|
|
Ahlaksız herifler
Engin Ardıç
02.10.2007
Hiç unutmam, Beyoğlu’nun göbeğinde şakır şakır seks filmi oynatılıyor, İnci Sineması, tarih de 12 Eylül’den birkaç ay öncesi...
Ben de o kaldırımdan geçiyorum... Sinemadan çıkan abazan kitlesi arasında bir adam, önüm sıra yürüyor, bir yandan da yanında giden arkadaşına bağıra çağıra yakınıyor: Ahlaksız herifler! Ahlaksız herifler!
Kulak kabarttım, herhalde filmdeki birtakım açık saçık sahnelerden rencide olmuş... Bilmeden, yanlışlıkla girmiş olmalı...
Meğerse, kapıda sergiledikleri bazı cüretli görüntülerin filmde kesilmiş olmasından, seyirciyi kandırmalarından yakınırmış! Sözünü ettiği ahlak, ticaret ahlakı!
Eskiden Türkiye’de ticaret ahlakı yoktu.
Osmanlı ahlakı çökmüş, gayrımüslimlerin çok köklü Hıristiyan ya da Yahudi ahlakı yokedilmiş, memleketi yöneten anlı şanlı bürokrasi, yerine yeni bir ahlak sistemi kuramamıştı. Geçerli olan “rüşvet yememeye” dayalı, “ne kendisi gönenen, ne de kimseyi gönendiren” mazbut, yoksul ve mıhsıçtı bir ahlak düzeniydi ama bununla da ekonomik gelişme sağlanamıyordu.
Çetin Altan’ın babasının “kendisinden bir lira fazla kazanana hırsız, kendisinden bir lira az kazanana ayaktakımı gözüyle bakan” memur zihniyetiyle, sağlanamazdı da
Ticaret ahlakı kurulamamıştı, çünkü yöneticiler bir burjuva sınıfının doğmasına izin vermemişlerdi. Aslında korktukları burjuva sınıfı değil, sanayileşmeyle şehirlere gelip işçi sınıfına dönüşecek olan köylülerdi. Maazaallah, sonra sosyalizm falan da çıkardı ortaya!...
“Devrimlerin tutması” için, Türkiye’de sınıfların oluşmaması gerekiyordu. “İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle” palavrası, elbette bürokrat diktasının sürebilmesi için de şarttı.
Yoksulluğu erdem sanan bu “bozkır murtluğuna”, aptal solcularımız da destek verdiler. Onlar da kuzeydeki model olan “Bolşevik yokluklarını ve darlıklarını” matah kabul etmişler, eşitlik dengesini hep “aşağılarda” kurmayı özlemişlerdi.
Dolayısıyla, “işçi kültürü” de oluşamadı. İşçiler, işçi değil, “fabrikada işleyen köylü” olarak kaldılar. Grevlerde davul zurnayla halay çektiler. İngiltere’de ya da Fransa’da grev yapan hiçbir işçi Midlands ya da Auvergne bölgesinin “halk danslarını” oynamıyordu...
Bu ruhsuz, sevimsiz ve lezzetsiz dönemin serpintileri, yakın zamana kadar süregeldi.
Tüccar, “esas olarak kazık atmaya” yönelikti. Fatura matura da pek bilinmezdi.
Kitap yayınlayıp telif ücretimi almaya gitiğim zaman yayıncının suratıma pişmiş kelle gibi sırıttığını bilirim: Para mı? Ne parası?
Lokanta yoktu, meyhane vardı. Hangi yemeğin kaç lira olduğunu, hangi mezenin kaç kuruş yazacağını kimsecikler bilemezdi. Garsonlar müşteriyi gözleriyle şöyle bir tartarlar, “tipine göre kime ne kadar sokacaklarını” kestirip, okunması mümkün olmayan kargacık burgacık bir hesap pusulası getirirlerdi, kazığa diklenecek olana da dayak hazırdı.
Bu rezillik bugün de sürüyor da, “manita götürülen” birtakım deniz kenarı balık boğuntularında sürüyor. Dağdan gelen ayı, istavrit gibi, bizim yarısını kediye verdiğimiz çarçur balığa yüzlerce lira sökülüyor...
Ben de, kapılarında “Avrupa tarzı” yemek listesi ve de fiyat listesi bulunan, garsonun “mönü” getirdiği lokantaların arttığını görerek seviniyorum.
Birçok ticarethane, fiş istemesen de zorla veriyor, faturayı “al da sonra istersen çöpe at” diyerek uzatıyor.
Avrupa Birliği’ne asla giremeyecek olsak bile, bu serüven sırasında, “son kullanma tarihi” diye bir kavramla tanıştık.
Çünkü kapitalizm gelişiyor. Kurallarını da birlikte getirip koyuyor: Nasıl süpermarket, aptal solcularımızın çok sevdikleri “kahraman bakkalı” yokediyorsa, kayıtlı kuyutlu tacir de “çürükçü esnafı” kenara itiyor.
“Ne gerek var efendim” diyerek eve bir buzdolabı alınmasına bile karşı çıkan “İsmet Paşa yetiştirmesi” zavallılar da birer birer tarihe karışıyorlar. Kendileri çeşitli dünya başkentlerinde fink atıp halka “memur mazbutluğu” önerenler yani onların çocukları da çekilip gideceklerdir. Halkı aç bıraktılar, halk da onları kovdu. Türkiye’de yeni ve daha ileri bir dönem başlamıştır ve hiçkimsenin gücü, tarihin çarkını “kırklı yıllara” çevirmeye yetmeyecektir. Savulun ulan, Türk burjuvası -nihayet- geliyor! Burjuva gelirse, ardından adam gibi bir işçi sınıfı da -nihayet- gelecektir.
Bunu otuz yıl önce yazsam beni vururlardı.
|
|
|
|
|
|