Şeriatın Hikmette Dayandığı Değer Adâlettir
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi
Şeriat düzeni" tâbiri bilhassa son dönemlerde çok sık kullanılıyor. Siz bu tâbir etrafında yürütülen tartışmaları sağlıklı buluyor musunuz? Şeriat deyince ne anlamak lâzım?
Şeriat, Âdem'den (a.s.) Resul-i Ekreme (a.s.m.) kadar, uyulduğu takdirde insanlığm gerçek saadetini tekeffül eden temel ilkeler bütünüdür. Bu bağlamda, insanlığa sunulan İlâhî-tabiî hukuk anlamındadır. Kur'ân-ı Kerimde Resul-i Ekreme (a.s.m.) hitaben "Emrde sana verilen şeriata uy" buyurulur. Bu da "hukukun üstünlüğü ilkesi"nizı ifadesidir. Bu emir olmasa idi dahi, Nebiyy-i Mâ'sum (a.s.m) elbette kendisine verilen şeriata "emr"de de uyacaktı. Şu halde "emr" alanında şeriata uyulmasını buyuran bu âyet-i kerimenin hikmeti nedir?
"Emr" burada "velâyet-i emr," "kamu yönetimi," "hukuk düzeni" alanıdır. Resul-i Ekreme (a.s.m.) "şeriat" verilmesi, onun ':nebî" ve "resul" olması dolayısı iledir. Ümmeti ona biy'at etmese idi, Ensar ona yardımcı olarak MedînetünNebînin, Peygamber devletinin kurulmasını sağlamasa idi, peygamberliğine zarar gelecek mi idi? Elbette gelmeyecekti. Nice nebî ve Hz. İsa (a.s.) gibi resul vardır ki, kendisizıe aynı zamanda "velâyet-i emr" de tevdî edilmiş değildir. Resul-i Ekreme (a.s.m.) ise, insanlığa örnek olacak "site-devlet"i kurma ödevi verilmiştir (Medînetün-Nebî). Şu halde Resul-i Ekrem (a.s.m.) ismet vasfını da haiz olduğu için elbette devlet reisi olarak "velâyet-i emr"de şeriata uyacak idi. Bu hitabın asıl muhatabı, Resul-i Ekreme (a.s.m.) devlet reisi sıfatı ile halef olacak gelecekteki yöneticilerdir.
İlâhî-tabiî hukukun temel, anayasal ilkeleri olan şeriata, Batıda dil uzatılmaz. Bizde ise, Moiz Kohen'e (Tekin Alp) uyularak, her Allah'm günü şeriat tahkir edilir. "Biz de Müslümanız, ancak şeriata karşıyız. Şeriat Ortaçağ karanlığı, kan ve ateş, kölecilik, kadının ezilmesi demektir" denir. Şu halde nasıl oluyor da, ve hangi mantık ile, "Müslümanız" diyorlar? Kur'ân-ı Kerimi reddeden Müslümanlık nasıl olabiliyor? Resul-i Ekreme (a.s.m.) "Sana verilen şeriata uy" buyurulduğuna göre, "Şeriat karşıtı Müslümanlık" iddiasında mantık var mıdır?
"Resul-i Ekremi (a.s.m.) reddetmiyoruz, ne var ki onun çağırdığı şeriatın-hâşâ-zulüm ve karanlık demek olduğundan kesinlikle eminiz!" sözünü, aklı başmda ise, hangi kimse içtenlikle söyleyebilir? Demek ki, bu sözü söyleyen ya delidir, ya geri zekâlıdır, yahut deli ve geri zekâlıları ve sersemleştirilmiş kimseleriardına takmada yarar uman bir makyavelisttir. Hiç değilse "Ebu ·Cehl" içtenliği ile açıkça İslâma karşı çıksalar da, "İslâma düşman Müslümanım!" sloganmı bir yana bıraksalar!
Türkiye'de "şeriat"m anlamıxtı savunucularının da, düşmanlarının da çoğu bilmiyor. Düşmanlarının sadece bir kısmı biliyor ve kendileri zalimler güruhundan oldukları için İlâhî-tabiî hukuka, adalet devleti ülküsüne, insan, canlı ve çevre hakları anlayışma "Amerikancı liberalizm" anlayışı ile karşı çıkıyorlar. Diğer düşmanları, Kur'ân-ı Kerimin teşbihi ile, bu "müstekbirler" tarafzndan "yabancılaştırılmış," yabaneşeği konumuna düşürülmüş bîçareler olarak, yabaneşeğinin arslandan kaçışı gibi Kur'ân'dan kaçıyorlar.
Dostluk iddia edenlerin bir kısmı ise, şeriatı başörtüsünün yüzölçümüne hapsetmiş durumda. "Bir de arada ibret-i âlem için el kesilse, insan taşlansa, daha fazlası can sağlığı!" diyorlar. Bunlara da şeriatın bu demek olmadığını anlatmak gerek! Şeriatın hikmette dayandığı değer adalettir. Adalet de yine hikmette İlâhî sevgiden kaynaklanır. Şeriatta da elbette "cezalar" vardır. Ancak hiçbirisi eşitlik adaletine dayanan "insan haysiyeti, insanlık onuru" değerine ve aynı zamanda somut olay göz önüne alınırsa "liyakat ve istihkak adaleti"ne aykırı olamaz.
Şer'î hukukun tümüyle uygulanma şartları nelerdir? Tarihte bu uygulamanın tam mânâsıyla gerçekleştirildiği dönemler olmuş mudur?
Şeriat, 622-632 yılları arasmda Medine ömek devletinde uygularunıştır. Elbette daha önce de-Yahudiler aksini iddia etseler bile kral değil, Resul-i Ekrem (a.s.m.) gibi nebî ve yönetici olan-Davud ve Süleyman devleti gibi dönemlerde uygulanmıştır. Fakat yazık ki, 661'de Emîrül-Mü'minînin şehid edilmesinden sonra şeriat ile uygulama arasındaki sapma açısı git gide büyümüş, özellikle Yezid ve Cengiz gibilerin hakim olduğu dönemlerde şeriat ilkeleri hemen tamamen yürürlükten kalkmıştır.
Şer'î kukukla lâik hukukun birleştiği ve ayrıldığı noktalar üzerinde bir değerlendirme yapar mısınız?
İlâhî-tabiî hukuk "mülâzeme" ilkesine dayanır. Şer'in (vahyin) hükmettiğine akıl da hükmeder, aklın hükmettiğine de şer' hükmeder. Pozitif hukuk kurallarının, insan haklarının ve adaletin güvencesi olan temel ilkelere aykırı olmâması gerekir. İşte bunun için "Yönetimde şeriata uy!" buyurulmuştur. Batıda birçok ülkede ve bu arada Almanya'da bu temel ilkeler hiç değilse pozitif hukukun da temel ve değişmez ilkeleri haline getirilmiştir. Buna karşılık laiklik ilkesi maddî anlamda tam bir din düşmanlığı ve ateizm olarak yutturulabilirse, pozitif hukuk kurallarının bu temel ilkelere uygun olması gerekmeyecektir. Şeytanî kurnazlık oyunları, aklın yerini alacaktır. Meselâ "Herşeyden önce insan!" sloganı kötüye kullanılarak, önce canlılar ve cansız çevre, canilerin saldırısına karşı korumasız bırakılacaktır. "İnsan" denirken eşitlik adaletine uyulmayacak, "Herşeyden önce insan!" "Herşeyden önce benim bencil çıkarım! Benden sonra tufan!" olarak yorumlanacaktır. Yahut ateist bir felsefe, temelden yanlış ve akıl dışı olması bir yana, bir ahlâk felsefesine ve "değer" anlayışına da sahip olamayacak, değerler için sağlam bir temel bulamayacak, sonunda bu değerler de "nisbîleştirilmiş," "bağımlılaştırılmış" olacaktır.
Laik bir hukuk düzeni, ancak gerçek anlamda "rasyonalist" olabildiği ölçüde, İlâhî-tabiî hukuk ilkelerine varma ümidi belirecektir: Akıl için yol birdir.
Şeriat nasıl bir devlet modeli öngörür? Bu modeli demokrasi, temel hak ve hürriyetler gibi "çağdaş" kriterlerle bağdaştırmak mümkün müdür?
İlâhî-tabiî hukukun çizdiği devlet modeli, gerçek ve ideal anlamda bir "hukuk (adalet) devleti" düzenidir. Temel hak ve hürriyetler, esasen yukarıda açıklamaya çalıştığım gibi, ideal anlamda sadece bu devlet modelinin temelinde yer alabilirler.
"Demokrasi' ise, bu hukuk devleti düzeninin sürdürülrxıesi için bir araç, bir yöntemdir. Demokrasinin gerçek anlamda hızkuk devletinin gerçekleştirilme aracı olabilmesi için, halka, insan haklarmı güvenceye bağlayan temel ilkeleri de "vekilleri" aracılığı ile alt-üst etme, başka türlü kurallar getirme yetkisinin tanmmaması, değişmez, katı anayasal ilkelerin varlığmm kabul edilmesi gerekir. İşte insanları biribirine düşürmede yarar umanlar, tozdan dumandan İlâhî fermanın okunamaz hale geldiği bugünkü havayı sağlayabilmek için, İslâmı bilmeyenlere, "İslâmda değişmezlik ilkesi vardır, şu halde milletin yasama hakkı elinden alınmaktadır" derken, Müslümanlara da "Demokrasi demek topluma mutlak yasama yetkisi tanmması demektir. Şu halde gerçek Müslüman, demokrasi düşmanı olmalıdır" derler.
Oysa demokrasi, yöneticilerin halk tarafından seçilmesi demektir ve ancak "adalet devleti demokrasisi"nin değeri ve yararı vardır. Demokrasi "çoğunluk diktatörlüğ2i" demek olmadığı gibi, oligarşinin düzenlediği karnaval seçimlere dayanan bir göz boyama oyunu da değildir. Maalesef, demokrasinin, oligarşinin tilki oyunu olarak kalmasında çıkarı olanlar, gerçek hukuk devleti demokrasisini, İslâmm alanında laiklere, laiklerin alanmda da Müslümanlara hedef göstererek oyunlarını sürdürürler.
Şeriat denildiğinde öncelikle İran, Suudi Arabistan veya Pakistan gibi örneklerin verilmesini nasıl yorumluyorsunuz? Bu örnekler gerçekten birer "model" olarak görülebilir mi?
661'den sonra sapma açısı git gide büyümüş, yirminci yüzyılda kendilerini "İslâm devleti" olarak niteleyen toplumlarda da maalesef henüz "Medinetü'n-Nebî" ölçüt ve -değerlerine varılamamıştır. Esasen, verilen örneklerden sadece İran'da gerçekten İslâm toplumuna varılmasını hedefleyen yoğun bir özlemin göstergeleri görülmüştür. Ancak, İran'da da "ideal"e henüz varılamamıştır. İnşaallah yeni bir sapma açısı belirmez.
Fundamentalizm, köktendincilik gibi Batı kaynaklı suçlamalar hakkındaki değerlendirmeniz nedir?
"Fundamentalizm," Batıda ve özellikle Amerikan Protestanlığı çerçevesinde belirmiş, Kitab-ı Mukaddes'in lâfzını esas alan bir "Zâhirîlik" akımıdır veya tutumudur. Kitab-ı Mukaddes'in tahrif edilmesine rağmen, tahrif edilen metindeki doğruları aklmı kullanarak tesbit edecek yerde, tahrif edilen bölüm ve cümleler üzerinde inatla ısrar etme tutumudur. İslâmda bu "fundamentalizm"in tam karşılığı olamaz, çünkü Kur'ân-ı Kerim tahrif edilmemiştir. Ancak, yine de bir tür "İslâm fundamentalizmi" de vardır: Bu da uydurma (mevzu) hadisleri Kur'ân-ı Kerim ile ayıklayacak yerde, uydurma hadisler ile Kur'ân-ı Kerimi fülen yürürlükten kaldırma tutumudur. "Köktendincilik" terimi bugün Türkçede "fundamentalizm" ve "radikalizm" karıştırılarak kullanılmaktadır. Oysa radikalizm, yukarıda değinilen İlâhî-tabiî hukukun temel ilkelerine bağımlı olma ve tutarlı olarak savunma anlamında, olumlu bir anlamda da kullanılabilir.
Türkiye'deki şeriat ve lâiklik tartışmalarının bir siyasî parti ile irtibatlandırılmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye'de hiçbir parti İslâmî ideolojinin sözcüsü olan bir "doktrin partisi" olarak kurulmamıştır. "Sağ"da oldukları söylenen bütün partiler, İslâmı, şu veya bu derecede, bir slogan olarak, oportünist amaçlarla kullanmaktadır.
"Şeriat bir din düzenidir."
Sizce "Şeriat" nedır? "Şeriat" kavramından ne anlıyorsunuz?
Prof. Dr. Toktamıs Ates:
Bilindiği üzere şeriat Arapça'da çok değişik anlamlara gelen bir sözcüktür: Ayrıca, "şeriat denildıgi zaman, sadece "İslâm Şeriatı" anlaşılması da pek doğru değildir Her dinin kendine göre bir düzeni, yani şeriatı vardır. Ancak genel olarak şerıat denildigı zaman İslamî kuralların geçerlı olduğu bir din düzeni anlaşılmaktadır ki; ben de çogu kez bunu düşünüyorum.
Batıda gelişen "İnsan hakları," "özgürlük," "demokrasi," gibi kavramlar "şeriat" kavramlarıyla benzerlik gosteriyor. Sizce bu kavramlar bağdaşabilir mi? Bu benzerlikler nereden kaynaklanıyor ve bunlar nasıl açıklanabilir?
Batıda gelişen "insan haklari," "özgürlük," ``demokrasi gibi kavramların, şeriat" kavramıyla bazı benzerlikleri varsa da; aslıda temelde bazı ciddi farklar vardır.
Türkiye'de laiklik uygulamalarını kabul eden ve benimseyen belli bir kesim var. Bu insanlar "şeriat" ve toplumdaki bir takım İslami yapılanmalardan rahatsızlık duyuyorlar. Bu karşıtlık sizce nereden kaynaklanıyor. Bu insanların karşı çıktıgı "şeriat" nedır?
Türkiye'deki laik kesimi tek bir standart tipte toplamak mümkün değildir Farklı insanlar ve farklı gruplar laiklikten oIdukça farklı anlamlar çıkartmaktadırlar. Kaldı kı, bu farklı laiklik anlayışları sadece laik kesime de özgü de değildir..Laik olmayan kesimler de farklı laiklik anlayışları içinde olabilmektedirler. Ancak "belli kesimlerde" Islamı yapılanmalardan duyulan rahatsızlığın nedeni bu yapılanmaların, yarın kendi yaşamlarına da mudahele edebileceği endişesidir.Bunların rahatsızlıklarının genel nedeni, Türkiye'de (kör topal da olsa) varolan "özgürlük düzeninin" ortadan kalkacağı ve bunun yerine Islam Şeriatı hükümlerinin geçerli olacağı bir düzenın geçmesidir.
Sizce din ile şeriat ayni şeyler midir?
Bence din ve şeriat aynı şey değildir: Zaten bence İslâmiyette kimse kimsenin dinini sorgulamayacagı gibi, kimse kimsenin "İslâmiyetten anla dığı şeyi" de eleştiremez. Dinimizde "Kul'la Tanrı arasına hiçbir kuvvet giremeyeceğine" gore, herkesin din anlayışı kendinedir, herkes kendi hesabını kendi verecektir...
Alıntı - Kaynak:
KÖPRÜ-Üç Aylık Fikir Dergisi
Şeriat Nedir?
Güz 94 [ 48. Sayı ]