beyaz kuğu
  Hilafetin kaldirilmasi
 

           Hilafetin kaldırılması:

Osmanlı Devletinin Yok Edilmesi Sürecinin Sonu veya İslâmın Dünya Siyasetinin Dışına Çıkarılması

D. Mehmet Doğan *



 

Sunuş
Geçen sene, hilafetin ilgasının yetmi­şinci yıldönümü idi. Bu münasebetle Türki­ye Yazarlar Birliği bir toplantı düzenlemeyi kararlaştırdı. Konu, ilgili öğretim üyelerine ve araştı nn acil ara duyurulduğunda umumi kanaat, böyle bir toplantıyı resmî kurumlann, mesela Türk Tarih Kurumu'nun yapması ge­rektiği yönünde idi. Ancak, Türkiye öyle ga­rip bir ülkeydi ki, en başta konuşması ve ob­jektif olarak değerlendirmesi gereken bir ko­nuyu ilgili kuruluşlar bile ele alamıyordu.
 
Türkiye Yazarlar Birliği, HUKUKÎ VE Sft'ASÎ BÎR KITRUM OLARAK HİLAFET Sempoz­yumunu düzenledi. Sempozyum pmgramı basma açıklandı, program dawtiyeler dağıtıl­dı. Pmgram-davetiyede şu kısa açıklama yer alıyordu.
 
"Hilafet kurumunu geçmişte yüzyıllar­ca temsil etmiş, bünyesinde bulundurmuş bir iifke ve topluluk olmamıza rağmen, hilafet konusu Türkiye'de uzun süre tabular arasın­da yer almıştır. Konuyla ilgili resmî tez ve bu teze dayanan tedhişçi yaklaşımlar hilafetin ilmî, objektif ve soğukkanlı bir tarzda eh alın­masını neredeyse tamamen imkânsız kılmıştır. Hatta   bu   tedhişçi   (terörist) yaklaşımlar, Türkiye'nin 70 yıl boyunca islâm dünyasıyla ilişkilerini etkilemiş, Türkiye, islâm, âlemi ile ilişkiler konusunda uzun sure Batılı mütte­fiklerinin     dahi    çoU    g*"is''nde    kılmış; 1970'lerde islâm ülkeleri arasında uluslara­rası bir konferans toplanmak istenildiğinde Türkiye'nin böyle bir platformda yer alıp ala-mıyacağı ciddi ciddi tartışılmıştır. îslâm Kon­feransı İstanbul'da ilk defa toplandığında da (1976) zamanın cumhurbaşkanı (emekli bir amiraldi) bu toplantıya katılmamak için yurt gezisine   çıkmış,    "Cumhuriyeti   kurmak"la öğünen partinin lideri ise, Fransa'ya gitmiş­ti. Şimdi o dönem geride kaldı. îslâm Konfe­ransının veya ona bağlı kuruluşların başkan­lığını zaman zaman Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanları ve Başbakanları yapıyor.
 
Türkiye Yazarlar Birliği, etrafında dehşet uyandırılmış bu konunun bütün yönleriyle ve farklı görüşe sahip ilim ve fikir adamları tarafından konuşulması, tartışılma­sı maksadıyla böyle bir toplantı düzenlemeyi kararlaştırdı. Bir yıl önce hazırlık çalışmala­rına başlanan ve konuyla ilgili bütün ilim ve fikir adamlarına duyurulan bu toplantı mart ayında yapılacak şekilde planlanmıştı, ancak mahallî seçimler dolayısıyla nisan ayına erte­lendi.
 
Değişen dünyada, Türkiye'nin ve İslâm dünyasının yeri üzerinde çok ve çeşitli yorumların yapıldığı bir dönemde sempozyu­ma katılan ilim ve fikir adamlarının görüşle­rinin yeni ufuklar açılmasına yol açacağını umuyoruz."
Tabii, bu toplantı tahmin edilebileceği üzere, yapılamadı, O sıralarda mahalli seçim­ler henüz yapılmış ve bazı merkezler istedikle­ri sonucu elde edememişlerdi. Bu havada ye­ni bir irtica kampanyası gündemdeydi. Top- toplantının yapılacağı Diyanet Vakfı Konferans salonunun tahsisi  bir gece önce intal edildi. Toplantının yapılması imkanı hoylece ortadan kaldırılmış oldu.

1. M. Kemal Paşa ve Hilafet Siyaseti


Mustafa Kemal Paşa'nın Millî Mücade-le'nin çeşitli safhalarında Osmanlı Saltanatı ve İslâm Hilafeti ile ilgili dışa vurulan görüşleri değişiklik göstermiştir.  Ankara'da,  23  Nisan 1920'de Meclis'in açılışı dolayısıyla bütün vila­yetlere, Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Merkeziye-lerine ve belediye reisliklerine gönderilen ta­mimde,   Bimennihilkerim   Nisanın   23'üncü cuma günü, cuma namazını müteakip An­kara'da Büyük Millet Meclisi kuşat edilecek­tir. Vatanın istiklali, makamı reji i hilafet ve saltanatın    istihlastn&m    (kurtarılmasından) söz   edilmektedir.   Milli  Mücadele  boyunca, islâmiyet ve halifelik kurumu hem halkın his­siyatı hem de İtilaf devletlerinin yakın ve Orta­doğu politikaları açısından taşıdığı değer ve tesirden ötürü ön planda tutulmuştur. Milli Mücadele'nin ilk günlerinden itibaren, çeşidi islâm ülkelerinden gelecek temsilcilerin katıla­cağı toplantılar düzenlenmesi, islâm âlemine islâm prensiplerini ihtiva eâ^n beyannameler yayınlanması yoluna gidilmiştir. Şeyh Ahmed Sünusi gibi etkili kişilerin, Anadolu yönetimi adına, İslâm ülkelerindeki halkın dini duygu­larını İtilaf devletlerine karşı ayaklandırmaya yönelik faaliyet göstermesi tasvip edilmiştir. Milli Mücadelenin önderleri, müslüman ülke­lere beyanname ve diğer propaganda malze­mesi yanında; ajan ve temsilciler de gönder­miştir. Bu dönemde, Mustafa Kemal'in başında bulunduğu Heyet-i Temsiliye, halifelik kuru­munun prestijini ve müslüman ülkelerin deste­ğini dış ilişkilerinin en önemli dayanağı olarak görmektedir.

 

Milli Mücadele'nin başlangıcından itiba­ren uzun süre asıl maksadın vatanın istiklali ile birlikte saltanat ve hilafetin kurtarılması oldu­ğu ifade edilmiştir. 11 Nisan 1921'de Kâzım  Kara bekir'in sorularına verdiği cevapta, M. Kemal Paşa, "Hilafet ve saltanat meselesi, bir rnesele-i esasiye olarak mevcut değildir Türki ye'nin başında Halife-i İslâm olacak, bir hü " kumdar; biır sultan bulunacaktır" demekte­dir. Karabekir, Mustafa Kemal'in bu düşünce­lerini daha sonra, Sakarya Zaferinde mareşal­lik ve gazilik gibi son unvanları da aldıktan sonra hilafet ve saltanatı almayı ideal edinme­sine yorar. O sıralar görüştüğü birçok mebus­ların da bu fikirde olduğunu öne sürer. Mec-lis'te 1 Mart 1922'de yaptığı konuşmada "Efen-diler İstanbul Cenab-ı Peygamberin bizzat alaka gösterdiği, Eba Eyyübi Ensari Hal it hazretlerinin ondört asırdan beri meşhedi-nin temas ve uzaktan gözetimi altında tuttu­ğu bir şehirdir. Milletimiz bu güzel şehirde makam-ı mııallayı hilafeti muhafaza etmekte­dir" demiştir. Saltanatın kaldırılması sırasında hilafeti yücelten Mustafa Kemal Paşa, durum tam açıklık kazanmadığı için, 1922 sonlarında yayınlanan Karahisar (Afyon) mebusu Şükrü Efendi'nin "Hilafet'in saltanatı havi olması" hakkındaki risalesine karşı kızgınlık göster­mez. Bu sırada seyahattedir ve uğradığı yerler­de hep hilafet ve islâmiyetten konuşur. Daha sonra Nutuk'da Şükrü Efendi'yi şiddetle eleşti­recektir.

 

18 Aralık 1922'de îzmit'de TBMM Hü-kümeti'nin şer-i şerif ahkâmından ibaret olan şûra, adalet ve ululemre itaat esasına tevfikan teşekkül ettiğini, Türkiye Devleti için Hilafet mevzuu bahis olmayıp, ancak âlemi islâm nazar-ı dikkate alındığı zaman var olabi­leceğini, çünkü makam-ı hilafetin yalnız Türk­lere değil, yüce âlem-i İslama ait olduğunu söyler. Hilafet meselesi hal ve tebit edilecek (çözülecek ve ebedileştirilecek) seviyeye vasıl olununcaya kadar "Türkiye Büyük Millet Mec-lisi'nin Makam-ı Hilafeti bir nokta-i ümid ola­rak muhafaza edeceğini belirtir. Bursa'da 23 Ocak 1923'de "Hilafetin yalnız Türkiye halkı­na değil, bütün İslâm âlemine şumülü olması hasebiyle bu makam hakkında bir karar ver­mek Türk Milletinin selahiyeti haricindedir41 der.

Karabekir'e göre, Halife olmayı uman ve arzu eden ve her yerde ona göre konuşma­lar yapan M. K. Paşa, bu sırada Ankara'dan

 

 

Meclis İkinci Reisi Ali Fuad Paşa'dan gelen şif­reli telgrafla sarsılır. Telgraf, Gazi'nin geven yıl milİete verdiği söa mucibince bir tarafa çekil­mesi şartıyla kendisine bir saray ve ayda on-bin Ura tahsisat verilmesi hakkındaki takrir (önerge) ile ilgilidir. M.K. Paşa buna çok sinir­lenir. Hilafeti uhdesine almaya ve eski ideali­ne kavuşmaya uğraşırken bu tavsiye ona pek acı gelmiştir.

 

Karabekir, "Hilafet ve saltanatı almak için koyu bir mümin çehresiyle minberlere ka­dar çıkıp, hutbeler okumak, muvaffak olama­yınca bizzat medh ve sena edilen mukaddesa­ta dil uzatmak ve bunları alt üst etmek üzere bir tek adamlığa çıkmak gibi iki tehlikeli ifra­tın birinden diğerine atlamak, herkesin yapa­bileceği bir iş değildi. Fakat bu felaha doğaı bir gidiş de sayılmazdı. Mustafa Kemal Pa-şa'nın çıkamadığı bu makamı yıkmak kararım vermiş ve fiiliyata da geçmiş olduğuna şüp­hem kalmadı" der.

 

Hilafetin kaldırılmasına yakın günlerde, İzmir'de Harp Oyunları tertiplenir. Bütün as­kerî erkân oradadır. Karabekir, Hilafetin kaldı­rılması ile "askerlikçe mânasını bulamadığım İzmir Harp oyununun bir 'siyasi oyu a1 olduğu anlaşıldı" der. "Tıpkı Cumhuriyetin ilanında olduğu gibi, hilafetin lağvı ve hanedanın hu­dut dışı edilmesi karan da bir kaç kişi arasın­da kararlaştırılıyor ve Halife, benim mıntı­kamda olmasına rağmen, bana bu hususta bir haber dahi verilmiyordu. Biz bu mühim işi de madunlarımızdan (astlarımızdan) ve onlar da sivil makamlardan öğreniyorlardı... Millet Mec­lisi'nin vereceği karar, daha evvelinden vali­lere tamim olunuyor. Hem de o Meclis ki, prensipte bir madde halinde, Hilafetin Os­manlı hanedanına ait olduğunu değişmez bir karar olarak kabul ederek milletten rey al­mış bulunuyordu." Karabekir, Fevzi (Çak­mak) Paşa'ya "İzmir"de harp oyunu diye top­landınız; halbuki orada güya hilafetin lağvına ordu karar vermiş gibi bir manzara hasıl ol­muştur..." der. Fevzi Paşa cevabında, Hilafetin lağvı hakkındaki fikrini Mustafa Kemal Pa-şa'nın izmir'de söylediğini belirttikten sonra, "ben sizin de haberiniz var zannediyordum!"

der. Karabekir de, astlarına emir verildiğini; astlarıyla mühim isler görüşüldüğünü; kendisi­ne haber verilmediğini belirtir.

 

 

"Bir gün minberlere kadar çıkıp hilafet makamının kııdsiyetinden ve halifenin lüzu­mundan bahset, herkes boyun eğsin, dinle­sin; bir gün de ani bir karar ver, 'Hilafet kal-dınlmıştır, Halife hudut dışı edilecektir' de; yi­ne herkes boyun eğsin, dinlesin! Bunun gibi, bir gün İslâm dinini ve Kur'an'ı göklere çı­kar, bir gün de onlan kaldırmaya yürü!"

 

Kâzım Karabekir, M.K. Paşa'nın saltanat ve hilafeti almak fikrinde olduğunu ısrarla tek­rarlar: "Mustafa Kemal Paşa'nın mefkuresi (el yazısıyla ve imzasıyla bunu teyit eden fotoğra­fı da vardır) saltanat ve hilafeti almak idi. Bu­nu önce küçük bir şehzadeye naip olmakla elde etmek istedi. Sonra da Birinci Büyük Mil­let Meclisi'nde -Benim teklifim veçhile- salta­natın ilgası ve hilafetin Osmanlı hanedanında bırakılması karan verileceği gün, saltanat ve hilafeti almaya yürüdü. O akşam şark ve 567 garp cephesi komutanları sıfatıyla ve teklifim üzerine, İsmet Paşa ile Çankaya'ya giderek, böyle bir hareketin Büyük Millet Meclisi'nin dağılmasına (yol açacağını) ve halkın ve ordu­nun itiraz ve mukavemetiyle karşılanacağı ve bu halin istiklâlimizi kurtarmamıza rağmen, felaketimize sebep olacağını, İsmet Paşa'nın ağzından Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya anlat­tık/»

Mustafa Kemal Paşa'nın baştan beri "bir sır gibi" cumhuriyet düşüncesini taşıdığı, salta­nat ve hilafeti en uygun zamanda ortadan kal­dırmayı kurduğu kendisi tarafından da ifade edilmektedir. Bu durumda M. Kemal Paşa'nın Milli Mücadele boyunca hilafet ve saltanatı kurtarma ile ilgili beyanları izaha muhtaç hale gelmektedir. M. Kemal Paşa inanmadığı halde böyle konuşmuş olmalıdır. Öyleyse "takiyye" yapmış ve asıl fikrini saklamış olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bu makyavelist tutumun   tasvibi şu sonucu   vermekte dir: Bir amaca ula­şıncaya kadar halkın fikirleri, görüşleri doğrultusunda hareket ediyor gibi görünmek, onları    bir anlamda kandırmak, gücü tam manasıyla ele geçirince tersini yapmak mubahtır, meşru­dur.

 

O'nun Karabekir'in ısrarla belirttiği üze­re halife olma düşüncesinde olmadığını kabul etsek dahi, mesele tanı açıklık kapanmamakta­dır. Mustafa Kemal Paşa'nın hilafetle ilgili tu­tum alışlarında dış etkenlerin, bilhassa İngiliz politikasının önemli rol oynadığını tahmin edebiliriz. Hilafetin devamı veya kaldırılması ile onun Osmanlı hanedanı dışında bir şahsi­yete geçmesi (muhtemelen M. Kemal de bu grupta yer almaktadır) konusunun Britanya İmparatorluğu'nun önemli gündem maddeleri arasında yer aldığından şüphe yoktur. Bu hu­susta en fazla bilgiye M. Kemal Paşa'nın sahip olması da tabiidir. Bilhassa zaferden sonraki yaklaşım değişikliklerinin sebebi araştırılırken bu unsurun gözden uzak tutulmaması lâzım gelir.

  2. 20. Yüzyılın başında İslâm dünyası, Osmanlı Devleti ve Hilafetin konumu

 

20. yüzyılın başında Osmanlı Devleti, İslâm dünyasının hem dinî, hem de stratejik ve ideolojik bakımdan merkezinde yer alıyor­du.   19-  yüzyıl sonunda Sultan 2. Abdülha­mid'in islamcılık siyaseti, islâm dünyasının uf­kunu genişletti. Dünyanın neredeyse :ek ba­ğımsız müslüman devleti konumunda bulu­nan Osmanlı Devleti aynı zamanda hikfet oto­ritesini de temsil ediyordu. 19. yüzyıldan itiba­ren  İslâm   ülkeleri   Avrupa'nın  sanayileşmiş hıristiyan  devletlerinin  işgali altına  girmeye başlamıştı. Kuzey Afrika, Asya, Kafkaslar, Bal­kanlar sömürgeci Avrupa devletlerinin pençe­sine düşmüştü. Bu şartlar içerisinde müslü­manlar, islâm dayanışmasını, yegâne kurtuluş ümidi olarak görüyorlardı. İslâm dünyasının her tarafından gözler Osmanlı Devle ti'ne ve İs­tanbul'a çevrilmişti. Türkiye'ye çokuzak mesafede bulunmalarına rağmen, Gü neyDoğu Asya'da,  mesela  Endonezya'da müslümanlar  Hollanda sömürgeciliğine karşı mücadelede    Osmanlı desteğine bel bağlıyorlardı. Müslü manlar, Hindistan'daCezayir'eRusya'dan Afrika'ya dikkatlerini İstanbul'a yöneltmişlerdi

 

İslâm dünyasının büyük bölümü sö­mürgeci güçlerin kontrolü altına girmişken dünyada yegâne müstakil islâm devleti olan Osmanlı Devleti ile hilafet merkezi de geçmiş yüzyıllardaki Haçlı seferlerini andırır şekilde taarruzlara maruz kalıyordu. Batılılar bir taraf­tan Osmanlı Devleti içindeki gayri müslimleri tahrik ediyor, diğer taraftan da onları öne sü­rerek, sözde insaniyetçilik maskesi altında, Devlet1 in iç işlerine karışıyordu. 19. yüzyılın hâkim devleti ingiltere, Abdülhamid döne­minde Rusya'ya karşı Osmanlı Devletini des­tekleme siyasetini değiştirmişti. İngiliz politi­kasındaki bu değişiklik İngiliz sömürgesi al­tında bulunan Hindistan'da ciddi tepkiler do­ğurdu.

 

 

Bir taraftan Cemaleddin Efganî vb. İslamcıların anti emperyalist islâm birliği dü­şünceleri, öte yandan Sultan 2. Abdülhamid'in Hilafet kurumunu canlandırması, çevresine İslâm âlimlerini toplayarak islâm ülkelerine "tebliğciler" göndermesi milletlerarası siyaset alanında tesirli bir islâm bloku oluşabileceği­nin işaretlerini veriyor, Müslüman dünyada ciddi anlamda bir emperyalizm karşıtı uyanış hissediliyordu. "İngilizler, Güney Asya'daki gelişmelerden kuşkulanmakta haklıydılar. Otuz sena önce halifenin kim olduğunu bil­meyen, hatta hiç ilgilenmeyenler; şimdi Aka­be meselesi dolayısıyla İngiltere'ye çatıyorlardı. Belgelere bakılırsa, 2. Abdülhamid'in Güney Asya'daki müslümanlar arasında nüfuzu gide­rek artıyordu. Bazı müslümanlar onu dünya­nın manevî kutbu olarak görmeye başlamış­lardı. 2. Abdülhmid'le ilgili hikâyder abartıla­rak mitoloji haline getirildi. Artık padişah "Ulu Hakan1 olacaktı."(2) Bu günlük hayata, şeklî unsurlara kadar sirayet ediyordu. "Cezayir'de olduğu gibi, müslüman Hindistan'da da daha çok fes giyilmeye başlanır, sokaklarda halife sultanın resimlerinin sayısı çoğalır.'1<:3)

 

Bütün dünya müslümanları İstanbul'a ve Osmanlı Devletine Hilafet otoritesinin gücü olarak bakmaktadırlar. Halife, Avrupa karşısın­da mazlum müslümanların haklarını savunan müslüman dayanışmasının sembolü olarak be­lirir. Sultan Abdülhamid'in otoritesi Osmanlı Devletinin hâkimiyet alanlarının dışında kal­mış olan islâm dünyasında da hissedilir. Cami­lerin büyük bir kısmında cuma hutbesinde Ha­life sultanın adı geçmeye başlar. Osmanlı Dev-leti'nin sıkışık zamanlarında yardımlar topla­nır. Hicaz, demiryolu bütün islâm dünyasının katkılan ile inşa edilir. İslâm dünyasının Os­manlı Devleti'ne karşı beslediği duyguların İtalyanların Libya'ya saldırması (1911), Os­manlıların Balkanlarda mağlub olmalan (1912-1913), 1. Dünya Savaşına giriş, Çanakkale Za­feri (1915) vb. olaylar dolayısıyla çeşitli şekil­lerde dışa vurulduğu görülür.

 

"Cezayir halkı, Türklerin ayrılmasından sonra, uzun yıllar boyunca, Osmanlı İmpara­torluğuna karşı Halifeye bağlılık duyguları ile açıklanabilecek bir özlem duygusunu koru-, muştur. Messali, yurtseverliğini ve gençlik umutlarını, 'bütün müminlerin başkomutanı', Osmanlı Sultanı Halife Mehmet Ve bağlar. Sultan-halifenin resimleri kentin en kıyıda kö­şede kalmış evlerine asılmıştır. Bu yükselen Türk dostluğu hareketi Nahta (yeniden doğuş ya da bu dönemde edebi, sanatsal ve özellikle dini pek çok alanda ifadesini bulan rönesans) hareketi ile katmerlenir. Dini çerçeve, bu 'rö-nesans'ın desteğidir ve Mağrip halklanna, ya­bancı sömürgeci varlığına karşı her yerde mü­cadele imkanlarını yaratır.''^

 

 

Balkanlardaki hadiseler, islâm dünya­sında hıristiyanlığın islâma karşı yeni bir saldı­rısı olarak değerlendirilir. Balkan Savaşı üzeri­ne Hindistan'ın Luknov şehrinde Bütün Hin­distan Müslümanları Kongresi toplanır. Bu kongrede, Müslüman-Hindu ittifakı ile Avrupa mallanna boykot ilan edilmesi kararlaştırılır. Trablusgarp Savaşı sırasında olduğu gibi Türk­lere yardım sandıkları açılır. "Bu işle 'Hamicli-ye İslâm Cemiyeti' ilgilenecektir. Belgeler, Türklere destek olmak için annelerin çocuk­larını dahi satışa çıkardıklarını yazmaktadır."


 

Feroz Ahmed, Hindistan'daki müslü-manlarla ilgili olarak 1. Dünya Savaşı hakkın­da, "Türklerin yenilgisi, müslümanlar için bir felaket olurdu" demektedir. Hu düşünceyi bü­tün İslâm Dünyasına teşmil etmek mümkün­dür. Savaşın olumsuz sonuçlanması islâm dünyasında büyük bir üzüntü ve hayal kırıklı­ğı uyandırmıştır.

Mütareke sonrasında Anadolu'da dire­niş hareketinin başlaması, tslâm dünyasında yeni umutlar belirmesine yol açtı. Bu Mücade­le sırasında yükselen Mustafa Kemal ismi İs­tanbul'da gözetim altında tutulan Halife'yi kurtaracak 'İslâm'ın kılıcı' olarak değerlendiril­di ve büyük itibar kazandı.

 

Dini yapılar, cemaatler Milli Mücade-le'nin mesajının islâm âlemine yayılmasında önemli rol oynadılar. "Beyruttaki Fransız ca­susluk servisleri Kemalist mesajın yayılmasın­da özellikle dini birliklerin cemaatlerin oyna­dığı rolü belirtirler. 1922-1923 yıllan arasında birçok cemaat kurulmuştu. Bunların yönetici­leri Ankara BMM üyelerinden ve eski İttihat ve Terakki yöneticilerinden başkalan değildi."

"Tunus'ta olduğu gibi Suriye'de de ga­zeteler aktif bir kampanya yürüttüler. Mustafa Kemal'in ve Halife'nin etrafında birleşmeyi savundular. Kesin zafer, Tunus şehrinde gös­terilere yol açtı. Türklerin davasına duyulan sempati, giderek İslâm Dünyası'nın kurtuluşu biçimindeki daha genel bir umuda dönüşü­yordu... Ancak Türklerin lehine yapılan en gösterişli dayanışma toplantıları Anadolu'yu yeniden fetheden Türk birliklerinin İzmir'e gi­rişi (Eylül 1922) dolayısıyla yapıldı. İslâm Dünyası Fas'tan Endonezya'ya kadar toplan­tılar düzenleyerek, mitingler yaparak Türkle­rin zaferinden duyduğu sevinci ortaya koy­du. Filistin'de, Şam'da, Tunus'ta, Hindistan Müslümanları arasında, Yemen'de ve hatta Etyopya'da Adis Ababa'daki müslüman halk arasında düzenlenen gösteriler hakkında ta­nıklara sahibiz. Filistin'li Müslümanların, Türk birliklerinin İzmir'e girişini kutlama biçimini bir referans olarak alabiliriz. Porath'ın çalışıua-5i bu konuda ilginç ayrıntıları ortaya koyuyor. Türklerin zaferi ilan edilince, Kudüs Mustafa Kemal'in resimleri ile donatılıyor-, Gazze'de, Nablus'ta pencerelere Türk bayrakları asılıyor. Camilerde dualar okunuyor ve Kudüs'teki El Aksa camiinde büyük bir toplantı yapılıyor. Türk bağımsızlık savaşının kurbanları için ba­ğışlar toplanıyor. Burada bir parantez açalım: 1922-23 arasında Mustafa Kemal'in İslâm Dün-yası'nın büyük bölümünde 'en popüler kişi1 olması bizi şaşırtmamalı, çünkü Türklerin zafe­ri kısmen ve geçici bir süre için de olsa, İslâm'ın 19. yüzyıldan beri süregelen bekle-yiş'ine cevap veriyordu. Geriye Arap Orta-Doğu'sunun duaımu kalıyor: Savaş sırasında meydana gelen olaylar düşünüldüğünde, Filistin'de ya da Şam'da Kemalistler lebine gösterilerin düzenlenmiş olması şaşırtıcı yanlar taşıyor. Y. Porath, Filistin'li Müslüman­larla ilgili olarak bu somna eğildi ancak vargı­larının Suriye'yi ve Irak'ı kapsaması da müm­kündür. Filistinlilerin 1922'deki Türk dostlu­ğu, bir fırsatçılık mıdır yoksa gerçek bir sempa­tiyi mi dile geti»inektedir? Porath ikinci ihti­male yatkındır. Savaştan önce, Arap milli hare­keti çok sınırlıydı. Hüseyin'in 19l6'daki ayaklanmasına katılma, savaş durumunun ya­rattığı hoşnutsuzluğa. Cemal Paşa'nın siyaseti­ne duyulan tepkiye, İngilizlerin hürriyet vaad-lerine, diğer bir deyişle konjonktürel nedenle­re bağlı idi. Savaştan sonra vaadler uçup gitti yerine manda yönetimi kuruldu. Manda yöne­timi Osmanlı yönetiminin Filistinli soylulara sağladığı mevkileri ellerinden aldı. Bu ise Türk dönemini bir anda altın çağ havasına soktu."

"Türk dostu gösterilerde görülen ortak noktalardan biri, Enver Paşa'nın ya da Halife Sııltan'uı portrelerinin yanında giderek yükse­len Mustafa Kemal portreleridir. Messali Hacı ve arkadaşları büyük Türk generalinin resim­lerini gazetelerden kesiyor ve duvarlarına iğ­neliyorlardı. Malezya'da, Hint'li Müslümanlar tarafından işletilen dükkanlar Mustafa Ke­mal'in resimlerini satıyor ve Malezyalı gençler bunlardan yüzlerce satın alıyorlardı. Kemal'in ,   tıpkı   (Enver)   Sedat'ın   Kahire'deki evinde olduğu gibi, Türk dostu çevrelerde boy gösteriyordu. Pakistan'ın eski ailelerinin çarı katlarında günümüzde bile bu resimlere rastlanıyor. Tunus'ta 'Kemal Paşa' resimleri Ge­leneksel cam üzerine boyama sanatının konu­larından biri haline geldi. Anadolu direnişinin kahramanının Abdülkerim'in RiPteki çadırın süslediği yolundaki dedikodular bile etrafta dolaşmıştı. Bütün bu örnekler, büyük bölümü okuma yazma bilmeyen toplumların bünye­sinde ve insan tasvirinin dince yasaklanmış ol­masına rağmen, imajın yarattığı büyük etkiyi gösteriyor."

 

"Mustafa Kemal'in popülerliği ve mu­zaffer Türkiye'nin itibarı, resimlerinin yayılma­sının yanısıra, başka araçlarla do ortaya dökü­lüyordu. Kemal ismi İslâm Dünyası'nda 1922'den itibaren Enver'in ve Talat'ın yerine, ön plana çıktı. Zaferleri için şiirler yazıldı. Bu açıdan, herşeyden önce İslâm'ın Hıristiyanlığa karşı kazandığı bir zafer olarak algılanan zafe­rin kutlanışında, camilerin ve burada okunan duaların rolüne dikkat çekmek gerekir. Ana­dolu'da savaşanlar için toplanan bağışların önemi de vurgulanmalıdır. Bu bağışlar Türkle­rin yol açtığı seferber oluşun unsurlarından bi­riydi/6'

 

 

Osmanlı hilafeti Hind müslümanları için ayn bir anlam ve değer taşımaktadır. 30 Aralık 1918'de Delhi'de "Bütün Hindistan Müslümanlar Birliği" kongresi toplanır. Hind müslümanları bu vesile ile Osmanlı Hilafetine bağlılıklarını ifade ederler. Müslümanların bağlılıkları İngiltere'yi konuya duyarlı yaklaş­maya sevk etmelidir. Hind müslümanlannın aktivitesi Hindulan da tesiri altına alır. Gandi, 'Hilafet Konferansı'na katılacaklarını taraftarla­rına ilan eder. "Ben Türklerin zayıf, kabiliyet­siz veya gaddar olduklarına inanmıyoaım. Müslüman kardeşlerimizi desteklemek bizim için de kutsal bir görevdir" der.(7)

 

Osmanlı Devleti, islâm dünyası için da­ha önce belirtilen yer ve konum özelliklerine ilave olarak müslümanlar için modernleşme nin kaynağı olarak da büyük değere sahipti. İstanbul. İslâm dünyasındaki müslüman seç­kinler üzerinde bir fikir ve ilim merkezi olarak da önem taşıyordu. Türkiye'nin t.slâm düny.ı-smdaki merkezi yerini kaybetmesi, bir anlam­da islâm dünyasının modernleşme örneğini de yok etmiştir, istanbul'a bakan gözler Lond­ra'ya Paris'e veya başka merkezlere çevrilmiş­tir.

3. Cihad ve İslâm Dünyası

 

1. Dünya Savaşı sırasında ilan edilen Ci-had'ın müslümanlarda gereken tesiri uyandır­madığı, dolayısıyla Hilafet kurumunun esasen bu mânada bir güç ve değer taşımadığı çok sık tekrarlanmıştır. İslâm dünyasının bu çağrıya gereken tepkiyi göstermediği, hatta hiç aldırış etmediği, sömürge ahalisi müslümanların, bil­hassa Hind müslümanlarının Osmanlılara karşı İngilizler safında savaştıkları iddia edilir. Bu iddialar geniş ölçüde dayanaktan yoksundur. Mütareke döneminde M. Kemal'in de adayı olarak sadrazamlığa getirilen Ahmet îzzet Pa­şa, islâm âleminden destek görülmediği iddia­larını "nankörlük" olarak niteler:

 

 

"İngiltere sömürgelerinden olan islâm beldeleri, özellikle Hindistan, savaşa girerken İslâm halifeliği ve Osmanlı Devletinin doku­nulmazlığını, islâm beldelerinin hıristiyan hü­kümetlerine bağlanmaması şartını öne sürdük­leri bilinen bir hakikattir. Ne zaman ki, Lloyd George ve Cle nenceau mütarakeden sonra bi­ze karşı yok edici maksatlar ortaya koydular, Hind müslümanlan derhal bu şartı hatırlatarak protestoya başladılar ve mecusi (hindu) hem-şehrileriyle bunun için bu koruda anlaşma yaptılar. Fas beyliğine varıncaya kadar Fran­sa'nın sömürge ve himayesindeki islâm devlet­leri de, bu derece olmasa bile, Devletin ba­ğımsızlık ve dokunulmazlığı yolunda seslerini yükselttiler. Harekat-ı Milliyenin Yunan istila­sına karşı Devleti korumasındaki hizmet ve gayreti hiçbir zaman inkâr edilemez. Fakat memleketimizde bin türlü gizli ihtiras vesilesi bulunduğu ve hele savaş esnasındaki fiil ve davranışlarımızın uyruğumuzdaki gayri müslimlerin teşvikiyle huzur bozan bir ateş şeklini aldığı halde İtilaf devletlerinin fiilen alevhimize kuvvet göndermemelerinde kuşkusuz etkili bir sebep olmuştur. Memleketimizi hiç görmeyen, ya da bir defa gelip geçen birçok Avrupa devlet   adamının   Mütareke   yıllarında   birer ateşli Türkofil kesilmelerinin bizim eia gö/.ü-müze âşık ve düşkün, yahut kahramanlık des­te nlanmıza vurgun ve gönül vermiş olmaktan çok, ülkelerinin İslâm politikasının esenliğini bizimle dostlukta görüp bulduklarından doğ­muş olduğunu onaylamayacak bir anlayış sa­hibi düşünülemez. Piere Loti, Claude Farrere gibi ünlü yazarların hakkımızdaki savunmala­rını, şairce duygulanmalara yorsak bile, Mare­şal Lyautey, General Gourauld ve birçok İngi­liz siyasi ve askeri ricalinin ve daha epeyce İslâm ve Türk dostu kişi ve cemiyetin kendi vatanlarının çıkarlarını incelikle dikkate aldık­ları, bu çıkarların ise, koruma ve uyruklarında bulunan müslümanların bizim alın yazımıza ortak olmalarıyla ilgili bulunduğu açıktır... İn­giltere Osmanlı devletine karşı düşmanca bir  politika   izledikçe,   Hindliler   boykot   yaptı, ayaklanma tehditleri gösterdi, Hind valisini sı­kıştırdı, boykotlar yüzünden mensucat fabri­kalarını, tüccarlarını zarara soktu. Diğer yön­den - başka sebeplerle beraber — İslâm tebaa­sını kırmamak maksadıyla Fransa'nın bize kar­şı uysal bir politika uygulaması devletler ara­sında bir güzel rekabet uyandırdı. Dolayısıyla İngiltere bir taraftan kendi islâm tebasının bas­kısı, diğer taraftan yine islam âleminin diğer devletlerin politikasına verdiği yönün etkisiy­le, yani imparatorluğun güvenlik ve iç ticaret düşüncesiyle, hem de dış siyaset rekabeti şev­kiyle bizim hakkımızdaki niyetlerini değiştir­mek zon:nda kaldı."fö)

 

Cihad çağrısının tamamen cevapsız kal­dığı görüşü de kesinlikle gerçekle bağdaşmaz. Beklentilere uygun bir tesir uyandırmamasının sebepleri üzerinde ise düşünmek lâzım gelir. Cihad fetvasının beklenilen tesiri gösteremeyiş sebeplerinin başında, İslâm dünyasına savaş davetinin tam manasıyla duyurulmasini   sağlayacak   iletişim   imkânlarına   sahip      olunmaması gelmektedir

 

Birinci Dünya Sav.t.şı sıra.sında, Sultan Reşad'm Halife sıfatıyla ilan eltimi Cihad, m>-mürgelerde yaşayan mü.slünıanlaıı dine bağlı­lık ile sömürge idarelerine itaat arasında ter­cihle karşı karşıya bırakmıştır. Buna rağmen Cezayir'den Hindistan'a kadar Türk taraftarlığı­nın ortaya dökülmesine tamamıyla engel olu­namamıştır.

 

 

Afganistan Kralının tarafsızlık siyasetine rağmen iktidara yakın Türk taraftan bir hizip Osmanlıların yanında savaşa girilmesini sa­vundu. 1916'da oıtaya çıkan "Arap isyanı" Af­ganistan ve Hindistan'daki müslüınanlar ara­sında şiddetli infiale yol açtı. Bu isyan İngiliz­ler tarafından tahrik edilen gerçek bir ihanet olarak yorumlandı. Çanakkale zaferini kutla­dıktan sonra bazı Cezayirliler, müslümanlan cihada davet eden Halife Mehmet Reşad'a itaat etmedikleri için "Allah'ın kendilerini cezalan­dıracağını söylüyorlardı... İstanbul'un cihad ilanı, inançların güçlü olduğu yörelerde coş­kunlukla karşılanmıştır. Böylece murabıtların militan rolü, direnişe İslâmın saf, özgün bütün damgalarını vurmuştur.ll(9)

 

İngiliz köniutanîanna ilanı etmeyip, si­lah bırakan Hind Müslümanları cephelerde domuz derisinden yapılmış iplerle idam edilir­ler. "Domuzun müslümanlarca haram oluşu bu iple idam edilenlerin cennete gidemiyecek-leri düşüncesini taşıyor ve tabiî ki, isyanlar için manevî açıdan caydırıcı bir tesir yaratıyordu. İngilizler sıkı güvenlik tedbirleriyle Hindis­tan'da göz açtırmamaya kararlıydılar... Fehim Ali ve Sıddıki cihad ilanıyla beraber kollan sı­varlar. 13 Kasımda (1915) Ranguna gelen Be-luci birliğine sızar, Cihan-ı İslâm gazetesini da­ğıtır ve onları Halifeye itaate ikna ederler. 1915 Ocak'ında ayaklanmaya hazır bir hale getirirler. Ne var ki komplo 21 Ocakta deşifre edilir ve birlikteki elebaşılarından ikiyüz kişi İngilizlerce daragacına yollanır/10'

 

1915 Şubatında Lahor'daki talebeler mücahidin teşkilatına katılma kararı alırlar. Ka­bil'e geçip, Teşkilatı Mahsusa ile ilişki kura­caklardır. Fakat Ruslar tarafından yakalanarak,İngilizlere teslim edilirler. İngiliz polisinin ne­den böyle yaptıkları sorusuna/Padişah böyle istedi! diye cevap verirler. "Rumbokl, Türk desteği ile Güney Asya'da 1913 ile 1914 yıllan arasında 17, 1915'de 56 ve 191ö'nın ilk altı ayında ise 25 ayaklanma çıktığını yazmakta­dır. Hindistan müslümanlarının asıl etkisi tn-gilterenin isyan ettirdiği Şerif Hüseyin'e tavır almaları ile ortaya çıkar. Londra, Mekke Şerifi gibi mukaddes bir beldenin yöneticisinin hali­feye isyan etmesiyle, bütün islâm âleminin onun arkasında toplanacağını, hiç olmazsa onu manen destekleyeceklerini hesaplamıştır. Bu noktada Güney Asya müslümanlarının oy-nadıklan rol büyük önem taşımaktadır. Hin­distan müslümanlan, Şerif Hüseyin'in hareke­tini Halife'yi en zor bir anında "arkadan vur­ma" olarak değerlendirirler ve Hüseyin'i lanet­lerler. Hind uleması bir fetva yayınlayarak, Şe­rif Hüseyin'e lanet, Halifeye bağlılık ifade eder. Hind Müslümanlarının bu tepkileri İstan­bul'da yayınlanan Sebilürreşad dergisinde şu şekilde yansımıştır:

 

"Halife-i müslimine karşı huruç eden sabık Mekke Emiri Baği Hüseyin'in bu sefil hareketi Hindistan'da duyulur duyulmaz her tarafta ietimalar aktedildi. Her yerde bu hadi­seyi telin için nutuklar, hutbeler irad olundu. Bir kere matbuat-ı islâmiye Hüseyin'in böyle bir zamanda Halife-i Müslimine karşı isyan ey­lemesini cihan-ı islâmın kalbine tevcih edilmiş bir hançer olmak üzere telakki etti. Sonra bilu­mum Hind İttihad-ı İslâm Cemiyeti şubeleri birleşerek bu harekete karşı durulmasını, ta­raftarlarına ilanı husumet edilmesini, şeriatı garra-yı islâmiyeyi temelinden sarsacak olan bu isyanı teyid edebilecek her türlü müzahe­retten imtina etmesi için hükümete müracaatta bulunulmasını tahtı karara a

Arap ihaneti veya Arapların Türkleri ar­kadan vurması da propaganda amaçlı bir abartma ihtiva etmektedir. Arapların savaş sı­rasında Türkiye'ye tamamen cephe aldıkları iddiası, temelden yoksundur. "Anıp isyanı" ve­ya tepkisi hayli sınırlı ve konjonktüre bağlı bir hadise olarak kabul edilebilir.

Kastamonu milletvekili llalid bey, Hila­fet1 in ilgası görüşmeleri sırasında, yakın tarih­lerde Hilafetin hiç bir faydasının görülmediği­ni, dünya müslümanlarının Osmanlıların yar­dımına koşmadıklarını iddia edenlere karşı "son Yunan taarruzunda Yunanlılar Eskişehir ve Afyon hattına geldikleri zaman işgal altında bulunan yerler batı vilayetlerini kurtarmak için tek bir nefer gönderebilmişler midir" sorusunu sorar. Halit Bey, Milli Mücadelede vatanla bir­likte hilafeti kurtarmak için çalışılacağının ilan edildiğini, İslâm âleminin Türklere karşı gös­terdiği muhabbetin sebebinin din kardeşliği­nin de ötesinde Hilafet kurumuna bağlılıktan kaynaklandığını ifade eder.

 

 

Şerif Hüseyin, isyan ediş sebebini Boz-kurta ibadet eden Turancı ve Hz. Peygambere küfür eden tercümeleri kaleme alan Abdullah Cevdet vari garpçı İttihatçıların tutumlarına bağlar. Bu sırada İngilizler, İttihatçıları Mason­luk ve siyonistlikle suçlayan yayınlar yaparlar; Türk cephelerinde dahi bu mealdeki beyanna­meler savaş uçaklarıyla havadan atılarak dağı­tılmıştır. İngiliz propagandası öylesine tesirli olur ki, Çanakkale muharebelerinde İngiliz sa­fında çarpışan sömürge askerleri 'dinsiz İttihat-cılar'ın Halifeyi hapsettiklerine ve İngilizlerin de onu kurtarmak için bu amfibik operasyonu düzenlediklerine inanmışlardı."'l2)

 

 

Şerif Hüseyin'in isyanına tepki yalnız Hindistan'dan gelmez, Cezayirli Messali hatıra­larının "Zamansız ve islâm geleneklerine ters bir hac" bölümünde, Tlemsenlilerin 'Mekke Şerifine karşı Türklerin yanında nasıl kararlı­lıkla tavır aldıklarını ifade eder. "Telemsende Fransız Lavvrencler mevsimsiz bir hac düzenle­diler. (Umre olmalı) Bu tür bir hac, ancak na­muslu olmayan hedeflere ulaşmak için düzen­lenen sahte bir hac olabilir. Bu şartlarda sahte bir din kullanıldı. Bu sahte hacın amacı, bin­lerce Cezayirliyi, Faslıyı, Tunusluyu ve başka ülkelerden insanları, Osmanlı İmparatorlu-ğu'na karşı müttefiklerle birleşen ve onlara bağlanan Mekke şerifinin iktidarı ele geçirişi­ne alıştırmak üzere Mekke'ye götürmekti. Hu ünlü Ententi kısa bir süre önce yenilgiye uğra­tan Türklere karşı son derece vahim bir sıyn.-M eylemdi. Bu sonuçlan Arap ortadoğusu için yakın uzak gelecekte görülmemiş genişlikte bir felaket olacak olan bir ihanet, sırtından hançerlemedin Bütün bu Lawrencelerin sah­neye çıkışından önce bir Arap-Türk anlaşması imzalanabilseydi, bizim üzerimize yıkılan bü­tün felaketlerin önüne geçilmiş olacaktı..."U3)

3/1. Hilafetin Kaldırılması Ve İslâm Dünyası

 

 

Milli Mücadele islâm dünyasında büyük bir alaka ile takip edildi. Elde edilen başarılar ümitleri tekrar tazeledi. Mustafa Kemal Paşa kısa zamanda ümit bağlanan bir kahraman ha­line geldi. Bu durum Hilafetin kaldırılmasına kadar sürdü. Hilafetin kaldırılması İslâm Dün­yasını büyük bir şaşkınlığa, üzüntüye ve şid­detli bir öfkeye şevketti. "İslâm dünyasının bütününü, Kemalistlerin zaferlerini alkışlama­ya yönelten oybirliği bu kez de Türk yönetici­lerini genel olarak mahkûm etme noktasında" tekrarlandı... Hilafetin kaldırılması, Türki­ye'nin müslüman geçmişinden kopuşun ve İslâm dünyasının geri kalan bölümü ile iliş­kilerini köklü biçimde değiştirin etlin de bir aracıydı... 1922'de Kemalistlerin zaferini ilk al­kışlayanlardan olan Filistinliler, alkışladıkları ile kaldılar. Herşeye rağmen Mustafa Ke­mal'in Filistindeki popülerliği hilafetin kaldı­rılışına kadar büyük oldu... En şiddetli tepki, Hindistanlı müslümanlardan geldi... Hilafet hareketinin liderlerinin büyük çoğunluğunun gözünde M. Kemal Yunanlılara karşı savaşta Hindistan müslümanlanmn Türklere yaptığı yardımı unutan bir nankör, islâma ihanet eden biriydi... Önce dinî planda; Osmanlı İm-paratorluğu'nun tslâm dünyası üzerindeki et­kisinin ve itibarının büyük bölümünün dayan­dığı hilafet kurumunun kaldırılması ihanet dt- ye bağıran müslümalaırın büyük çoğunluğu­nu Türkiye'den uzaklaştırdı. Müslümanların büyük çoğunluğu hilalafetin İslam birliğinin simgesi olmasının ötesinde, İslâm dünyasında hayati rol oynayan bir kurum olabileceğini dü­şünüyordu... 1930'lu yılların Türkiyesi yüzyılın başında Osmanlı İmparatorİuğu'nun yarattığı­nın tersine, artık İslâm dünyasının kurtuluş umutlarını somutlaştırmıyordu... Türkiye'nin Lozanda tek başına hareket etmesi emperya­list güçlerle anlaşma yoluna gitmesi... Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması, Türk Dünya­sı ile İslâm Dünyası arasındaki mevcut ilişki­lerde köklü değişikliklere yol açtı. Siyasi plan­da olduğu kadar, ekonomik ve kültürel alanda da... Bıı parçalanma arap rejimlerinin, eski imparatorluk merkezi İstanbul'un yerine, bu kez başta Londra ve Paris olmak üzere batılı sömürgeciliğin merkezlerine boyun eğmesi­ne sebep oldu. Yirmili yıllarda, esas olarak dil kriterine göre şekillenmiş yarıaçık bir sınır, Türkleri ve arapları birbirinden ayırıyordu."<l4)

 

 

"İngiltere ve Türkiye, Fransa ve Türkiye arasındaki toprak anlaşmazlıklarının çözüme kavuştuaılması, Arap milliyetçileri ile Kemalist rejim arasındaki işbirliği bağlarını gerginleştir­di. Ancak belirleyici etken, Hilafetin Mart 1924'te kaldırılması oldu. Arap ve Türk mü­minleri birbirine bağlayan ruhani bağ kop­muştu ve daha önemlisi Arap yönetici'eri-nin gözünde Kemalist devlet, Osmanlı İmpa­ratorluğunum halefi olma meşruiyetini yit iri­yordu. Gözden düşen bu Devlet, komşu bir yabancı güç haline gelmişti. Artık sempati, kendiliğinden oluşan bir şey olmaktan çık-mıştı."(m

 

 

TBMM'nin Hilafeti ilga etme kararı Arap dünyasında dine karşı yapılmış açık bir saygı­sızlık olarak kabul edilir. "Sekip Arslan bazı Arap seçkinlerinin Kemalizm karşısında geçir­diği şoku, hayal kırıklığını ve yadsımayı iyi or­taya koyar: Arslan, Suriye-Filistin Kongresinin tanınmış bir siması olmadan önce 1913'ten 1918'e kadar Osmanlı parlamentosu üyesiydi. O da İstiklal Partisinin birçok üyesi gibi, sö­mürgeci güçlere karşı Arap milliyetçileri için Türk desteğini ümit etmişti. Yakın doğuda ve Avrupa'da giriştiği yoğun panislâmcı militan faaliyetler ,geniş ölçüde Mustafa Kemal'in ba­şarılarına dayanıyordu. Zaten Lozan'da Türk milliyetçi çevrelerine çok yakındı. Oysa 1924 Martından itibaren eleştirilerini yalnızca Avru­palı güçlere yöneltmekle sınırlandırmadı, laik­liği tercih ettiği için Ankara rejimini de eleştir­meye koyuldu.ll(16)

 

Hindistan'da hilafet hareketi, 1918'den sonra yaygın destek kazanmıştı. Halife'nin İslâmın meşru ve manevi konumunun temina­tı olduğu savunulmuştu. Hilafet hareketinin gayelerinden birisi, Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Osmanlı Devleti'nin elverişli bir barış anlaşması imzalamasını sağlamaktı. Türk yö­neticilerin hilafeti kaldırması ile Hilafet Hare­keti çok ciddi sarsıntılar geçirdi. Hindularla Müslümanlar arasındaki işbirliği sona erdi, İn­gilizlere karşı müşterek hareket zemini orta­dan kalktı. "Hilafet Komitesinin yürütücüleri Muhammed Ali ve arkadaşları derin bir hayal kırıklığına sürüklendiler. Muhammed Ali Tür­kiye'ye gönderilmek üzere toplanan ve 1.500.000 sterlin tutarında olduğu söylenen bağışla kalakaldı. Haber inanılmazdır, bu yüz­den İngiliz propagandası olması ihtimal dışı değildir. Hilafetin kaldırılması haberi teyid edilince Aligarh Camiinde Türklerin kendileri­ni 'kirli mendil' gibi kullandıklarını söyleye­rek, üzüntüsünü ifade eder. Bir süre sonra 'Hi­lafet komitesi' adına başkanı Şevket Ali Anka­ra'ya telgraf çekerek bu kararın yeniden düşü­nülmesini rica edecektir. M. Kemal Paşa ise cevabında hilafetin hükmetmek demek oldu­ğunu ve bu nedenle Türkiye Cumhuriyetinin iç ve dış siyasetinde müdahale fırsatı yarataca­ğı hatırlatılarak, bu fitne kapısını bütünüyle kapattığını kaydedecektir: 'Halbuki, menfaat-i hakikiye (islamların) heyet-i ietimaiyelerinin hükümet-i müstakile teşkil etmelerini esas ola­rak kabul etmektedir. Müslüman milletler ara­sında rabıta-i maneviye ve hakikiye 'innemel müminime ıhvetün' âyet-i celilesi mezmunun-dadır'. Hilafetçiler M. Kemal'in bu cevabına

Ankara'ya bu meseleyi görüşmek üzere bir heyet göndermeyi teklif ederler. An­kara karşı çıkmaz Ebulkelam Azad. hilafet de­legesi olarak görevlendirilir. Ne var ki, ingiliz­ler, onun, İslamcı bir yeraltı örgütünün üyesi clup, Hindistan'da anarşik olaylara karıştığı ve Milli Mücadele'de Afganistan'daki ajanlar vası­tasıyla Türkiye ile temas kurduğu gerekçesiyle kendisine pasaport verilmesini reddede- ceklerdir-

 

Hindistan müslümanlarının hilafetin il­gası sonucunda islâm etkeninin bir kenara itil­mesi karşısında duydukları infial kendi bağım­sızlıkları yolunda önemli bir desteği kaybet­melerinden kaynaklanıyordu. O sıralar, Kızı­lay temsilcisi Antalya Mebusu Rasih Bey Hin-distandadır. Muhammed Ali daha sonra İş Bankası'nın kuaılmasında kullanılacak son nakdi yardımı verirken kararın gözden geçiril­mesi teklifinin M. Kemal Paşa'ya iletmesi arzu­sunu dile getirir. Rasih Bey, dönüşünde bu ar­zuyu ifade edince, M. Kemal Paşa sert bir şe­kilde artık bu meselenin gündeme gelebilme­sinden rahatsızlığını dile getirir.

 

Hind müslümanlarının Türkiye'de yürü­tülen Milli Mücadele yardımları ve bu yardım­ların kullanılış şekli tartışmalara yol açmıştır. Hind müslümanlan, bu yardımları açıkça Os­manlı hilafetinin ve hatta saltanatının kurtarıl­ması için yapmışlardır. Mustafa Kemal de bun­dan başka bir şey söylememiştir. Hind müslü-manları büyük bir samimiyet ve ümitle müslü-man olmayan kesimleri de etkileyerek miting­ler düzenlediler, boykotlar yürüttüler. Böylece Ankara yönetimine politik destekte bulunduk­ları gibi, çok ciddi miktarda para yardımında da bulundular.

A. İzzet Paşa'ya göre, "Büyük bölümü senet ve resmî muamelelere bağlanmadan gü­vene dayalı olarak, kanılarınca bu din ve mil­let fedaisine (!) teslim edilen çok miktardaki akçenin bir bölümü ülke için harcanmış olsa bile, asıl önemli bölümü Paşa'nın elinde kal­mış ve arzu ve ihtiraslarını uygulamak ve bu yüzden ortaya çıkması kaçınılmaz olan muha­liflerini kırmak için muhtaç olduğu bendeler çevresini oluşturmak için kullanılmıştır"

 

A. İzzet Pasa, "Kuvvetle rivayet olundu­ğunu göre İş Bankası bu para ile kurulmuş ve sırdaşlar, önemlerine göre, bankanın hisse se­netleriyle taltif edilmişlerdir." diyor ki, İş Ban-kası'nın kurulmasında Hind müslümanlarının gönderdiği paranın kullanıldığı bugün artık bilinmektedir.08*

"Daha sonra hilafet ve diyanetin kaldı­rılması ve zayıflatılması bu çevrenin  eseri ol­duğuna göre, müslümanların gönlünden kopmuş olan bu cömertçe yardımların tama­men amaçlarına aykırı yerlere harcandığı gö­rülür. Sonradan inanılır bir kaynaktan aldı­ğım bilgiye göre, bu yardımların İstanbul Kızı­lay'ı aracılığı ile gönderilen bölümü Ankarada-ki Maliye Vekaletine resmen intikal etmişse de, doğrudan kendisine gönderilen bölümü kahramanımızın elinde kalmıştır. Hind İslâm Cemaati lideri Mevlana Muhammed Ali mer­hum - ki para yardımı onun aracılığıyla yapıl­maktaydı - cemaata hesabını vermek üzere, Ankaraya giderek gönderdiği paraların mak­buzunu isteyince, vermekten kaçınılmış ve Milli hareketin başarısı için tasavvurun üstün­de çaba gösteren bu biçare namuslu adam da, bu darbenin etkisiyle az zaman sonra vefat et­miştir. m(19) Hilafetin kaldırılması, Mısır kamuoyunu   da şiddetle etkiledi. Hem modernleşmeciler  hem de gelenekçi kesimler Ankara'nın bu ka­rarına karşı hoşnutsuzluklarını ifade etiler. Sal­tanatın ilgası kararını destekleyen Ezher âlimleri, hilafetin kaldırılmasına karşı çıktılar.

 

"... Cezayirliler yalnızca işgalciye karşı direnişin sürecini akıllarında tutmuşlar, Kema­list tedbirlerin içeriğini unutmak istemişlerdir. Fransız III. Cumhuriyetinin izlerini taşıyan bir anayasaya sahip cumhuriyetin ilanı, din adam­larının etkisini ve rolünü camilerin içine iten devletin laikliğinin ilanı, kadınların çarşaf, er­keklerin şalvar giymelerini yasaklayan karar­nameler... ve özellikle Hilafet kaldırılması. Bu nun içindir ki, Türk zaferi sağlanır sağlanmaz Türk referansı Messali'nin Aralarındaki merke­zi yerini yitirir."00'

 

 

İttihatçıların hükümeti bırakıp ülkeyi terk etmesinden sonra Mustafa Kemal Paşa'nm teklifi ile sadrazamlığa gelen Ahmet İzzet Paşa da hatıralarında hilafetin ilgasının sonuçlan konusunda şöyle söylemektedir: "Hilafetin memleketten çıkarılıp sürülmesi, dinin hükü­metten ayrılarak tahkiri gibi akılsızca birtakım gereksiz muameleler yapılmasa, ihtimal Hind ve Mısır'ın yardımıyla (Yunanistan'dan müba­dele sonucu gelen) müslüman göçmenler bu sefalete uğramayacak - makul ve namuslu bir idare oluşması şartıyla - memlekette iskân edi­lerek bugün sefalete ve ölüme mahkum olan her aile, devlet için sadık bir servet ve kuvvet kaynağı olacaktı! Fakat halifenin ülkeden çıka­rıldığı öğrenilir öğrenilmez Hindi iler yardım toplamak için memleketle!ine gitmiş olan he­yetimizi kovdular. Mısırlılar kapı ve keselerini kapadılar, bütün islâm âlemi bize karşı ayağa  kalktı. Türkiye islâmı bırakmak ve dinsizlikle ve dinden çıkmakla suçlandı ve mahkum edil­di. Bir yıl önce üç yüz milyon müslüman tara­fından sevilirken şimdi lanetlenir olduk. Buna karşı hıristiyanlık ve medeniyet dünyasıyla iliş­kilerimiz de malum! Şu halde bütün dünyadan tamamen soyutlanmış ve yalnız bulunuyo­ruz/20

 

Dünya Savaşında ve mütareke esnasın­da İslâm dünyası bir uyanış içine girmiş, benli­ğini anlamış, Hilafet makamında kendine bir manevi bağ ve bir toplanma merkezi aramakta bulunmuşken ne yazık ki, Türkiye'de iş başın­da bulunan kimselerin vefasızlığı yüzünden bir hayal kırıklığına düşmüş, Anadolu'daki Türk halkı da maddi, manevi her türlü destek­ten yoksun kalmıştır. Fakat zavallı millet hâlâ aldatılıyor. Bu hakikatleri, bu sonuçları anla­mış olması gereken bir takım yazarlar da kan kırmızısını gül pembesi göstermekle uyanıklık  örneği vermekte! Fakat kim ne derse desin,  kim ne yazarsa yazsın, bu adamların din  aleyhdarlığı vatana ilişkin maddi, milli ve siyasi bir yarar düşüncesinden kaynaklanmamıştır.

Uluslararası ilişkiler Profesörü Ömer Kürkçüoğlu'na göre, Türkiye'nin îslamdan uzaklaşması, İngiltere için rahatlatıcı bir tesir uyandırmıştır. Bu gelişme, İngiltere'nin hayatî çıkarları sözkonusu olan bölgelerin İngiltere yönünden güvenliğini artırmıştır.(23) Büyükelçi Sir Ronald Lindsday, Londra'ya gönderdiği ra­porda, hilafetin kaldırılmasıyla 'Türkiye'nin Müslümanları, İngiliz İmparatorluğu için bir tehlike olmaktan çıkardığı'nı yazar ve böylece Türkiyeyle yakın ilişkilerin İngiltere'nin işine yarayacağını vurgular.

 

 

Prof. M. Kemal Öke de, islâm ve hilafet etkeninin Türk Milli Mücadelesindeki rolünü şöyle açıklamaktadır: "Türk ulusal akımının ilk döneminde üstünlük kazanarak yayılmasında, müslümanlık ve Hindistan müslümanlarının yarattıkları hilafet akımı da bir ölçüde etkin ol­muştur. Bu akım, Türk tezini dünya kamuoyu­na duyurmakla kalmamış, Türk ulusuna ve dolayısıyla ulusal akıma en dar günlerinde maddi ve manevi yardımda bulunmaktan geri kalmamıştır... Güney Asya'da da müslümanlar İngiltere'nin bu hassasiyetini çok iyi yakala­mış, istifade etmişlerdir. 'İstanbul'da bir Türk hapşırsa, Lahorda bir müslüman nezle olur1 hassasiyetini İngilizler idrak edince, islamcılık tehdit olmaya başlamış; bunu kendi lehlerine hem Türkler, hem de Güney Asya'uaki müslü­manlar büyük bir hoşnutlukla ortak düşman­larına karşı kullanmışlardır. Demek ki müslü­manlar kendi açılarından bir ucu İstanbul'daki halifeye dayanan 'islamcılık' levyesinin Güney Asya üzerindeki istibdadı kaldıracağını sezin-lemişlerdi."(24->

 

Öke, islamcılığın, Güney Asya'da İk-bal'in deyimiyle "İslâm 'milliyetçiliği"ne dö­nüştüğünü belirtir. Bu milliyetçiliğin' motifi, mücadelenin de dayanak noktası 'hilafet'tir. Osmanlı Devleti, hilafetin merkezidir, dünya­da yegâne müstakil islâm devletidir. Üzerinde baskılar vardır ve yıkımı beklenmektedir. Os manlının yıkılışı ile hilafet de, islâm da tabiî ölüme terk edilecektir, Güney Asya müslü manları için, İngiliz sömürgecilerine karsı mü­cadelelerinde, Osmanlı ve hilafet istiklal dava­sında yegâne sığınaklarıdır. Hilafet elden gi­derse—ya da Osmanlı Türkiyesi çökerse- ar­tık kendileri için hayat şansı kalmayacaktır. Bunun için Osmanlının parçalanmaması, ha­lifeliği elinde tutması gereklidir. İngiliz baskısı karşısında siyasi hedeflere karşı mücadele edemeyecekleri için bu davalarını 'dini' hüvi­yet içinde sürdürmek zorundadırlar. Bu niteli­ğiyle, 'Hilafet hareketi1 bir dolaylı savaş meto­du konumundadır.

 

 

Hilafetin kaldırılmasına döneminde en sert eleştirileri eski şeyhülislâmlardan ve o sı­ralarda Mısır'da bulunan Mustafa Sabri Efendi getirdi. 'Büyük Müslüman Osmanlı Devleti'ni küçük bir gayri müslim Türk devleti yapmak için islâma karşı manevralar çevrildiğini öne sürdü.

 

 

Lozan Konferansı'nda 2. Murahhas olan Rıza Nur da hilafetin kaldırılması ile ilgili ola­rak görüşlerini şöyle belirtmektedir: "Müslü­manlar kuvvetsiz, merkezsiz, ümitsiz, garip bı­rakıldı. Ancak Nasreddin Hocadır ki, bastığı dalı keser. Elindeki maddi ve manevi bir kuv­veti ancak deli atabilir. Mustafa Kemal hilafe­tin kuvvet olmadığını iddia ediyor. Fakat bu iddiası yanlıştır. Bu sayede bu harpte Hindli-lerden maddi ve manevi çok vardım gördük. Bunu nasıl inkâr ediyor."f2<i)

 

Hilafet kurumu ile ilgili resmî iddia ve eleştirileri burada tekrarlamaya gerek görmü-yoruz. Buna karşılık, hilafetin konumu ve dış politika açısından durumu ile ilgili olarak iki noktayı belirtmek istiyoruz. En güçlü islâm devletinin otomatik olarak hilafeti kapsayacağı görüşü makul ve yerinde bir fikir olarak belir­mektedir. 20. yüzyılın başında dünyada güçlü devlet bir tarafa, tam manasıyla bağımsız islâm devleti dahi kalmamıştı. Yegâne bağımsız Devlet sayılabilecek Osmanlı Devleti 1. Dünya savaşından sonra tasfiye edilmiş, yerine kuru­lan Türkiye Cumhuriyeti hem reddi miras et­miş, hem de lslâmiyetle ilişkilerini resmî ola­rak kesmiştir. O tarihten bu yana da islâm dünyasında gerçekten hilafeti de kapsayacak bir iktidar merkezleşmesi mümkün olmamış­tır.

 

Bir diğer nokta da, Hilafet, Osmanlı Devlcti'nc büyük bir prestij sağlamakla bera­ber, bu devleti sömürgeci devletlerin sistematik düşmanlıklarının da merkezi haline getiri­yordu. Düşmanların baskılan yanında, islâm düyasının elde bulunan bu imkânı doğru de­ğerlendirerek Osmanlı yönetimine her zaman gerekli desteği verdiklerini söylemek de mümkün değildir.

 

4. Hilafetin Kaldırılmasından Sonra Osmanlı Hilafeti Dışında Hilafet Arayışları

 

Halifeliğin kaldırıldığı haberi, dünyayı adeta yerinden sıçratmış, şok tesiri uyandır­mıştır. İngiliz basınında ifade edildiği şekilde, bomba gibi patlamıştır. Fransız gazeteleri, An- . kara'nın bu kararının Kuzey Afrikadaki milli­yetçilik hareketlerini tesirsiz hale getireceğini yazmışlardır. "Bu amaçla olsa gerekir, Fransa ve onu takiben de İtalya ve İngiltere hilafete sahip çıkmak isterler."(26) İngiltere de ise, ga-  -__ zeteler   hadiseyi,   İngiliz   sömürgelerindeki müslüman direnişçilerin ciddi bir darbe ye­mesi şeklinde yorumlarlar. Bazı yayın organ­ları, Ankara'nın halifeliği kaldırmasının Lond­ra'nın aleyhine bir tepki doğuracağını öne sü­rerler. Çünkü, müslüman halk, 19l6'daki Şerif Hüseyin'in isyanında olduğu gibi, hilafetin il­gasında da "İngiliz parmağı"ndan şüphelene­cekler; bir Hıristiyan devletinin müslümanla-nn en mukaddes makamına müdahale etmesi­ne ciddi infial göstereceklerdir/27^

 

Hilafetin kaldırılması TBMM 'de hayli baskılı bir ortamda gerçekleştirilmiştir. Zaten bir kaç kişi dışında Halk Fırkası dışında me­bus ihtiva etmeyen Meclis'de bağımsız Gü­müşhane milletvekili Zeki Kadirbeyoğlu, bir cumhuriyetçi olmasına rağmen Hilafet'in ge­rekliliğini savundu. Konuşması sık sık kesilen Zeki Bey, "Bugün gördüğüm duaım şudur: Cumhuriyet devam ettiği halde, sultanlığa doğru yürüyor" diyerek belirginleşmeye başla­yan tek parti yönetiminin niteliğini ve dikta- £ törlüğe eğilimi ifade etti. Kastamonu mebusu Halit Bey de halifeliğin kaldırılmasının doğru olmadığını söyleyenlerdendi.

Hilafetin kaldırılması müzakerelerinde en ilginç rollerden birini İzmir Mebusu ve Adalet Bakanı Seyid Bey oynadı. Medrese tah­sili gördükten sonra Hukuk Mektebi'nden me­zun olan Seyid Bey tam bir medreseli mantığı ile hilafetin gereksizliği üzerine hayli uzun bir konuşma yaptı. Bu konuşmada hilafetin mahi­yeti, tarih boyunca konumu üzerinde duran Seyid Bey, onun gereksizliğini ve kaldırılması­nı savundu. Seyid Bey'in konuşması son ko­nuşma oldu.

 

Hilafetin kaldırılması yanında Şer'iye ve Evkaf Vekaleti ile Erkân-ı Harbiye Umumiye Vekaleti de kaldırıldığı için hükümet istifa eder ve yeni kabineyi yine tsmet Paşa kurar. İsmet Paşa'nın yeni kabinesinde eski listeden iki kişi yoktur. Bunlardan biri Seyid Bey'dir. Seyid Bey'in bu hadiseden sonra Darülfünün'a (Üniversite) döndüğü anlaşılıyor. Seyid Bey, 578 aynı ay içinde milletvekilliğinden müstafi sa­yılmış (25.3-1924) ve aynı yıl içinde ölmüştür. Halbuki hilafet aleyhdan bir risale yayınlayan üç sarıklı mebus Rasih Kaplan, îlyas Sami ve Halil Hulki ölünceye kadar milletvekili olmak imtiyazını elde etmişlerdir.

 

 

Hilafetin   kaldırılmasından   sonra   Os­manlı  hilafetine alternatif oluşturmak  üzere bazı teşebbüsler olmuştur. Şerif Hüseyin, şah­siyetine yönelik tepkiler karşısında çok heves­li olmasına rağmen halifelik konusunda cesa­retli hareket edemez.  Fas Sultanı'nın,  Mısır Kralı'nın, Afgnistan Kralı'nın hevesleri, zaman zaman dışa vurulan düşünceleri bir sonuca ulaşacak destek görmez.. Esas itibariyle Gü­ney Asya Müslümanlarının tutumu, bu sonu­cun   ortaya   çıkmasında   müessir   olmuştur. 1924'ten sonra ortaya çıkan Türk asıllı olma­yan halife adayları Hind müslümanlarınca bu makama     layık     gö rülmemiştir.     Kahire'de      1925'de,   Mekke'de    1926'da   ve   Kudüs'de      1931'de toplanan kon greler de bir sonuç ver medi. Böylece hilafet, islâm dünyasının gerçek bir güç merkezi oluşturmasına kadar ertelenen   bir konu olarak geri plana itildi.

 


5. Hilafetin kaldırılması ve azınlıklara mahsus dini teşkilatlanma

 

Hilafetin kaldırılması azınlık dini ku­rumlarının konumunu da gündeme getirdi Rum Patrikhanesi başta olmak üzere, Ermeni Patrikliği ve Yahudi Hahambaşlığı'nın ycu ve konumu da belirlenmeliydi. Gazetelerde, hila­feti kaldırmış, din ile devleti ayırmış olan Tür­kiye Cumhuriyetinde gayri müslimlere ait ru­hani makamların yeri olmaması gerektiği ya­zıldı. Bilhassa Rum Patrikhanesi tepkilerin odağı oldu. Muhtemelen bu hususta meydana gelen tepkileri izale etmek üzere M. Kemal Paşa konuyla ilgili olarak New-York Herald muhabirine bir demeç verdi (demecin tercü­mesi Türk gazetelerinde de yayınlandı). JBu demeçde, "Hilafetle beraber Türkiye'de mev­cut olan Ortodoks ve Ermeni kiliseleri patrik­haneleri ile Musevi hahamhanelerinin ortadan kalkması lazımdır. Hilafet ve bu muhtelif pat­riklikler asırlardan beri ruhani daire-i salahi­yetleri haricinde muazzam imtiyazat topladı­lar. Halkın mütalaasına müsteniden bahşedi­len hukuk haricinde imtiyazat ile Cumhuriyet idaresinin tatbiki kabul değildir"(28) deniliyor­du.

Azınlık dini kurumlarının Türkiye sınır­ları dışına çıkarılması fikri yabancı basında da yankılar buldu. Tabiî olarak, bu konuda bir düzenleme yapılması sözde kaldı.

Sonuç Yerine...

 

Yeni Dünya düzeni çerçevesinde Türki­ye'de aktif bütün gruplar ve kesimler yeniden konumlandırılmak isteniyor. Uzun süren dura­ğan bir dönemde neredeyse değişmez şekilde kamplaştınlan Türkiye, bu sefer dünyada meydana gelen gelişmelere veya öngörülen oluşumlara göre ayrıştırılıyor. Dünyada de­vam eden merkez ülkelerin üstünlük mücade­lelerinin siyasi, iktisadî ve ideolojik temeller bulunarak çevre ülkelere yansıtılması yeni bir $ey değildir. Merkez ülkeler insan unsuru baş­ta olmak üzere çeşitli âletler kullanarak haki miyct mücadelelerini çevre ülkelerde sürdüre-gelmişlerdir.

 

20. yüzyılda Osmanlı Uevk-ti'nin »>rta- dan kaldırılması, 1. Dünya Savacı öncesinde iki merkez ülke İngiltere ve Rusya arasında kararlaştırılmış, Fransa ve italya bu ülkelerin etrafında konumlanmışlardu. ittihat Terak-ki'nin 1908 darbesi, 2. Abdülhamid'in tahttan  uzaklaştırılması, bunun için meydana getirilen 31 Mart Vak'ast vs. bu yolda atılmış adımlardır. 1-. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı Devleti'ni yöneten İttihatçılar, İngiliz-Rus-Fransız mihve- rinde yer almaya çalışmışlar fakat Osmanlı  Devleti'ni parçalama konusunda anlaşmış olan bu devletlerden karşı bloka itici bir muamele görmüşlerdir.

 

Osmanlı Devleti'ni yıkma-yok etme sü­reci böylece, 1. Dünya Savaşı çıkmadan önce başlatılmıştı. Savaş bu süreci hızlandıran bir et­ki uyandırmıştır. Savaş sona erdiğinde, Os­manlı Devleti'nin bütün etkileriyle ve manevî alanıyla yok edilmesi için imkân belirmiştir. Osmanlı Devleti'nin merkez topraklarına ku­rulacak devletin niteliği, gücü ve konumu Milli Mücadele boyunca, dünyanın tek güç merkezi haline gelen İngiltere tarafından belirlenmek istenmiştir. İngiliz siyasetinin yürütülüş tarzı, bunun için kullanılan unsurlar ve âletler konu­sunda tam manasıyla aydınlık olmasa da hayli ipucu bulunmaktadır.

 

Yeni Türkiye Devleti'nin kuruluşu, ya- pılanışı İngiltere öncülüğündeki kapitalist dünya karşısında yeni bir güç merkezi oluştu­ran Sovyetler Birliği'ne endeksli olarak düşü­nülmüştür. Türkiye Cumhuriyetinin oluşumu ile ilgili resmî anlatıma göre, Anadolu'da bü­yük bir zafe-.in galibi olan Türkiye tarafı nere­deyse bütün dayatmalannı sonuçlandırmış,  böylece 1. Dünya Savaşının galibi konumun­daki İngiltere ve müttefiklerine karşı diploma­tik bir zafer kazanmıştır.

Böyle bir anlatımın bir meşruiyet ta­nımlaması olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Bugün aradan bu kadar zaman geçtikten sonra bu meşruiyet tanımlamasına hâlâ ihtiyaç duyulması, Türkiye'nin muhtemel tehlike po-. tansiyeli ile ilgili bir dunundur.

 

Konuyu farklı bir açıdan düşünmek fay­dasız değildir. 1922'de Anadolu'da Türk-Yu-nan savaşının galibi olan kadro, günün dünya­sında daha etkili bir devlet için imkanlara sa­hipti. Bu imkanların kullanılması halinde bize Lozan Barış Konferansı olarak takdim edilen Yakın Şark İşleri Konferansıhda. daha olumlu sonuçlar elde edilebilirdi. Bunun neden olma-dığt konusunda söylenecek şeylerden birisi, merkez devletlerin (daha doğrusu İngilte­re'nin) Mücadele sırasında kullandığı insan unsuru ve aletlerle ilgili olmalıdır.

20. Yüzyılda dünyanın gidişatını etki­leyen en önemli olayın, batta 191 7 Bolşevik ihtilali değil, Osmanlı Devleti'nin yıkılışı oldu­ğunu bugün rahatlıkla söyleyebiliriz. 1917 Bolşevik devriminin meydana getirdiği etkiler altında Kapitalist-Komünist kutuplaşması ara- 57' sında Osmanlı/Türkiye öncülüğünde bir İslâm bloku ortaya çıkabilirdi. Bunun için vasat ha­zırdı. Lozan, bunu önleyen bir belge olarak da olumsuz bir metindir. Çünkü, 20. yüzyılın ba­şında bu andlaşmanın açık ve gizli hükümle­riyle bütün islâm dünyası umutsuzluğa düşü­rülmüş, zulüm ve sömürge altında kalmaya mahkum edilmiştir. Ondan sonra, İslâm dün­yası sömürgeciler için hiç bir şeyin değişme­mesi, Batı sömürüsünün her halükârda deva­mı için büyük değişikliklere sürüklenmiştir.

Bugün Türkiye'nin geleceği için ülke içinde siyasi, iktisadi, medyatik kurgular yapıl­dığı şüphe götürmez şekilde hissediliyor. Tür­kiye bu ağır imtihanı başarmaya mecburdur. Yoksa bu coğrafyanın küçük devletleri ya­şatmaya müsait bir coğrafya olmadığını bil­mek zorundayız!

 

(*) Amştırmncı-Yaztir. Tı~ırbiv Yazarlar Birliği Başkam.

 

(1)Kazım Kar.ıbfkir, Paşaların Kargası, İstanbul 1991     

(2) M Kemal Öke, Hilafet Hınvketlcri, Ankara. 1991. sf. 14

O) . Gö cılp-F. Georgeon, Kemalizm iv islâm Dtlnyast. U-onbui. 1990, sf. i7

 Kemalizm ve islâm düııyıtst, 26-27. (7) Hilafet baıvkellcri. 31, 42

(4)  Kemalizm ve islâm dünyası, 180

(5)  Hilafet hareketleri, 18

(0) Keııuliznı ve ijjkım ılünyıısı, 173

 (7/.>Aynıkayn;ık. 30

(8)K. İzzet P;iş;ı. Feryadım ti, Istıınbul 199.1, 216-247.     -

(10) Hilafet htırelu-ıleıt Ki

(12) Aynı kaynak, 25

(l.ii Kemalizm ı<e islam rfıinyast, 173

(17) Hilafet bıırvkelleıi, 121-122

(lSjbkz. D. M. Doğan: Tarih iv Toplum, 317 vcl.

(IV) Feryadım //, 216

(l-i).k. 5S f/5) A. k. (h (16) A k. 65-

(20)  Kemalizm iv islâm dünyası, İHI

(21)  Feryadım II, 2 i«

(22)  Feryadım II, 2 İ8-2W

(2j) Ö Kürkçüoğlu. Türk İngiliz İlişkileri. Ankara 1978 (2-4) Hilafet hareketleri. Hl.

(25) R. Nur, Hayıit iv tUUmtUm. %9. (2(>J Hilafet bcııvMtiri, 120  Aynı kaynak. 121

(28) AiutürU'iln Söylev ve Deıneçluri-V, 104-105

(Konuyhı ilgili genel çerçeve ve diğer kavruklar için bkz. Türki­ye'de Dtırbvler, Müdahaleler c Siyasi Şuleni ve Bir Savaş Scııru-A İdeolojisi: Kemalizm »illi kiuıpl.ırınuz.)

 
 
  Bugün 1 ziyaretçi (8 klik) buradaydı

beyaz kuğu Selam Dünya !.. Selam Türkiye !.. Sitemize Hoş Geldiniz !.. ( beyaz kuğu ) bir aile sitesidir !.. Lütfen bizi takip ve dostlarınıza tavsiye ediniz !. Bu çorbada tuzu olsun isteyenlerin, tenkit ve tavsiyeleri için ( mim.sait@hotmail.com )veya ( alt1946@windowslive.com ) adreslerine mail göndermelerini bekliyoruz !.. Sitemizde "bir hoş sada" menüsü altında yer alan "beyaz kuğu", "teferruat", "derviş hüseyine mektuplar" ve "hem nalına hem mıhına" bölümleri orjinal olup, bunların hiç bir hakkı mahfuz değildir, kaynak gösterilerek veya gösterilmeksizin kullanılabilir. Diğer dökümanlar ise; çeşitli sitelerden alınmış, bazılarında değişiklik yapılmıştır.İlgililerin talebi halinde derhal kaldırılacaktır!..Bilgilerinize sunulur !.. *** beyaz kuğu***Ailenizin Sitesi***











* * * * *


 
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol