"Evet biz de yamyamız"
(mı acaba?)
Yusuf Kaplan
Size iki farklı "yamyamlık hikayesi" anlatacağım. Bu "hikaye"lerin ilki gerçekten yaşanmış "bir yamyamlık hikayesi". İkincisi ise gerçek olduğu sürgit gizlenen kurmaca bir "yamyamlık hikayesi".
Gerçekten yaşandığını söylediğim ilk "yamyamlık hikayesi"ni Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan, Mehmet Küçük'ün büyük keyif alarak çevirdiği her halinden belli olan "Kolonyalizm / Postkolonyalizm" başlıklı kitabında Ania Loomba'dan aktaıyor bize: "(Üzerinde güneş batmadığı hikaye edilen Britanya İmparatorluğu'nun en ünlü kaşiflerinden) James Cook ve adamları Pasifik Adaları'na ayak bastıklarında, açlıktan (bitap) düşmüşler, aylarca süren yolculuktan dolayı (adeta) birer paçavraya dönmüşlerdi. Yerliler, adaya daha önce gelip, kardeşlerini katletmiş kişilere benzeyen bu vahşi (beyaz) adamlara korkuyla bakıyorlardı. Britanyalılar, bir yandan yemeklere saldırıyor, öte yandan da dinledikleri 'yamyamlık' hikayelerinin etkisiyle soruyorlardı: 'Siz de yamyam mısınız?'. Yerliler, bu beyaz adamların kendilerini (de) çiğ çiğ yiyecekleri korkusu içinde 'Evet' dediler. 'Biz de yamyamız.'"
Kurmaca olduğunu söylediğim ama gerçekte yaşanan "yamyamlıkları" bastıran, örten tastamam postmodern bir esprisi olan diğer "yamyamlık hikayesi"ne gelince... Bizler mışıl mışıl uyurken ve daima mışıl mışıl uyumaya devam etmemizi sağlamak amacıyla bize ve tüm yerkürenin ses/siz, dilini yitirmiş, konuşamayan, konuşamadığı için kendisi olarak varolamayan, dolayısıyla bu dünyaya yepyeni, özgün şeyler söyleyemeyen ve yalnızca başkalarının söylediklerini, yapıp ettiklerini bir tür papağan gibi tekrarlamaya çalışan dünyanın kafası karışık, zihinsel melekeleri göçmüş sakinlerine (gerçekte yaptıkları yamyamlığı örtecek, gizleyecek ve meşrulaştıracak) şöyle bir "yamyamlık hikayesi" anlatıyorlar:
"Rönesans, Reformasyon, modernlik, ulus-devletlerin icadı ve inşası, Sanayi Devrimi, Aydınlanma Çağı, İngiliz, Fransız ve Amerikan devrimlerinden sonra Batı uygarlığı ve kültürü, yeryüzünde kesin olarak hakim oldu. İslam medeniyeti ve kültürü de dahil, diğer uygarlıklar ve kültürler, Batılılar'ın bu büyük yürüyüşü, meydan okuyuşu karşısında varlık ve direniş gösteremediler; yok olmasalar bile yenilgiyi kabul ederek geri çekildiler. Yaklaşık 20 yıldan bu yana hızla ivme kazanarak gelişen ve handiyse hayatımızın her alanına nüfuz eden küreselleşme fenomeni, Batılılar'ın yeryüzünde kurdukları hegemonyanın nihai zafere ulaştığının kanıtlıyor. Küreselleşmeye, küreselleşmenin temel enstrümanları, tezahürleri veya paradigmaları olan, tartışılmaz ve yegane "değer"ler haline ge(tiri)len liberal demokrasiye, pazar ekonomisine, sekülerleşmeye, rölativizme, 'her şey mübahtır' mottosuna direnmek hem imkansızdır; hem de sonuç getirmeyecek, son derece anlamsız bir şeydir." Vesaire...
Şimdi bu iki "yamyamlık hikayesi"ndeki yakıcı, tüketici çelişkiyi farkediyorsunuzdur umarım: Dün, yerliler / kızılderililer, beyazların "Siz de yamyam mısınız?"sorusuna, beyazların kendilerini çiğ çiğ yiyeceklerinden korkarak "Evet, biz de yamyamız" diyebilmişlerdi. Oysa biz, tüm dünyayı kendilerine benzetmeye çalışanlara karşı, neden, "Hayır! Biz size benzemek istemiyoruz. Kendimiz olarak dünyaya bir şeyler söylemek istiyoruz. Size benzediğimiz zaman tıpkı sizin gibi dünyanın kaynaklarını, imkanlarını yamyamca tarümar etme yamyamlığını biz de yapmış oluruz" diyemiyoruz? Neden?
Ve böyle yapmak yerine, neden, "Evet size benzemekten başka çıkar yolumuz yok. Şimdi Müslümanlığı filan bir tarafa bırakalım. O durduğu yerde dursun. Biz de ancak sizin icat ettiğiniz kavramlara ve kurumlara sahip olduğumuz zaman bir baltaya sahip olabiliriz" diyoruz. Evet neden?
Böyle yapmakla, bir baltaya sahip olamayacağımızı, o sahip olacağımızı zannettiğimiz baltanın aslında bizim kendimizi, dinamiklerimizi, kişiliğimizi doğramaktan başka bir işe yaramayacağını neden göremiyoruz?
Bu sorunun cevabını galiba Yerliler iyi veriyor: "Evet, sizin bizi kendinize benzetip bir lokma niyetine yutacağınızı çok iyi biliyoruz. Evet, biz sizin bildiğiniz yamyamız".
Yerlilerin cevabını anladık da, sahi bizim cevabımız ne? Var mı bir cevabımız, sahiden?
Neden bir cevabımız yok, öyleyse?
ykaplan@yenisafak.com
29.OCAK.2001