TÜRKÇE KUR’AN–I KERİM MEALLERİNDE HEDEF DİLİN ÖNEMİ
Yrd. Doç. Dr. Gıyasettin ARSLAN
Özet: Kur’an, ilahi bir kitaptır. Bu yüzden o hem mana, hem de lafzı itibariyle sağlam ve eksiksizdir. Ancak onun tefsir, terceme ve mealleri için de aynı şeyi söyleyemeyiz.
Çünkü onun tefsir, terceme ve mealleri beşeridir; çoğu zaman da onlar, eksik ve hatalı olabilmektedir. Bu anlamda sık sık tekrar edilen hataların başında anlam belirsizliği, bilinen kelimelerin terk edilmesi, harf fonksiyonlarının dikkate alınmaması, Arapça ifadelerin hedef dile olduğu gibi aktarılması, konteksin dikkate alınmaması, garip ve tuhaf kelimelerin kullanılması gibi faktörler gelmektedir. Bu çalışma, adı geçen tercüme hatalarına dikkat çekmek amacındadır.
Abstract: The Qur’an is a holy book. It is a perfect and a secure book both in it’s words and meaning. We, unfortunately, can’t say the same things on it’s translations and interpretations, as they can sometimes containe mistakes and deficiency. The principal mistakes are as written below: Indefiniteness of the meaning, not taking notice of the duty of the letters in sentences, translating the Arabic expressions in the aim language word to word, not considering the context. For this reason this work aimed to beware the mistakes of the Turkish translations of the Quran.
Key Words: The Turkish translations of the Qur’an, interpretation, translation’s mistakes.
***
Giriş
Kur’an, hem lafız, hem da anlamları itibariyle ilahi bir kitaptır; onda beşeri hiçbir tasarruf bulunmamaktadır. Ancak otantik haliyle hiçbir kusuru olmayan bu kitabın tefsiri, tercüme ve mealleri için de aynı yargıda bulunma şansına sahip değiliz. Bunun nedenlerini araştırmak başka bir yazının konusudur.
Bu makalede daha çok somut olarak meal yanlışları, çeviri hataları ve bazı dil bozuklukları üzerinde durmak istiyoruz.
Bilindiği gibi herhangi bir çeviride esas olan, asıl metnin anlam ve özelliklerini amaç dilde de inşa etmektir. Bu anlamda çeviri, iki yönlü bir bilgi ve çaba gerektirir. Dolayısıyla hem kaynak dili, hem de hedef dili çok iyi bilmek gerekir. Fakat bazı mütercimler metnin anlamını kaynak dil itibariyle doğru tespitte büyük gayret gösterseler de onu hedef dile aktarırken çoğu zaman aynı hassasiyeti göstermezler. Türkçe Kur’an mealleri bunun açık örnekleriyle doludur.
Mealleri hazırlayanların, (Arapça/Türkçe) dilbilgisi ve edebiyat kurallarına uyduktan sonra, kendi edebi zevklerine uygun olarak tercih edecekleri cümle dizimi, sözcük seçimi ve retoriğin diğer unsurlarında onlara saygı göstermekten başka bir seçeneğimizin olmadığını peşinen söylemek gerektiği kanaatindeyiz. Ancak bu çalışmada inceleme konusu yaptığımız husus, ayetlerin Türk Dili açısından doğru tercüme edilip edilmediğidir. Burada doğru ve bilimselliğin ölçütünü yine asıl (kutsal) metnin kendi dili, tefsir metodolojisi ve Türk Dili ve Edebiyatı oluşturacaktır. Bu vesileyle aşağıda bazı meallerden derlediğimiz tercüme örneklerini basit bir tasnife tabi tutarak maddeler halinde sıraladıktan sonra bunlar üzerine yaptığımız kısa değerlendirmeleri sunmak istiyoruz.
1. Anlam Belirsizliği
Meal hazırlamanın ana gayesi, Kur’an’ı anlaşılır kılmaktır. Bu anlamda ayetlerin kapalı bırakılması kabul edilemez; aksi taktirde meal hazırlamanın anlamı kalmaz. Ayetleri her durumda (parantez, dipnot veya ilave açıklamalarla) anlaşılır kılmak bu yüzden önemlidir. Ne var ki kimi mütercimler her okuyucunun kendileri kadar ayetleri doğru ve net olarak anladıklarını öngörerek, onların anlaşılıp anlaşılmadığını test bile etmezler. Ülkemizde bu tür meal hazırlama alışkanlığı/anlayışı oldukça yaygındır.
Örneğin: “Güvene kavuştuğunuzda bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah’ı zikredin.”(2/Bakara, 239)1 ayet tercümesi oldukça kapalıdır ve bu mealden net bir anlam çıkarmak da mümkün değildir. Şimdi Allah’ı nasıl zikredeceğiz?
sorusunun cevabını arayalım. Bu meale başvurduğumuzda karşımıza iki ihtimal çıkmaktadır: “Bilmediğimiz şeyleri bize öğrettiği şekilde....” onu zikretme. O anlamda “öğretme şekliyle” mi Allah’ı zikredeceğiz yoksa “bilmediğimiz şeylerle” mi? Görüldüğü gibi ayet tamamen muğlak bırakılmıştır. Şimdi ayetin anlaşılabilen bir tercümesine bakalım: “Kendinizi güvende hissettiğinizde bilmediklerinizi size öğreten Allah’ı, size öğrettiği gibi anın.”2 Görüldüğü gibi bu mealde iki şey açıkça ortaya çıkıyor; birincisi, bilmediklerimizi öğreten bir Allah gerçeği, diğeri de onu yine onun öğrettiği şekilde anma olgusu.
Birinci mealde bu iki husus birbirine karışmış ve anlaşılmaz olmuştur.
Şu örnekte de anlam belirsizliği vardır: “Zekeriyya mihrapta durmuş namaz kılarken, melekler ona şöyle çağırmışlardı : “Allah sana, Allah’tan bir kelimeyi doğrulayıcı bir efendi; nefsine egemen bir benlik, barışseverlerden/hayır işleyenlerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeliyor.”(3/Al-i İmran, 39)3 Ayetin bu haliyle anlaşılması mümkün değildir; çünkü asıl metinde yer alan “kelime” kelimesi bile olduğu gibi aktarılmış olup, ne olduğu hakkında en ufak bir bilgi verilmemiştir. Bu “kelime” kimdir, nedir? Belli değil. Oysa, diğer meallerde4 yapıldığı gibi parantez ya da dipnotla bu “kelime”nin Hz. İsa olduğu belirtilseydi, ayetin tercümesindeki kapalılık kendiliğinden giderilmiş olurdu. Öte yandan “ona çağırmak” ifadesi de Türkçe açısından yanlıştır. Doğrusu “onu çağırmak”tır.
Aynı şekilde “ma lekum la tercune li’l-lahi vakaren” ayetinin “Ne oluyor size de Allah için bir vakar ümidinde olmuyorsunuz.”(71/Nuh, 13)5 şeklindeki mealinde de anlam, bir hayli belirsizdir. Oysa aynı ayet tercümesi başka bir mealden okununca rahatlıkla anlaşılabilmektedir: “Size ne oluyor ki Allah’a gereken saygıyı göstermiyorsunuz?”6 Esasen bu ayeti “Size ne oluyor ki Allah’ın heybetinden korkmuyorsunuz?” biçiminde tercüme etmek de mümkündür.
Bazı meallerde 73/Müzzemmil suresi, 7. ayeti şu şekilde tercüme edilmiştir:
“Kuşkusuz gündüz boyu senin için uzun bir dolaşma /uzun bir uğraş vardır.”7
Burada mütercim “sebhen tavilen” kısmını “uzun bir dolaşma” tarzında tercüme
ettikten sonra bunun bir şey ifade etmediğini/anlaşılmadığını görmüş olmalı
ki aynı tercümenin yanına parantez yerine “/ ”işaretinden sonra (uzun bir
dolaşma /uzun bir uğraş) şeklinde çevirme gereği duymuştur. Esasen Türkçede
“gündüz boyu” şeklinde bir ifade bulunmamaktadır. Kanaatimizce mütercim
bu tabirle “gün boyu” ifadesini kastetmiştir.
Çünkü bu ifade şekli, bilinmekte ve kullanılmaktadır. Gerçekte ise ayetin
anlamı son derece kolaydır. Nitekim bu ayet bazı meallerde “Halbuki gündüz
seni meşgul edecek yığınla iş vardır.”8 şeklinde daha anlaşılır bir tarzda tercüme
edilmiştir.
Aynı şekilde aşağıdaki ayet meallerinden de net bir anlam çıkarmak
mümkün gözükmemektedir: Mesela “Anası haviyedir.” (101/Karia, 9)
“Rabbinin rahmetinin Zekeriyya kuluna anılışıdır bu.” (19/Meryem, 2)9
2. Kelimelerin Kapalı Bırakılması
Bir mealde anlamı belirsiz kılan nedenlerden biri de ayet içerisinde yer
alan önemli (anahtar) kelime veya kavramların hedef dile kaynak dildeki
haliyle olduğu gibi aktarılmasıdır. Örneğin: 2/Bakara suresi 256. ayette geçen
“tağut” kelimesi kimi meallerde Türkçeye de olduğu gibi “tağut”10 olarak
çevrilmiştir. Oysa bu kavram, parantez içinde, dipnotta veya mealin sonuna
eklenen terimler sözlüğü ile kısa bir şekilde açıklanabilir, okuyucunun
zihin atmosferi aydınlatılabilirdi. Bilindiği gibi “tağut” sözcüğünün en yay-
gın anlamı; şeytan, put vb. insanı azdıran, saptıran ve Allah’a kulluktan alıkoyan
şeylerdir.11
Yine 5/Maide suresi 103. ayette geçen “bahira, saibe, vasile, ham12 gibi
kelimeler Türkçe’ye olduğu gibi aktarılmış okuyucuya en ufak bir bilgi
bile verilmemiştir. Oysa bu kavramlar hakkında parantez içinde kısa bilgi
verilebilir veya bazı meallerde yapıldığı
gibi bu kavramlar açılarak tercüme
edilebilirdi.
Aynı şekilde “zıhar” (33/Ahzap, 4)13 kelimesi hakkında en ufak bir açıklayıcı
bilgi verilmediğinden, ilahiyat tahsili almamış birçok okuyucunun
bunları anlaması zorlaşmaktadır. Esasen ayette var olan “zıhar”14 kelimesini
her ne sebeple olursa olsun yine “zıhar” olarak çevirmek tefsir disiplini açısından
kabul edilemez Bu çabanın adının da meal olması bu gerçeği değiştirmez.
Çünkü mealin varlık nedeni metnin başka değil sadece anlaşılır kılınmasıdır.
3. Bilinen Kelimelerin Terk Edilmesi
Meallerde halkın aşina olduğu kelimeleri kullanmak son derece önemlidir.
Çünkü okuyucu, bilmediği, tanımadığı kelimelerden ürkebilir. Bu da
onun okuma şevkini kırabilir. Bu anlamda 3/Al-i İmran suresi, 36. ayetindeki
“uizuha bike” fiili ve cümlesi “Onu ve soyunu, kovulmuşşeytandan sana
sığındırıyorum.”15 şeklinde tercüme edilmiştir. Türkçe sözlüklere baktığımızda
böyle bir fiilin kullanılmadığını görebiliriz. Bu fiilin “sığdırılma, sığdırış,
sığdırma, sığın, sığınak, sığınık, sığınılmak, sığınış, sığıntı, sığınma,
sığınmak, sığıştırmak ve sığmak”16 gibi formları olsa da “sığındırmak” kipi
yoktur. Hakikatte ayette kastedilen “kovulmuşşeytana karşı onu ve soyunu
senin korumanı diliyorum” anlamıdır. Mütercim “eaze” fiilinin (if’al formunu)
yani geçişli kipini göz önünde bulundurarak “sığınmak” fiilinin Türkçedeki
geçişli halini de kıyas yoluyla elde etmeye çalışmış; fakat onun Türkçe
selika ve edebiyatta böyle bir kullanımının bulunup bulunmadığına dikkat
etmemiştir. Türkçede “yazmak” fiilinin “yazdırmak” formu vardır; ancak
“sığınmak” fiilinin “sığındırmak” gibi bir formu bulunmamaktadır.
Yine “Nefs” kelimesi Kur’an’da birçok anlamda kullanılmıştır. Bunların
başında “zat”17 ve “bir şeyin kendisi” (aynısı/hakikati)18 anlamı gelmektedir.
Bu anlamda Türkçede “kimse”, “kişi” “kendisi” gibi kelimeler daha iyi
bilindiği ve bu kelimeyi daha iyi karşıladıkları halde bunların yerine “benlik”
kelimesi getirmek çok isabetli değildir. “Nefs” kelimesi, bazı meallerde
“benlik” olarak çevrilmiştir. Örneğin, “Hiçbir benlik yaradılış kapasitesi
dışında bir şeyle yükümlü tutulamaz...”(2/Bakara, 233) “Bir gündür ki o, bir
benlik bir başka benlik için hiçbir şeye güç yetiremez.” (82/İnfitar, 19) 19
“Bu ayetlerin orijinal metinlerinde geçen “nefs” kelimesi bildiğimiz ve en
çok kullandığımız sözcüklerden olan “kimse” ve “kendi” anlamlarında
kullanılmıştır. Buna göre birinci ayetin doğru tercümesi “Hiç kimse yaradılış
kapasitesi dışında bir şeyle yükümlü tutulamaz...” olmalıydı. İkinci ayetin
doğru çevirisi ise: “O gün hiç kimse başkası için bir şey yapamaz.” şeklinde
olmalıydı.
Kimi mütercimler; bugün artık kullanılmayan Arapça kelimeleri olduğu
gibi aktarmaktadırlar. Örneğin “oda” kelimesi hemen herkes tarafından
bilindiği halde onun yerine “hücreler” kelimesini kullanmanın hikmeti
anlaşılmamaktadır: “Hücrelerin arkasından sana seslenenlere gelince, onların
çoğu aklını çalıştırmamaktadır.” (49/Hucurat, 4)20 Ayette geçen “hucurat”
kelimesinin Hz. Peygamberin hanımlarına ait odalar21 olduğu bilinmektedir.
Böyle olunca, “odalar” ifadesi yerine “hücreler” tabirini tercih etmek amaç
dilde anlama ya da anlamaya ne gibi bir katkı sağlamaktadır?
Öte yandan “Cehennemlik” ve “cennetlik” kavramları Türkçede22 çok
iyi bilindiği halde bunların yerine garip karşılıklar bulmanın hikmeti
anlaşılmamaktadır. Örneğin “ashabu’n-nar”(59/Haşr, 20, 64/Teğabun, 10)
tamlaması “ateşin dostları” 23 şeklinde Türkçe’ye çevrilmiştir. Oysa bu
kavram Türkçede “Cehennemlikler” anlamına gelmektedir. Bu tabir herkes
tarafından, bilinen ve sık sık kullanılan bir kelimedir. Fakat mütercimler
onu “ateşin dostları” şeklinde alışkın olmadığımız bir tarzda amaç dile
çevirince, tamlamadaki ürkütücü mana ve retorik kanaatimizce anlamsal
erozyona uğramaktadır. “Dost” kelimesi “ashab” kelimesinin karşılığı
olabilir; ancak Türkçede “ateş dostu” şeklinde bir kullanım bulunmamaktadır.
Dolayısıyla motamot tercüme her zaman ideal bir tercüme yöntemi olmayabilir.
“ashabu’l cennet”(7/A’raf, 42, 44, 59/Haşr, 20) tamlamasının Türkçeye
“cennetin dostları” 24 şeklinde çevrilmesinde de aynı durum söz konusudur.
Dolayısıyla “cennetin dostları” ifadesi “cennetlik” veya “cennet ehli”
tabirleri kadar iç okşayıcı ve tatlı değildir. Çünkü kullanımı yoktur.
Bilindiği gibi damak zevki gibi kelimelerin de bir ağız zevki ve dilsel
tatları vardır. Gerçekte damak zevkini sık sık yenilen yemeklerin bizatihi
kendileri oluşturur. Dilsel zevki de iyi bilinen, çok kullanılan ve pratiği olan
kelimeler var eder. Böyle olunca, çevirilerin dil ve üslup açısından cazip,
tatlı ve çekici olması için herkes tarafından iyi bilinen ve çok kullanılan kelime,
kavram ve tabirleri tercih etmek gerektiğine inanıyoruz. Nitekim
Kur’an, Arapların retoriğini esas aldığından sık sık bu Kur’anın Arabi olduğunu,
a’cemi yani yabancı bir dille nazil olmadığını, onların en iyi bildiği ve
en çok kullandıkları kelime ve kavramlardan oluştuğunun altını çizer. Kanaatimizce
bununla o, din dilinin aşina, munis, cana yakın ve anlaşılır olmasının
gerekliliğine vurgu yapmış olmaktadır. Unutulmamalıdır ki tefsir, tercüme
ve mealler de din dilinden sayılır.
4. Harf Fonksiyonlarına Dikkat Edilmemesi
Çevirilerde cümle ve kelimeler kadar harflerin de (anlamsal fonksiyonlarıyla
beraber) doğru tercüme edilmesi önemlidir. Ancak bazı meal hazırlayıcıları
buna dikkat etmezler. Örneğin: “yes’eluneke an’i-l ehille...”
(2/Bakara, 189) “Sana yeni aylardan sorarlar...” 25 ayetinde “an” harfi olduğu
gibi yani Türkçeye de ismin “-den” (-dan) haliyle aktarılmış. Oysa
Türkçede bu anlamda böyle bir ifade kullanılmamaktadır. Çünkü yükleme
sorulan “neyi” sorusunun cevabı “belirtili nesne” olur. Bilindiği gibi
nesneler de ismin “-i” haliyle kullanılırlar. İsmin “-den” halini genellikle
dolaylı tümleç alır.26 Böyle olunca doğru kullanım “Sana ayları soruyorlar”
olacaktı. İsmin “-den” (-dan) hali ile çevrilenler ise dolaylı tümleçtir. Ayetteki
(hilal) “aylar” kelimesi nesne olduğundan “-den,-dan” eki ile çevrilmesi uygun
olmaz.
6. Bazı Terimlerin Anlamlarının Daraltılması
Her alanın kendine ait özgün bir dili ve literatürü vardır. Hukuk, iktisat,
tıp ve siyaset dili birbirlerinden farklıdır. Din dili de böyledir. Onun
kendine ait özel bir dünyası ve belirli bir dili vardır. Bu anlamda dilimizde
kullanılan bazı Arapça kelimelerin tam karşılığı bulunmamaktadır. Örneğin
içinde “salih-salihun-salihin” kavramının geçtiği “Allah’a ve resule itaat
eden kişilere gelince, bunlar, Allah’ın kendilerine nimet verdikleriyle
beraberdirler: Peygamberlerle, hak dostlarıyla, şehitlerle, barışsever iyilerle
. Ne güzel dosttur bunlar!”(4/Nisa, 69)27 ayetindeki “salih” kavramı
bunlardandır. Bu kavramı “barışsever” şeklinde dar anlamıyla karşılamak
mealin ciddiyetine halel getirebilir. Gerçekte “salih” kavramına “olumlu her
tür eylem ve davranışta bulunma/bulunan” anlamını yüklemek mümkündür.
Örneğin, meşru bir savaşta (can, mal ve ülke güvenliği için yapılan savaşlarda)
“öldürme” fenomeni görünüşte bazı insanların öldürülmesi gibi negatif bir
anlamı yansıtsa da netice itibariyle “salih bir amel”dir. Çünkü can, mal ve
ülkenin savunulması esastır.
Görüldüğü gibi bu “salih amel”de barışseverlikten bir eser bulunmamaktadır.
Durum böyle olunca “salih” kelimesinin anlamını (barışsever şeklinde)
daraltarak Türkçeye aktarmak kanaatimizce pek isabetli değildir. Dolayısıyla
bir çok ayette28 geçen “salih” ve “salihun” gibi kelimelerin “barışsever
iyiler” olarak çevrilmesi29 bu kavramın anlamını daraltmaktadır. Onun
“barış sever” anlamı vardır; ancak tam karşılığı barış sever olmayabilir.
7. Arapça İfadelerin Olduğu Gibi Aktarılması
Bilindiği gibi bütün diller yapısal farklılıklara sahiptir. Arapçaya has
bazı cümle kuruluşlarının ve ifade biçimlerinin aynıyla yani Arapça formuyla
Türkçeye aktarılması çoğu zaman çevirinin amaçladığı nihai hedefe uygun
düşmemektedir. Çünkü herhangi bir mana ve mesaj her dilde farklı ifade ve
cümle biçimleriyle dile getirilir. Buna uyulmadığı zaman çeviride anlam
kaybı, anlam kayması hatta çoğu zaman yanlış anlamaya sebebiyet veren
durumlar bile oluşabilir. Bunların hiç birisi meydana gelmese bile edebi
kusur oluşur. Bu da okuyucunun okuma zevkine zarar verebilir.
Bu anlamda “ellezi-elleti” gibi (Arapçada sıla denilen) bağlaçların
Türkçede de mutlak kullanım şartı varmış gibi -çoğu kez- olduğu gibi
meallere aktarılabilmektedirler. Örneğin, “Allahu’l-lezi...” (40/Mümin,
64) ayeti “Allah odur ki, yeryüzünü sizin için durulacak yer, göğü bir
bina yaptı...” 30 şeklinde çevrilmiştir. Bilindiği gibi “ellezi-elleti” vb.
Arapça bağlaçların Türkçede tam bir karşılığı bulunmamaktadır. Bunlar
Türkçeye motamot tercüme edilemezler; edildikleri takdirde tuhaf bir
çeviri meydana gelmiş olur. Yukarıdaki ayetin “Yeri sizin için bir
yerleşim alanı, göğü de bir bina kılan Allah’tır...”31 şeklindeki meali
kanaatimizce daha isabetlidir.
Tercüme edilen metnin cümle, kelime ve kavramlarını hedef dilde tam
veya en yakın anlamıyla karşılamak, çeviri sanatının temel bir ilkesidir. Ne
var ki mütercimler bazen buna dikkat etmezler. Örneğin “ketebna ala beni
israil...”(5/Maide, 32) ayetindeki “ketebe” fiili ve cümlesi “İsrail oğullarına
şöyle yazdık...” 32 şeklinde tercüme edilmiştir. Aynı şekilde “ve ketebna
aleyhim fiha”(5/Maide, 45) ifadesi ise “Orada onlara. yazdık...” şeklinde
tercüme edilmiştir. Bilindiği gibi “ketebe” fiili -yalın haliyle- yazmak
anlamına gelir; ancak “ketebe ala” formu; yani harf-i cerli kullanımı,
“farz kılmak, emretmek”33 anlamına gelmektedir. Tefsirlerde34 de bu
anlamın altı çizilmiştir. Dolayısıyla ayetin doğru tercümesi “Tevratta
onlara şu hükmü de farz kıldık.”35 şeklinde olmalıdır.
Aynı durum 2/Bakara suresi 218. ayetteki “cahede” fiilinde de görülmektedir.
Kur’an’ın temel kavramlarından biri olan “cihad”, “Allah yolunda bir çaba
ve gayret” anlamına gelirken bazı meallerde “uğraşıp didinenler”36 olarak
çevrilmiştir. Onun sözlük anlamı; cehd, çaba, didinme ve uğraşmadır.37
Ancak, Kur’an semantiğinde bu kavram, “Allah için yapılan uğraşı”yı
ifade etmektedir. Bu kavram, sözlük anlamı ile aktarıldığında dini bütün
anlamlarından soyutlanmış olmaktadır. Esasen cahiliye döneminde de
insanlar, bir didinme ve uğraşı içinde idiler. Yeni kutsal metin, şayet bu
kelimeyi aynı anlamda kullanmaya devam ediyor, onu semantik evrime tabi
tutmuyorsa, bu kelimeyle insanlara “uğraşın didinin” demesinin anlamı nedir?
Takdir edilir ki aynı çeviri mantığı, bizi örneğin “salat” kavramının anlamlan-
dırılmasında (Kur’an semantiğinde artık o namazın adıdır) “ona dua edin”
şeklinde bir sonuca götürür ki, bunun doğru/otantik bir tercüme olduğunu
söylemek mümkün gözükmemektedir.
Başka bir örnekte “tukattiu erhamekum” (47/Muhammed, 22) ayeti
“Rahimleri parçalayacaksınız.”38 şeklinde çevrilmiştir. Görüldüğü gibi
ayetlerin motamot tercümeleri bazen böyle tuhaf ve garip mealler ortaya
çıkarabilmektedir. Oysa bu ayetin doğruya en yakın meali şudur: “Akrabalık
bağlarını keseceksiniz.”39
8. Bağlamın Dikkate Alınmaması
Ayetlerin bağlamı, tefsir disiplininin temel zeminini oluşturur. Bu anlamda
hiçbir ayet, içinde yer aldığı ayet grubu veya sure bütünlüğü hatta Kitap
bütünlüğünden bağımsız olarak diğer bir ifadeyle onlardan ayrı yorumlanamaz;
o anlamda, tercüme de edilemez. Buna uyulmadığı zaman ayetlerin
bağlamından kopuk kaldıkları ve yanlış tercüme edildikleri sıkça görülmektedir.
Örneğin “ni’me ecru’l amilin” (3/Al-i İmran, 136) ayetinin “İş yapıp
değer üretenlerin ücreti ne güzeldir”40 şeklindeki tercümesi, ayetlerin
konteksinden/bağlamından kopuktur. Çünkü bu meale göre herhangi bir
fabrikada iş yapanlar da akla gelmektedir. Oysa aynı surenin 133-136.
ayetlerinde tavsiye edilen ameller, “Allah’ı hatırlama, öfkeye hakim olma,
güzel ahlak” vb.leridir; ayrıca ayetin sonunda “değer üretmek” şeklinde
bir anlam da bulunmamaktadır. Çünkü Kur’an sürekli olarak inananlara
ve insanlara vahye dayalı ilahi değerlere uymalarını emretmektedir. Bir
başka ifadeyle onlardan yeni yeni değerler üretmeleri yerine, zaten var
olan ilahi, evrensel ve doğal (fıtrat) her tür değere saygılı olmalarını
beklemektedir.
Esasen temel evrensel hukuk, ahlak vb. değerler sabit olup değişmezler.
Bu anlamda insanlık, sabit değerlere uymakla mükelleftir; artık yeni
vahye bile ihtiyaç kalmadığına göre Kur’an, yeni değer üretmekten ziyade
onların mevcut tabii/fıtri değerlere uymalarını istemiştir.
9. Motamot Tercüme Etme
Dil felsefesinin temel kurallarına göre hiç bir dil diğer bir dile tıpa tıp
uymaz. Bu yüzden hiç bir dilin konuşma veya yazılı metinleri diğer dile
olduğu gibi çevrilemez. Buna uyulmadığı zaman yapılan çeviri eksik ve
hatalı olur. Bu kural, Kur’an mealleri için de geçerlidir. Dolayısıyla
motamot tercüme ne kaynak dil, ne de hedef dil açısından tasvip edilecek
bir yöntemdir. Fakat çoğu kez meal hazırlayıcıları buna uymazlar; örneğin
“ve uhdireti’l enfusu eş-şuhhe” (4/Nisa, 128) ayeti “Zaten nefislerde
kıskançlık hazırlanmıştır...”41 şeklinde motamot çevrilmiştir ki, bu,
okuyucuya bir şey anlatmaktan çok, adeta onun hiçbir şey anlamaması
için yapılmış gibidir.
Oysa aynı ayetin şu tercümesi rahatlıkla anlaşılmaktadır: “Nefisler
menfaatlerine (kaprislerine) düşkün yaratılmıştır.”42
Aynı
şekilde “hafizu ala’s-salavati ve’s-salati’l-vusta” (2/Bakara, 238) ayeti
“Koruyun namazları hele orta namazına çok dikkat edin.”43 şeklinde
tercüme edilmiştir. Bilindiği gibi Türkçede “namazları koruyun” şeklinde
gerek yazı, gerek konuşma dilinde bir ifade şekli yoktur. Fakat bunun yerine
“namazlara devam edin” veya “namazı kılın” ya da “namazı ihmal etmeyin”
tarzında ifadeler vardır. Esasen Arapçadan Arapçaya yapılan tefsirlerde44
bile ayetteki “namazlara devam etme” anlamı özellikle vurgulanmaktadır.
Bu anlamda bir çok mealde aynı hata yapılmıştır.45 Fakat bazı meallerde46
“namaza dikkat edin” şeklindeki anlam öne çıkarılmıştır ki kanaatimizce bu
anlam, ayeti/manayı Türkçede tam olarak yansıtması açısından daha doğrudur.
Buna göre yukarıda eleştirdiğimiz sayın Gölpınarlı’nın mealinin baş tarafı
yanlış son kısmı ise isabetli gözükmektedir.
Yine “Gönüllerine buzağı içirildi.”(2/Bakara, 93)47 şeklindeki ayet
meali de hem tuhaf, hem garip, hem de bir o kadar anlamsızdır. Şimdi bu
meali okuyan biri, buzağının nasıl içirildiğini algılamaya çalışırken neler
düşünecektir? Hakikatte ayet çok farklı şeyler anlatmaktadır. Bu meal o farklı
fakat doğru anlamı yansıtmaktan son derece uzaktır. Ayetin doğru meali,
“Buzağıyı ilah edinme/tanrı edinme arzusu onların iliklerine kadar işlemişti”
48 şeklindedir.
Yine “Ey İsrail oğulları! Size lütfettiğim nimetimi hatırlayın. Ben sizi
alemlerden daha üstün kılmıştım.”(2/Bakara,122)49 şeklindeki meal
anlaşılmamaktadır. Alemler kimdir? Neyi ifade ediyor? Belli değil.
Mesela İsrail oğulları Gezegenlerden mi üstün kılınmıştır? Yıldızlardan
mı? Neticede bunların hepsi birer alemdir. Görüldüğü gibi ayetin meali,
ayeti açmıyor; bilakis daha da kapalı hale getiriyor. Ana dili Arapça
olmayan fakat vasat derecede Arapça bilen biri bu ayeti konteksiyle
beraber okuduğunda Allah’ın bu ayette İsrail oğullarına özel iyilikler
yaptığını rahatlıkla anlayabilir. Fakat aynı rahat anlama yukarıdaki
çeviriden çıkmamaktadır.
Hakikatte Allah Teala demek istiyor ki, Ey İsrail oğulları, ben yeryüzünde
hiç kimseye yapmadığım iyilikleri size yaptım; içinizden bir çok peygamber
göndermek suretiyle size değer verdim; fakat siz buna rağmen yine
de nankörlük ettiniz. Şimdi, bu anlamları içinde derleyip toplayabilen güzel
bir meal örneği sunmak istiyoruz. “Ey İsrail oğulları, size verdiğim nimetimi
ve diğer toplumlara karşı size verdiğim özel önemi hatırlayın.”50 Hakikaten
bu son meal ayetin anlamını Türkçe’ye çok güzel yansıtabilmekte, onu anlaşılır
kılabilmektedir.
10. Bazı Ayetlerin Yanlış Tercüme Edilmesi
Bir çeviride her tür hataya müsamaha gösterilebilir; fakat yanlış tercümeye
asla müsamaha gösterilemez. Maalesef mütercimler, bazen yanlış tercüme
yapabilmektedirler. Örneğin 2/Bakara suresi, 225. ayeti şöyle çevrilmiştir:
“Allah sizi dil sürçmesi sonucu lağv olarak yaptığınız yeminlerinizden
sorumlu tutmaz; ama O sizi kalplerinizin kazandığından hesaba çeker...”
51 Açık bir şekilde görüldüğü gibi ayette yer alan “el-lağvu” kelimesi,
Türkçeye “dil sürçmesi/lağv” olarak tercüme edilmiş. Oysa “lağv” dil
sürçmesi demek değildir. Esasen “dil sürçmesi” de “lağv” sayılmaz; çünkü
dil sürçmesi, “sözleri yerinde ve düzgün olarak söyleyememe” halidir.52
“lağv” ise Hz. Ayşe’nin tefsirine göre “kişinin ağız alışkanlığı ile ‘evet
vallahi’ ‘hayır vallahi’ demesidir.”53 Temel kaynaklarımıza göre de “lağv”
söz ve akit manası taşımayan sözdür.54 Dolayısıyla “lağv”, ne dil sürçmesi,
ne de gerçek bir yemindir. Böyle olunca onu ne “dil sürçmesi”, ne de “lağv”
diye çevirebiliriz. Çünkü Türkçede “lağv” diye bir kelime yoktur.
Dolayısıyla bu meal her iki yönüyle yanlıştır.55 Kanaatimizce şu meal
daha doğru gözükmektedir:
“Allah sizi kasıtsız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Lakin kasıtlı yaptığınız
yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar...”56
Bazı meallerde “ve habite ma saneu fiha” (11/Hud, 16) ayeti şöyle
çevrilmiştir: “Sanayi olarak ürettikleri orada işe yaramaz olmuştur.”57 Bu
ayetin sanayi ile en ufak bir ilgisi bulunmamaktadır. Çünkü hem ayetin bağlamı,
hem de –sana’a- fiilinin bu anlamda kullanılmadığı gayet açıktır.
11. Gereksiz Sözcük Kullanılması
Edebiyatta asıl olan maksat ve meramı en az söz ile, kısa ve veciz şekilde
ifade etmektir. Bu anlamda sözün uzamasına neden olan veya anlama
herhangi bir katkısı olmayan kelimeler gereksiz olurlar. Eskiler buna haşiv
derler. “Haşiv, lügatte minder, yastık gibi şeylere doldurulan tıkıntı manasınadır.
Edebiyatta, ibare arasında kalabalık eden sözlere denir. Örneğin Ziya
Paşa’nın;
“Tut bu nush u pendi benden yadigar olsun sana”
mısraındaki “nush” ile “pend” kelimelerinden biri haşv-i kabihdir.
Çünkü birinin Arapça birinin Farsça olmasından başka aralarında fark yok
tur.58
Aynı
şekilde gereksiz sözcük kullanımı şu beyitte de gözükmektedir:
“Var mı hele söylenilmedik söz,
Kalmış mı meğer denilmedik söz.”
Burada ikinci mısra gereksizdir; yani ikinci mısra haşv-i kabihdir.”59 Benzer
yanlışları mealler de de görmek mümkündür. Örneğin “innellahe’stafaki”
ayeti (3/Al-i İmran, 42) “Ey Meryem, Allah seni ıstıfa edip seçti”60
şeklindeki bir çevirinin sağlıksız olduğu çok açık olarak ortadadır.
Cümlenin yüklemi “istafa” fiilidir. “istafa” fiili zaten seçmek 61 anlamındadır.
Buna göre “seçip seçti” gibi bir cümle kurmanın takdir edilir ki,
linguistik veya edebi mantığı bulunmamaktadır. Bu yüzden mealdeki “ıstıfa
edip...” kısmı gereksizdir.
Aynı şekilde 3/Al-i İmran, 88. ayeti “ne azap hafifletilecektir onlardan
ne de yüzlerine bakılacaktır onların.”62şeklinde çevrilmiştir. Görüldüğü gibi
burada iki defa “onlar” kelimesi geçmektedir. Oysa bunun yerine “onların ne
azapları hafifletilecek ne de yüzlerine bakılacak” biçiminde çevrilirse iki
defa “onlar” zamirinin kullanılmasına gerek kalmaz.
12. Fesahatın İhlal Edilmesi
Fesahat, söz ve cümlede lafız, mana ve ahenk itibariyle kusur bulunmamasıdır.
63 Fesahatçilere göre bazı harflerin yahut kelimelerin yan yana
gelmesinden yahut birbirine yakın bulunmasından telaffuzun güçleşmesi64
meydana gelmektedir. Fesahat, dil estetiğinin temel unsurudur. Belâgatta
zaif ifade, ahenksiz nazım ve selasetin (akıcılık) tersi olan rekaket65 denilen
bir husus var ki, telaffuzu zor harfler veya aynı sesler peş peşe geldiğinde
okuyucunun/dinleyicinin hem dilini, hem gözünü, hem de kulağını zorlar.
Örneğin içinde çokça “de” sesi bulunan mısra veya nesir cümlesi okumak
insanı rahatsız eder.
Bu anlamda Kur’an-ı Kerim meallerinde de bazen rekaket dediğimiz
fesahat ihlalleri olabilmektedir. Mesela 20/Taha suresi 7. ayetin bazı çevirileri
şöyledir: “Sözü açık söylesen de (gizli söylesen de) muhakkak O gizliyi
de ondan daha gizlisini de bilir.”66 “Sen bu sözü açıkça duyuracaksan da O,
gizliyi de bilir, gizliden daha gizliyi de...”67 Görüldüğü gibi burada tam üç
defa “de” “da” eki peş peşe zikredilmiştir ki, bu, fesahat denilen edebi sanatın
ihmalinden/ihlalinden başka bir şey değildir.
13. Sentaks Kurallarına Uyulmaması
Türkçede özne-yüklem uyumu şarttır. Mesela özne ve yüklem tekil veya
çoğul olmaları hususunda uyum içinde olmalıdırlar; aksi takdirde uyumsuzluk
meydana gelir. Örneğin: “Hadi sen git, Rabbinle birlikte savaşın.”
F. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi 8 (2003)
(5/Maide, 24) ayetinin tercümesinde68 “sen” öznesi ile “savaşın” yüklemi
arasında bir uyum olmadığı açıktır. Çünkü cümlede özne tekil, yüklem, çoğul
olarak verilmiştir. Özne ikinci tekil kişi olduğu için yüklemin ikinci çoğul
kişiyle çekimlenmesi, özne-yüklem uygunsuzluğu yaratmakta, cümleyi
belirginsizleştirmektedir. Ayrıca “Rabbinle” sözcüğündeki “ile” edatı zaten
birliktelik anlamı vermektedir. Dolayısıyla “birlikte” sözcüğünü kullanmak
gereksizdir. Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda kanaatimizce
ayetin doğru meali “Sen ve Rabbin gidip savaşın.” şeklinde olmalıdır
Öte yandan bazı kalıp ve klişe ifadeler vardır ki her dilde bunun örneklerini
görmek mümkündür. İşte Türkçede bu kalıplardan biri de “ne +ne
+fiil” kalıbıdır. Böyle bir kalıpla kurulan ifadenin sonunda yer alan fiil
olumlu olmalıdır. Örneğin “ne evden dışarı çıkıyor ne bir kitap okuyor.”
“Bu olaydan ne kendinin, ne kardeşinin haberi vardı.”69 Ne yazık ki, aşağıdaki
mealde bu bağlaç ifade kalıbının kuruluş şekline dikkat edilmemiştir;
burada fiilin olumlu kip ile kullanılması gerekirken olumsuz kip kullanılmıştır;
şöyle ki: “Biz ne gökleri ne yeri ne de bunlar arasındakileri eğlenip eğlendirelim
diye yaratmadık.”(21/Enbiya, 16)70 Bu Türkçe kurala göre ayetin doğru
çevirisi “Biz ne gökleri ne yeri ne de bunlar arasındakileri eğlenip eğlendirelim
diye yarattık” şeklinde olmalıdır.
14. Çeviri Kokan Sözlerle Tercüme Yapılması
Tercüme eserleri bekleyen en büyük tehlike, onların çeviri kokan sözlerle
doldurulmasıdır. Bu yüzden meallerde çeviri kokusunu hissettirmemek
son derece ehemmiyet arzetmektedir. Önemli dil yanlışlarından71 sayılan bu
husus maalesef inceleyebildiğimiz meallerin en büyük kusurlarından birisidir.
Örneğin “Gökleri ve yeri hak olarak yaratmıştır” (10/Yunus, 96, 39/Zümer 5)
şeklindeki mealden 72 bir şey anlaşılmamaktadır. Fakat bunun yerine şöyle
bir meal yapılırsa ayet daha kolay ve net anlaşılabilir: “Gökleri ve yeri
hikmetle ve ciddi bir maksatla yarattı...”73
Aynı şekilde “ya hasretena” (6/Enam, 31) terkibindeki pişmanlık ifadesi
“vay hasretimize”74 şeklinde çevrilmiştir. Görüldüğü gibi burada da
çeviri kokusu açıkça hissedilmektedir.
Yrd. Doç. Dr. Gıyasettin ARSLAN
15. Tuhaf ve Garip İfadeler Kullanılması
Okuyucuyu veya dinleyiciyi en çok yoran ve isteksiz kılan şey onun
bilmediği veya tanışık olmadığı kelimelere muhatap olmasıdır. Bu yüzden
Kur’an, Arapların edebi zevkini okşamak için onların kendi öz edebiyatlarını
kullanmıştır. Dolayısıyla mütercimler ve meal hazırlayıcıları da bu hususa
son derece dikkat etmelidirler. Ne var ki çoğu kez bu nokta göz ardı edilir.
Örneğin: “enne’l-lahe muvhinu keydi’l-kafirin” (8/Enfal, 18) ayeti “Gördünüz
ya, Allah küfre sapanların tuzağını fersiz bırakır” 75 şeklinde tercüme
edilmiştir ki, Türk dili ve edebiyatında böyle bir ifade biçimi bulunmamaktadır.
76 Fakat bunun yerine “tuzağa düşmek, tuzağa düşürmek, tuzak kurmak,
tuzakçı, tuzaklamak” tabirleri vardır.77 “Fer” ise bilindiği gibi “aydınlık,
parlaklık ve nur anlamındadır.78 Bu anlamda Türkçede “Gözlerinin feri
tükenmek”79 ifadesi bulunmaktadır. Buna göre ayet, “Şüphesiz Allah,
kafirlerin tuzağını bozar.”80 şeklinde hedef dile çevrilebilir.
Sonuç
Türkçe Kur’an-ı Kerim meallerinin büyük çoğunluğunda asıl metnin
yüklü olduğu anlam ve mesaj, hedef dile genel olarak başarıyla aktarılmıştır.
Bununla birlikte çevirilerde temel bazı dil ve ifade hataları da bulunmaktadır.
Bunların başında ayetlerin anlamlarının netleştirilmemesi gelmektedir.
Söz konusu kapalılık bazen bir kelimede, bazen de cümlenin bütününde olabilmektedir.
Diğer taraftan kimi ayetler de Türkçeye oldukça tuhaf ve garip bir şekilde
tercüme edilmişlerdir. Bir kısım ayet meallerinde ise fesahat, belağat,
selaset ve akıcılık gibi edebi ifadenin tatlandırıcıları olarak kabul edilmesi
gereken unsurlara gereken değer verilmemiştir. Onun için çoğu kez normal
bir okuyucunun -tüm iyi niyetine rağmen- meal okuma yoluyla Kur’anı an-
lama azim ve şevkinin kırıldığını söylemek mümkündür.
Bununla berraber, son dönemlerde düzgün, akıcı, anlaşılır ve yukarıdaki
noksanlardan uzak meallerin yazıldığını, bunların içinde ciddi çeviri
hatalarının tekrarlanmadığını büyük bir memnuniyetle görmek de mümkündür.
Kuşkusuz, sosyal bilimlerin her alanında büyük gelişmeler ve ilerleme
ler kaydedildiği gibi linguistik, dil felsefesi, çeviri mantığı vb. tefsir sahasının
temel kuralları ile ilgili konularda da sürekli olumlu gelişmeler gözlemlenmektedir.
Bu da Kuran meallerinde daha ciddi, daha sahih çevirilerin yapılmasında doğrudan
etkili olmaktadır.
Gelinen noktada Kur’an-ı Kerim meali veya çevirisi hazırlayanların
çeviri hatalarına ve dil bozukluklarına düşememeleri için onları mutlaka
Arapça ve Türkçe dil uzmanlarına okutmaları gerektiği şeklindeki kanaatimizi
tekrarlıyoruz.
İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ
8 (2003), SS.27-44.
-The Importance Of The Aim Language In Turkish Quran’s Translations-
Fırat Ü. İlahiyat Fakültesi, Tefsir A. B. D.
Email: giyasettinarslan@hotmail.com
Kaynaklar
Aksoy, Ömer Asım, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, TDK Yay., Ankara, 1970.
_____, Dil Yanlışları, Yalçın-Emel Yay., İstanbul, 1990.
_____ , Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 2, TDK Yay., Ankara, 1981.
Atay, Hüseyin-Yaşar Kutluay, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, DİB.Yay., Ankara, 1981.
Ateş, Süleyman, Kur’an-ı Kerimin Yüce Meali, İstanbul, Şura Yay., trsz.
Beydavi, Abdullah bin Ömer, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Tevil, (Mecmau’t-Tefasir) Çağrı
Yay., İstanbul, 1979.
Buhari, Muhammed bin İsmail, Sahihu’l-Buhari, Daru’l-Fikr, trsz.
Bulaç, Ali, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Bakış Yay., İstanbul, trsz.
Bursevi, İsmail, Hakkı, Tefsiru Ruhi’l-Beyan, Daru’l-Fikr, by., 1330.
Çantay, Hasan Basri, Kur’an-ı Hakim ve Meali Kerim, İstanbul, 1984.
Davudoğlu, Ahmet, Kur’an-ı Kerim ve İzahlı Meali, Çelik Yay., İstanbul, trsz.
Dereli, Ali, Atasözleri Sözlüğü, Salan Yay., İstanbul, 1989.
Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, by, trsz.
Doğan, D. Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, Vadi Yay., İstanbul, 2001.
Dumlu, Ömer-Hüseyin Elmalı, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, İzmir İlahiyat Fakültesi
Vakfı Yay., İzmir, 2003.
Eryarsoy, Beşir -Ahmet Ağırakça, Kuran-ı Kerim ve Türkçe Meali, Buruc Yay., İst., 1997.
Firuzabadi, Mecduddin, el-Kamusu’l-Muhit, Matbaatu’s-Saadet, Mısır, trsz.
Gölpınarlı, Abdülbaki, Kur’an-ı Kerim Meali, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1958
Heyet, el-Mucemu’l-Vasit, Daru’t-Tahrir, Mısır, 1980.
Heyet, Türkçe Sözlük, TDK Yay., Ankara, 1988.
İbn Abbas, Tefsiru ibn Abbas, (Mecmau’t-Tefasir) Çağrı Yay., İstanbul, 1979.
İbn Kesir, Ebu’l-Fida İsmail, Muhtasar Tefsiru ibn Kesir, Beyrut, 1981.
İsfahani, Ragıp, Müfredatu Elfazi’l-Kuran, Daru’l-Kalem, Dımaşk, 2002.
Karahan, Leyla, Türkçede Söz Dizimi, Akçağ Yay., Ankara, 1988.
Korkmaz, Zeynep, (Heyet), Türk Dili ve Kompozisyon Bilgileri, Yargı Yay., Ankara, 2001.
Meraği, Ahmed Mustafa, Tefsiru’l-Meraği, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, 1974.
Mevdudi, Ebu’l A’la, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yay., çev. (Heyet), İstanbul, 1996.
Nesefi, Ebu’l Berekat, Medariku’t-Tenzil ve Hakakiku’t-Te’vil, (Mecmau’t-Tefasir) Çağrı
Yay., İstanbul, 1979.
Özek, Ali, (Heyet), Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, TDV Yay., Ankara, 1993.
Öztürk, Yaşar Nuri, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, Yeni Boyut Yay., İstanbul, 1994.
Razi, Fahreddin, et-Tefsiru’l-Kebir, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2000.
Rıza, Muhammed Reşid, Tefsiru’l-Menar, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1999.
Sabuni, Muhammed Ali, Safvetu’t-Tefasir, Beyrut, Daru’l-Kurani’l-Kerim, Beyrut, 1981.
Şafii, Muhammed bin İdris, el-Ümm, Daru Kuteybe, Beyrut, 1996.
Şemseddin Sami, Kamus-u Türki, Dersaadet, 1317. (Neşr; Çağrı Yay., İstanbul, 1978)
Taberi, M. İbn Cerir, Camiu’l-Beyan an Te’vili Ayi’l-Kuran, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1998.
Tahiru’l Mevlevi, Edebiyat Lugatı, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1973.
Tane, Vahit, Türkçe-Edebiyat, Güven-Der Yay., İstanbul, 1995.
Tüzüner, Abdullah Atıf, , Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, Yağmur Yay., İstanbul, 1970.
Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat, İstanbul, 1979.
Yıldırım, Suat, Kur’an-ı Hakim ve Meali, İstanbul, 1998.
Yavuz, A., Fikri, Kur’an-ı Kerim ve Meal-i Alisi, Sönmez Neşriyat, İstanbul, trsz.
Zemahşeri, Muhammed bin Ömer, el-Keşşaf, Daru’r-Reyyan, Kahire, trsz.
1 Davudoğlu, Ahmet, Kur’an-ı Kerim ve İzahlı Meali, Çelik Yayınevi, İstanbul, trsz.; Ateş,
Süleyman, Kur’an-ı Kerimin Yüce Meali, Şura Yay., İstanbul, trsz. Metin içinde ayet nu
maraları verildiğinden ayrıca dipnotta meallerin sayfa numaralarını yazma gereği duyma
dık. Diğer taraftan dipnotta mealleri (ilk defa geçtiği yer dışında) hazırlayanların sadece
soyadları ve (agm) kısaltmasıyla verdik.
2 Dumlu, Ömer -Hüseyin Elmalı, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, İzmir İlahiyat Fakülte
si Vakfı Yay., İzmir, 2003.
3 Öztürk, Yaşar Nuri, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul,
1994.
4 Bkz., Çantay, Hasan Basri, Kur’an-ı Hakim ve Meali Kerim, İstanbul, 1984; Davudoğlu,
agm, Özek, Ali (Heyet), Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, TDV. Yayınları, Ankara,
1993; Yıldırım, Suat, Kur’an-ı Hakim ve Meali, İstanbul, 1998; Dumlu-Elmalı, agm.
5 Çantay, agm., Öztürk, agm.
6 Dumlu-Elmalı, agm.
7 Öztürk, agm.
8 Yıldırım, agm.
9 Öztürk, agm. Yaşar Nuri Öztürk’ün hazırladığı mealde diğer Kur’an meallerinde bulamayacağımız
son derece başarılı ve estetik çeviriler de bulunmaktadır. Örneğin, mealde “şura,
tevekkül” (Ali İmran, 139) gibi kavramların doğru (otantik) anlamları korunmuştur.
Aynı şekilde “infak” kavramının sahih anlamı, “Allah yolunda harcama yapın/nimetleri
paylaşın.” (Bakara, 195) ve “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe/başkalarına pay çıkarmadıkça
mutluluğa asla ulaşamazsınız. (Ali İmran, 92) tarzındaki çeviri ile hedef dile
oldukça başarılı bir şekilde aktarılmıştır. Aynı şekilde Peygamberleri yalanlayan toplumların
akıbetini anlatan ayetin sonunda “ve cealnahum ehadise” (Müminun, 44) kısmı “Onları
efsane yaptık.” tarzında çok güzel tercüme edilmiştir. Yine, altın ve gümüşü biriktirip
ondan gereği gibi fakirin hakkını vermeyenleri tehdit eden ayetin (Tevbe,35) “yevme
yuhma aleyha” kısmı “Onların üzerine lav dökülür.”şeklinde tercüme edilmiştir ki kanaatimizce
bu, çok somut bir dil kullanılması açısından oldukça isabetlidir. Bu düzlemdeki
bir çeviri aynı zamanda Cehennemin ütopik /dünyamıza çok uzak olmadığının ip uçlarını
veren Kur’an ayetleri ile de son derece örtüşmektedir.
10 Eryarsoy, Beşir -Ahmet Ağırakça, Kuran-ı Kerim ve Türkçe Meali, Buruc Yay., İstanbul,
1997.
11 İbn Abbas, Tefsiru İbn Abbas, (Mecmau’t-Tefasir) Çağrı Yay., İstanbul, 1979, I, 401,
Zemahşeri, Muhammed bin Ömer, el-Keşşaf, Daru’r-Reyyan, Kahire, I, 304, Beydavi,
Abdullah bin Ömer, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Tevil, (Mecmau’t-Tefasir) Çağrı Yay.,
İstanbul, 1979, I, 401, Nesefi, Ebu’l Berekat, Medariku’t-Tenzil, ve Hakakiku’t-Te’vil,
(Mecmau’t-Tefasir) Çağrı Yay., İstanbul, 1979, I, 401, Fahreddin Razi, et-Tefsiru’l-Kebir,
Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2000, IV, 15. İsmail, Hakkı Bursevi, Tefsiru Ruhi’l-
Beyan, Daru’l-Fikr, by., 1330, I, 407, Elmalılı, M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili,
Eser Neşriyat, İstanbul, 1979, II, 869 vd. Ebu’l A’la Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan
Yay., çev., (Heyet), İstanbul, 1996, I, 202.
12 Eryarsoy-Ağırakça, agm. Ayetin meali: “Allah bahira, saibe, vasile ve ham diye bir şey
(meşru) kılmamıştır. Fakat kafirler, yalan yere Allah’a iftira etmektedirler ve onların çoğunun
kafaları çalışmaz.” (İslam öncesi Arapların batıl inanç ve adetlerinden biri de bazı
sebep ve bahanelerle bir takım hayvanları putlara kurban etmeleri, onları putlar adına serbest
bırakmaları idi. Bu cümleden olarak beş kere doğuran ve beşinci yavrusu dişi olan
deveye “bahira” denir, kulağı çentilir, sağılmaz, sütü putlara bırakılırdı. Put namına serbest
bırakılan ve sütünden yalnızca misafirlerin faydalandığı develere “saibe” denirdi. Biri
erkek, diğeri dişi olmak üzere ikiz doğuran koyun veya deveye “vasile” derler, erkek
yavruyu puta kurban ederlerdi. On nesli dölleyen erkek deveye “ham” denir, o da serbest
bırakılırdı.) Bkz. Özek, agm.
13 Öztürk, agm.
14 Bkz. Beydavi, age, V, 83-84, Nesefi, age, V, 84. Bu kavram kısaca (parantez veya dipnotla)
şöyle açıklanabilirdi: “Araplar arasındaki bir geleneğe göre, bir adam karısına “sen bana
anamın sırtı gibisin” dedi mi, o kadın kendi anası gibi sayılır ve artık o adam ona yanaşamazdı.
İşte buna “zıhar” denirdi. Bkz., Özek, agm.
15 Öztürk, , agm.
16 Bkz. Heyet, Türkçe Sözlük, TDK Yay., Ankara, 1988, 1295.
17 İsfahani, Ragıp, Müfredatu Elfazi’l-Kuran, tah., Safvan Adnan Davudi, Daru’l-Kalem,
Dımaşk, 2002, 818.
18 Firuzabadi, Mecduddin, el-Kamusu’l-Muhit, Matbaatu’s-Saadet, Mısır, trsz., 255.
Şemseddin Sami, Kamus-u Türki, Dersaadet, 1317. (Neşreden; Çağrı Yay., İstanbul,
1978) s., 1466. Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, by., trsz, s. 979.
19 Öztürk, agm. Bununla beraber mütercim aynı kelimeyi “kendi nefsindendir” (Nisa, 79),
“kendi nefsi aleyhine”(Nisa, 111, Enam, 104) şeklinde de çevirmiştir.
20 Öztürk, agm.
21 İbn Kesir, Ebu’l-Fida İsmail, Muhtasar Tefsiru İbn Kesir, Beyrut, 1981, III, 359. Elmalılı,
Hak Dini Kuran Dili, VI; 4452.
22 Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, 160, 165.
23 Öztürk, agm. Başka yerde “ashabu’n-nar” tabiri “ateş halkı” olarak çevrilmiş. Bkz.
Maide, 29, Zümer, 8.
24 Öztürk, agm.
25 Tüzüner, Abdullah Atıf, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, Yağmur Yay., İstanbul, 1970.
26 Zeynep Korkmaz, (Heyet), Türk Dili ve Kompozisyon Bilgileri, Yargı Yayınevi, Ankara,
2001.136-138; Leyla Karahan, Türkçede Söz Dizimi, Akçağ Yay., Ankara, 1988, 54 vd.
Vahit Tane, Türkçe-Edebiyat, Güven-Der Yay., İstanbul, 1995, 105.
27 Öztürk, agm.
28 22/Hac, 23, 66/Tahrim, 10, 16/Nahl, 122, 17/İsra, 25, 47/Muhammed, 2, 12, 32/Secde, 12,
29 Öztürk, agm.
30 Öztürk, agm. ( Ayrıca bkz. Şura, 28, Enam, 60, Araf, 189, Hud, 7, Fetih, 4, 24, Hadid, 4,
9, Enbiya, 33)
31 Özek, agm.
32 Hüseyin Atay-Yaşar Kutluay, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Diyanet İşleri Başkanlı
ğı Yay., Ankara, 1981.
33 İsfahani, Mufredat, 699;. Firuzabadi, Kamus, I, 121; Heyet, el-Mucemu’l-Vasit, Mısır,
1980, 526.
34 Bkz İbn Abbas, age., II, 273, et-Taberi, Muhammed bin Cerir, Camiu’l-Beyan an Te’vili
Ayi’l-Kuran, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1998, II, 814, Beydavi, age., II, 273, İbn Kesir, Muhtasar
Tefsiru İbn Kesir, I, 414.
35 Yıldırım, agm.
36 Öztürk, agm..
37 Firuzabadi, Kamus, I, 286.
38 Öztürk, agm.
39 Çantay, agm.
40 Öztürk, agm.
41 Çantay, agm. (Nefisler cimrilik ve doymazlığa hazır hale getirilmiştir. Öztürk, agm)
42 Yıldırım, agm.
43 Gölpınarlı, Abdülbaki, Kur’an-ı Kerim Meali, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1958.
44 Beydavi, age., I, 365, Nesefi, age., I, 365, Sabuni, Muhammed Ali, Safvetu’t-Tefasir,
Beyrut, Daru’l-Kurani’l-Kerim, 1981, I, 154. Mesela Meraği tefsiri şöyledir: “ey davimu
ala’s-salavati...” Yani “namazlara devam ediniz.” Meraği, Ahmed Mustafa, Tefsiru’l
Meraği, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, 1974, 201.
45 Ateş, agm. Eryarsoy-Ağırakça, agm.
46 Bkz. Çantay, agm., A. Fikri Yavuz, Kur’an-ı Kerim ve Meal-i Alisi, Sönmez Neşriyat,
İstanbul, trsz., Yıldırım, agm.
47 Öztürk, agm.
48 Zemahşeri, bu teşbihi “boyanın kumaşa emdirilmesine” benzetir. (kema yetedahelu es
sevb es-sibağ) Bkz. el-Keşşaf, I, 166. Benzer bir yorum ve ifade için Bkz. Muhammed
Reşid Rıza, Tefsiru’l-Menar, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1999, I, 316.
49 Ateş, agm.
50 Yavuz, agm., Dumlu-Elmalı, agm.
51 Öztürk, agm.
52 Bkz. Heyet, Türkçe Sözlük, I, 374.
53 eş-Şafii, Muhammed, bin İdris, el-Ümm, Daru Kuteybe, Beyrut, 1996, XIII, 413; Buhari,
54 eş-Şafii, el-Ümm, XIV, 522; İsfahani, Mufredat, 742.
55 Bununla beraber mütercim, Maide suresi 89. ayetindeki “lağv” kavramını farklı bir şekil
de “yeminlerinizdeki boş lakırdıdan ötürü” tarzında çevirmiştir ki, bu, doğruya daha ya-
kın olmakla birlikte yine de “lağv” kavramının Türkçe karşılığı olan anlamı yansıtmamak
tadır. Muhammed bin İsmail, Sahihu’l-Buhari, Daru’l-Fikr, trsz., Kitabu’t-Tefsir, 188.
56 Özek, agm.
57 Öztürk, agm.
58 Tahiru’l Mevlevi, Edebiyat Lugatı, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1973, 50.
59 Tahiru’l Mevlevi, Edebiyat Lugatı, 50.
60 Öztürk, agm.
61 Bkz. Fahreddin Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, III, 147.
62 Atay-Kutluay, agm.
63 Tahiru’l Mevlevi, Edebiyat Lugatı, 45.
64 Tahiru’l Mevlevi, age., 162. Ferit, Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat,
68 Öztürk, agm.
69. Vahit Tane, Türkçe-Edebiyat, 41.
70 Öztürk, agm.
71 Ömer Asım Aksoy, Dil Yanlışları, Yalçın-Emel Yayınevi, İstanbul, 1990, IX.
72 Davudoğlu, agm., Ateş, agm., Özek, agm., Bulaç, agm.
73 Yıldırım, agm.
74 Öztürk, agm.
75 Öztürk, agm.
76 Bkz. Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 2, TDK Yay., Ankara, 1981,Ali
Dereli, Atasözleri Sözlüğü, Salan Yay., İstanbul, 1989. D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe
Sözlük, Vadi Yay., İstanbul, 2001.
77 Bkz, Heyet, Türkçe Sözlük, II, 1500. D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, 1327.
78 D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, 423.
79 Heyet, Türkçe Sözlük, I, 495.
80 Ali Özek, agm.