Aile, Modernlik ve Müslümanlar
M. Kürşad Atalar
Modernlik, malum olduğu üzere, Müslümanların hayatında birçok şeyi değiştirdiği gibi, aile kurumuna bakışı da değiştirmiştir. Elbette ki bu, modernliğin etkisi oranında olmuştur. Batılı yaşam tarzının kimi halk katmanlarında önemli oranda etkili olduğu Türkiye gibi ülkelerde, aile kurumu da büyük ölçüde değişmiş ve geleneksel formun yerini ‘çekirdek aile’ almıştır. Geçmişte de bugün de, Müslümanlar arasında, bu formun esas itibarıyla İslami ilkelere uymadığı yönünde yaygın kanaat vardır. Ancak kanaatimce, meseleyi sırf aile kurumunun geçirdiği dönüşüm zaviyesinden ele almak isabetli değildir. Mesele daha temelde yaşanan değişimler zaviyesinden ele alınmalıdır.
Malum olduğu üzere, köklü değişimler, inanç, hissiyat ve fikirlerde yaşanan değişimlerle mümkün olmaktadır. Yani kişinin hayata bakışı, dünyayı algılayışı, kısacası ‘dünya görüşü’ değiştiği zaman, doğal olarak, amelleri de değişmektedir. Dolayısıyla, yapıp-etmelerde bir değişimin olması için, öncelikle düşüncenin, inancın, görüşün değişmesi gerekir. Bu kuralı, pekala aile için de uygulayabiliriz. Yani kurumsal yapı olarak ailede yaşanacak bir değişimin, öncelikle düşünce düzeyinde gerçekleşmesi lazımdır.
Meseleye bu açıdan baktığımızda, bizatihi ‘aile’ kurumundan önce, aileyi oluşturan kişiler (yani ‘bireyler’) açısından konunun ele alınması öncelik arz eder. Bu kural modernizm için de geçerlidir, İslam için de geçerlidir. Modernlik (özellikle de liberalizm) açısından, aileden önce ‘birey’ gelir; o nedenle, aileyi tanımlamadan önce ‘birey’i tanımlamak gerekir. Hatta liberalizm için, ‘birey’in tanımı her şeyden önce gelir! İslam için de benzeri bir durum söz konusudur. İslam’da da mü’min kul tanımı, aile tanımından önce gelir; zira bütün bir toplumsal yapı öncelikle toplumun bu en küçük biriminin üzerine oturmaktadır.
Buradan şu sonuç çıkar: İslam’ın aileye bakışı ile başka ideoloji veya dinlerin aileye bakışı kaçınılmaz olarak farklı olacaktır. Çünkü bu dinlerin (veya dünya görüşlerinin) ‘insan’a bakışı farklıdır. İnsana bakıştaki farklılık, beraberinde kurumsal farklılığı getirir. İnsanı ‘özgür’ ve ‘eşit’ rasyonel birey olarak kabul eden anlayışa göre, 18 yaşına gelmiş bir gencin hâlâ ailesiyle birlikte aynı ev ortamını paylaşması, en azından ‘kınanmayı hak edecek’ bir şeydir. Çünkü bu, gencin rüştünü ispatlamasından çok, ‘özgür’ ve ‘bağımsız’ bir birey olmasıyla alakalı bir şey olarak görülür. Aynı şey, kapitalist üretim tarzının geniş aileyi parçalaması olgusunda da karşımıza çıkar. Bu ailenin parçalanması kaçınılmazdır; zira fabrikada 16 saat çalışacak işçinin kadın, erkek (hatta çocuk) olmasının önemi yoktur; önemli olan ‘işgücü’dür. Dolayısıyla kadını evden çıkarıp fabrikaya taşıdığınızda, geleneksel aile kurumu zaten çökmüş olacaktır. Fakat burada, aileyi çökerten asıl unsur, fabrika değil, fabrikada çalışacak kişinin üretim ilişkileri bağlamında ‘işçi’ olarak tanımlanmasıdır. Yani mesele yine ‘insan’ tanımında düğümlenmektedir.
Bu konuda örnekleri çoğaltmak mümkün ama feminizmin ‘aile’ye bakışını değerlendirmeden geçmek olmaz. Bilindiği gibi, feminizm, geleneksel aile kurumuna sıcak bakmaz; çünkü ona göre, geleneksel kurumların çoğu gibi, aile de, ‘erkek-egemen’ topluma özgü bir kurumdur ve kadına yönelik baskıyı simgeler. Dikkat edilirse, cinsiyet ayrımına dayalı feminist görüşte de, yine ‘insan’ tanımı belirleyicidir. Feminizmin, modernitenin ‘özgür’ ve ‘eşit’ birey tanımına temelden itirazı yoktur; sadece bu tanımın erkekler için olduğu gibi kadınlar için de uygulanmasını talep etmektedir.
Son olarak, post-modern anlayışın konuya bakışına değinmemiz yararlı olacaktır. Bilindiği gibi post-modernizm, modernitenin birçok kavram ve kurumunun geçerliliğinin sorgulanmasına yol açmıştır. Post modernizm, ne liberalizmin ‘özgür’ ve ‘rasyonel’ birey tanımına ne sosyalizmin ‘işçi’ tanımına ne de nasyonalizmin ‘vatandaş’ kavramına alternatif yeni bir insan tanımı yapmıştır. Post-modernizm, sadece bu tanımların genel-geçerliğini sorgulamış ve bu noktada hayli etkili de olmuştur. Bu etkiyi, modern kavram ve kurumların ‘sert’ görünümlerinin törpülenmesi olarak da betimleyebiliriz. Nitekim Parsons’un 1950’li yıllarda modern ailenin prototipi olarak tanımladığı ‘çekirdek aile’ kavramı, 1970’lerde itibarını kaybetmiş ve örneğin ‘çok çocuklu aileler’ Batı toplumlarında artık yadırganan bir şey olmaktan çıkmışlardır. Hollywood yapımlarından Cosby Ailesi dizisinin, Amerikan izleyicisinin yoğun talebine mazhar olması da post-modern döneme özgü bir husustur. Burada neredeyse ‘geniş aile’ tanımına uyacak bir aile modeli sempatik gösterilmekte ve aile içi ilişkilerde geleneksel tınılara yer verilmektedir. Bu da, netice itibarıyla, başta söylediğimiz hususu doğrulamaktadır. Zira bu tür dizilere gösterilen yoğun ilgi, önceden ‘anlayış’ın (yani dünya görüşünün) değiştiğini gösterir ki, post-modernizmi bazı açılardan bir anlayış/zihniyet değişimi olarak görmek mümkündür.
Lafı şuraya getirmeye çalışıyorum: Müslümanlar olarak, aile kurumunu tartışırken ya da modern (veya post-modern) aile tanımlarına eleştiri getirirken, doğru yerden başlamamız gerekiyor. Ancak maalesef, bugün çoğunlukla bu yapılamıyor. Bu noktada bilmemiz gereken şudur: Modern ya da post-modern anlayışın aileye bakışı elbette farklı olacaktır ve bu, onun ideolojisi gereğidir. Dolayısıyla Müslümanların, modernitenin ya da post-modernitenin aile kurumuna bakışını eleştirmeden önce, modern ya da post-modern ‘ideoloji’yi eleştirmesi gerekir. Bu yapılmadığı takdirde, aile kurumunun ‘önemi’ vs. üzerine söylenen sözler, sağlam bir zemin üzerine oturmayacaktır. Hele, aile kurumunun ‘yararları’nın, modern tecrübenin getirdiği yıkımlardan sonra daha iyi anlaşıldığı yönündeki argümanlara bel bağlamak asla doğru değildir. Bunlar, ‘faydacılığı’ çağrıştıran yaklaşımlardır ve itibar edilmemesi gerekir. Eğer ‘geniş aile’ İslami bir kurumsa ve savunulacaksa, bu savunu, İslam’ın temel kavram ve ilkeleri ile aile kurumu arasındaki ilişki ispatlanarak yapılmalıdır. Geleneksel manada baba-çocuk, dede-torun, gelin-kaynana ilişkilerinin günlük hayatta görülen yararlarını baz alan yaklaşımlarda çoğunlukla bu bağlantı kurulmamaktadır. Bunun nedeni de, naçizane kanaatime göre, hem İslam’ın hem de modernitenin (ya da post-modernitenin) kavram ve kurumlarının iyi bilinmemesidir.
Bunu bir örnekle açalım: bugün Müslümanların önemli bir kesimi, bir yandan ‘özgürlük’ kavramını olumlarken, öte yandan, modernitenin ‘aile’ kurumuna ilişkin tutumunu kıyasıya eleştirebilmektedir. Halbuki bu çelişkili bir tavırdır. Tutarlı olmak için, modernitenin hem ‘özgürlük’ kavramını hem de ‘aile’ye yaklaşımını reddetmek gerekir. Çünkü bunlar bir bütünlük arz ederler. Modernite kendi içinde tutarlı bir düşünce sistematiğidir. İslam da öyledir. İslam’a göre, mü’min, bir ‘kul’dur; Allah’ın emirlerine ‘teslim olmuş’tur. Dolayısıyla kişiler arasındaki ilişkileri ‘hududullah’ belirler. Anne-baba hakkını gözetmekten tutun, çocuklara şefkat göstermeye, miras hukukundan tutun, yetimlerin hakkını korumaya varıncaya kadar bütün aile-içi (veya dışı) hususlarda sınırları Allah’ın emirleri tayin eder. Dolayısıyla bu emirlere itaat etme noktasında mü’minlerin ‘tercih hakkı’ (yani ‘özgürlüğü’) yoktur. Hatta Sa’d bin Ebi Vakkas’ın Mekke döneminde anne-babasının şirk koşması yönündeki ‘emirleri’ni reddetmesi örneğinde bile, bu ilkenin bir başka yoldan doğrulandığını söyleyebiliriz. Zira aslında anne-babanın hakkını gözetmek Kur’an’ın bir emridir ama bu, her sözlerine mutlak itaatin de bir emir olduğu anlamına gelmez. Çünkü anne-babaya itaat şarta bağlıdır. Eğer emir ‘meşru’ değil ise, itaat yoktur. Ebi Vakkas’ın tavrı, tamamen ‘kulluk’ kavramıyla bağlantılıdır ve doğrudur. Biçimi yanlış olduğu için ayette eleştirilmiştir ama özde doğrudur. Bu da şunu gösterir ki, ‘aile’ kavramıyla ilgili hususlar, daha temeldeki ‘kulluk’ kavramına tabi olmalıdır. Yani kişi, aile içi ilişkilerde kulluğu ile çelişen durumlar yaşıyorsa, kulluğunu öncelemelidir. Dolayısıyla Müslümanların, aile ile ilgili konularda doğru bir yaklaşım geliştirebilmesi için bir kurumu (aileyi) tartışmadan önce daha temel bir kavram olan ‘kulluğu’ iyi bilmesi gerekir.
İşte Müslümanın ‘aile’ kurumuna (aslında bütün kurumlara) yaklaşımı bu şekilde olmalıdır. Bu, özellikle de bu dönemde böyle olmalıdır. Çünkü yaşadığımız dönem, öncelikle kurumların tartışılacağı değil, kavramların tartışılacağı bir dönemdir. Kavramlar konusunda netleşmeden kurumları tartışmak, eğer bir manipülasyon gereği yapılmıyorsa veya bir cehalet göstergesi değilse, beyhude bir çabadır. Bundan sahici bir netice alınamaz. Çünkü bütün kurumlar, ancak sağlam bir düşünce temeli üzerine kurulurlar. Örneğin demokrasilerde meclisler, mutlaka ve mutlaka, ‘özgür’ ve ‘rasyonel’ vatandaş tanımı üzerine kurulmuşlardır. Böyle ‘vatandaş’ı olmayan toplumların kurduğu siyasal rejimlere, demokrasi denmez. Aynı şekilde, İslami ‘ümmet’ de, ‘mü’min’ ve ‘kul’ tanımları üzerine kurulmuştur ve bu kavramların doğru anlaşılmadığı yerde, kurulacak toplumsal ve siyasal yapıların ‘İslamiliği’ de tartışmalı olacaktır.
Bu bakımdan, son dönemlerde ‘aile’ kavramının gündemde işgal ettiği yeri de yorumlamamız gerektiğini düşünüyorum. Kanımca bu durum, sağlıklı işleyen bir mekanizma olduğunu göstermiyor. Bilakis, tali bir konunun asli konuların önüne alındığını gösteriyor. Bu, bilinçli yapılan bir şey midir, bilemiyorum. Fakat çeşitli organizasyonların yaptığı bu tür (sempozyum düzenlemek, çalıştaylar hazırlamak vb.) çalışmaları bendeniz, daha ziyade, az önce söylediğim ilkenin yeterince bilincinde olmamanın bir sonucu olarak görüyorum. Bu, tıpkı STK’ları, ‘İslami hareket’in yeni (ve doğru) yöntemi olarak görmeye başlayanların yanlışına benziyor. Burada da aile kavramı, öyle görünüyor ki öncelikli kavramlar statüsüne çıkarılmaya çalışılıyor. Yapılan bence yanlıştır. Aile, bir ‘kurum’dur ve ancak ideolojik netlik sağlandığı zaman, sağlıklı tesis olunabilir ve işleyebilir.
Müslümanlar olarak her birimiz bu konuda çeşitli sıkıntılar yaşamamıza ve hayatın akışı içerisinde bir çözüm bulmanın da gerekli olduğunu düşünmemize rağmen, ‘asli’ çözümü bendeniz ilkelerin öncelenmesinde görüyorum. Bu yol belki zordur, çok emek ister ama gerçek çözüme de ancak bu şekilde ulaşılabilir.
Alıntı – KAYNAK :http://www.nidadergisi.com/default.asp?sayfa=sayioku&id=559