beyaz kuğu
  00-B - iman
 



 


 



00-B - İman
( İmanın Şartları )




00-B-01 - Allah'a İman


00-B-02 - Meleklere İman


00-B-03 - Kitaplara İman


00-B-04 - Peygamberlere İman


00-B-05 - Ahirete İman


00-B-06 - Kadere İman




 


         

 

İ M A N

 

 

İman'ın sözlük anlamı, herhangi bir şeye inanmak demektir.
Dini terim olarak iman: «Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s)'in Allah tarafından getirdiği şeylerin doğru olduğuna kalb ile inanmak ve bu inacı dil ile söylemektir.»
Allah'ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Allah'ın peygamberi olduğuna kalbi ile inanan ve bu inancını dili ile söyleyen kimseye «Mü'min» denir.

 

Kelime–i Tevhid

 

Okunuşu: "Lâ ilâhe İllallâh, Muhammed-ür Rasûlüllah."
Anlamı: "Allah'tan başka tanrı yoktur. Hazreti Muhammed (s.a.s.) Allah'ın Peygamberidir."

 

Kelime-i Şehadet

 

Eşhedu en lâ ilâhe illellâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Rasûlüh.

Anlamı: "Ben şahitlik ederim ki, Allah'tan başka Tanrı yoktur. Yine şahitlik ederim ki Hazreti Muhammed (s.a.s.)
Allah'ın kulu ve Peygamberidir."

İman esasları, topluca ve özet olarak hem Kelime-i Tevhid, hem de Kelime-i Şehadette ifade edilmiştir. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Peygamber olduğuna inanmak, O'nun Allah tarafından getirip haber verdiği her şeyin doğru ve gerçek olduğuna inanmayı gerektirir. Bu sebeple bir insan, Kelime-i Tevhid veya Kelime-i Şehadetten birini dili ile söyler, kalbi ile de inanırsa İslâm Dini'ne girmiş olur.
Ancak, müslümanın bu kadarla yetinmeyip, İman esaslarını ayrıntıları ile öğrenmesi ve hepsine ayrı ayrı inanması gerekir.

İMAN ESASLARI

 


Ayrıntılı olarak inanılması gereken iman esasları altıdır. Bunlara iman'ın şartları da denir.

İman'ın Şartları
1– Allah'a,
2– Allah'ın Meleklerine,
3– Allah'ın Kitaplarına,
4– Allah'ın Peygamberlerine,
5– Ahiret Gününe,
6– Kadere; İster iyi, ister kötü olsun, evrendeki her şeyin ve her olayın Allah'ın bilmesi, dilemesi ve yaratmasıyla meydana geldiğine,
İnanmaktır.


 

Iman ve Islam

 


 





Iman Nedir?

 

 

Iman, lügatte, bir sey'e tereddütsüz inanmak ve kesin olarak, içten ve yürekten baglanmak demektir.
Dinî mânâsi ise, Allah'in varligina, birligine, tereddütsüz inanmak ve Hz. Muhammed'in (asm) peygamber oldugunu ve bize bildirdigi seylerin hepsinin hak ve dogru bulundugunu, hiçbir sübhe duymadan kabûl ve tasdik etmektir.

Iman Kaç Kisma Ayrilir?
Iman iki kisma ayrilir:
1. Icmalî îman,
2. Tafsilî îman.

Icmalî Iman Ne Demektir?
Peygamberimizin Allah'tan alip haber verdigi seylerin hepsine birden, topluca inanmak demektir.
Bir kimse, mânâsini bilerek ve kabûl ederek:
"Lâ ilâhe illâllah Muhammedün resûlüllah" dese icmalî olarak îman etmis olur.
Bu cümleye Kelime-i Tevhid denir. Mânâsi sudur:
Lâ ilâhe illâllah: Allah'dan baska hiçbir ilâh ve hakikî ma'bud yoktur.
Muhammedün resûlüllah: Muhammed (asm), Allah'in Resûlü ve Peygamberidir.

Tafsilî Iman Neye Denir?
Peygamberimizin Allah'tan haber verdigi seylerin herbirini delilleriyle bilip inanmaktir. Diger bir ifadeyle, dinin zaruriyatini bütün tafsilât ve teferruâtiyla ögrenip tasdik etmek demektir.

Dînin Zaruriyâti Nedir?
Dînin zaruriyâti, Âmentü'de yer alan 6 îman esasi ile dînin namaz, oruç, hac, zekât gibi farz kildigi ibâdetler ve adam öldürmek, içki içmek, zinâ yapmak gibi haram saydigi fiillerdir.
Bunlari, her Müslümanin teferruâti ile bilmesi ve inanmasi sarttir.
Âmentü Nedir, Âmentü'de Yer Alan Iman Esaslari Nelerdir?
Âmentü, her Müslümanin inanmasi, kabûl edip tasdik etmesi farz olan îman esaslarindan ibarettir.
Âmentü'de yer alan îman esaslari 6'dir ve sunlardir:
1. Allah'a inanmak,
2. Meleklerine inanmak,
3. Kitablarina inanmak,
4. Peygamberlerine inanmak,
5. Âhiret gününe, öldükten sonra dirilmeye inanmak,
6. Kadere, hayir ve serrin Allah'dan olduguna inanmak.

Imani Dil Ile Söylemek de Lazım mıdır?

Dil ile söylemek imanin sarti degildir. Insan dil ile imanini itiraf etmese bile, kalben inandiktan sonra mü'min sayilir. Ancak îmanini dili ile söylemeyen bir kimsenin kalbindeki îmanini biz nasil bilecegiz? Bu sebeble, dil ile söylemek, kisinin îmani hakkinda hüküm verebilmek ve öldügünde kendisine Müslüman muamelesi yapabilmek için gereklidir. Bunun içindir ki îmanin rüknü, "kalb ile tasdik, dil ile ikrardir" denilmistir. Burada îmanini dili ile söylemek aslî rükün degil, kisinin îmani hakkinda hüküm verebilmek için gereken sarttir. Cemaatle namaz kilmak, dinî bir vecibeyi yerine getirmek de, îmanini dil ile ikrar gibidir, hattâ ondan daha kuvvetli bir alâmettir. Bu konuda Peygamber Efendimiz söyle buyurmuslardir:
"Sik sik camiye gittigini gördügünüz kimsenin îmanina sehadet ediniz. Çünkü Allah Teâlâ, 'Allah'in mescidlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe îman edip namaz kilan ve zekât veren kimseler îmâr eder'
(et-Tevbe, 18) buyurmaktadir."
Dil ile ikrâr, îmanin temel sarti olmadigi için, bir zorlama durumunda veya buna benzer bir mâzeret karsisinda kalben degil, sadece dil ile inancini inkâr etmek, îmana aykiri söz söylemek dînen câiz olur. Böyle bir duruma mecbur kalan kimse îmandan çikmaz, kalben tasdikini korudugu için de mü'min sayilir.
Nitekim Asr-i Saâdette Ashabdan Ammâr bin Yâsir, mâruz kaldigi agir baski ve iskencelere tahammül edemiyerek imanini diliyle inkâr etmis, böylece ugratildigi iskencelerden kurtulmustur.
Resûlüllah Efendimiz, onun bu hareketini tasvib etmis; kalb îman ile dolu iken, zor karsisinda inkârin, bu îmana zarar vermiyecegini belirtmistir.

 

Amel ve Ibâdetin, Iman ile Alakası Nedir?
Amel, insanin inandigi seyleri yasamasi, dînin emrettiklerini yerine getirmesi, yasakladigi seylerden de kaçinmasi demektir. Amelin îman ile yakindan alâkasi vardir. Insan önce bir sey'i benimser, dogruluguna inanir, sonra da o inandigi sey'i yaparak yasar. Bununla beraber amel, îmanin bir parçasi degildir. Yani, insan dînin emirlerini yerine getirmese ve ibâdetini yapmasa dahi, îmandan çikmis olmaz, inancini inkâr etmis sayilmaz. Sadece günahkâr olmus olur.
Ne var ki, amel ve ibâdet, kalbdeki îmani kuvvetlendirir, te'sirini artirir, insani kemâle ve olgunluga ulastirir. Insanin inancinin geregini yapmamasi ise, imanin insan davranislari üzerindeki müsbet te'sirinin zamanla kaybolup zayiflamasina yol açar. Insan davranislari üzerinde îmanin te'sirleri zayifladikça menfî duygular, kötü huylar, zararli arzûlar, günahlar, insanin his dünyasini kaplar. Bâzan bu hâl, onu küfre, yani, îmanini kaybetmeye bile götürür.
Çünkü islenen herbir kötülük ve günah, dînin emirlerine zid her bir amel ve hareket, kalbe isleyip îman *ûrunu lekeler ve siyahlandirir.
Peygamber Efendimiz bu duruma, su ifadeleriyle isaret buyurmuslardir:
"Bir günah isliyen kimsenin kalbinde, siyah bir leke hâsil olur."
Günahlar tekrarlandikça kalbdeki siyahlik artar, îmanin *ûru gitgide zayiflamaya yüz tutar. Bu hâl, kalbin bütünüyle kararip katilasmasina, îman *ûrunun tamamen sönüp kaybolmasina kadar devam eder.
Bunun içindir ki, "Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var" denilmistir.

Insanlar Bu Dünyaya Nereden Gelmişlerdir?
Insanlar bu dünyaya, ruhlar âleminden gelmislerdir. Allah, insanlarin bedenlerinden evvel ruhlarini yaratmistir. Daha sonra her bir ruha ayri bir beden elbisesi giydirerek onlari su dünyaya göndermistir.
Insanlar Bu Dünyaya Niçin Gelmistir?
Allah'a îman ve O'na ibâdet için gelmistir.
Kur'ân-i Kerîm'de bu hususta söyle buyurulur:
"Cinleri ve insanlari, ancak beni taniyip îman etsin ve ibâdette bulunsunlar diye yarattim." (ez-Zâriyât, 56).
Insanlar Bu Dünyaya Ne Halde Gelirler?
Bütün insanlar, bu dünyaya Islâm fitrati üzere, yani, Müslüman dogarak gelirler. Sonradan büyüyünce herbiri ya kendi akil ve iradesini iyiye kullanarak Islâm fitrati üzere yasamaya devam eder, Müslümanca bir hayat sürerler... Veya menfî çevrelerin te'sirinde kalarak, bu temiz fitratlarini degistirir, Islâm'in disinda bir hayat sürmeye baslarlar. Bu hususa Peygamberimiz, bir hadîs-i seriflerinde su sekilde isaret buyurmuslardir:
"Her dogan, Islâm fitrati üzere dogar. Sonra onu, anasi - babasi (yakin çevresi) Yahudî, Hiristiyan ve Mecusî yapar."

 

 

Ne Zamandan Beri Müslümanız?
Kâlû Belâ'dan beri Müslümaniz.
Kâlû Belâ Ne Demektir?
Allah dünyayi ve içindeki varliklari yaratmadan evvel, öncelikle gelmis ve gelecek bütün insanlarin ruhlarini yaratmistir. Bunlari ruhlar âlemi denilen bir âlemde bir araya getirmistir. Daha sonra hepsini birden huzurunda toplayarak kendilerine hitâben:
- Ben sizin Rabbiniz degil miyim? diye sormustur. Ruhlar da:

Evet, sen bizim Rabbimizsin, diye cevab vermislerdir. "Ancak sana ibâdet eder, senden yardim dileriz" demislerdir. Iste bu konusmanin vuku' buldugu zamana, Kâlû Belâ denir.
Allah daha sonra insan ruhunun bu sözünde ne derece samimî ve dogru oldugunu ortaya çikarmak için, su dünyayi bir imtihan yeri olarak yaratmistir. Ve her bir ruhu ayri bir bedene yerlestirerek, onlari belli zaman araliklariyla su imtihan meydanina göndermistir. Böylece insanin önüne iki yol açilmistir:
Ya akil ve iradesini iyiye kullanarak Kâlû Belâ'daki gibi Allah'i Rab tanimakta devam edecektir. Yahut da iradesini ve aklini kötüye kullanarak Rabbini ve Allah'ini inkâr edecek, O'na kulluktan kaçacak, seytan'in yoluna sapacaktir.
Allah'a sonsuz sükürler olsun ki, biz Müslümanlar, Kâlû Belâ zamaninda Rabbimize verdigimiz sözde duran kimseleriz. Insâallah son nefesimize kadar da bu sözümüzde durmaya devam edecegiz.
 

 

 

Allah'a Iman Ne Demektir? 

 

Allah Teâlâ'nin varligina ve birligine inanmak ve O'nu sifat ve isimleriyle güzelce tanimaktir.
Allah'a îman, bütün dinlerin temelidir. Allah'a inanma, O'na dayanma ve ibâdette bulunma ihtiyaci, insanda yaratilistan vardir. Bu duygu, insanla beraber dogmus ve her devirde de olagelmistir.
Allah'in varliginin delillerinden biri de budur. Çünkü fitrat yalan söylemez. Insan fitratinda, madem, bir yüce Yaraticiya inanip dayanma, O'na ibâdet etme, yalvarip dileklerine karsilik bulma ihtiyaci vardir; öyleyse o yüce Yaradanin vâr olmamasi mümkün degildir. Bu, fitratin inkâri demek olur. Baska hiçbir delil olmasa bile, bu fitrat ve vicdan delili, Allah'in varligini anlamamiz için kâfi bir isiktir.
Aslinda, Allah'i inkâra yeltenenler bile, baslari dara geldigi zaman yine Allah'a yönelmek, O'ndan yardim dilemek zorunda kalirlar. Fakat darliktan kurtulur kurtulmaz yine eski hallerine dönerler. Bunun misalerini pek çok görmüs ve duymusuzdur. Bu hususa Kur'ân-i Kerîm su sekilde isâret buyurmaktadir:
"Insana bir zarar dokundugu zaman, yan üstü yatarak, yahut oturarak veya ayakta iken bize yalvarir. Fakat ondan (ilticâsina sebeb olan o) zarari kaldirdigimiz zaman, sanki kendine dokunan bir zarardan dolayi bize yalvaran o degilmis gibi hareket eder. (Eski sapikligina devam eder.)" (Yûnus, 12).
"Gemiye bindikleri zaman (batma korkusundan) ihlâs ile Allah'a yalvarirlar, fakat kendilerini karaya çikarip kurtardigimizda, hemen sirk kosarlar." (el-Ankebût, 65).

Allah'a Imanin Insan Hayatina Te'sirleri Nelerdir?
Allah'a inanan ve O'na sevgiyle baglanan insanin mânevî ufku kâinat kadar genis, huzûru ve nes'esi Cennet bahçesi gibi daima taze ve ölümsüzür.
Gözlerinde îman nuru parlar, sözlerinde hakikat, sevgi ve nes'e çaglar.
Is ve hareketlerinde ahlâk, vekar ve isabet göze çarpar.
O, insanlari hilkat itibariyle kardesi bilir, onlara lütuf ve merhamet gözüyle bakar.
Sefkatlidir, insanlarin dertlerine bir karsilik beklemeden kosar. Boynu büküklerin gönlünü alir, yetimleri bagrina basar.
Kâinatla ve içindeki varliklarla ünsiyet içindedir. Tanis gibidir. Hiçbir hâdise, onu korkutmaz, gözünü yildirmaz. Kalbindeki îman kuvveti ile kâinata bile meydan okuyabilir.
Allah'in kendisine bahsettigi nimetlerden O'nun iradesine uygun sekilde faydalanir ve tadar. Ölümden korkmaz. Zira, ölümü bir hiçlik ve yokluk kuyusu degil, hakikî hayatin ve ebedî saadetin baslangiç kapisi kabûl eder.
Dünyada kendini misafir bilir. Misafirhane sahibi olan Allah'in rizâsi ve izni dairesinde yer, içer ve rahatla yasar. Misafirlik müddeti bitince de bu misafirhaneden huzurla ayrilip ebedî mekânina gider.
Allah'a inanan ve sevgiyle baglanan kimse, inançsizligin verdigi korkunç izdirap ve elemlerden kurtulur.
Allah'a inanan kimsenin, kendine de, baskalarina da hiçbir zarari dokunmaz. Kanunun olmadigi yerlerde bile Allah'in onu her an gördügü inanci, isledigi kötülüklerin cezasiz kalmayacagi korkusu, onu kötülüklerden alikor. Degil kötülük, bil'akis elinden geldigince herkese iyilik yapmaya, faydali olmaya çalisir.
Ruhunu iyi düsüncelerle doldurur, yüksek ahlâka erer, içinden kötü hisleri kovar.
Allah'a inanmak ve O'na baglanmak, insani ayni zamanda gerçek hürriyetine kavusturur. Zira her sey'in Allah tarafindan yaratildigini bilen insan, yaratiklara degil, yaratana kul olur. Mahlûkattan degil, Hâlikdan korkar. Yalniz Allah'a güvenir, dayanir, O'ndan ister, O'na siginir. Kula kul olmaz. Kimseye el açip dilencilik ve dalkavukluk yapmaz.

 

Allah Sevgisi ve Allah Korkusu

Islâm'in insanlara ögrettigi ilâhî esaslardan biri de, Allah'i sevmek ve O'ndan korkmaktir.
Mü'min; nimeti, lütfu ve keremi sonsuz olan Rabbine karsi büyük bir sevgi ve hürmetle baglanacak, O'nun rahmet ve merhametinin her sey'i kusattigini düsünecek, ne kadar günahkâr olursa olsun, O'nun afvindan ümidini kesmiyecektir. Yüce Allah'in rahmet, sevgi ve sefkati sonsuz ise de, bunun yaninda kahr ve azâbinin siddetli oldugunu da unutmayarak O'ndan korkacak, gazabindan emin olmayacaktir.
Korkunun ifratindan yeis, yani, ümidsizlik dogar. Pek fazla ümidlenmek ise, insani gaflete atar ve âkibeti umursamamaya götürür. Bu bakimdan Allah'in azâbindan emîn olmak da, rahmetinden ümîd kesmek de dînimizde yasaklanmistir.
Su halde mü'minin kalbi, Rabbinin huzurunda, korku ile ümid arasinda O'na lâyik bir kul olma heyecaniyle çarpmalidir.
Kur'ân-i Kerîm'de mü'minlerin bu vasfina su sekilde dikkat çekilmektedir:
"Mü'minler, Allah'in rahmetini umarlar ve azâbindan da korkarlar..." (el-Isrâ, 57).
"Allah'a korku ve ümid içinde dua ediniz" (el-A'râf, 56) buyurulmaktadir.
Imanin kemâline delâlet eden bu hâle beyne'l-havf ve'r-recâ, yani, korku ile ümid arasinda olma hâli adi verilir.
Gerçekten de Allah'a olan îmanin kemâli, sadece Allah'i sevmek veya sadece O'ndan korkmakla gerçeklesemez. Ikisinin bir arada bulunmasi gerekir. Insan, sevginin verecegi nazlanma ve simarikliktan ve rahmetine güven duygusunun sevkedecegi taskinlik ve itâatsizlikten, ancak Allah korkusu ile kurtulabilir...
Sadece korkunun verecegi ye's ve ümidsizlik halinden insani kurtaracak da, Allah sevgisi, rahmetinin genisligine ve afvinin sonsuzluguna olan inançtir. Bu sebeble "Hayrin basi Allah sevgisi; hikmetin basi da Allah korkusudur" denilmistir.
Aslinda, Allah'a olan sevgi kadar, O'ndan korkmak da son derece tatli ve zevkli bir haldir...
Allah korkusunda nasil bir lezzet ve ruhî haz oldugu su sekilde izah edilmistir:
"Ârif-i billâh, aczden, mehafetullah'dan (Allah korkusundan) telezzüz eder. Evet, havf'da (Allah korkusunda) lezzet vardir. Eger bir yasindaki bir çocugun akli bulunsa ve ondan suâl edilse, "En leziz ve en tatli hâletin nedir?" Belki diyecek: "Aczimi ve za'fimi anlayip validemin sefkatli sinesine sigindigim hâlettir..."
Halbuki bütün vâlidelerin sefkatleri ancak bir lem'a-i tecellî-i rahmettir (Allah'in rahmetinin küçük bir tecellîsidir).
Onun içindir ki kâmil insanlar, aczde ve havfullah'da öyle bir lezzet bulmuslar ki kendi havl ve kuvvetlerinden siddetle teberrî edip Allah'a acz ile siginmislar, aczi ve havfi (korkuyu) kendilerine sefaatçi yapmislar..." (Sözler)
Allah'i sevmek ve O'ndan korkmak hususunda Peygamberimiz de söyle buyurmuslardir:
- "Mü'min kimse, Allah'in azab ve ikabinin miktarini bilseydi, hiçbir kimse Cenneti ümid etmezdi. Kâfir de Allah'in rahmetinin ne kadar çok oldugunu bilseydi hiç kimse O'nun rahmetinden ümid kesmezdi."
- "Cennet size ayakkabinizin bagindan daha yakindir, Cehennem de böyle..."
- "Sagilan süt memeye girmedigi gibi Allah korkusundan aglayan kimse de Cehenneme girmez. Allah yolunda çarpisirken husule gelen tozla Cehennemin dumani birlesmez."
- "Allah katinda iki damla ve iki izden daha sevimli bir sey yoktur.
Iki damla:
* Allah korkusundan dolayi gözden akan yas,
* Allah yolunda dökülen kan damlalaridir.
Iki iz'e gelince:
* Allah yolunda alinan yara izleri ile,
* Allah'in farzlarinin birini îfa ederken husûle gelen eserlerdir."
- "Herhangi biriniz ölürken Allah'a hüsn-i zan etmeksizin (afv ve magfiret edecegini ummaksizin) ölmesin."
 

Alıntı Kaynak;

Ekrem Yolcu
http://www.enfal.de/akaid4.htm

 

 
  Bugün 32 ziyaretçi (110 klik) buradaydı

beyaz kuğu Selam Dünya !.. Selam Türkiye !.. Sitemize Hoş Geldiniz !.. ( beyaz kuğu ) bir aile sitesidir !.. Lütfen bizi takip ve dostlarınıza tavsiye ediniz !. Bu çorbada tuzu olsun isteyenlerin, tenkit ve tavsiyeleri için ( mim.sait@hotmail.com )veya ( alt1946@windowslive.com ) adreslerine mail göndermelerini bekliyoruz !.. Sitemizde "bir hoş sada" menüsü altında yer alan "beyaz kuğu", "teferruat", "derviş hüseyine mektuplar" ve "hem nalına hem mıhına" bölümleri orjinal olup, bunların hiç bir hakkı mahfuz değildir, kaynak gösterilerek veya gösterilmeksizin kullanılabilir. Diğer dökümanlar ise; çeşitli sitelerden alınmış, bazılarında değişiklik yapılmıştır.İlgililerin talebi halinde derhal kaldırılacaktır!..Bilgilerinize sunulur !.. *** beyaz kuğu***Ailenizin Sitesi***











* * * * *


 
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol