı)

181

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

rı açıkladığını ifade etmek üzere: "Sünnet kitaba kâdidir"2 yargısına varmalarının sebebi bu yaklaşımdır.

Lakin, İmam Ahmed, bu ibareden rahatsız olmuş ve şöyle demiştir: "Ben bunu söylemeye cesaret edemem. Ama, sünnet, Kur'an'ı beyan edicidir derim." 3

Bu hususta isabetli olan yaklaşım da budur. Çünkü sünnet bir yandan kitabı beyan ederken, diğer yandan Kita­bın yörüngesinde döner ve ondan dışarı çıkmaz.

İbadet ve muamelelerde fert, aile, toplum ve devlet için sünnetin bir yasama kaynağı oluşunda herhangi bir tartış­ma yoktur.

Nitekim İmam eş-Şevkânî şöyle demiştir: "Velhasıl, sünnetin hüccet oluşu, hükümlerin teşriînde müstakil oluşu, dini bir zarurettir ki, İslâm dininden nasibi olmayandan baş­ka kimse buna muhalefet etmez."4

Hangi mezhep olursa olsun, fıkıh kitaplarını okuyan ki­şi fukahanın vardığı fıkhı sonuçlarda, kavli, fiili ve takriri sünnetle istidlallerde bulunduklarını görecektir.

Hatta bu açıdan, fıkıh tarihinde Hadîs Ekolü ve Re'y Ekolü isimleriyle bilinen mezhepler arasında bile fark yoktur.

Çünkü esas olarak sünnet, her iki tarafça da kabul edil­miştir. İhtilaf, hadîs kabul şartlanndaki ve onunla amel ko­nusundaki ihtilaflarının bir sonucu olarak, ayrıntı ve uygu­lama ile ilgilidir.

Re'y Ekolünü temsil eden Hanefi mezhebinin kitapları­nı okuyan birisi, bu kitapların, âlimleri tarafından istidlal edilmiş hadîslerle dolu olduğunu görecektir.

2~ A.g.e, Şevkânî, bu sözü, Yahya İbn Kesir'e nispet etmiştir. İbn Ab-dilberr de Canııi'ıide zikretmiştir.

3- İbn Abdilberr, Camıu Beyani'l-İlm ve Fadlih'de zikretmiştir. (H, 191-2) 4" Şevkânî, a.g.e, s .33

182

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Mesela Hanefi olan İbn Mes'ud el-Mavsiîi (ö. 683)'nin, Ezher'e bağlı liselerde bile (yani Hanefi talebelere) zorunlu ders kitabı olan el-İhtîyar Şerhtı'l-Muhtar5 adlı kitaptaki veya el-Merginani'nin, Ezher Şeriat Fakültesi, Hanefi talebelerine zorunlu olan el-Hidaye ve Hanefi Muhakkik Kemalüddin İbn Hümam'ın ona yazdığı şerhi Fethul-Kadir adlı kitaplardaki hadîslere şöyle bir göz atılması, bu gerçeği te'kid için yeter­lidir. Bu ise, Re'y ehlinin de tıpkı Eser (=hadîs) ehli gibi sün­nete dayanmış oldukları gerçeğidir.

Buna rağmen asrımızda bazı insanlar çıkıp: "Ebu Hani-fe'nin yanında ancak on yedi hadîs sahihtir..!" diyebilmek­tedir.

Bu söz, o asrın ilim merkezlerinin yapısını ve oralarda­ki âlimlerin yetişme tarzını bilen insaflı bir insanın kabul edemeyeceği bir sözdür. Ebu Hanife, büyük sahabi Abdul­lah İbn Mes'ud'un (r.a.) tesis ettiğinden beri, mü'minlerin emiri Ali b. Ebi Talip'in (r.a.) varmasıyla, ilmi ve fazileti da­ha da artan ve kendisinde fıkıh ve hadîsin toplandığı ilmiy­le meşhur Küfe Medresesi mezunudur. İbn Mes'ud hakkın­da: "Allah, İbn Ümmi Abd'e {İbn Mes'ud'a) rahmet eylesin. Bu şehri (Küfe'yi) ilimle doldurmuş" diyen de Hz. Ali'dir.

A- Fukahanın Hepsi Hüküm Verirken Sünnete Müracaat Etmektedir

Burada şunu kesin olarak söyleyebiliriz: Mezhebi ister yaşa­sın, ister tarihe karışsın, tâbi olunsun veya olunmasın, çeşit­li ekollerden, farklı bölgelerden Müslüman fakihlerin hepsi delil oîarak sünneti almayı ve hükümlerde ona müracaat et-

* (Kitapta 6 olarak geçiyor ama yanlış yazılmış olmalı) Suyutî, Mifta-fıut-Cenm, s. 49-50

183

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

meyi; Allah'ın dininden vazgeçilmez bir parça olarak görü­yorlar, onun emri dışına çıkamıyorlardı. Bu hususta Re'y Ekolüne mensup olan ile Hadîs Ekoiüne bağlı olanların du­rumu aynıydı.

Beyhakî, Osman ibn Ömer'in şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Bir adam Malik'e gelip bir mesele sordu. Malik ona: 'Resûiullah şöyle şöyle buyurdu' dedi. Bu defa adam; 'Senin görüşün nedir?' deyince. Malik: 'O (Resûl)'nun emrine mu­halefet edenler, kendilerine bir fitnenin gelmesinden, yahut acıklı bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar.' (Nur, 63) ayetiyle cevap verdi." Yine Beyhakî'nin İbn Vehb'den riva­yet ettiğine göre Malik şöyle demiştir: "Alimlere 'Niçin böy­le dedin' denilmesi önceki insanların sorduğu şeylerden de­ğildi. Çünkü o zamanlar onlar, rivayetle yetiniyorlar ve ona razı oluyorlardı."

Yine Beyhakî, Yahya b. Durays'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Süfyan'm yanındaydım, ona bir adam geldi ve de­di ki: 'Ebu Hanife'yi yadırgamıyor musun?' (Süfyan); 'Ne ol­muş ona?' dedi. Adam; 'Onu şöyle derken işittim: (Herhan­gi bir hükmü) Önce Allah'ın kitabından alırım, eğer onda bulamazsam, Resûlullah'ın sünnetinden, Allah'ın kitabı ve Resulü'nün sünnetinde de bulamazsam O'nun ashabının gö­rüşünü alırım. Onlardan ise dilediğiminkini alır, dilediği-minkini bırakırım. Yalnız onların sözünden başkasının sözü­ne bakmam. Amma, iş, ibrahim eş-Şa'bi'nin, İbn Şîrîn, el-Ha-sen, Atâ ve İbn'l Müseyyeb'e - daha başka âlim isimleri de saydı- gelince onlar ictihad eden bir topluluktur ve onlar gi­bi ben de ictihad ederim.'"

Yine Rabi'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Şafii bir gün bir hadîs rivayet etmişti. Bir adam ona: 'Ey Ebu Abdillah, bu

184

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

hadîsi alıyor musun?' dedi. Bunun üzerine o: 'Ben ne zaman Resûiullah'tan (s.a.v.) sahih bir hadîs rivayet eder de onu al­mazsam, sizi şahit kılarım ki aklım gitmiştir.'"

Yine Rabi, Şafiî'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ki­tabımda Resûlullah'ın (s.a.v.) sünnetine aykırı bir şey buldu­ğunuzda, Resûlullah'ın (s.a.v.) sünnetini alıp-kabul ediniz ve benim söylediğimi terk ediniz." 6

B- Hadîs ile Fıkhı Birleştirmenin Zarureti

Sünnet, fıkhın köklü bir kaynağı olunca, hadîsçilerin fıkıh il­mini iyi bilmeleri gerektiği gibi, fakihlerin de hadîs ilminde derinleşmeleri gerekir. Kapatılması gereken ilmî açıklardan birisi, fıkıh ile uğraşanlarla, hadîsle uğraşanlar arasındaki açıklıktır ki bu, benim uzun yıllardır üzerinde durduğum bir husustur.

Çoğunlukla fıkıhla uğraşanlar, hadîs ilminin dallarını iyi bilmezler; Özellikle cerh ve ta'dil ilmi ve râvileri sika ve­ya zayıf sayma gibi hadîs ilmi dallarında derinleşmemişler-dir. Bunun içindir ki, hadîs sarrafları olan bu ilmin imamla­rı yanında sabit olmayan hadîsler, fıkıhçılar yanında rağbet görür. Buna rağmen onlara kitaplarında yer verirler ve ister helal veya haram, isterse vaciplik veya mübahlık derecesin­de olsun verdikleri hükümlerde onları delil gösterirler.

Dahası bazen kitaplarda zikredilen öyle hadîslerle delil gösteriyorlar ki bunların ne ipi var, ne halkası, ne aslı bilini­yor, nede senedi!

Hadîsle uğraşanlar ise genelde, fıkıh ve usulünü bilme­yi, ondan hazinelerini ve inceliklerini çıkarabilme gücünü

6" Bu konuda bkz: "Fıkhu'z-Zekat" adlı kitabımızın Risale baskısının s. 966-7'deki 3 ve 4 no'lu dipnotlar, (c. 2, s. 972, 8. dipnot, M. Vehbe)

185

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

elde etmeyi ihmal ederek, imamların görüşlerine vakıf ol­mamakta, onların farklılık ve ihtilaf yollarını, ihtilaflarının sebeplerini, ictihadlarının çeşitliliğini iyi kavrayamamaktadırlar.

Halbuki her grup, kendisindekini tamamlayabilmesi için diğerinin ilmine muhtaçtır. Fakihe hadîs gereklidir, çün­kü fıkıh hükümlerinin çoğu sünnet ile sabittir. Hadîsçiye de fıkıh gereklidir, ta ki taşıdığını kavrayabilsin, sadece nakilci olmasın veya onu mânâsından başka bir şekilde anlamasın.

Bu durumu, geçmiş âlimlerimiz de anlamışlar ve onu ihmal edenleri şiddetle ayıplamışlardır. Hatta Süfyan ibn Uyeyne gibi bazı âlimlerden rivayet edilmektedir ki onlar şöyle demiştir: "Eğer yönetim bizim elimizde olsaydı, ger­çekten fıkıhla uğraşmayan her hadîsçiyi ve hadîsle uğraşma­yan her fıkıhçıyı hurma dalıyla döverdik."

Ne gariptir ki hükümlerde zayıf hadîsle amel edilmeye­ceği üzerine ittifak edilmesine rağmen, fıkıh kitaplarında birçok zayıf hadîs bulunmaktadır. Çoğunluk ise, zayıf hadîs­leri, sadece faziletler, terğib ve terhibde kabul etmiştir.

Dahası, fıkıh kitaplarında çokça zayıf, uydurma ve hiç­bir aslı-astarı olmayan haberler bile bulunmaktadır.

İşte büyük hadîsçilerden bazılarını fakihlerin istişhâd ettikleri hadîslerin tahrici için kitaplar te'lif etmeye sevk eden de budur.

İbn'ül-Cevzî'nin et-Tahkik fi Tahrici't-Tealik adlı kitapta yaptığı gibi ki, İbn Abdilhadi onu Tenkihu't-Tahkik kitabında hülâsa etmiştir.

Yine bazı hafızlar, bazı meşhur kitapların hadîslerini tahric etmişlerdir. Mesela Hafız Cemalüddin ez-Zeylai'nin (Ö.762) el-Hidaye kitabının hadîsleri için te'lif ettiği Nasbu'r-

186

 

SÜKNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Raye li Ehadîsi'l-Hidaye kitabı gibi -ki dört cilt halinde defa­larca basılmıştır-. Nitekim ibn Hacer de ona bazı ilmî faide-ler ilave ederek ed~Diraye fi Tahrici Ehadî$i'l-Hidaye kitabında ihtisar etmiş ve bir cilt halinde neşretmiştir.

Buna benzer bir çalışma, yine İbn Hacer'in Fethu'l-Aziz fi Şerhi'l-Veciz adlı kitaba yaptığı tahric kitabıdır. Bu kitap, Gazzali'nin el-Veciz adlı kitabına, er-Rafii'nin yapmış olduğu eŞ-Şerhu'l-Kebir adlı şerhtir. İbn Hacer Telhisti't-Habir adlı meşhur kitabıyla başta olmak üzere, bir çok kişi onun tahri­rini yapmıştır.

Fakihlerden bazıları da, bazı hadîsleri kitaplarında delil göstermişler, ancak sonradan gelen âlimler bu hadîslerin za­yıf olduğunu tespit etmişlerdir. Önceki fakihler, bilmeyerek yaptıkları bu istidlallerinde mazurdurlar. Fakat zayıf olduk­larını sonradan öğrenen âlimlerin, hâlâ böylesi hadîsleri de­lil göstermelerinde ise kabul edilebilecek bir mazeret yoktur. Şayet o, şeriat nasslarından başka bir delile, yahut genel ka­ideler ve külli maksatlardan birisine dayanmıyorsa, o hadîs­ten çıkarılan hükmün terk edilmesi gerekir.

Her kim, tâbi olunan mezheplerin meşhur fıkıh kitapla­rı üzerine yapılan bu işaret ettiğimiz tahric kitaplarını okur­sa, bu hususu bütün açıklığıyla kavrar. Nitekim bu;

- ez-Zeylai'nin Nasbu'r-Raye li Ehadîsi'l-Hidaye,

- ibn Hacer'in Teihİsu'l-Habir fi Tahrici Ehadîsi Şerhi'r-Ra-fiiyyi'} Kebir,

- Elbânî'nin İrvau'l-Ğalil fi Tahrici Menari's-SebİI ve

- Ahmed ibn es-Sıddik el-Gımari'nin, İbn Rüşd'ün el-Bi-daye'si üzerine yapmış olduğu, el-Hidaye fi Tahrici Ehadîsi'l Bidaye adlı eserlerde de açıkça ortaya çıkar.

187

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Zekat fıkhını incelerken, hadîs imamlarınca cerh edildi­ği halde, tâbi olunan mezheblerin istidlal ettiği birçok hadîs olduğunu mülâhaza ettim. Mesela:

"Sebzelerde zekat yoktur."

"Üzerinden bir yıl geçmedikçe bir malda zekat yoktur."

"Öşür ile haraç (Müslümanın arazisinden ikisi birden alınmak suretiyle) birleştirilemez."

"Malda zekattan başka bir hak yoktur."

Bu son hadîs fakihlerin yanında şöhret kazanmıştır. Onu büyük fakihlerden el-Maverdi e-Ahkamü's-Sultamyye'de, eş-Şirazi, el-Mühezzeb'de ve ibn Kudame el-Muğni'de zikretmişlerdir.

Halbuki Nevevî et-Mecmu'da bu hadîs hakkında: "Cid­den bilinmeyen, zayıf bir hadîstir." demiştir.a

Ondan önce el-Beyhâki ise es-Sünen'de: "Ashabımız, ta'lıklarda onu zikrediyor ama ona ait hiçbir isnâd ezberle­miş değilim" demektedir.b

Tirmizi'deS İbn Mâce'de, Taberi'nin tefsirinde11 hadîsin aslı: "Malda zekattan başka hak da vardır" şeklindedir. Son­ra İbn Mâce'nin bazı nüshalarında eski bir hata yapıldı ve hadîsin başına "leyse=yoktur" kelimesi ilave edildi ve hata bu şekilde yapılıp-devam edegeldi. Nitekim buna Tarhu't-Tesrib fi Şerhi'l-Takrib c.4, s, 18'de Hafız Zeyneddin el-Ira-ki'nin oğlu Hafız Ebu Zur'a da işaret etmiştir. Yine AHâme Ahmed Sakir ise Taberi tefsirine yaptığı tahricinde bunu be­yan etmiş 7 ve sadra şifa verecek kadar delil göstermiştir.

a" Bkz: a.g£, c. 5, s. 332

b" Bkz: a.g.e, c.4, s. 83-84

< Bkz: Tirmizî, Zekât 27.

d" Bkz: c. 3, s. 343-344

7" Bkz: Muhakkik es-Seyyid Ahmed Şakİr'in "Ma'rifetu's'Sanen ve'l-

188

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Fıkıh kitaplarının ve babların çoğunda hadîslerin bir ço­ğu bu türdendir, hafızlarca onun senedi bilinmez. Bu Hafız ez-Zeylai'nin Nasbu'r-Raye'de "garip" dediği şeydir. Bu ona has bir ıstılah olup, onun hadîsin senedini bulamadığını ifa­de eder. Hafız- ibn Hacer ise ed-Diraye'de böylesi durumlar­da "onu bulamadım" veya "onu merfu görmüyorum" gibi lafızlarla ilave eder.

Bu, bazı bablarda ise dikkat çekecek kadar çok olur.

ed-Diraye'Ğesi "Kitabu'z-Zebaih" bölümünün hadîslerini mütalaa ediyordum. Orada bazısı sahih, bazısı zayıf, bazısı ise hafızın bilmediği veya bulamadığı yirmiden fazla hadîs buldum. Bunlardan birkaçını zikredelim:

-  "(Mecûsilere) ehl-i kitap muamelesi yapın, ancak ka­dınlarıyla evlenmeyin, kestiklerini de yemeyin." (ibn Hacer) dedi ki "Onu bu lafızla bulamadım."3

-  "Allah'ın ismini ansın veya anmasın, Müslüman Al­lah'ın ismi üzerine keser" hadîsine de o, "Onu bu lafızla bu­lamadım" demektedir.1"

Asar"a yazdığı Mukaddime, s. 19-24, Medisu't-A'la li'ş Şuuni'1-İslâ-miyye baskısı, Kahire.

a" Bkz. İbn Hacer, ed-Diraye, c.2, s. 205. İbn Hacer orada şöyle demekte­dir: "Onu bu lafızlarla bulamadım. Ama Abdürrezzak ve İbn Ebi Şeybe Musanneflerinde Hasan İbn Muhammet) İbnu'l Hanefiyye'den başka bir lafızla rivayet etmişlerdir. Ve o, isnadı iyi olan mürsel bir haberdir. " A.g£., c, 1, s. 206. İbn Hacer her ne kadar, o lafızla bulamadığını söylemişse de, değişik lafızlarla buna yakın anlamda başka hadîsler rivayet etmiştir. Mesela Hz. Aişe'nin şu rivayeti bu hususta hüccettir. "Bir grup, Nebi (s.a.v.)'e gelerek: "Bazı insanlar bize et getiriyorlar ve biz onların bu hayvanları keserken Allah'ın adını zîkredip-zikretme-diklerini bilmiyoruz <ne buyurursun?) diye sordular. Nebî (s.a.v.) on­lara: "(Onu yemeden önce) siz besmele çekin ve yiyin!" buyurdu. (Buhârî, Buyu 5, Zebaih 21

189

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

- İbn Hacer, "Yalnızca besmele çekiniz" şeklindeki İbn Mes'ud hadîsine de "Onu bulamadım" dedi.fl

- "Boğazlama, boyun çukuru ile, iki çene kemiği arasın-da(n yapılır)" hadîsi hakkında o, "Onu bulamadım" dedi.b

- (Hayvanın boynundaki) boru ve damadan (evdac) di­lediğin şeyle kes!" hadîsi için de "Onu bulamadım" demiştir.^

-  "Nebî (s.a.v.) koyunun can damarına kadar kesilme­sinden nehyettİ." Musannif dedi ki: "Yani bıçağı ta can da­marına kadar vardırmaktan (nehyetti)." Hahz ibn Hacer ise "Onu bulamadım" dedi.d

- "O (s.a.v.), Hz. Aişe kelerden sorduğunda onu yemek­ten nehyetti" hadîsi için de o "Onu bulamadım" dedi.e

- "O (s.a.v.), yengeç satışını yasakladı" hadîsi için de ibn Hacer "Onu bulamadım" dedi. Bu durumda olan daha baş­ka hadîsler de vardır.s

a Merginani, Hidaye c. 4, s. 64'de bu haberi İbn Mes'ud'un sözü ola­rak zikretmiştir.

"" İbn Hacer, Abdürrezzak'ın başka lafızlarla, buna yakın anlamda bir haberi Hz. Ömer ve İbn Abbas'tan mevkuf rivayet ettiğini belirt­miştir.

e" Her ne kadar Zeylaİ ve İbn Hacer tahriderinde işaret etmemişler­se de, gerek Bulıâri, Zebüih 24'de zikredilen İbn Cureyc'in Ata'dan naklettiği "Kesim, boyundaki evdac (denilen boru ve damarlar)ın ke­silmesidir" sözü, gerek İmam Malik'in Muvatta, Zebaih 6'da nakletti­ği İbn Abbas'ın "Boyundaki boru ve damarları (evdac) kesilen hay­vanı yiyin!" sözü ve gerekse Ebu Davud'un, Edahi iTde Resûlul-lah'ııi (s.a.v.) yasakladığı şeytan kesimi hadîsi, İmam Mergînani'nin

Soruşunu desteklemektedir. " Ancak hem Zeylai, hem de İbn Hacer aynı anlamdaki Taberanİ'nin Mu 'ceminde rivayet ettiği İbn Abbas hadîsini kaydetmişlerdir. e" Bkz: Ebu Davud, Et'imi, 28. Hattabı, isnadını iyi görmemiştir. 8" Bkz. İbn Hacer, ed-Dimye fi Tahrici'l-Hidaye (Haşim el-Yemani'nin ta'likıyla) c. 2, s. 205-213 arası. Ayrıca karşılaştırınız: Zeylai, Nasbu'r-Raye li Ehadisıl-Hidaye, c. 4, s. 181-201 arası. (ÇCv.)

190

 

SÜNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Her ne kadar, oranı, mezhepten mezhebe değişse de bu sadece -isimlendirdikleri gibi- Re'y ehlinin kitaplarına özgü olmayıp, aksine diğer mezheplerin kitaplarına da şamildir ve onlarda da zayıf olan ve aynı şekilde aslı olmayan haber­ler bulunmaktadır.

Rafii'nin, Gazzali'nin - ki ikisi de Şafii imamîardandır-Veciz adlı kitabına yaptığı şerhindeki hadîsleri tahrir eden Hafız ibn Hacer'in Telhisu'l-Habifine bakan kimse bunun doğruluğunu orada açıkça görür. O İbn Hacer de Şafii olma­sına rağmen, kitapta delil olarak gösterilen hadîslerin bir ço­ğuna zayıf demiştir. Çünkü hakk, uyulmaya daha layıktır.

Yine bu hususta Hafız Ebu Bekir Ahmed ibn el-Huseyn el-Beyhâki (Ö.458), İmamü'I-Harameyn'in babası, İmam Ebi Muhammed Abdullah b. Yusuf el-Cüveynî (ö. 438)'ye, onun el-Muhit adlı kitabında bulunan bazı hadîs hatalarını edepli bir şekilde tenkîd ederek ona yazmıştır. Mesela, kitaptaki ilk hadîs "Güneşte ısınmış su ile yıkanmaktan nehy"dir ki bu sahih olmayan bir hadîstir.3

Beyhâki'nin insafındandır ki; o, ashabından Şafii hadîs-çileri, kendisiyle ihticacın sahih olduğu haberlerle, sahih ol­mayanları birbirinden ayırma ve zayıf ya da meçhul kimse­lerden rivayet konusunda gevşek davranmalarını ayıplaya­rak, onları bundan nehyeder. O bunu er-Rasinetu'r-Rakine adlı risalesinde söylemektedir. 9

Bundan, daha garibi ise bizzat fıkıh usûlü kitaplarının bile zayıf, uydurma ve asılsız haberlerden hâli olmamasıdır.

a~ Bkz. Îbnu'l-Cevzi, a.g.e., c. 2, s. 78-80; Suyutî, el-Lealiu'l-Masnus, c. 2, s. 5-6)

9" Onu, el-Mektebetü'l-İslâmi Beyruft’da bastı. Mektebetü't-Terbiyye !i'd-Düveli'l-Ha!ic'de neşretti.

191

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Mesela:

-"Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uysanız hidayete ulaşırsınız."3

-  "Müslümanların güzel gördüğü şey Allah katında da güzeldir."b

-  "Ümmetimin ihtilali rahmettir."c vb. araştırmacılarca bilinen usûl kitaplarını okuyanların bulabileceği hadîsler­dendir.

2- TEBLİĞ VE REHBERLİK ALANINDA SÜNNET

a" Bkz: Zeyraiddin e!-lraki, Tahricu Ehadîsi Muhtasari'l-Minhac, nu; 55 ve bu eseri tahkik eden Suphi el-Bedri el-Samerrai'nin dipnotta gös­terdiği kaynaklar: Sehavi, el-Mekasidü'l-Hasene, s. 26-27, nu: 39; Adu-ni, Keşfu'l-Hâfâ, c. 1, s, 66, nu: 153

k" Ahmed ibn Hanbel, Müsned, c. 1, s. 379, Heysemi, Mecmeu'z-Zevaid, c. 1, s, 177-8 Ricalin güvenilir görüldüğünü söylemiştir. Sehavi, a.g.e, s. 367, nu: 959; Aeluni a.g.t>, c.2, s. 245, nu: 2214

°" Zeynuddin el-Iraki, a.g.e, nu: 60 ve dipnotları. Sehavi, a.gs, s.26-27, nu: 39; Aduni, a.g.e, s. 66-68, nu: 153)

192

 

Sünnet; bir davetçinin okuyacağı hutbesinde, yapacağı va-azmda, vereceği dersinde Kur'an'dan sonra sarılacağı kuru­mayan bir kaynak, tükenmeyen bir hazinedir.

Onda, katılaşmış kalpleri yumuşatacak, kuru gayretleri yönlendirecek, gafilleri uyaracak aydınlatıcı yaklaşımlar, te'sirli deliller, engin hikmetler, özlü sözler, etkileyici vaaz­lar, ibret verici meseller, eğitici kıssalar, çeşitli emir ve nehy-ler, vaad ve vaid, terğib ve terhib vardır. Ve o, insanın iç un­surlarının hepsine, aklına ve kalbine- hitap ederken Kur'an çizgisinde seyreder. Ve yine o, uyanık bir zekâya, temiz bir kalbe ve kuvvetli bir vücuda sahip olgun bir Müslüman şah­siyetin oluşturulmasına çalışır.

Başarabilen bir davetçi için sünnet kitaplarında engin bir servet vardır. O, azığını bundan edinir, kabım (bilgi da-

193

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

ğarcığını) ondan doldurur, davet ve önderlik için esas mah­sulünü Kur'anî bilgisiyle birlikte sünnetten devşirir.

Davetçinin itimad edip, doyasıya istifade etmesi gere­ken sünnet kitaplarının başında, ümmetin kabulünü görmüş iki Sahih kitabı vardır ki bunlar; Buhârî'nin Sahih'i ile Müs­lim'in Sahih'idir. Bu iki sahihin ancak sayılı bazı hadîsleri tenkîd edilmiş olup, onların çoğu hakkındaki tenkid; şeklî ve teknik durumlarla ilgilidir.* Sonra, Ebu Davud, Tirmizi, Ne-saî ve Ibn Mâce'nin Sünen kitapları başta olmak üzere. Ma­lik'in Muvatta'ı, Ahmed'in Müsned'i, Darimi'nin SUnen'i, Ibn Hüzeyme ve İbn Hıbban'ın Sahihleri, Hakim'in Müstedrek' i, Ebu Ya'lâ ve Bezzar'ın Müsnedleri ve Taberani'nin Mu'cem-leri vb. tenkîdçi hafızların hadîslerinin sahih-hasen olduğu­nu ifade ettikleri diğer sünnet kitaplarındandır. Bunun yanı sıra o, maalesef hatiplerle, dini mürşitlerden çoğunun ser­mayesi olan, zayıf, münker ve uydurma hadîslere itimat da etmemelidir.

Allah Teâlâ'nın fazhndandır ki, temel sünnet kitapların­dan bir kısmına hizmet yapılıp, tahkik edildi. Malik'in Mu­vatta'ı, Müslim'in Sahih'i ve İbn Mâce'nin Sünen'i, sünnetin hizmetçisi Muhammed Fuad Abdülbaki'nin (r.a.) bir hizme­ti olarak tahkik edilmiş, rakamlanmış ve fihristi çıkartılmış olarak basılırken, aynı şekilde Ebu Davud'un Sünen'i ile Tir-mizi'nin Sünen'i de tahkikli, rakamlı ve fihristli bir şekilde kardeşimiz üstad De'as'in hizmeti olarak yayınlandı.

Bundan daha büyük bir hizmet ise; hadîslerin tahricinin yapılması, hadîsin derecesinin beyanı ve onun sahihinin za-

* Bu konuda "Müslüman Alimlerin Buharı ve Müslim'e Yönelik Eleştiri­leri" isimli değerli bir makale için Bkz: M. S. Hatiboğlu, İstâmîAraştır­malar Dergisi, Hadîs-Sünnet Özel Sayısı, 1997)

194

 

SÜNNET) ANLAMADA YÖNTEM

yıfından ayrılmasıydı. Nitekim, hadîsçi Şeyh Nasıruddin El-bânî'nin10, Sahihu İbn Mâce (İbn Mâce'nin Sünenindeki Sahih Hadîsler), Sahihu't-Tirmizi ve Sahihu'n-Nesaf adlı çalışmaları yayınlandı. Sahihu Ebu Davud ise yine onun bir çalışması ola­rak yakında çıkacaktır. Yine Şeyh Şuayb el-Arnavut'un11 tahkik ve tahriciyle Sahihu İbn Hıbban'ın ciltleri de tamam­lanmak üzeredir. Bilindiği gibi bundan önce de Dr. Muham­med Mustafa el-Azami'nin tahkiki ve Elbâni’nin tahriciyle İbn Huzeyme'nin Sahih'i yayınlanmıştı.

Yine bundan önce AUâme Ahmet Muhammed Şakir'in tahkik ve tahriciyle Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inden on beş cilt çıktı ki bu, kitabın üçte birine yakındır. Bundan daha önce ise Şeyh Ahmed Abdurrahman el-Benna, Müsned'i mevzularına göre tertip edip, onu şerhetmiş ve eser yirmi üç cilt olarak çıkmıştır. Keza Şeyh Şakir, Hafız İbn Kesir'in tef­sirinden bir öz, hülâsa çıkarmaya çalışmış, onu Umdetu't-Tef-sir diye isimlendirmiş ve ondan on beş cilt yayınlamış, ancak onu da tamamlayamamıştır.

Aynı şekilde yine o ve onun edebiyatçı ve muhakkik kardeşi Mahmud Muhammed Şakir, İmam Taberi'nin (Ö. 310) tefsirinden tahkik ve eserlerin tahriciyle on küsur cilt yayınlamışlar, sonra büyük kardeş Şeyh Ahmet vefat etmiş, ondan sonra üstad Mahmud iki cilt daha çıkarmış, daha son­ra ise, bu büyük ilmî çalışma durmuştur.

'"" Beyrut'taki er-Risale Müessesesi neşretti.

"' Çünkü bu, Ali ibn Yezid el-İlhani'nin rivâyetindedir. Buhârî onun hakkında "Münkeru'l-Hadîs" der. Nesaî onun sika olmadığını söy­ler. Darekutni ise metruktür der. O da Kasım Ebi Abdurrahman'dan rivayet etmiştir- Ahmed ibn Hanbel onun hakkında "Ali ibn Yezdi ondan acaib şeyler rivayet etmiştir" demiştir. Ibn Hıbban ise şöyle der: "Sahabeden mu'dal haberler rivayet eder, sika kimselerden mak-lub rivayet getirirdi."

195

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Yine, Abdürrezzak es-San'ani'nin (Ö. 211) Kitabu'i- Musannefi Hindli hadîsçi Şeyh Habiburrahman el-Azami'nin tahkiki ile on bir cilt halinde çıkmıştır.

Aynı şekilde bazı mühim 'derleme' kitapları da tahkik edilmiştir. Mesela, Elbânî'nin tahkik edip kısaca hadîslerini tahric ettiği el-Hatip et-Tebrizi'nin {ö. 737 H.) Mişkatü'l-Me-sabihi ve Elbânî'nin sahihini zayıfından ayırarak, Suyutî'nin el-Camiu's-Sağir'i üzerine yaptığı Sahihu'I-Camii's-Sağir ve Zi-yadetuh kitabı gibi.

Yine Abdülkadir el-Arnavut'un tahkik ve tahric ettiği, İbnu'l-Esir'in (ö. 606) Camiu'l-UsûI'ü yayınlanmıştır. Daha önce ise -tahkik edilmiş olmasa da- Nureddin el-Heysemi'nin (ö. 807) Mecmau'z-Zevaid adlı kitabı çıkmıştır. Onun özelliği ise hadîslerin sahih veya zayıf olduğuna hükmetme-sidir. Kitap, Ahmed, Bezzar ve Ebi Ya'lâ'nın Müsnedlen ile Taberani'nin üç Mu'ceminin hadîslerinden Kütüb-i Sitte'ye ziyade olanlarını vermektedir.

Hakim'in (ö. 405) MüstedreVi ve Zehebi'nin onun üzeri­ne yaptığı (ö. 738) Teihis'i ise defalarca basıldığı halde, henüz tahric ve tahkik edilmemiş önemli kitaplardandır.

Yine îbn Kayyim'in (ö. 751) Zâdü'LMeâd'i gibi önemli kitaplar tahkik edilmiş, tahrici yapılmıştır. Onu Şuayb Arna­vut tahkik etmiş ve Risale (Müessesesi) beş cilt halinde, ayrı-ca bir cilt de fihrist hazırlayıp neşretmiştir.

Yine oldukça faydalı ve bereketli bir kitap olan Neve-vî'nin (ö. 576) Riyazu s-Salih'm adlı kitabını Elbânî ve Şuayb Arnavut tahric ve tahkik etmişlerdir.

Öte yandan faydalanılması ve başvurulması gereken eski tahricler de vardır. Hafız Zeynuddin el-Iraki'nin (ö. 806), Gazzali'nin (Ö. 505) îhytf sıma hadîslerini tahric ettiği ve

196

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

el-Muğni an Hamli'1-Esfar fi Tahric-i ma fi'İ-lhyai mine'l-Ahbar diye isimlendirdiği kitabı gibi ki, İhya'nın dipnotlarında ba­sılmıştır. İhya'yı okuyan kimse, Gazzali'nin istişhad ettiği hadîslerin derecesini öğrenmek için ona müracaattan müs­tağni olamaz. Çünkü İhya'da nice zayıf hadîsler, nice asılsız ve uydurma olduğuna hükmedilmiş haberler vardır! Keza, Hafız İbn Hacer el-Askalani'nin Keşşaf Tefsiri'nin hadîslerine tahrîri gibi, ki bu da tefsîrciler arasında dolaşan ve birbirin­den naklettikleri hadîslerin birçoğuna bakma açısından fay­dalıdır.

Diğer yandan bilinen bazı kitapların şerhleri vardır. Bunların en büyüğü İbn Hacer'in Fethu'l-Bari fi Şerhi'I-Buhâ-n~sidir ki Şevkânı onun hakkında: "Fetihden sonra hicret yoktur" demiştir.a Gerçi bunun yanı sıra gerek ondan önce, gerek onunla muasır ve gerekse ondan sonra yazılmış ve her birisinden istifade edilmesi gereken diğer şerhler de vardır: Kirmani'nin (ö- 676) el-Kevakibud-Derari, el-Ayni'nin (ö. 852) Umdetu'İ-Kari ve el-Kastalani'nin (ö. 923) İrşadü's-Sari serleri gibi...

Yine Nevevî Şerhi, (Kadı) İyaz, Übbî ve Senusî'nin şerh­leri gibi Müslim şerhleri de vardır.

Ebu'l Velid el-Bâcî'nin (ö. 474) ei-Münketa'sı ve es-Suyu-tî'nin Tenairu'l-Havatik şerhi gibi Muvatta şerhleri de vardır.

Yine Ebu Davud şerhleri vardır ki en değerlileri, İmam Hattabfnin (ö. 388) Meâlimü's-Sünem ve İbn Kayyim'in Tez-hibu Süneni-i Ebi Davud diye isimlendirilen talikidir.

a" Burada Şevkâni: Hz. Peygamber'in "Mekke'nin fethinden sonra hicret yoktur" hadîsine telmih yaparak, bu şerhin başka bir şerhe, bak­maya gerek kalmayacak kadar yeterli olduğunu söylemek istemiştir.

197

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Hind âlimlerine ait yeni şerhlerden ise ed-Diyanevs (el-Azimabadi'nin) Avnu'l-Ma'bud'u, es-Seharenfuri'nin (ö. 1346) Bezlu'l-Mechıtd fi Halli Ebi Davud'u (Şeyhu'I-Hadîs el-Kandehlevi'nin ta'lıkı ve es-Seyyid Ebi'l-Hasen en-Ned-vi'nin takdimi ile), el-Cem'iyyetü'ş-Şer'iyye'nin kurucusu Şeyh Mahmud Hattab es-Subkfnin el-Menhelu'l Azbu'l-Mev-rad'ı vardır ki bu doyurucu bir şerh olup, on cilt çıkmış ve müellif onu tamamlayamamıştır.

Tirmizi şerhlerinden ise, eskilerden en büyüğü ünam Ebu Bekr İbrahimü'l-Arabi'nin (ö. 543) Aridatü'l-Ahvezi'si, yenilerden ise el-Mübarekfuri'nin Tuhfetü'l-Ahvezi'si mev­cuttur.

Nesaî ise, Ebu Davud ve Tirmizi gibi şerh edilmemiştir. Ancak onun üzerine Suyutî'nin ve bir de Sindî'nin (ö. 1139) haşiyeleri mevcut olup, ikisi de onunla beraber basılmışlar­dır.

Mişkatü'l-Mesabih'in de şerhleri vardır. En meşhuru ise Aliyyü'l-Kari'nin (ö. 1014) Mirkatü'l- Mefatih adlı şerhidir ve beş cilt halinde basılmışlardır.

Aynı şekilde Hind âlimlerinden Ubeydullah el-Mübarekirî'ye ait Mir'atü'l-Mefatih adlı, doyurucu yeni bir şerh daha vardır.

Riyazü's-Salihin'in de tanınmış bir şerhi vardır. O da Ibn Allân'a (Ö. 1057^ ait Delilü'l-Fâlihin olup sekiz cilt halinde ba­sılmıştır.

Onun yeni şerhlerinden ise merhum Dr. Suphi es-Sa-lih'in Menhelü'UVâridin'i ile Dr. Mustafa el-Hmn ve arkadaş­larına ait olan Nüzhetü'l-Müttekitt'i zikredebiliriz.

Yine Nevevî'nin el-Ezkâr adlı kitabına Ibn Allân'a ait el-Fütuhatü'r-Rabbaniyye adlı yedi ciltlik bir şerh vardır.

198

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Aynı şekilde onun küçük ama meşhur el-Erbain en-Nevevîyye'sine de birçok şerhler yazılmıştır. Fakat onların en iyi­si, en genişi ve en faydalısı İbn Receb el-Hanbeli'ye ait (ö. 795) Camiu'l-Ulûm ve'l-Hikeın adlı şerhtir. Müellif kırk hadîsi elliye tamamlamıştır. Henüz tamamlamamışsa da, onu Dr. Muhammed el-Ahmedî Ebu'n-Nûr tahkik etmektedir.

Yine faydalı kitaplardan, hadîslerin ardında yatan dinî-içtimaî sır ve hikmetleri açıklayan ed-Dehlevî'nin (ö. 1176) Hüccetü'l-Baliğa adlı kitabını zikredebiliriz.

Basiretli bir davetçi, hadîs kaynaklarında en fazla ihti­yaç duyduğu kitapları ve babları bilir.

Her ne kadar ufku geniş olan, güçlü bir davetçi, hadîs bablarının hepsinden istifade ederse de, şüphesiz, iman, tev-hid, ibadetler, ilim, edep, zühd, rikak, zikr, Kur'an, dua, iyi­lik ve (eş-dost) ilişkileri, ahiret, cennet-cehennem halleri, si­yer ve meğâzi, kıssalar ve tarih vb. kitap ve bablar davetçi-nin dikkatini direkt hükümlerle ilgili hadîslerden daha çok çeker.

A- Delil Gösterilecek Hadîsin Sıhhatinin Araştırılması

Burada, davetçiler için önemli olan husus, herhangi bir mâ­nâ, herhangi bir değer veya herhangi bir durum üzerine bir hadîs ile delil getirirken güvenilir kaynaklara dayanmaları, kültürlerini zayıf, münker, uydurma ve aslı olmayan hadîs­lerden kurtarmalarıdır. Gerçekte bu, bütün ilim ehlinin gö­revidir. Bunlar öylesi haberlerdir ki, dinî kültürde yazılan ki­tapların çoğunun içi bunlarla şişirilmekte, makbul ve mer-dûd sınıflar arasında fark gözetilmeksizin sahih ve hasen ha­dîslerle karıştırılmaktadır. Hadîsin insanlar arasında şöhret kazanması, kitaplarda veya dillerde yaygın olması bazı in-

199

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

sanları aldatmaktadır. Bu da, o insanların böylesi haberlere güvenmelerine ve geçiş izni verip-kabul etmelerine yetmek­tedir.

Araştırmacı larca bilindiği gibi, hadîs bazen dillerde meşhur olabilir. Oldukça zayıf, hatta belki de aslı olmayan veya uydurma bir hadîs olduğu halde insanlar onu birbirle­rinden nakleder dururlar.

İşte birçok âlimin, insanların dilinde meşhur olan hadîs­lerin sıhhat derecesini beyan için özel kitaplar yazmalarının sebebi budur. Mesela bunlardan; Zerkeşî'nin (ö. 794) et-Tez-kira bi'l-Ehadîsi'i-Müşlehim adlı kitabını, İbnu'd-Deyba'nm Temyizü't-Tüyyîb mitte't-Hobis fima Yedûrü ala Elsineti'n-Nâsi tnine'l-Hadîs adlı kitabını, Hafız İbn Hacer'in (ö. 852) ei-Le-âliu'l-Mansûra fi'l-Ehadîsi't-Meşhûra adlı kitabını, Suyutî'nin (Ö. 911) ed-Deruru'İ-Miinteşira fi'l-Ehadîsi'l-Müştehira adlı ki­tabını, Sehâvî'nin (ö. 902) e!-Mekâsidu'l-Hasene fîmâ'ştehera mine'l-Hadîsiaie'S-EIsine adlı kitabını ve Zurkanî'nin (1122) ona yapmış olduğu Muhtasar'ını zikredebiliriz.

Onların en kapsamlısı ise Aclûnî'nin (Ö.1162) Keşfu'i-Hafâ ve Müzilü't-îlbâs amma'ştehera mine'I-Hadîsi alâ Elsine-ti'n-hlâs kitabıdır.

Aynı şekilde İbnu'l-Cevzîa, Suyutîb, Kâric veya et-Mev-zûatu'l-Kübrâ. (Ayrıca "et-Mevzûatu'l-Suğra" adlı eseri Ab-dülfettah Ebu Gudde'nin tahkik ve ta'hklarıyla 1959 ve 1978 -Beyrut'da iki kez basılmıştır.), Şevkânid, Leknevî^,

a" İbnu'l-Cevzî, d-Mevzûât

Suyutî, d-Leâliu İ-Masmıa fi'l-Elıâdısı't-Meozûa c~ Aliyyu'1-Kâri, et-Esrâru'l-Merfûa ffi'l-Ahbâri'l-Meuzûa *"" Şevkini, el-Fevâidi'l-Mecmûa fi'l-Ehadisi't-Mevzûa e" Leknevi, el-Asâm'l-Merfûa fı'l-Ehodbi'l-Meozûa

200

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

İbn Arrâk1, Elbânîs; ve başkalarının11 sırf uydurma hadîsleri beyan etmek için yazdıkları müstakil kitaplar da bu sahada önemlidir.

Tasavvuf, vaaz ve rekâik kitaplarında da' bu tür hadîs­ler çoktur ve okuyucuları onlardan sakınmalıdır.

Tefsir kitapları da böyledir. Özellikle de surelerin fazi­letleri, peygamberler ve salih kimselerin kıssaları ve nüzul sebebiyle ilgili haberlerden ancak bir kısmı sahihtir.'

Yakınlarda yapılan bir konferansta araştırmacılardan birisi, Sa'lebe İbn Hatibi kıssasını delil olarak zikretti. Tefsir-ciler bu kıssayı Tevbe süresindeki şu ayetin nüzul sebebi ola-

** İbn Arak, Teıızihu'f-Şeriali'i-Merfûa atıi'l-Ahbâri'ş-Şaûiıli't-Mevzihı &~ Elbânî, S'hüetu'l-Ehadîsi'i Mevzua

h"Aynca, mesela: Sağanî'nin d-Mcvzûat'mt, İbn Kayyım el-Cevziy-ye'nin d-Menânu'l-Mümp's-Sahihi vez-Zaifirn zikredebiliriz ki onu hem Ebu Gudde, hem de Muhammed es-Sebbağ tahkik etmiştir. '" Bu hususta da İbn Teymiyye'nin Etıadîsıt'l-Kııssâs'ı ile Suyutî'nin Tazluru't-Hgvâs min Ekazı'l-Kussâs'ını zikredebiliriz. '" Bu konuyla ilgili geniş değerlendirme için Abdülfetah Ebu Gud­de'nin, Leknevfnin et-Ecvibeiii'l-Fâdık ii'l-Es'üeti'i-AşereH'l-Mmik ad­lı eserine yapmış olduğu kıymetli (alıklarına bakınız. S. ] 32-138. Ebu Gudde, orada Zemahşerî, Beyzavî, Ebu's-Suud, Kurtubî ve İsmail Hakkı'nın tefsirlerini bu yönüyle ciddi bir şekilde eleştirmiştir. y Sa'iebe kendisine mal verilmesi için Peygamberimiz'd en ısrarla Al­lah'a dua etmesini isteyen, zengin olduğunda hak sahiplerine hakkı­nı ödeyeceğini vadeden, ancak duanın ve isteğinin gerçekleşip, malı çoğalınca sırayla cemaati, vakit namazlannı, cumayı, zekatı terk eden meşhur kıssanın kahramanıdır. Onun önce Hz. Peygamber'in zekat memurlarının istediğini, cizyeye benzeterek vermediği, sonra onun durumunu bildiren bu ayetlerin inmesiyle pişman olarak zekatını takdim etmesine rağmen Hz. Peygamber'in ve O'na uyarak dönemle­rinde Ebu Bekr, Ömer ve Osman'ın (r.a.) onun zekatını almadıkları ve Hz. Osman'ın döneminde helak olduğu uzunca anlatılır. (Bkz: (İb-nu'l- Esir; Üsdü'l-Gâbe 1., s. 283, nu: 590, Kahire, Şa'b baskısı, Kurhıbi Tefsiri VIII. 209 lîeyrut, Daru'ş-Şam]

201

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

rak zikrederler: "Onlardan kimi de 'Eğer Allah, lütuf ve ke­reminden bize verirse elbette sadaka vereceğiz ve faydalı in­sanlardan olacağız' diye Allah'a and içtiler. Fakat Allah on­lara fazl u kereminden verince onda cimrilik edip (sözlerin­den) döndüler. Zaten onlar (dönek) insanlardır. Kendisine verdikleri sözden döndüklerinden ve yalan söylediklerin­den dolayı, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar Allah, on­ların kalplerine iki yüzlülük sokmuştur." (Tevbe: 75-77)

Oysa Hafız Ibn Hacer'in Keşşaf tahririnde dediği gibi kıssanın senedi cidden zayıftır.12

B- Vaizlerden Çoğunun Afeti

Birçok İslâm beldesinde bulunan mescidlerdeki hatip ve va­izlerin çoğunun afeti, onların geceleyin odun (ile birlikte yı­lanları da) toplayanlar gibi olmalarıdır. Onların düşüncesi, sahih veya hasen bir senedi olmasa da, halkı harekete sevk edecek hadîsleri almaktır. Öyle ki, neredeyse bulunduğum her Cuma hutbesinde veya her vaaz dersinde zayıf hadîsler­den, hatta çok zayıflarından, bazen de uydurmalardan bir demet işitmişimdir.

Sanırım "Nebevi Sîret" münasebeti ile bulunduğum bir beldede Nebî'nin (s.a.v.) şahsiyeti, suretinin temizliği, şeklinin güzelliği, ahlâkının büyüklüğü etrafında dönen bir hutbeye şahit oldum. Bu konu ise, apaçık Kur'an ve sahih sünnetten sabit olmuş gerçeklerle dolu, zengin bir konu­dur.

Fakat hatib, bilgi dağarcığından zayıf, münker veya uy­durma yahut âlimlerin 'ne ipi var, ne de sapı' dedikleri aslı bilinmeyen birçok hadîsler boşaltırken, sahih veya hasen ha-

12- El-Feteva el-Hadîsiyye, s. 32-44, Daru'l-Marife baskısı, Lübnan.

202

 

dislerden sadece iki veya üç tane zikretti. Şimdi bu hadîsler­den bazılarını zikrediyorum:

"Allah'ın ilk yarattığı şey, Nebî'nin (s.a.v.) ruhudur."3

"Allah Hz. Peygamber için anne-babasına hayat verdi ve O'nun eliyle Müslüman oldular."b

"Kim Muhammed ismiyle şereflenirse ona şefaat vacib olur."11

"Ve Nebî'nin (s.a.v.) doğumunda meydana gelen olağa­nüstü olayları anlatan hadîsler.. "d

Ondan duyduğum garip şeylerden biri de O'nun üm­metinin fazileti hakkındaki şu hadîstir: "Ümmetin âlimleri, İsrail oğullarının Nebileri gibidir."e

Hadîs meşhur uydurmalardan olup, âlimler, ıstılah ki­taplarında onun yalan olduğunu ifade etmişlerdir.

Mezkur hatip, zikrettiği bir hikayeyi de hadîsin sahih olduğuna delil getirdi. Hikayenin içeriği ise İmam Ebu Ha-mid Gazzali rüyada veya ruhlar âleminde efendimiz Musa (a.s.) ile karşılaştı. Allah'ın kelimesi Hz. Musa ona "İsmin ne?" diye sordu. O: "Muhammed b. Muhammed b. Muham­med el-Gazzali et-Tûsî..."dedi. Hz. Musa dedi ki: "Sana is­mini sordum, nesebini sormadım." O ise "Sen de, Allah sa­na 'sağ elindeki nedir?' diye sorduğunda, O'na 'Asadır' de­yip susmadın! Ve 'O benim asamdır. Onun üzerine dayanı-

a" Bkz: Acİûnî, Keffu'l-Hâfâ, c. 1, s. 311-2, nu: 827

b" Bkz. İbnu'l-Cevzi, ei-Mevzûat, c. 1, s. 283-4

c" Bkz. İbnu'l-Cevzi, e]-Mevzûal, c. 1, s.154-8; Suyutî, et-LeStiu'l-Masûa,

c. 2, s. 102-106)

d- Bkz. İbn Sa'd, et-Tabakâtü'i-Mbra, c. 1, s. 150-168; Taberi, Tarih, c. 2,

s. 166-7)

e" Sehavî, el-Mekasidü'I-Hasene, s. 286, nu: 702; Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, e.

1, s. 83, mı: 1744

203

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

rım. Onunla davarlarıma dal koparırım ve benim için onda daha başka ihtiyaçlar da vardır.' (Tâhâ, 17-18) diye cevap verdin?!.."

Hatib; "Böylece Gazzali, Hz. Musa'ya (a.s.) diliyle üs­tün geldi." dedi. Hatip bununla yalan hadîsin doğruluğunu ispat etmiş oldu. Böylece o, sahih ve hasen hadîslerden olu­şan sermayenin yokluğuyla, garip hikayelerden, rüyalardan ve isrâiliyyâttan oluşan kesat malı revaca çıkarttı. İktisatçıla­rın dediği gibi 'âdi para, iyi parayı defeder.'

Aslında bu, eski bir âfettir. Hatta, hadîs rivayetinde ba­zı müteşeddid (sıkı kurallarla hareket eden) güvenilir ilim ehli kimseler bile vaaz konularını te'lif ederlerken, oldukça gevşek davranmışlardır. Nitekim, e!-Mevzûâl ile el-İlelu'l-Mütenâhiye vb. kitaplarındaki sıkılığa rağmen, Ebu'l-Ferec İbnu'l-Cevzî'nin (ö. 597) Zemmu'l-Hevâ gibi vaaz kitapların­da bile aynı şeyi görmekteyiz.

Bunun gibi, Hafız, Tenkitçi Şemsüddin ez-Zehebî dahi vaaz mahiyetindeki el-Kebâir adlı kitabında çok müsamaha­kâr davranmıştır.

Aynı şekilde Hafız el-Münzirî de et-Tergîb ve't-Terhîb adlı kapsamlı kitabında -kendisini (r.a.) müstağni kılacak sağlam haberler varken, zayıf, münker ve hatta uydurma ha­dîslerden büyük oranda zikretmiştir. Lakin, özellikle asrımız okuyucusu gafil olsa da el-Münzirî, Mukaddime'sinde zikret­miş olduğu bazı işaretler ve ıstılahlarla bu hususa tenbih et­miş ve böylece sorumluluktan kurtulmuştur.

İşte beni, Katar'da Sünnet ve.Sîret Araştırmaları Merkezİ'nde iki cilt halinde çıkan, onun sahih ve hasen hadîslerini tahric ettiğim Müntekâ adlı çalışmaya sevk eden âmil budur.

204

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

C- İbn Hacer el-Heysemî'nin Fetvası

Meşhur Şafiî fâkih, Allâme İbn Hacer el-Heysemî, zamanın yöneticilerinden naklettiği hadîslerin râvisini açıklamayan, sahih haberleri batıl haberlerle karıştıran her hatibi, hitabet­ten men etmelerini, ısrarla istemesiyle gerçekten isabetli bir iş yapmıştır.

Nitekim, el-Fetevâ el-Hadisiyye'sinde şöyle demekte: Kendisine "Her Cuma minbere çıkan ve ne hadîsi aldığı ki­tabı, ne de râvilerini açıklamadan konuşmasında birçok ha­dîs zikreden hatibin hakkında gereken nedir?" diye sorulun­ca, şöyle cevap verdi:

"Hadîste ehil olmak şartıyla, hutbelerinde hadîslerin râvilerini veya onları zikredenleri belirtmeksizin hadîs oku­ması veya müellifi hadîste otorite olan bir kitaptan naklet­mesi caizdir. Ancak, müellifi hadîs ehlinden olmayan bir ki­taptan, hadîste ehil olmayan bir hatibin, konuşmasında, sa­dece kitaptan okumasına dayanarak hadîs zikretmesi caiz değildir. Bu şekilde davrananlar şiddetli bir ta'zir cezasına çarptırılır. İşte birçok hatibin durumu böyledir. Çünkü on­lar, rastladıkları kitaptaki hadîsleri, onların aslı olup-olma-dığına bakmaksızın ezberleyip onlarla hutbe okuyorlar. Dolayısıyla her belde yöneticilerine hatiplerini bu şekilde davranmaktan sakındırması düşer. Eğer durumunu düzelt-memekte ısrar ederse, o yöneticilerin yapması gereken şey, hatibi bu şekilde hitabetten alıkoyması, görevden uzaklaş-tırmasıdır." Devamla: "Bu durumda hatibe düşen ise, eğer hadîsin sahih bir isnadı varsa, -kendisine itiraz olmaması için- rivayetinde hadîsin isnadını açıklamasıdır. Aksi taktir­de itiraz edilebilir. Hatta, yöneticinin, hatibin haksız yere böylesi yüce bir mertebeye karşı cüretkâr davranmasına

205

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

son vererek, onu hatiblik görevinden alması bile caiz olur."13

Keşke bu hüküm, günümüzdeki hatiblere de uygulan­sa. Bu durumda, hadîsleri bilmediklerinden ve kabul gören hadîs ile reddedilmesi gereken hadîsleri birbirine karıştır­dıklarından dolayı, çoğu hatip görevden alınırdı.

Tergîb ve Terkibe Dair Zayıf Hadîs Rivayeti Bence bu tür zayıf, münker ve uydurma hadîslere bü­tün hatip ve va'z-u nasihat edenlerin ilgi duymalarının ne­deni; helal, haram, mekruh, vacip ve mubahtan oluşan beş hükümden herhangi bir seri hükümle alâkalı olmayan, amellerin faziletleri, rekâik, zühd, tergîb, terhîb ve kıssalar gibi konularda âlimlerin çoğunluğunun zayıf hadîs rivayeti­ni mutlak olarak caiz görmeleridir.

Bu hususta İmam Münzirî et-Tergîb ve't-Terhib adlı kita­bının mukaddimesinde şöyle demektedir: "Alimler tergîb ve terhib çeşitlerinde müsamahalı olmaya müsaade etmişlerdir. Hatta onlardan çoğu, sıhhat derecesini bildirmeden uydur­ma haberleri dahi zikretmişlerdir!"

Hâkim de Müstedrek1İnde Dua kitabının başında benze­ri şeyler söylemiştir: "Allah'ın izniyle, Dualar kitabında Şey-heyn'den (Buhârî ve Müslim'den) sakıt olan haberleri kabul ederken, Ebu Said Abdurrahman İbn Mehdfnin (H. 138-198) mezhebine göre aktaracağım." Sonra ona varan senediyle Abdurrahman İbn Mehdfnin şu sözünü nakletti.

"Bize Nebfden (s.a.v.) helal, haram ve hükümler hak­kında bir haber rivayet edildiğinde senedlerde titiz davran­dık, adamları tenkide tâbi tuttuk. Ama, amellerinin faziletle-

13-" Hakim, el-Müstedrek, I., 490.

206

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

ri, sevap, ikâb, mubahlar ve dualar gibi konularda rivayet edildiğinde ise isnâdlarla gevşek davrandık." u

el-Hatip de el-Kifâye'sinde senediyle Ahmed'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Bize Resûlullah'dan (s.a.v.) helal, haram, sünnetler ve hükümlerle ilgili bir hadîs rivayet edildiğinde senedlerde ti­tiz davrandık. Ama amellerin faziletleri, herhangi bir hü­küm getirmeyen-kaldırmayan konularda Nebî'den bir şey rivayet olunduğunda ise isnâdlarda gevşeklik gösterdik."

Yine ona göre: "(İnsanları iyiliğe, inceliğe, yumuşaklık ve nezakete çağıran) rikâk hadîslerinde, içerisinde hüküm bile olsa gevşeklik gösterebilir."

Ebû Zekeriyya el-Anberî ise şöyle der: "Gelen haber, helali haram, haramı helal kılmıyorsa, bir hükmü vacip kıl­mıyorsa, terğîb, terhib, titizlik veya ruhsat gibi konularda ise ona göz yummak ve rivayetinde müsamaha göstermek gere­kir." «

Lakin isnâdlardaki bu göz yumma ve müsamahanın sı­nırı nereye kadardır?

Bazı insanlar bu gibi yaklaşımlardan hareketle, zayıf hadîsin râvisi hataları cihetinden tek kalsa, veya (rivayet et­tiği) münker (Hadîs)leri çok olsa da, yahut yalanla itham edilse bile terğîb ve terhibe dair hadîsin kabul edileceğini an­ladılar.

 Dahası, bazı cahil sofiler, hayra rağbet ettirdiği, şerden sakındırdığı müddetçe uydurma, düzme, yapmacık haber­lerin rivayetinin bile caiz olduğu anlayışını benimsediler.

**" Hatib, el-Kifaye, s. 134, el-Mektebetü'1-İlmiyye MedLnetu'l-Münev-

vere'de neşretti.

15~ İbn RSceb, Şerhu Heli't-Tirmâi 1,72-74, Tahkik: Nureddin el-Itr.

207

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Hatta bazıları bu gaye ile Kur'an sûrelerinin faziletlerine da­ir veya bazı hayırlı işler hakkında bizzat hadîs uydurma yoluna gittiler. Kendilerine "Her kim benim üzerime kasten yalan söylerse, cehennemdeki yerine hazırlansın." şeklinde­ki mütevâtir bir hadîs hatırlatıldığında onlar, bütün küstah-lıklarıyla "Biz O'nun aleyhine değil, lehine yalan söyledik" demişlerdir! Ki onların özürleri kabahatlerinden daha bü­yük! Çünkü onların bu sözleri, O'nun dininin eksik olduğu­nu ve onların bu eksikliği giderdikleri anlamına gelir. Hal­buki Allah Teâlâ: "Bugün sizin için dininizi kemale erdir-dim." (Maide:3) buyurmuştur.

Kaldı ki muhakkik âlimler isnâdlarındaki bu gevşekli­ğin nedenini şöyle açıklamışlardır:

"Yalnızca itham olunanlardan veya gaflet ve hatasının çokluğundan dolayı zayıf kabul edilen râvilerden gelen bir hadîs, başkalarınca bilinmiyorsa, onunla ihticâc edilmez." şeklindeki (Tirmizi'nin) sözünü, İbrt Recep el-Hanbeli Şerhu İlleti't-Tirmizi'âe açıklarken diyor ki:

"Tirmizi'nin zikrettiğine gelince... Her ne kadar onlar­dan bazılarının hadîsi rekaik, terğîb ve terhibde rivayet edi­lebilirse de, onun bundan muradı, şer'i hükümlerde ve amel ile ilgili durumlarda hüccet getirilemeyeceğidir. Çünkü imamlardan çoğu zayıf râvilerden rikâk vb. hadîslerin riva­yetine ruhsat vermiştir. İbn Mehdî ve Ahmed b. Hanbel on­lardandır."

Ravvâd İbn el-Cerrâh dedi ki: "Süfyan es-Sevrî'yi şöyle derken işittim: 'Helal ve haram konusunda, bu ilmi ancak eksiği fazlayı bilen, ilimle şöhret kazanmış ileri gelen meş­hurlardan alınız. Bunun dışındaki konularda ise diğer âlim­lerden almanızda sakınca yoktur.'"

208

 

SÜNNETİ ANLAM AB A YÖNTEM

ibn Ebî Hatim der ki: "Babamın bize rivayet ettiğine gö­re Abede ibn Süleyman el-Merzevî şöyle dedi: 'Adamm bi­rinden bir hadîs rivayet ettiğinde İbnu'l-Mübarek'e: 'Bu za­yıf bir adamdır!' denildi. O dedi ki: 'Yalnız bu kadar veya buna benzer şeyler ondan rivayet edilebilir.' Abede'ye 'Han­gi şeyler gibi olursa?' dedim: 'Edeb, vaaz ve zühd konuların­da' dedi."

ibn Maîn, meşhur bir abid olmasına rağmen, rivayette zayıf olan Musa İbn er-Rebezî hakkında: "Rekâik türünden hadîsleri yazılabilir" dedi.

İbn Uyeyne ise: "Resûlullah'ın (s.a.v.) sünnetine dair ol­duğu müddetçe Bakiyye'den yani Bakiye İbn Velid'den ha­dîs dinlemeyin. Ama sevap vb. diğer konularda olursa din­leyebilirsiniz." demektedir.

Ahmed b. Hanbel, meşhur Sîret sahibi Muhammed İbn Ishak hakkında: "Ondan ancak gazveler (meğâzî) ve benze­ri şeyler yazılır." dedi.

Yine İbn Main, Ziyad el-Bekkâî hakkında: "Gazveler hakkında ondan rivayette bir beis yoktur, ama diğer konu­larda hayır! (alınamaz)" dedi.

İbn Receb dedi ki: "Terğîb, terhib, zühd ve edeb gibi ko­nularında yalan ile itham edilemeyen gaflet ehlinin hadîsle­ri rivayet edilir. Amma yalanla itham edilenlerin ise hadîsle­ri reddedilir. İbn Ebi Hatim ve başkaları da bu görüşten­dir."^

Bu ve benzeri sözlerden anlıyoruz ki hadîs imamların­dan hiçbiri, bilinmeyen, itham edilen veya çok hatalı olsalar bile, terğîb ve terhib hadîslerinin her gelip-geçenden rivayet edilebileceğini söylememiştir.

16~ Suyutİ, Tedıibur-ftâvMa Ttıkribi'n-Nevevt, c. I, s. 298-9. Tahkik: Ab-dulvahhab Abdullatif Kahire'deki Daru'l-Kütübi'I-Hadîse neşretti.

209

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Onlar ancak, hıfzında biraz gevşeklik veya zayıflık olan bazı râvilerin rivayetini caiz görmüşlerdir. Hatta İmam es-Servî'nin dediği gibi onlar şayet 'hadîslerdeki eksik ve fazla­lığı bilen, ilimleriyle meşhur olmuş ileri gelenlerden' olma­salar bile (hadîsîeri alınabilir).

Çünkü onlarm doğruluk ve adaletlerinde hiçbir şüphe yoktur. Şüphe ancak onların hıfz, uyanıklık ve itkân (iti­na)larındadır.

Bunun için Hafız Ibn Hacer, rekâik ve tergîb konuların­da zayıf haberin kabulü için üç şart ileri sürmüştür ki Hafız Suyutî Tedribu'r-Râvi'de bunu ondan nakletmektedir.

Birincisi: İttifakla kabul edilen bir şarttır ki o da rivaye­tin çok fazla zayıf olmamasıdır. Bununla yalancılar, yalanla itham edilenler ve hatası çok olanlardan rivayetinde infirâd edenler (tek kalanlar) tarifin dışına çıkar.

ikincisi: Rivayetin genel bir aslın altına girmiş olması. Bununla da kesinlikle bir aslı olmamaları yüzünden düzülen haberler tariften dışarı çıkar.

Üçüncüsü: Amel esnasında, Nebî'nin (s.a.v.) söylemedi­ği bir şeyi O'na nisbet etmiş olmamak için, bunun ondan sa­bit olduğuna inanmayıp, ihtiyatla almak.

Dedi ki: Son iki şart İbn Abdüsselam'dan ve arkadaşı Ibn Dakîk el-Iyd'dendir. Birincisi hakkında ise Alâî, alimle-rin ittifakını nakletmektedir.I7

D- Tembih Edilmesi Gereken Gerçekler

Burada, bu konuyu aydınlatacak bazı gerçekler üzerinde durmak istiyorum. Çünkü bu konuyu birçokları iyi anlaya­mamakta, hatta, hâlâ Müslümanların büyük kitlelerini yön-

17-Ibn Receb, Şerhu ileli't-Tirmizi, 74, Tahkik: Nureddin el-Itr.

210

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

lendirmekte olan pek çoklarmın dahi dinî kültürleri bu se­beple bulunmaktadır.

I- Tergîb ve Terhibde de. Bazı Âlimlerin

Zayıf Hadîsi Terki-

Gerek eski ve gerekse yeni âlimlerden bir kısmı; terğîb, terhib, rekâik, zühd vb. konuların hadîsleriyle, hüküm bildi­ren hadîsleri aynı seviyede görmüşler, dolayısıyla ancak sa­hih veya hasen hadîsi kabul etmişlerdir.

Şerhu'l-HeVde İbn Receb şöyle der:

"Müslim'in (Ö. 260) Mukaddimesinde zikrettiği malûma­tın zahiri, terğîb ve terhib hadîslerinin de ancak kendilerin­den hükümlerle ilgili hadîslerin rivayet edilebildiği kimse­lerden rivayeti gerektirmektedir.18

Nitekim o, Sahih'inin mukaddimesinde zayıf hadîslerle, münker rivayetlerin râvilerini kötülemiştir."19

ı°" Müslim, Sahih'inin Mukaddimesinde şöyle demektedir: "Kendile­rini hadisçi sayan birçoklarında bile şu kötü durumu görmekteyiz. Onlar, zayıf hadîslerle, münker rivayetleri ortaya koyarken, doğruluk ve emanetleriyle bilinen sika (güvenilir) râvilerin naklettiği meşhur sahih hadîslerle yetinmemektedir. Üstelik onlar bilmekte ve dilleriy­le de itiraf etmektedirler ki, gafil insanlara rivayet ettikleri haberlerin çoğu ya münkerdir, ya da hadîs ehli imamlar tarafından kendilerin­den hadis rivayet edilmesi iyi görülmeyen, kendilerinden hoşnut olunmayan insanlardan nakledilmiştir. İşte gördüğünüz bu kötü du­rumlar olmasaydı hadîslerin sahihini zayıfından ayırma ve bunları toplama şeklindeki isteğini yerine getirmek bizim için pek kolay ol­mazdı. Lakin bir topluluğun zayıf ve meçhul isnâdlarla münker ha­berleri yaymasından ve bu haberlerin ayıplarını bilmeyen avama da vermelerinden sonra bildiklerimiz sebebiyle isteğine cevap vermek, kalbimize kolay (hafif) geldi. (Bkz. Müslim, Mukaddime, I, c.8, Çağrı Yayınları) i9" Suyutî, Tedribu'r-RSvi, c. 1, s. 298-9

211

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Anlaşılan o ki, İmam Buhârî de (ö. 256) bu görüştedir. Cerh ve ta'dil imamı Yahya b. Maîn'in (ö. 233) görüşü de bu­dur. Müteahhirînden ise; Zahirîlerden Ibn Hazm (ö 456), Malikîlerden Kâdi İbnu'l-Arabî (ö. 543) ve Şafiîlerden Ebu Şâme de aynı görüştedirler.20

Muasırlardan ise Şeyh Ahmet Muhammed Şakir ile Şeyh Muhammed Nâsıruddin Elbânî'nin de görüşleri bu merkezdedir.

Allâme Şâkir, İbn Kesirin İhtirasa Ulumi'l-Hadis'ine yazdığı şerh olan ESisu'l-Hasis kitabında, zayıf haberleri zik­rettiğimiz şartlarıyla zayıflığını beyan etmeksizin rivayete bazılarının cevaz verdiklerini zikrettikten sonra diyor ki:

"Kanaatime göre, zayıf hadîsteki zayıflığın beyanı her halükârda vaciptir. Çünkü bunun açıklanmaması, hadîsi okuyana onun sahih bir hadîs olduğu vehmini verir. Özel­likle de hadîsi nakleden, bu sahada kendisine başvurulan hadîs âiimlerinden ise... Gerçekten zayıf rivayetin alınma­masından, hükümler ile amellerin faziletleri vb. arasında fark yoktur. Bilakis, Resûiullah'dan (s.a.v.) sahih olarak sabit olan sahih veya hasen hadîsten başka, kimsenin gösterebile­ceği bir hücceti yoktur. Amma Ahmed b. Hanbel, İbn Mehdi ve İbnu'I-Mübarek'in:'... faziletler vb. hususlarda bize hadîs rivayet edilince müsamaha gösterdik' demelerine gelince, onlar -Allah bilir, benim tercihime göre- sahih derecesine ulaşmayan hasen hadîsi almayı murad ediyorlar. Çünkü sa­hih ile hasen arasındaki gözetilen ıstılah farkı onların asrın­da açıkça yerleşmemişti. Bilakis mütekaddimin âlimlerin ço­ğu, hadîsi sadece sahihlik ya da zayıflıkla vasıflıyordu".21

"" İbn Kesir, el-Baisu'!-Hasi$ Şahit İhtisar-i Ulumi'l-Hadîs. 21" İbnu's-Salah, Mukaddime, İbnu's-Salah ve Mehasimt'l-Istıiah, s. 217,

212

 

SCMNETİ ANLAMADA YÖNTEM

İbn Teymiyye ve İbnu'i-Kayyim'in de bu anlamda söz­leri vardır. Nitekim onlar da, İmam Ahmed'den rivayet edi­len, onun zayıf hadîsi alıp, rey ve kıyasa takdim ettiği şeklin­deki görüşünü tefsir edip, onun zayıfla muradının hasen ol­duğunu ifade etmişlerdir. Çünkü bilindiği gibi İlk kez bu taksimle meşhur olan Tirmizi'dir.

Şeyh Elbâni'ye gelince o, özellikle Sahihu'l-Câmîi's-Sağir ve Ziyadetuh ve Sahihu't- Terğib ve't-Terhib'de ve diğer bazı ki­taplarının mukaddimelerinde bu konuyu serpiştirmiş tir.

II- Cumhurun Ortaya Koymuş Olduğu Şartlara Riâyet Edilmemesi

Tergîb, terhib, rekaik vb. konularda zayıf hadîs rivaye­tini caiz görenlerin koymuş olduğu üç şarta - maalesef- ilmî açıdan riayet edilmemiştir. Zühd ve rekaik hadîsleriyle meş­gul olanların çoğu, zayıf ile çok zayıfın arasındaki farkı gör­müyorlar, hadîsin Kur'an'la veya sahih sünnetle sabit, şer'i bir asla ters düşüp-düşmediğine bakmıyorlar. Bilakis - önce de söylediğimiz gibi- bazen, oldukça münker veya üzerinde uydurma alametleri görülen bir hadîsi, çarpıcı ve yeni bir şe­yi ilk defa aktarmış olmanın verdiği cazibeye kapılarak nak­letmede bir sakınca görmüyorlar.

III- Cezm (Kesinlik) Siygasıyla Rivayetin Menedilmesi

Burada âlimler önemli bir uyarıda bulunmuşlardır. O

da zayıf hadîs rivayetinde "Resûlullah şöyle buyurdu" diye kafi ve kesin bir siyga söylenilmemesidir.

İbnu's-Salâh, Ulûmu l-Hadîs kitabının yirmi ikinci ba­bında şöyle der:

Tahkik: Aişe Abdurrahman, et-Hey'etu'1-Mısnyye el-Amme li'i-Kitab.

213

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

"Zayıf hadîsi rivayet etmek istediğinde 'Resûlullah şöy­le buyurdu' veya buna benzer kesinlik ifade eden lafızlarla onu Resûlullah'ın buyurduğunu söyleme! Böylesi durum­larda ancak; 'Resûlullah'tan şöyle rivayet edildi' veya 'Ondan bize şöyle şöyle (bir haber) ulaştı' veya 'O'ndan vâ-rid oldu ki' veya 'O'ndan geldi ki' yahut 'Bazıları rivayet et­tiler' gibi ifadeler kullanabilirsin.

Sahihlik ve zayıflığında şüphe ettiğin haberlerde de hü­küm böyledir. Bu durumda 'daha önce açıkladığımız gibi sa­hih olduğu sana açık olan haberde Resûlullah şöyle buyur­du' dersin. En iyisini Allah bilir."23

İbnu's-Salâh'ın söylediğini, Nevevî, İbn Kesîr, Irâkî, İbn Hacer ve hadîs ıstılahlarıyla ilgili kitap yazan herkes uygun

görmüştür.

Fakat, hatipler, vaizler ve zayıf hadîs rivayet eden ya­zarlar bu tembihe aldırış etmeyip, hadîslerini devamlı 'Resû­lullah şöyle buyurdu' diye naklediyorlar.

IV- Yeteri Kadar Sahih ve Hasen Hadîs Vardır

Bir konuda elimizde sahih veya hasen sınıfından bir ve­ya daha fazla hadîs, zayıf hadîs sınıfından da bir veya daha fazla hadîs olduğunda, bize düşen, ikinci gruptakilere ihtiyaç duymayıp, elimizde olan birinci sınıftaki hadîslerle yetinmek­tir. Zayıf haberleri hafızalarımıza doldurmaya hiç gerek yok.:/ Çünkü bu, kesinlikle sahih hadîsin aleyhine olacaktır.

Bunun içindir ki sahabenin bazısından şöyle vârid ol­muştur: "Bir topluluk, bir bid'at doğrultusunda çalışsın da sünnetten onun mislini kaybetmesin." Bu ise müşahede edi­len bir durumdur.

22-Hatib,ef-Kf/itye,5.133.

214

 

Burada el-Hatib, el-Kifâye'de, İmam İbn Mehdî'nin şöy­le dediğini rivayet eder: "Kişinin zayıf hadîsleri yazmakla meşgul olmasına gerek yoktur. Çünkü bundan kaybedeceği en az şey, zayıf kimselerin hadîslerinden yazdığı kadar, gü­venilir kimselerin hadîslerinden mahrum kalmasıdır." 23

Ezberleme, hatırlama, alıp hazmetme gibi hususlarda insanın gücü sınırlı olunca -ki öyle olması gerekir-, şu halde o, bunları en layık ve evla olana harcasın. Şüphesiz bu güç­lerin zayıftan çok, sahih hadîse yöneltilmesinin, bütün gay­ret ve vakitlerin bu doğrultuda harcanmasının evlâ oldu­ğunda hiç kimse ihtilaf etmez.

V- Ameller Arasındaki Nispetlerin Bozulmasından Sakındırma

Rekâik, tergîb ve terhib hadîslerin -her ne kadar helal veya haram kılan herhangi bir hükmü kapsamasa da biz on­ların- hem önemli, hem de tehlikeli başka bir şeye şâmil ol­duklarını görmekteyiz. Geçmiş imamlarımızın pek iltifat et­tiği bir husus olmasa da bu, Hakim olan Şâri'in (Kanun ko­yucunun) yükümlülükler ve ameller için koymuş olduğu "nispetler'in bozulmasından doğan bir durumdur. Çünkü Şâri' nazarında -ister emredilen, ister yasaklanan olsun- her bir amelin diğer amellere oranla bir ölçüsü, belli bir değeri vardır. Şâri'in onun için çizmiş olduğu sınırı aşmamız, onu bulunduğu yerden indirmemiz, yahut değerinden yüksek bir mertebeye kaldırmamız caiz değildir.

Çok tehlikeli durumlardan birisi de, bazı salih amellere, ondaki sevabı büyütmek suretiyle, hacminden büyük ve hak

"" Çeşitli yolları olmasına rağmen, hadîsin onun yanında zayıf oldu­ğuna işaret ediyor.

215

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

ettiğinden çok kıymet verilmesi, hatta, din nazarında daha önemli ve daha yüksek derecedeki amellerin haddini bile aş­ma sidir.

Bunun karşısında ise bazı mahzurlu amellere önem ve­rilmesi, diğerlerini sönük bırakacak derecede ondaki ceza­nın büyütülmesi vardır.

Sevap vaat edilmesi ve ceza ile korkutulmasındaki bu korkunç hal ve mübalağalar, psikolojik çalkantılara yol aç­mıştır. Bu mübalağacılar çok defa insanların Rabbini insan­lara buğzettirmiş, onları O'ndan nefret ettirmiş ve onları O'nun rahmetinin genişliğinden uzaklaştırmıştır.

Şu halde yapılması gereken, bizi ya ifrata, ya da tefrite çeken bu mübalağacıların ağına düşmeksizin, amelleri şer"i mertebesinde bırakmamızdır. Nitekim Ali ibn Ebi Talib (r.a.) şöyle demiştir: "Siz haddi aşanın (yani mübalağacının) ona döneceği, sonradan gelenin ise ona katılacağı orta yola sarılınız."

VI- Amellerin Faziletlerinde Zayıf Hadîslerin Rivayeti, Onunla Bir Hükmün İspatı Mânâsına Gelmez

Bu şartlar ve öncekilerin izahıyla zayıf hadîs rivayetine cevaz veren âlimlerden bir kısmı râvilerin isnâdlarında mü­samaha göstermişlerdir. Onlar bununla ancak, muteber şer"i delillerle doğruluğu sabit olmuş sahih amele teşviki veya sert delillerle kötülüğü sabit olmuş kötü amellerden nehyet-meyi kastetmişlerdir. Yoksa, zayıf hadîs ile, bir işin iyi veya kötü olduğunu ispat etmeyi amaçlamamışlardır. Fakat genel olarak insanların çoğu -hatta bazı hadîsçiler bile- zayıf hadî­sin bu şartlarla rivayetine cevaz verilmesiyle, onunla bir amelin ispatı arasındaki ayrımı yapmamışlardır.

216

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Bunun içindir ki Müslüman beldelerin çoğunda Şaban ayının yarısına rast gelen gecenin kutlandığını görüyoruz. Ali'den (r.a.) merfû olarak rivayet edilen şu hadîse binaen onlar, bu geceyi ibadet, gündüzünü ise oruçlu geçiriyorlar: "Şaban ayının yarısına rast gelen gece olduğunda- geceyi iba­detle, gündüzü ise oruçla geçirin. Çünkü Allah Teâlâ, o gece batımında dünya semasına iner ve şöyle buyurur; "Var mı ba­ğışlanmak isteyen, bağışlayayım...'" Bunu İbn Mâce rivayet etmiş, el-Münzirî onun zayıf olduğuna işaret etmiş, aynı şe­kilde Zevâidu İbn Mâce'de el-Bûsîyrî de onu zayıf saymıştır.

Yine aynı şekilde Müslüman beldelerin çoğunda Aşûrâ gününün kutlandığını görüyoruz. Onlar, zayıf - hatta İbn Teymiyye ve başkalarına göre uydurma olan- bir hadîse iti­mat ederek kurban keserler, ona bir bayram veya bir toplan­tı vesilesi olarak itimat ederler ve eşe-dosta (hediye vb.) ik­ram ederler. Dillerde meşhur olan hadîs ise şudur: "Kim Aşûrâ gününde eşine-dostuna (hediye vb.) ikram ederse, Al­lah da senesinin kalanında onu bolca rızıklandırır." Münzirî dedi ki: "Onu Beyhâki ve başkaları, sahabeden bir cemaatten (değişik) yollardan rivayet etmişlerdir."

Beyhâki şöyle demiştir: "Bu isnâdlar her ne kadar zayıf ise de birbirine katınca onlar kuvvet kazanmıştır. Allah en iyi bilendir."

Ancak bu görüş tartışma götürür.

İbnu'l-Cevzî ve Minhâcü's-Sünne'de ibn Teymiyye ve başkaları bu hadîsin kesinlikle uydurma olduğunu söyler­ken, iraki ve başkaları ise onu müdafaa etmeye ve onun ha-sen ligayrihî bir hadîs olduğunu ispatlamaya çalışmışlardır. Müteahhirin âlimlerinden çoğuna da, hadîsin uydurma ol­duğuna hükmettikleri nispet edilir!

217

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

Bana öyle geliyor ki hadîs, Şia'nın Aşûrâ gününü hüzün ve matem günü yapma şeklindeki mübalağalarını reddet­mek üzere Ehl-i Sünnetten bazı cahillerin uydurdukları ha­dîslerdendir. Dolayısıyla onlar da bu günü süslenip-temiz-lenme ve aileler arasında bolca izzet-ikram etme günü yap­mışlardır.

Müslümanların pek çoğu arasında görülen yanlış anla­yışların ve yaygın bid'atlerin çoğu, gerileme asırlarında re­vaç bulup, akıllarına ve kalplerine yerleşen zayıf hadîsler­den kaynaklanmıştır. Ve bunlar Şâtıbi’nin de el-î'tisam'da açıkladığı gibi, Kur'an-ı Kerim'in yanında anlayış ve hayatın temeli olması gereken sahih hadîslerin de üzerine çıkmışlar­dır.

Alimlerin "Amellerin faziletleri veya tergîb ve terhib konularında zayıf hadîsle amel edilir" şeklindeki sözlerin­den ne kastettikleri hakkmda Şeyhû'l-İslâm İbn Teymiy-ye'nin (r.a.) çok net bir açıklaması vardır ki, o şöyle demiştir:

''...Amellerin faziletleri konusunda âlimlerin 'zayıf ha­dîsle amel edilebilir' şeklindeki sözleri, kendisiyle ihticac edilmeyen zayıf hadîsle müstehabların ortaya konulması an­lamına gelmez. Çünkü müstehab da şer’i bir hükümdür ve ancak şer'i bir delille sabit olur. Şer'İ bir delil olmaksızın her kim, Allah'tan, O'nun herhangi bir ameli sevdiğini haber ve­rirse, Allah izin vermediği halde dinde yasa koymuş olur. Ni­tekim bu, herhangi bir vücubiyet ve haramlılığı ispat etmesi­ne benzer. Bunun içindır ki âlimler diğer teklifi hükümlerde ihtilaf ettikleri gibi, müstehabda da ihtilafa düşmüşlerdir. Sa­nıldığının aksine, müstehab da, dinin meşru bir esasıdır.

Onların bundan muradı, nass veya icma ile Allah'ın sevdiği veya kerih gördüğü sabit olan, Kur'an okuma, tes-

218

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

bih, dua, sadaka, köle azat etme, insanlara iyilik etme ve ya­lanın, hainliğin vb. kötülüğü gibi hususlarda amel edilmesi­dir. Müstehab olan bazı amellerin fazileti ve sevabı veya ba­zı amellerin kötülüğü ve cezası, sevap ve cezanın ölçüleri ve çeşitleri hakkında bir hadîs rivayet edildiğinde, şayet bu ha­dîsin uydurma olduğunu bilmiyorsak, zikredilen konular­da onun rivayetinin ve onunla amelin caiz olması, nefsin bu sevabı umduğu veya böylesi bir cezadan korktuğu manası­nadır. Bu da ticaretin kazanç getirdiğini bilen bir adamın şu durumu gibidir: Ona ticaretin çok kâr getireceği bildirildi­ğinde eğer bu doğru çıkarsa faydalanır. Yalan çıkarsa da ona zararı dokunmaz.

Bunun misali ise, israiliyyat, rüyalar, selefin ve âlimlerin sözleri ve âlimlerin karşılaştıkları bazı olaylar vb. kendisiyle şer"! bir hükmün, ya da müstehab ve başka şeylerin ispatı ca­iz olmayan hususlarda tergîb ve terhib edilmesidir. Fakat bunların tergîb ve terhib ile ümitlendirme ve korkutma ko­nularında zikredilmesi caiz olur.

Uydurma olduğunu bilmediğimiz bir rivayetin delâlet ettiği anlamın iyi veya kötü olduğu şer'î delillerle biliniyor­sa, bu rivayetin faydası olur, zararı olmaz. Bu rivayet, ger­çekte batıl veya sahih olsun bir şey fark etmez. Amma batıl, uydurma olduğu bilinen haberlere gelince, onlara yönelmek caiz değildir. Çünkü yalanın hiçbir şeye faydası olmaz. Ha­berin sahih olduğu sabitse onunla hükümler ortaya konulur. Ama iki duruma da muhtemel ^se. onun doğruluğu müm­kün olduğundan ve yalan olması halinde ise zararı olmadı­ğından rivayet edilir. İmam Ahmed ancak şunu söylemiştir: "Tergîb ve terhib geldiğinde ise îsnâdlarda gevşeklik göster­dik." Bunun anlamı ise: Bu konuda biz ancak isnâdlanyla ri-

219

 

SÜIVNETİ ANLAMADA VÜNTEM

vâyet ederiz. Onları rivayet edenler, kendileriyle ihticac edi­len güvenilir (sika) kimselerden olmasa da, yine aynı şekilde "Zayıf hadîsle, amellerin faziletleri hakkında amel edilir" di­yenin sözünden de anlaşılan, Kur'an okuma, zikir gibi salih amellerle, kendisinden hoşlanılmayıp sakınılan kötü ameller konularında bu tür hadîslerle amel edilmesidir.

Ama zayıf olan bu tür fazilet hadîsleri; mesela, belirli bir vakitte, belirli bir okuyuşla, belli bir şekil üzere bir na­maz gibi, ölçü ve sınırları içeriyorsa bu caiz değildir. Çünkü belirli şekil üzere müstehab oluşu şer'i delillerle sabit değildir. Ancak: "Kim çarşıya girer ve Lâ ilahe illallah... derse ona şu şu mükafat vardır.. ."24 şeklînde bir hadîs rivayet edi­lirse durum bunun tersinedir. Çünkü gafiller arasında Al­lah'ın zikri cümlesinden sayılacağından çarşıda Allah'ı zik­retmek müstehabtır. Nitekim bu çoklarınca bilinen şu hadîs­te de gelmiştir: "Gafiller arasında Allah'ı zikreden, kuru ağaçlar arasındaki yaş (yeşil) ağaç gibidir."25

Ondaki rivayet edilen sevabın miktarına gelince, onun sabit olup olmaması zarar vermez.

Velhasıl bu babda böylesi hadîsler rivayet edilir. Ve onunla müstehablıkta değil de tergîb ve terhibde amel edilir. Sonra onun gerektirdiği sevap ve cezanın miktarlarına inan­ma ise şer'î delile bırakılır.36

Bu açıklamaya rağmen biz, çoklarının zayıf hadîsle sı­nırlar ve miktarlar tespit ettiklerini görmekteyiz.

2*~ Ebu Nuavm'ııı "el-HsIye" de İbn Ömer'den rivayet ettiği bir hadîs­ten bir bölümdür ki Iraki onun zayıf olduğunu söylemiştir. Feydu'i-Kadir'Ae de böyledir. CM, s. 559.

25" Mecmua Feteva Şeyhi'l-İslâm, c. 18, s. 65. Riyad Baskısı. 2^ Bk7: Münziri, et-Terğib, H. Nu: 4576, Tahkik. M-Muhyiddin Ab-dulhamid, c. 4, s. 140.

220

 

SÜNMETİ AM.AMADA VÖNTEM

VII- Zayıf Hadîs Rivayetinin Kabulü İçin İki Mükemmel Şart

Tergîb ve terhib konularında zayıf hadîs rivayetinin ce­vazı hakkında Cumhurun zikrettiği üç şartla, onların görüş­lerini alırken, Sekâfetu'd-Dâiye kitabında zikrettiğim şu mü­kemmel iki şartı da eklememiz gerektiği kanaatindeyim:

1) Aklın, şeriatın veya dilin kabul etmediği mübalağala­ra ve korkutmalara şamil olmaması.

nitekim uydurma haberin ya râvideki ya da rivayetteki karinelerle bilineceğini bizzat hadîs imamları beyan etmiş­lerdir.

Rivayetteki karinelerden, hatta uydurma olduğuna de­lâlet eden şeyler cümlesinden; te'vil kabul etmeyecek dere­cede akla muhalif olması ve hissin, müşahedenin kabul et­mediği bir şey getirmesini zikredebiliriz.

Yahut böyle bir rivayetin Kitab'ın ve mütevâtir sünne­tin kafi delâletine veya kafi icmaya, aralarını cem etme mümkün olmayacak kadar ters düşmesi. (Ama cem etme imkânı olan muârazada ise durum böyle değildir.) Veya ço­ğunluğun huzurunda olması sebebiyle, değişik vesilelerle bir çoklarınca nakledilmesi düşünülen büyük bir işten bah­seden bir haberi onlardan ancak birisinin nakletmesi!

Yine bunlardan birisi de: Küçük bir işe şiddetli azap ile ifrat; ya da basit bir iş için büyük bir müjde verilmesidir ki bu, kıssacıların hadîslerinde çoktur.

Maalesef tergîb ve terhib vb. konularda rivayet ettikle­rinde de hadîsçilerin çoğu bu kaideleri tatbik etmiyorlar. Belki onların, asırlarının tabiatından kaynaklanan Özürleri olabilir. Amma asrımızın akılcılığı mübalâğaları kabul et­mez, onları hazmetmez. Belki de böylesi hadîslerle karşılaş­tığında bizzat dinin kendisini itham eder.

221

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTSM

Dilin kabul etmediği haberlere gelince, bazı kıssacıların rivayet ettiği hadîslerden çoğu böyledir. Derrâc Ebu's-Samh'ın Kur'an-ı Kerim'deki bazı kelimelerin tefsirinde yaptığı gibi. Bu kelimelerin dilde açıkça delâlet ettiği şeyler varken o, onların delâletinden uzak, oldukça garip tefsirler rivayet etmiştir.

Mesela; Derrâc'm Ebi'l-Heysem'den, onun Ebu Sa-id'den (r.a.) merfû olarak rivayet ettiği hadîslerden biri şöy­ledir: "Veyl, cehennemde bir vadidir ki kafir dibine ulaşma­dan kırk sene iner." Benzerini Ahmed ve Tirmizi de rivayet etmiştir.a Ancak, Derrâc "yetmiş sene" demiştir. Halbuki "veyl" İslâm'dan Önce de sonra da bilinen ve helak ile kor­kutmak için kullanılan bir kelimedir.

Bunun bir benzeri de, Taberâni ve Beyhakî'deki, Ibn Mesud'dan (r.a.) gelen Yüce Allah'ın "Azgınlıklarının ce­zasına uğrayacaklardır." (Meryem, 59) ayetindeki "el-gayy" tefsiridir ki, Derrâc, onun "cehennemde bir vadi" diğer bir rivayette ise "cehennemde bir nehir" olduğunu söylemiştir.

Yine onun, "Biz onların aralarına tehlikeli bir uçurum (Mevbikan) koyduk." (Kehf, 52) ayet-i kelimesindeki "mev-bik" hakkında Beyhakî ve başkalarının Enes b. Malik'ten, onun "irin ve kandan bir vadidir" dediğini rivâyet etmesi de böyledir.

Bundan daha garibi ise Ibn Ebi'd-Dünya'nın Şefi b. Ma­lik'ten rivayet ettiği şu hadîstir: "Cehennemde 'esâm' deni­len bir vadi vardır ki onda yılanlar, akrepler.. .vardır." (Gü­ya) o. Yüce Allah'ın şu ayetine işaret ediyor: "Kim bunları

a" Ahmed, Müsned c. 3, s. 75; Tirmizi, Tefsir 22, Nu: 3164. Buradaki "harif" sonbahar anlamındadır. Ancak 40 sonbahar, 40 sene ve bu sü­relik mesafe demektir.

222

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

(şirk, haksız yere adam Öldürme, zina vb.) yaparsa güna­hının cezasını) 'esâmen' bulur." (Furkan, 68)

Maalesef bu hadîsleri İmam Münzirî (r.a.) et-Tergîb ve't-Terhîb kitabında zikretmiştir.11

Bunun için biz el-Müıüekâ mine't- Tergtb ve't-Terhtb adlı kitabımızda o tür haberlerden yüz çevirip, almadık.

2) Kendisinden daha kuvvetli diğer bir şer'î delil ile çe­lişmemesi. Bunun misali de, Abdurrahman b. Avf hakkında rivayet edilen ve onun zenginliği sebebiyle cennete emekle­yerek gireceğini ifade eden zayıf hadîslerdir.

Burada "Bu tür hadîsler mal fitnesinden ve zenginliğin azgınlığından sakındırma şeklindeki aslın altına girer" deni­lebilir. Fakat hatırlatmamız gerekmektedir ki gerek sabit olan çeşitli olaylar, gerek onun Müslümanların hayırlıların­dan, takva sahiplerinin büyüklerinden olduğunu ve gerçek­ten şükreden bir zengini temsil ettiğini ortaya koyan müsta-fiz (meşhur-yaygın) rivayetler bir yana, bu zayıf rivayetler Abdurrahman b. Avf i cennetle müjdelenen on kişiden sa­yan hadîslerle de çelişmektedir. Bunun içindir ki o, Resûlul-lah kendisinden razı olduğu halde vefat etmiştir. Ömer (r.a.) ise onu altı kişilik şûraya katıp, oyların eşit gelmesi halinde onun oyunu diğerleri üzerine bir tercih unsuru olarak tayin etmiştir.

Bu yüzdendir ki Hafız el-Münzirî, bir grup sahabeden bir çok isnâd ile Nebî'den vârid olan Abdurrahman b. Avf in, malının çokluğundan dolayı cennete emekleyerek gi­receğini bildiren bir hadîsi reddetmiş ve şöyle demiştir:

"Bir grup sahabeden, birden fazla isnâd ile nakledilmiş olan bir hadîste Nebî'nin (s.a.v.} şöyle buyurduğu vârid ol-

a- Bkz: El-Münziri, et-Tergib, c. 4, s. 465,470

223

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

muştur: 'Abdurrahman b. Avf (r.a.), malının çokluğundan dolayı cennete emekleyerek girecektir.' Bu rivayetlerin en iyisi dahi tenkîdten hâli değildir. Ve- infiradı sebebiyle onlar­dan hiçbiri hasen derecesine ulaşamaz. Halbuki onun malı, Resûlullah'ın zikrettiği şu vasıftaydı: 'Salih bir kişi için, (he­lalinden kazanılmış) salih mal ne güzeldir.' Şu halde onun derecesi ahirette neden noksanlaşsın, veya bu, neden ümme­tin zenginlerinden başkasına değil de sadece ona hasredil­sin? Kaldı ki bu başkası hakkında bile vârid olmamıştır. Bu konuda ancak, mutlak olarak, bu ümmetin fakirlerinin, zen­ginlerini geçeceği hususu sahih olarak gelmiştir. En iyisini Allah bilir."27

E- Davetçide Olması Gereken İnce Kavrayış

Başarılı bir davetçinin yapması gereken, sahih bile olsa bildi­ği her hadîsi insanlara haber vermemesidir. Nitekim Allame Kasımı Kavaidu't-Tahdis'de şöyle demiştir:

"Her sahih hadîs, herkese haber verilmez. Bunun delili ise, Seyhan'ın {Buhârî, Müslim) Muâz'dan rivayet etlikleri şu haberdir: "O der ki: Allah Resulü bir gün bana, 'Ey Muâz! Allah'ın kulları üzerindeki hakkıyla, kulların Allah üzerin-

*** Uraniler, Nebî'ye (s.a.v.) gelip Müslüman olan bir gruptur. Onla­rı Medine'nin havası çarpıp hastalanınca. Nebi (s.a.v.) onlara zekat develerini getirip onların süt ve bevlinden içmelerini emretti. Onlar da bunu yaptılar ve iyileştiler. Ancak daha sonra irtidad edip, deve­lerin çobanlarını öldürdüler, develeri paylaştılar. Bunun üzerine Ne­bi (s.a.v.) peşlerinden adamlar gönderip, onları getirtti. Sonra onların ellerini ve yakalarını kesti, gözlerini oydu ve ölünceye kadar onları tedavi etmedi ve öldüler. Hadis, Buhârî ve Müslim'in Sahih'lermde ve başka kitaplarda mevcuttur. (Bkz: Fetkut-Btıt, c. 12, s. 98); (Bkz: Bu-.    hârî, Diyar 22; Müslim, Kasame 9, 11, 13)

224

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

deki hakkı nedir, bilir misin?' diye sorunca ben: 'Allah ve Resulü en iyisini bilir' dedim. Bunun üzerine o, 'Allah'ın kulları üzerindeki hakkı, Ona kulluk etmeleri ve ona hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakkı ise hiçbir şeyi kendisine ortak koşmayana azap etmemesi­dir.' buyurdu. Ben; 'Ey Allah'ın Resulü, bunu insanlara müj­deleyeyim mi?' dedim. O; "Müjdeleme! Yoksa gevşeyiverir-ler' buyurdu."3

Yine Buharı ile Müslim'in, Enes'ten rivayet ettikleri bir hadîste Nebî (s.a.v.), bineğinin arkasına binmiş olan Muâz'a buyurdular ki: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muham-med'in Allah Resulü olduğuna kalbinden sıdk ile şehadet eden hiçbir kimse yoktur ki Allah ona cehennemi haram kıl­masın." Muâz dedi ki; "Ey Allah'ın Resulü, bunu insanlara haber versem de bu müjdeyle sevinseler ya!" deyince O (s.a.v.): "O zaman gevşeyiverirler" buyurdular. Nihayet Mu­âz gizlemiş olmanın günahı korkusuyla bunu ölümünden önce haber vermiştir. Yine Buhârî ta'lik olarak Hz. Ali'den (r.a.) şunu rivayet eder: "insanlara kavrayabilecekleri şeyle­ri haber verin! Allah ve Resûlü'nün yalanlanmasını ister mi-siniz?"b Bunun bir benzeri de İbn Mes'ud'un şu sözüdür: "İnsanların akıllarının ermeyeceği bir hadîsi onlara rivayet edersen, bu onlardan bazıları için fitne olacaktır." Bunu Müslim rivayet etmiştir.c

Hafız ibn Hacer der ki: "Bazı hadîsleri rivayet etmeyi kerih görenlerden; zahirleri yöneticiye karşı çıkmayı ifade eden hadîslerde Ahmed'i, sıfatlar hakkındaki hadîslerde

a' Buhârî, Cihad 46; Müslim, İman 49

^ Bkz: Buhâri, İlim 49

c" Müslim, Mukaddime 3,1.11

225

 

SÜNNETİ ANLAMADA VÖNTEM

Malik'i, gaib ile ilgili haberlerde Ebu Yusuf'u, onlardan önce ise kendisinden ancak iki kap dolusu hadîsin rivayet edildi­ği Ebu Hureyre'yi (tabii rivayet etmediklerinden murad, in­sanları fitneye düşürebilecek olanlarıdır) zikredebiliriz ki benzeri Huzeyfe'den (de rivayet edilmiştir).

Yine Hasan (el-Basri), Enes'in Uranîlerin kıssasını28, Haccac'a rivayet etmesini iyi görmemiştir. Çünkü o, bu ha­beri kötü bir şekilde te'vil ederek aşırı kan dökme hırsına bir gerekçe olarak kullanılabilirdi.

Bu konuda kural; aslında hadîsin zahiri kastedilmediği halde, zahirinin herhangi bir bid'ati kuvvetlendiriyor olma­sıdır. Böylesi bir haberin, zahirini alacağından korkulanlar yanında rivayet edilmemesi arzulanır.

Hz. Peygamber'in (s.a.v.) nehyi, haramlık için değil de, insanların maslahatı için olunca Muâz, bu haberi tebliğ ile il­gili ayetin genel anlamından hareketle vefatından önce ha­ber vermiştir.

Bazıları ise şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sözündeki 'Onlara müjdeleme!' şeklindeki bu yasak, insan­ların bazısına mahsustur. Nitekim Buhârî, bir âlimin, ilmini başka insanların anlayamamalarını kerih görerek bazı insan­lara tahsis edebileceğine bu haberi delil olarak göstermiştir.3 Zira kötü niyetli, aptal29 ve birçok şeyi mubah gören30 kim-

"" (Arapçada) Birisi bir batıl getirince "ebtale" denir. "el-Betale"ise; sihirbazlar ve şeytanlar demektir. Ahmed, Müsned <c,5, s. 249, 255)'de Ebıi Umame hadîsinde şöyle der: "Bakara suresini okuyu­nuz. Zira onu alıp-okumak bereket, terk etmek ise esef (hasret)tir. Ve ona büyücülerin (el-Betşle) gücü yetmez" Bunu Müslim Salat (Mü-Safirun 252l'da rivayet etmiştir. *- Bkz: Buhâri, İlim 49)

2'' Asılda böyledir. Belki de doğrusu el-İbahiyye'dir. 3"" Muğire ibn Şube'nın hadîsinden Seyhan, Tirmizi ve Nesaî rivayet etmiştir. (d-Lü'lüü ne'l-Mercan, H. Nu: 1795)

226

 

seler bu ve benzeri hadîsleri sorumlulukları terk etmek ve hükümleri ortadan kaldırmak için birer vesile yaparlar ki bu da onların hem dünyalarını, hem de ahiretlerini heba etme­lerine yol açar. Nerede müjdelendiklerinde kulluklarında ki ciddiyetleri daha da artacak olan o insanlar? Nitekim, Nebi’ye (s.a.v.): "Allah seni (gelmiş ve geleceğini) bağışladığı halde geceyi ibadetle mi geçiriyorsun?" denildiğinde, (O) (s.a.v.): "Şükreden bir kul olmayayım mı?" buyurmuştur.31 Bu nedenledir ki: "Sineğin yemeğe (düştüğünde) batı­rılması!" hadîsini veyaa veya, 'Hz. Musa'nın ölüm meleğini tokatlaması!"11 hadîsini, veya "Babam nerede?" diye sorana cevap olarak "Benim babam da, senin baban da cehennem­dedir" hadisini veya gerek selefin, gerekse halefin, hakkın­da ihtilaf ettikleri, Allah'a ait haberi ve fiilî sıfatlar hakkında­ki hadîsleri, yahut, zahirleri her türlü ıslahtan ümidi kesme veya her türlü fesada karşı yapılabilecek herhangi bir işten el çekme gerektiği yanılgısına düşüren fiten (fitneler ile alâka­lı) hadîsleri veya, insanların çoğunun kavrayamayacağı ince mânâları içeren ve onlara ihtiyaçlarının da olmadığı, üzerle­rine herhangi bir hükmün de terettüb etmediği ve ömürleri boyunca onları duymasalar da, onların dininden hardal ta­nesi kadar bir şey eksiltmeyeceği daha başka hadîsleri hâlâ insanlara zikredip duran davetçilerin durumunu oldukça yadırgamaktayım!

Ama, davetçi herhangi bir sebeple böylesi hadîslerden birisine ihtiyaç duyarsa, onun üzerine düşen, onu sahih bir

31" ibn Hacer, Fethu'l-BM, c. 16, s. 228, Haiebi baskısı.

* Buhâri, Bed'ui-Halk 17, Tıbb 58; Ebu Davud, Et1 ime 48; Nesaî, Feri 11,  

İbn Mâce, Tıbb 31; Darimi, Et'um 12; Müsned, c. 2, s. 229-246)

•>" et-lü'lüü ve'l-Mercan, H. Nu: 1533

c~ Buhâri,' Fiten 6; Müsned, c. 3, s. 132, 177

227

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

çerçevede ele alması, çeşitli izah ve açıklamalar yardımıyla mânâsını iyice aydınlatması ve ondaki şüphe ve problemle­ri gidermeye çalışmasıdır.

Bunun için de, hâlâ insanların yanlış anladıkları ve bu anlayışlarının neticesi üzerine önemli hususların oluştuğu meşhur bir hadîsi örnek verelim. Bu da Enes'in aşağıda zik­redilen hadîsidir:

Buhârî, Zübeyr b. Adiyy'e varan senediyle onun şöyle dediğini rivayet eder: "Enes b. Malik'e vardık ve ona Hac-cac'dan gördüğümüz kötü durumları şikayet ettik. Bunun üzerine o şöyle dedi: 'Sabrediniz, çünkü Rabbinize kavuşun­caya dek sizin üzerinize hiçbir zaman gelmez ki sonrası on­dan daha kötü olmasın. Bunu sizin Nebinizden işittim.'"

Bazı insanlar, devamlı çöküntü durumlarına, sürekli bir düşüşe, peş peşe, bir mertebeden daha kötü bir mertebeye inişe delâlet eden bu hadîsi, çalışmadan, ıslah ve kurtarma çabalarından el çekmeye bir dayanak yapmaktadır. Öyle ki o, ta kıyamet, insanların en şerlileri üzerine kopuncaya ve insanlar Rabb'lerine kavuşuncaya kadar, ancak, bir kötülük­ten daha kötüsüne, ondan ise çok daha kötüsüne intikal et­mekteki r.

Diğer bir kısım insanlar ise hadîsi kabulde duraksa­makta, hatta bazıları da acele ederek belki de reddetmekte­dirler. Çünkü hadis, onun zannına göre:

1- Ye'se ve ümitsizliğe,

2-  Yoldan çıkan azgın yöneticiler karşısında olumsuz bir pozisyona düşmeye çağırıyor.

3- Kainat ve hayat nizamının üzerine kâim olduğu "ge­lişme" fikriyle çelişiyor.

4- Müslümanların tarih anlayışına ters düşüyor.

228

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

5- Yeryüzünü adaletle dolduracak olan (ve Mehdi is­miyle tanınan) halifenin ortaya çıkması3, Isa ibn Meryem'in inmesi ve islâm devletini ikâme edip, mesajını tüm dünyada yüceltmesi1' hakkındaki genel hadîslerle de çelişiyor.

Burada şunu söylememiz üzerimize düşen bir görevdir. Geçmiş âlimlerimiz, bu hadîsteki mânânın mutlak olup-ol-madığı problemine takılarak yorumdan kaçınmışlardır. Mâ­nânın mutlak olması durumunda onları, bu hadîsten, her za­manın öncesinden daha kötü olduğu şeklinde bir anlayışı kastediyorlar. Oysa bazı zamanlarda şer, öncesine nisbetle daha az olabilmektedir. Bu hususta sadece Ömer b. Abdüla-ziz'in zamanının bulunması yeter. Velev ki bu hususta sade­ce Ömer b. Abdülaziz'in zamanı olsun. Ki bu, kendisinden herkesin şikayet ettiği Haccac'ın zamanından bir müddet sonradır. Nitekim Ömer b. Abdülaziz dönemindeki hayr meşhur olmuştur. Hatta, öncesinden daha kötü demek şöy­le dursun, onun zamanında şer tamamen yok oldu denilse yeridir.

Bazıları bu hususta farklı cevaplar vermişlerdir. Bunlar­dan:

a) İmam Hasan el-Basri, hadîsi ekseriyete, genelliğe hamletmiştir. Haccac'dan sonra Ömer b. Abdülaziz'in geldi­ği sorulduğunda ise; "İnsanlara bir ferahlama gereklidir" demiştir.

b) İbn Mes'ud'un (r.a.) ise şöyle söylediği rivayet edil­miştir "Sizin üzerinize hiçbir zaman gelmez ki, öncesinden

a~ Mehdi'nin çıkması ile ilgili rivayetler için bkz: Tirmizi, Filen 52-3, İbn Mâce, Filen 34; Müsned, c. 3, s. 21, c. 5, s. 277 b- Bkz: Müslim, Filen 9, nu: 34,13, nu; 39,23, nurllö; Tirmizi, Filen 54, İbn Mâce, Filen 33, nu: 4077.)

229

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

daha kötü olmasın. Bununla ben, bir yöneticinin bir yöneti­ciden, bir ayın diğer bir aydan daha hayırlı olduğunu demek İstemiyorum. Lakin âlimlerimiz ve fakihlerimiz gidiyorlar, sonra siz onların yerine (gerçek) halef bulamayacaksınız." "Bir kavim gelir ve kendi görüşleriyle fetva verirler." Diğer bir rivayette ise "İslâm'da gedik açarlar ve onu yıkarlar." Buradaki hayır ve şer mânâsı için Hafız ibn Hacer "Bu, uyul­maya daha uygundur." diyerek Fethu'l-Bârî"de İbn Mes'ud'un bu tefsirini kabul etmiştir.

Lakin o, gerçekte problemi kökünden kaldırmıyor. Çünkü nasslar delâlet etmektedir ki bizce bilinmeyen çeşitli zamanlarda İslâm'ın bayrağının dalgalanacağı, mesajının yayılacağı devirler vardır. Eğer hiç olmasa bile ahır zaman­da Mehdi ve Mesih'in zamanı yeterlidir.

Yİne tarih tespit ediyor ki; bu âlemde sönüklük ve do­nukluk dönemlerini takip eden hareket ve yenilenme za­manları gelmiştir. Misal olarak, İslâmi halifeliğin çöküp, sta­tükonun sarsıldığı yedinci asırdan sonra, sekizinci asırda or­taya çıkan âlimlerden ve yenileyicilerden Şeyhu'l-İslâm İbn Teymiyye'yi, öğrencisi Ibnü'l-Kayyim'i, Şam'daki diğer öğ­rencilerini, Endülüs'te Şânbryi, Mağrib'de İbn Haldun'u ve İbn Hacer"in ed-Dürent'l-Kâmine, fi A'yâni'l-Mieli's-Samine adlı kitabında hayatlarından bahsettiği diğerlerini zikretme­miz yeterlidir.

Takip eden asırlarda ise Mısır'da İbn Hacer ve Suyu-tî'yi, Yemen'de İbnu'l-Vezir'i, Şevkânî ve San'ani'yi, Hin­distan'da Dehlevî'yi, Necid'de İbn Abdülvehhab'ı ve büyük müctehid âlimleri ve yenileyici imamları bulmaktayız. İşte Suliftinde İbn Hıbban'ı, yeryüzü zulümle dolduktan sonra onu adaletle dolduracak Mehdi hakkında gelen hadîsleri

230

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

delil göstererek Enes hadîsinin umum olmadığı görüşüne sevk eden budur. 32

c) Bunun için, bu hadîsin yorumları arasında en tercih edilenin Fethu'l-BârVdeki İbn Hacer'in zikrettiği şu sözleri olduğu görüşündeyim: "Hadîste zikredilen zamanla murad, onunla muhatab olmalarına binâen sahabe zamanı olması muhtemeldir ki böylece hüküm onlara has olmuş olsun. Amma onlardan sonrakiler İse, zikredilen haberde hasredil-memiştir. Fakat sahabe bundan genellik (ta'mim) anlamıştır. Bu yüzden kendisine Haccac'dan şikayet edenlere - ki onla­rın hepsi veya büyük bir kısmı tâbiîndendi- böyle cevap ver­di ve onlara sabrı emretti.

Bu yoruma göre, İbn Mes'ud'un sözü, aynı şekilde onun, sahabe ve tabiînden hitap ettiği kimselerin zamanına has olduğuna da hamledilebilir. Nitekim o, Osman (r.a.) dö­neminde vefat etmiştir.

Amma, hadîsin, zulüm karşısında susmaya, tasallut ve güç karşısında sabra, münker ve fesada rıza göstermeye da­veti içerdiğini, yeryüzünde üstünlük taslayan azgınlar karşı­sında olumsuzluğu desteklediğini iddia edenlerin iddiasına gelince...

Buna birkaç yönden cevap verilebilir:

1) "Sabredin!" diyen Enes'in (r.a.) kendisidir. Yoksa bu (Hz. Peygamber'den (s.a.v.) nakledilen) merfu hadîs değil­dir. O, sadece bundan hüküm çıkarmıştır. Masum olan Ne-bî'nin (s.a.v.) dışında, herkesin sözü alınabileceği gibi terk edilebilir de.

2) Hz. Enes onlara zulüm ve fesada "razı olmayı" emretmeyip, "sabrı" emretmiştir. Bu iki hal arasındaki fark ise "'Aynı yer.

231

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

büyüktür. Çünkü, küfre rıza, küfür; münkere rıza da mün-kerdir. Sabra gelince, ondan çok az kişi müstağni olabilir. Ki­şi, kerih gördüğü ve değiştirmeye çalıştığı halde de herhan­gi bir şeye karşı sabredebilir.

3) Şayet zulme ve ezici güce karşı koymaya gücü yet­miyorsa, hazırlık yapmaya ve sebepleri kollamaya çalışmalı­dır. Bunun için, fikrini taşıyan herkese destek olarak ve Hakk'ın kuvveti ile, batılın kuvvetine, adaletin yardımcıları ile zulmün yardımcılarına karşı koymak için yerinde olan her fırsatı değerlendirerek sabır ve teenniye sarılmaktan baş­ka yapılabilecek bir şey yoktur.

Nitekim Nebî (s.a.v.) Mekke'de putlara ve tapıcılarına karşı on üç yıl sabretti. Öyle ki O, içinde ve çevresinde 360 put bulunan Mescid-i Haram'da namaz kılıyor, Kabe'yi ta­vaf ediyordu. Hatta, Hicretin yedinci senesinde, kaza umre­sinde o putları gördüğü halde ashâbıyla beraber tavaf etmiş, ama dua okunmamış tır. Ta ki Mekke'nin fetih günü, münasip vakit gelmiş ve o zaman onları kırmıştır.

Bunun için âlimlerimiz şu sonuca varmışlardır: Bir kö­tülüğü gidermek, ondan daha büyük bir kötülüğü getirecek­se böylesi durumlar değişinceye kadar ona karşı susmak va­cip olur.

Buna göre sabırla tavsiyeden, zulme ve azgınlığa teslim olma isteği anlaşılmamalı, bilakis Allah hükmedinceye ka­dar gözetleme ve kollama anlaşılmalıdır. Şüphesiz O, hük­medenlerin en hayırlısıdır.

4) Sabır, ilahlaşan tağutlar karşısında, hak söz söyleme­ye, iyiliği emretmeye ve kötülükten nehyetmeye engel değil­dir. Her ne kadar (bunlar), kendisi, ailesi ve çevresindekiler hakkında korkan kimse için vacip değilse de. Nitekim hadîs-

232

 

SÜNNETİ ANLAMADA YÖNTEM

te şöyle gelmiştir: "Cihadın en faziletlisi, zâlim bir hüküm­darın yanında hak sözü söylemektir."- "Şehidlerin efendisi, Hamza b. Abdulmuttalib ve bir yöneticinin karşısında diki­lip, ona (iyiliği) emreden ve (kötülüğü) yasaklayan ve bu yüzden (yöneticinin) Öldürdüğü bir adamdır.""

a- Ebu Davud, Mekhim 17; Tirmizi, Filen 13; Nesaî, Bey'a 37- tbn Mâ-ce, Filen 20; Miisned, c. 3, s. 19)

Heyserni, Mecmeuz-Zevaid, c. 7, s. 272, c. 9, s. 268. (Isnâdmdaki za-yıt bir şahıstan dolayı zayıf olduğunu söylemiştir.)

 

233

 
 
  Bugün 151 ziyaretçi (181 klik) buradaydı

beyaz kuğu Selam Dünya !.. Selam Türkiye !.. Sitemize Hoş Geldiniz !.. ( beyaz kuğu ) bir aile sitesidir !.. Lütfen bizi takip ve dostlarınıza tavsiye ediniz !. Bu çorbada tuzu olsun isteyenlerin, tenkit ve tavsiyeleri için ( mim.sait@hotmail.com )veya ( alt1946@windowslive.com ) adreslerine mail göndermelerini bekliyoruz !.. Sitemizde "bir hoş sada" menüsü altında yer alan "beyaz kuğu", "teferruat", "derviş hüseyine mektuplar" ve "hem nalına hem mıhına" bölümleri orjinal olup, bunların hiç bir hakkı mahfuz değildir, kaynak gösterilerek veya gösterilmeksizin kullanılabilir. Diğer dökümanlar ise; çeşitli sitelerden alınmış, bazılarında değişiklik yapılmıştır.İlgililerin talebi halinde derhal kaldırılacaktır!..Bilgilerinize sunulur !.. *** beyaz kuğu***Ailenizin Sitesi***











* * * * *


 
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol