DEĞİŞİM ve (DEĞİŞİM SÜRECİNDE) İSLÂM
Doç.Dr. Ejder Okumuş
Medeniyetlerin yükselişi ve çöküşü açısından târih, binlerce devlet ve imparatorluklara şâhit olmuştur. İslâm medeniyeti ise kültürel ve coğrafî bakımdan yayılışı en ilgi çekici olanıdır.
İslâm asırlar boyu müslümanların iktisâdî ve kültürel tüm ihtiyaçlarını karşılamıştır. Bununla birlikte son çağlarında ideolojik ve siyâsî saldırılara ve kendisine yönelik bir takım problemlerle muhâtab olmak durumunda kalmıştır. İslâm dünyası gerek aktivitesini kaybetmiş olması gerekse toplumsal kaygılardan uzak olması nedeni ile bu problemler karşısında çâresiz kalmıştır.
İslâm insanı, artık sosyal görevlerini yapamaz hâle gelerek fikrî ve kalbî hastalıklara mübtelâ oldu. İlim adamları devlet ve toplum üzerindeki etkisini kaybetti. 20. yy. ın başlarına doğru müslüman aydın modernleşme psikolojisi ile Batıya tâbi olmaya yöneldi. Böylece bir kimlik kaybı ve yozlaşma sürecine girdi. 2
Müslüman toplumlar hem târihin getirdiği hem de kendilerinin oluşturduğu sorunlar ile çözülmesi gereken problemler ve krizler(çatışma) çıkaran ciddî dönüşümler yaşamaya başladılar. Bunun göstergesi de dürüstlük, insanlık ve erdemden söz edildiğinde İslâm’ı değil, batıyı örnek göstererek kendilerinden utanır hâle gelmeleridir. 3İnsanların kafalarında ve sosyal yaşantılarındaki bu değişim, müslümanların tadılabilecek tüm acıları tatmasına, bütün yanlışların, hataların bedellerini kimi zaman bedenleri, kimi zaman duyguları ile ödemesine neden oldu. Gerçekte tüm bu sıkıntılar, sadece gerçek İslâm’ı anlayabilmek içindi. Lakin bir kara basan gibi İslâm ümmeti her ilerleme ve gelişme çabasına kalkıştığında ; kültürel baskı ve târihin getirdiği akıl-nakil, sebeblilik, te’vîl, taklid ve ictihâd gibi çözülememiş problemler ona ayak bağı olmuştur. 4Daha da önemlisi İslâm dünyasının fark edemediği en büyük krizi, beşerî başarıları ile inançları arasındaki bağın kopmuş gözüküyor olmasıdır. 5Bunun temel nedeni de Batıdaki büyük teknolojik ve bilimsel hamle ve hem kendisinin etkilendiği hem de derinden sarsıldığı modernleşme hareketidir. Bunun karşısında doğal olarak müslümanlar uyanışın ilk nüveleri diyebileceğimiz, moderniteye karşı tepkisel bir takım hareketler ortaya koydular. İşte bu tavırları, değişim ve gelişim sürecine göre üç ana aşamada incelemek mümkündür ;
Birinci aşamada Avrupa’nın fizîkî ve kültürel saldırganlığı, İslâm dünyasında özellikle askerî sahada kendini gösteren modernleşme isteği ve yenileşme çabalarını doğurmuştur.
ikinci aşamada l9. yy. ın sonlarına doğru, önceki dönemde gösterilen reform çabalarının yetersizliği sebebi, batıyı model kabul eden İslâm dünyasındaki bazı elit kesimin özel gayretleriyle, geleneksel İslâmî değerlerin tasfiyesi ve İslâmi esasların ikinci dereceye indirilmesi sonucunu doğurdu. Bu riskli atağa rağmen başarılı bir toplumsal yapılanma gerçekleşemeden, hareket toplumsal çözülme ile netîcelendi.
Üçüncü aşamaya gelince ikinci aşamanın başarısızlığı üzerine, müslümanlar arasında kendi değerlerine sahip olma bakımından bir bilinçlenme başladı.
Bu ve benzerî aşamalarla islâmî uyanışın bazı başarısızlık örnekleri tarihin değişen akışına atfedilebilirse de, onun esas muhtevâsı uzun tarihsel sürecin bir ürünüdür.6
Müslümanların son aşamadaki en önemli tesbitlerinden ilki geçmişte ve günümüzde İslâm toplumlarının aslında tam mânâsı ile islâmî olmadıklarını fark etmeleridir, Onların ideallerindeki İslâmîliği sadece asr-ı saâdet temsil etmektedir çünkü. Halbuki İslâm, geçmişte olduğu gibi günümüzde de tarihin akışını değiştirebilecek, tüm dünyayı ilâhî otoriteye boyun eğdirtecek, güçlü kişilere, insan grublarına ve müesseselere ihtiyaç duymaktadır. Böyle olunca müslümanların tarihleri boyunca sürekli bir tecdîd süreci var olageldiğine inanmaları daha îyi anlaşılmaktadır. Geleneksel olarak algılanan tecdîdî model ; toplumun idealden uzaklaşmasının fark edilmesi ve bu durumu düzeltmek için ardından gelen yenileşme, ıslâh ve uyanış çabaları şeklindedir. Yenileşme ve uyanış çabalarının bir süreklilik unsuru olduğu göz önüne alınırsa, müslümanların bu günkü uyanışının son dönemlerdeki bir takım olaylara ve basit bir şekilde batıya karşı tepkiye bağlı olmadığı görülmektedir.7 Buna karşı bir çok müslümanın kafasında, batıya karşı aşağılık hissiyâtı onları batının oyuncağı ve taklitçileri olmaya, kendi kimliklerini inkâr ederek onlardan teveccüh bekler bir tavır almaya itmektedir. Ve bu zihin yapısıyla onlar fikrî ve mânevî zayıflıklarını örtmek için, ”Çağdaşlaşma” denilen illete, uyduramadıkları yanlarını değiştirmeye çalışmaktadırlar.
Aslında müslümanlar çevrelerindeki dünyaya kayıtsız kalmamalılar. Zaten bu ne arzu edilen ne de mümkün olan bir durumdur. Onlara gereken dış dünyaya nasıl bakmalarını bilmeleridir.
20. yy. yaşamında İslâm toplumunun değiştiremeyeceği ve onlarsız yapamayacağı bazı durumlar olmasına karşın benimsememesi gereken durumların da olduğu vâkıadır. Tüm mesele modern dünyaya karşı takınılması gereken tavırdadır. Yani İslâmiyet’in tam olarak uygulanmasının zor olduğu bir durum ortaya çıkabilir fakat bu kendisinin yetersiz olduğundan değil, yaşadığımız koşulların, o her şeyi saran değişmez kuralların gerisinde kalmasındandır.8
Yaşadığımız koşullarda İslâm’ın hâkim olmaması sebebiyle kişisel ve toplumsal her alanı din dışı inanç ve yaşantı biçimleri doldurmuştur. Ne gariptir ki sanki İslâm’ın özelliklerindenmiş gibi bunlar da İslâm adına yapılmıştır.9
Gerçekte Kur’ân ve Sünnet bir topluluğun islâmîliği hakkında hüküm verebilmek için mutlak standartlar sunmaktadır. Ve bu temel standartlar da İslâm dünyasının her yerindeki müslüman aydınlar tarafından mevcut durumun eleştirilmesi ve tecdid programları önermek için temel alınmıştır.10
Bu güne dönersek, târihî dönüşümlerin hızla yaşandığı günümüz dünyasında batı medeniyetine karşı koyacak tek bir yerli kültür kalmamış gibidir. Batıda doğan kapitalizmin takipçisi olmaya soyunan doğu bloğu ülkeleri de 70 yılda tükenmiştir. Tüm dünyada tek başına dünyaya egemen olma konusunda batı medeniyetine karşı koyacak tek sosyo-kültürel alternatif aslında islâmdır. İslâm'dan başka hiç bir medeniyetin kendisini batıdan kurtarması mümkün gözükmemektedir. Batı kültürünü aşacak onunla arasına kesin çizgiler koyabilecek kendi yerel kültürünü üretebilecek başka bir alternatif dünyada bulunmamaktadır. Bu nedenle geleceğin mücâdelesinin İslâm-batı çatışması şeklinde ifâde edilmesine şaşırmamalı. Arada kalanlar ise iki taraftan birini tercih etmek zorunda olacakları da âşikârdır.11
- Değişim -
Değişim, hoşnut olunmayan bir durumdan daha iyi bir duruma geçiş demektir. Bu itibarla bir problemle karşılaşan ve çözümüne inanan insan da, değişim olgusuna inanan insandır. Değişimdeki bu geçiş, insanın potansiyeli ile araç ve amaçlar arasındaki ilişkileri belirleyen, potansiyel-araç-amaç prensibleri arasındaki denge yasasına bağlıdır ifâdesi ile belirtilmiştir. Bu kuralı İslâm toplumu üzerine uygulamamızın kayda değer ifâdesi ise şudur ;
İslâmî toplumda insanın amacı İslâmî bir hayatın ikâmesini sağlamak, aracı ise elinin ve fikrinin erişebildiği her şeydir.12
Toplum bazen ileriye bazen de geriye doğru bir değişim içerisine girer. Toplumdaki değişim çok yönlü etki ve tepkilerin meydana getirdiği bir olaydır. Toplum tıpkı canlı bir organizma gibi kendini bu değişimlere karşı uyanık tutmak ve değişimin istikâmetini müsbet bir yöne çevirmek zorundadır. Böyle bir durumda toplum, olayları kendi değer yargılarına göre değerlendirmek ve ona göre bir tavır almak durumundadır. Bu arada bir toplumdaki değişim tabii işleyiş ve gelişme özelliği gösteremeden, bir takım müdâhaleler sonunda ortaya çıkmışsa bu durum değişmeden çok değiştirme olayını belirtir. Değiştirme ise sun’î bir gelişme olup toplumun zorakî yapı değiştirmesidir. Değişme toplumun dünya görüşü ve hayat tarzında meydana gelen farklılaşmayı ve bunların sosyal yapısındaki tesirlerini içine alır.13
Toplumsal yapıda ortaya çıkan farklılaşmaların toplumsal değişme olarak nitelendirilmesinin ön şartı toplumun, sosyal teşkîlâtının yapısını veya fonksiyonlarını geçici olarak değil de sürekli ve köklü bir şekilde etkileyen ve o toplumun tarihinin akışını değiştiren bir değişiklik olmasıdır. Yani toplumsal değişme deyince moda yada çalışma hayatındaki gibi geçicî veya belli bir döneme ait değişiklikleri anlamamak gerekir. Çünkü bunlar toplumsal değişme değildir. Toplumsal değişme denince bir grub yada toplum içindeki insanların ilişkilerinde yer alan yerleşik tavır ve hareketler, diğer bir ifâde ile sosyal sistemin yapı unsurları ve işleyişi üzerindeki değişmeler anlaşılmalıdır. Buna göre toplumsal değişme toplumun yapısını oluşturan sosyal ilişkiler sisteminin ve bunları belirleyen sosyal müesseselerin değişmesidir.
Demek ki Toplumsal değişmenin iki önemli kavramı vardır : biri toplumsal yapı, diğeri de toplumsal farklılaşmadır.14
Yapısal değişme ile iç içe bulunan toplumsal farklılaşma toplumsal değişmenin önemli boyutlarından yada temel öğelerinden birini oluşturmaktadır. Toplumsal farklılaşma, toplumda kişiler ve grubların birbirinden az çok farklı, hatta gittikçe uzmanlaşmaya, başkalaşmaya doğru yön tutmuş roller aldıkları bir sosyal süreç ve bu sürecin doğurduğu sonuçlar demektir. Karmaşık toplumlarda daha çok kendini gösteren toplumsal farklılaşma, bir yandan toplumu oluşturan organların farklılaşması öte yandan değerlerin ve düşüncelerin farklılaşması şeklinde ortaya çıkabilmektedir.
Farklılaşmadan söz edildiğinde iki tür süreç akla gelmektedir. Birincisi herhangi bir dönemde toplum içinde bireysel ve grub alanında varolan farklılıklar ve belirli bir zaman dilimi içinde kişi ve grubların birbirlerinden başkalaşması. İkincisi ise bütün zamanları içine alacak biçimde giderek artan farklılaşmadır.15 Geçmişte bütün bu kavramların tesbit edilememe sebebi ise ; İnsan nasıl üzerine hücum eden gizli-açık ve karmaşık şartların değerlendirmesini aynı anda yapamıyorsa, değişim şokunun etkisi ile sersemlediği esnada da aynı şaşkın duruma düşmesidir. Toplum bu şartları daha önceden hesaplayamamasının sarsıntısı, dolayısıyla hedefin kaybolmasına neden olduğunu o anda düşünemez.16 Din, ahlak, gelenek, hukuk vb. mânevî değerler de insan ve toplum üzerinde etkili olduğu ölçüde belirli birer değişim faktörüdürler. İslâm'da olduğu gibi bazen din bütün değerler sisteminin kaynağıdır.17
- Değişimin Târihsel Boyutu -
Değişimi tarihsel olarak ele aldığımızda en eskiye giden bilgilerimiz, Âdem'in yaratılması ve şeytanla olan ilişkisidir. Allah(C.C.) Âdem'i yaratıp nurdan yaratılmış olan melekleri ona secde ettirince İblis için durum değişmişti. Çünkü insan olan Adem bir değişimle meleklerden üstün bir statüye gelmişti.
İblis insana nazaran sahib olduğu sosyal statüsü değişikliğe uğrayınca mantık yürüterek Allah(C.C.)'a âsi olmuştu. Adem kendi için artık düşman olan şeytanın meşhur yalanına kanıp da Cennetten çıkarılma nedeni de şeytanın Adem'e içinde bulunduğu sosyal statüden daha câzib olan bir ebedîlik statüsünü varmış gibi gösterme yalanıdır.
Çok daha yakın tarihe gelecek olursak gerek Emevîler ve Abbâsîler gerekse daha sonrasında, hilâfetin saltanata dönüşmesi ve bunun meşrû bir zemine oturtulması, kişisel ve toplumsal açıdan insanların statüsünün değişmesine yol açmıştır.18 İslâm dünyasının batı medeniyetiyle tanışma ve alış-veriş dönemine geçersek, bu dönemi üç kısımda inceleyebiliriz :
l. Dönem, Tarihsel sürecin getirdiği bozulma ve yozlaşma sebebi ile İslâm dünyası şiddetli bir sarsıntı geçirir.
2. Dönem, Bu dönemde ilk şaşkınlığın aşılmaya, durum değerlendirmesine ve kendilerini toparlamaya başlandığı ve nisbeten de olsa bir istikrarın varlığı görülmektedir.
3.Dönem, Bu dönem İslâm'ın meziyetlerinin ve özelliklerinin vurgulanmaya başladığı, aldatılmış olma bilinci ve mücâdele ruhunun gelîştirildiği dönemdir(19).19
Buna göre toplumda, toplumsal olayların sonuçlarının yeterli bir zaman aralığı geçmeden anlaşılamadığı da bir gerçektir.
- Değişimin Önemi -
Değişimin temelinde, özellikle temel değişim kavramlarının anlamlarının aslına oranla farklılaşması söz konusudur. Elbette ki değişimin mâhiyetini anlamak için önce asıl olanı bilmek, buna bağlı olarak da değişimin neden olduğu sonuca giderek aradaki farkı belirlemek gerekir. Çünkü böylelikle neye, nasıl inanıldığı ve bu inancın doğru olup olmadığı anlaşılabilecektir(20).20 Gerek eskiden bu yana ağır seyirli değişim ve gerekse ani değişimler hakkında açık seçik bir bilgiye sahib olmak, arzuladığımız veya sakındığımız değişim yasalarına egemen olmak bakımından bizim için oldukça önemlidir.
Demek ki insan unsuru için psikolojik değişim yasalarını bilmek, değiştşrmemiz gereken şeyi bilmek ve bu değişime tâbi tutacağımız kimselerin psikolojik durumlarını bilmek kaçınılmaz derecede önemlidir(21).21
Mutlak mânâda değişim karşısında direniş, diğer bir tabir ile şuursuzca muhafazakarlık bir intihardır. Zamanın hükmünü takdir etmeyerek doğal olan akışa karşı durup da eski tavır ve sükûnetlerinde inat ve ısrar eden tüm toplumlar yokluk denizine düşmüştür. O halde beşerî kanunlar, toplumun mîzâcındaki ve dünyadaki değişikliklere kendilerini uydurmalıdırlar.(22).22
- Değişimin Etkenleri -
Değişmeyi zorunlu kılan faktörlerden biri olarak zaman faktörü, zamanla alt yapının değişmesi neticesinde ihtiyaçları düzenlemek için zarurî olarak ortaya çıkan değişimi ifâde ederken ; çevre faktörü ise yöreler ve coğrafyaya göre farklılık arzeden değişimdir.(23).23
Bir başka açıdan değişmenin faktörlerini maddî kültür alanında ; teknoloji, mânevî kültür alanında da ideoloji olarak belirlemek mümkündür.(24).24
Bu faktörlerin çatısı altında toplumsal etkenleri ise cebrî ve irâdî olmak üzere iki kısımda incelemek mümkündür. Cebrî etkenler ; insan iradesinin alanı içersinde yer almayan ancak insan iradesinin neden yada engel olabileceği etkenlerdir. Coğrafî ve sosyal farklılıklar veya nüfus dağılımı gibi. İrâdî etkenlere gelince ; Bunlar doğrudan doğruya insan iradesinin ürünüdürler. Yani toplumlar kendi iradeleri ile yapıp ettiklerinden dolayı değişirler. Çatışma, savaş, toplumda ortaya çıkan karizmatik şahsiyetler, dâhî kişiler, ekonomi gibi.25
Değişimi ilgilendiren her yasa ve olayın müslümanlar nezdinde toplumsal bir etki ve yaptırıma sahip olabilmeleri için Kur’ân ve Sünnete dayandırılması gerekmektedir. Toplumsal yaptırımdan kasıt, aklını Allah(C.C.)'ın rızasını aramak yolunda, bu yasalarla birlikte işleyiş göstermesidir. Bireyleri böyle bir niteliğe sahib olan bir toplum, yasaları en doğru biçimde uyguladığı için mevcut araçlardan en iyi sonuçları elde etmede diğer toplumlardan çok üstün olabilecektir. Böyle bir topluma da Allah(C.C.) dünya ve âhirette, zâhirî ve bâtınî nimetlerini yağmur gibi yağdıracaktır.26
- İslâm’ın İlkeleri -
Giriş bölümünde de değindiğimiz tüm bu karmaşık ve çözülmemiş problemlerle birlikte uyanış sürecine giren müslümanlar, artık ya İslâm'ın ; tüm zaman ve mekanlar için geçerli olduğu, va’dettiği İslâmî bir hayatı başlatabileceği, bir devlet ve medeniyet kurabileceği mesajlarının doğruluk ve geçerliliğini ortaya koyacaklar ya da meydanı başkalarına bırakıp mücâdeleden çekilecek ve İslâm dünyasının yeni bir bunalım ve karanlık döneme girmesine neden olacaklardır.27
Halbuki İslâm hakîkatin zamanı ve tarihi aştığı temeline dayalıdır. İşte bu temellerle ortaya konulan İslâm şerîatı, hem kaynak hem de amaç itibariyle ilâhî ve evrenseldir. Bütüncül yapısıyla kemâl mertebesindedir. Esnek ve mu’tedil yapısıyla birlikte ebedîlik ilkesine sâhibtir.
Bu ilkelerden ebedî yürürlüğü temin için, esasları konusunda kesin kararlılık gösterirken, kolaylaştırma ve rahmet yoluna da baş vurmuştur. Bütüncül özelliğine gelince fertler arasındaki ilişkileri düzenleme, devlet ve toplumun tanzimine ve dînin ikâmesine yönelik olmak üzere birbirinden ayrılmaz iki nevîden esaslar içerir. Her iki nevînin de özünü tevhîd inancı teşkil eder. Böylece dünya ve âhiret işleri dâima tek ilâhî otorite tarafından düzenlenir ve insan ikilemden kurtulur. Çünkü onun Rabb'i insanı ; ruh, beden ve duyular diye ayırmayıp hayâtı bir bütün olarak ele aldığı gibi, insan için dünya ve âhireti de bir bütün olarak ele alır. Yâni İslâm esaslarında bir ayırıma gitmek söz konusu değildir.
Diğer bir özelliği olan gâyeci özelliğine bakarsak, İslâm'ın her yeniye olduğu gibi kapı açan ve gelişmeleri arkadan takip eden bir özelliğe sahib olmadığını görürüz. Yânî kendine göre bir gâyesi vardır. Bu da İslâm ümmetini ortaya koyan, inkılâbcı rûhu temsîl eder. Bu noktadan hareketle İslâm'ın maslahatların temînine yönelmiş olduğunu ve maslahatlarda arzu ve hevâya uyularak fesâda gidilmemesi için de, neyin maslahat olduğunun belirlenmesinde, uyulması gereken kurallar belirlemiş olduğunu görürüz. İslâm'ın bu gayelerinden amaç, sadece takdir edilen ihtiyaçları gidermek değil, aynı zaman da güçlü, caydırıcı üstünlüğe sahip ve huzurlu bir ümmet ortaya çıkarmaktır. Sonuç itibarıyla İslâm ; inkılâbcı, tekâmülcü, ıslâhcı ve korumacı bir yapıya sahiptir diyebiliriz.
Şimdi de İslâm'ın değişmeye müsait olduğunu gösteren başlıca özelliklerine göz atalım :
Esneklik Prensibi; Îslâm'ın değişmez özünün, farklı ortamlara göre değişmeden farklı şekiller alması, yani olayları karşılamada onları yerli yerine oturtmada fevkalâde kâbilîyete sahib olmasıdır.
Evrensellik Prensibi; İslâm'ın belli zaman ve milletlere has değil, tüm zaman ve insanlığa şamil olmasıdır.
Kolaylık Prensibi ; İnsana teklif tâkatı ölçüsündedir. Yani İslâm insanları sıkıntıya sokmak için gelmemiştir. Değişen ortama uygun olarak hükümde de değişikliğin olması tabiîdir.
Zarûret Prensibi ; Bu prensib büyük tıkanmalarda açılan bir servis yolu gibi istisnâî ve geçici çözümler getirir.
Ortama İ’tibâr Prensibi ; Tedrîcîlik metodunda olduğu gibi İslâm esaslarının, olaylara paralel olarak yavaş yavaş uygulanabilir olmasıdır.
Maksat ve Maslahata İ’tibar Prensibi ; Lafızlara ve şekle takılmayıp küllî yaklaşımla, nasların bir dînî bütünlük içinde ele alınmasıdır.28
Bütün bunları göz önüne alarak şunları söyleyebiliriz. Zaman zaman kendini yenileyemeyen bir sistem yok olabilir ya da fesâd ve zulüm üretir. Bu da ancak değişik bir hayat sistemi ve mânevî değerlere sahib olan, İslâm toplumunun gayretiyle ortadan kaldırılabilir. O nedenledir ki İslâm yalnızca yeni bir hayat sistemi yaratmakla kalmamış, aynı zamanda kendisine iktidar veren gücün yenilenmesi için ictihâd ve icmâ’ mekanizmalarını da yaratmıştır.29
İslâm'ın ilk asrında vahyin getirdiği hükümler ve çözümler ile bunların ışığında yürütülen ictihâd, ümmetin gelişmesi ve genişlemesine rağmen ihtiyâcı karşılıyor, bu alanda bir eskime ve değiştirme ihtiyâcı gözükmüyordu.
Buna karşı İslâm'a yeni giren topluluklar, onların kültür zeminlerinin taşıdığı çeşitli inançlar, gelenekler dînî davranışlar ve semboller vardı. Bunlar belli bir yoğunluğa ulaştığında dînî olmasa da ictimâî bir meşrûiyyet kazanıyordu. Bu gelişme de dînîn inanç, ibâdet ve varlığa bakış alanlarını kirletiyor, Allah(C.C.)'ın katındaki dînî değilse de, ümmetin yaşadığı dîni kısmen değiştiriyor ve eskitiyordu. Ebû Hureyre(r.a.)'den rivâyeten Rasûlullah(S.A.V.) ; “Allah(C.C.), bu ümmete, her yüz senede, onlar için dîni yenileyecek birini/birilerini gönderir.” buyurmuştur.30 Hadiste ümmetin dînini yenileyecek olan ifâdesinin kullanılmış olması oldukça anlamlı idi. İşte bu sebeble asırlarca zikredilen hadisteki yenileme, dîne sonradan katılan, dinden olmadığı halde öyleymiş gibi telakkî edilenlerin ayıklanması, İslâm'ın ilk saflık ve berraklığa iâde edilmesi şeklinde anlaşılmış, bu mânâda hurâfe ve bid’atları tesbit edip ayıklamaya çalışan dîni, siyâsî sosyal yapıyı İslâm'ın amaçlarına ters düşecek şekilde mihverinden saptıranlara karşı muhâlefet bayrağı açanlara müceddid, fâliyetlerine ise tecdîd denilmiştir.31
- Kur’ân ve Sünnette Değişim -
Kuşkusuz Kur’ân’a göre Allah(C.C.) milletlerin yükseliş, düşüş ve çöküşlerini idâre eden bir takım yasa ve hükümler koymuş olup, bunları icrâ ettirmektedir. Ancak bu demek değildir ki, toplumsal ve târihsel yasalar büsbütün insan bilinci ve irâdesinden bağımsız işlemektedir. Elbette yasaları insanlar yaratamaz ve ortadan kaldıramazlar fakat o yasaların işIemeleri için gerekli şartları oluşturabilir yada ortadan kaldırabilirler.
Kur’ân âyetlerinden anlaşıldığına göre helâkı hak eden değişip bozulmuş bir toplum helâk edilmeden önce, helâk için uygun bir zemin ve bir takım şartlar oluşması gerekmektedir : Yani esâsen toplum içerisinde ıslâh eden, toplumu düzeltme uğraşısı veren kimse veya grublar varken toplumun çökertilmeyeceğidir. Ayrıca bağışlanma dileyen bir toplumun da helâk edilmeyeceği yine Kur’ân’da belirtilmektedir. Buna göre toplum, Allah(C.C.)’dan af dilememiş, içerisinde Peygamber ve ıslâh ediciler var olduğu halde bir türlü düzelmemiş ve Allah(C.C.)'ın âyetlerini reddetmişse, o zaman Allah(C.C.) Peygamberine gelecek helâk olayını bildirerek onun ve yanındaki islâh edici mü’minlerin selâmetini teminden sonra helâkı gerçekleştirmiştir. Ancak özellikle belirtilmektedir ki uyarma ve ıslâh ile düzelmeyen bir toplum, iyi-kötü ayrımı yapılmadan helâk edilmekte, yani helâk yalnızca zulmedenlere isâbet etmekle kalmamaktadır. Öte yandan Kur’ân’a göre ; toplum kokuşmuş, çökmek üzere de olsa mü’minlerin, belki tevbe eder ve hakka dönerler diye o toplumu uyarmaya ve hakka dâvet etmeye devam etmeleri gerekmektedir.32
Toplumların müsbet veya menfî olarak değişimi ile ilgili âyetler incelendiğinde toplumun belirli bir süreçten geçirildiği ve bu süreç boyunca bir takım aşamalar katedildiği anlaşılmaktadır. Bu aşamalar ana çizgileriyle ;
Dalâletin artması, amellerin süslenmesi, istidrâc, düşmana yenilme, felâketlerle mücâdele, zenginlerin tasallutu ve çöküş. Buna ilâhî yönden değiştirilme de diyebiliriz.(33).33
Bu âfetleri hakettiren fiillerden bahsedersek başlıcaları : gaflet, Allah(C.C.)'ın yasalarından yüz çevirme, O’nu yalanlama veya hevâ doğrultusunda O’na yalan isnad etme, nefsin tutkularına tâbi olma vb.(34)34
Değişimi daha derin bir tetkîk için ele alırsak bunu , Kur’ân’da diğer âyetleri temsîlen ; “Muhakkak ki Allah(C.C.), kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe, bir toplulukta olanı değiştirmez.” âyetinde görmek mümkündür.(35)35
Bu âyette bir toplumsal değişim olayından bahsedilmektedir. Konu toplumdur ve toplumun değişip bozulması veya düzelmesi durumu Kur’ân’a özgü kavramlarla açıklanmaktadır. Âyette geçen teğayyür kavramı ile de değişimin iç dinamikleri, kişilerin değişmesi bunun topluma nasıl yansıyacağı, toplumun değişmesi ve bunun kişilere nasıl yansıyacağı ele alınmaktadır. Toplumdaki değişme karşılıklı etkileşimle oluşur. Çünkü toplum denilen şey bireylerin bir araya gelmiş hâlidir. Öte yandan birey de toplum içinde bir rolü olan kişidir. Birey değişince içinde yaşadığı toplumdan bir kişi değişmiş demektir. Tüm kişiler değişince toplumdaki sistemi de kendilerine göre değiştireceklerdir. Aynı şekilde toplumdaki sistem değişince bu sefer de bireyler bu sisteme göre değişeceklerdir. Yânî alt üstü, üst de altı değiştirme özelliğine sâhibtir. Bir başka deyişle taban değişince kendine uygun tavan bulacak, tersine tavan değişirse o da kendi tabanını oluşturacaktır.
Kur’ân âyetlerinde değişim olgusu ile ilgili bir çok âyet, dolayısıyla bir çok kavram vardır. Örneğin : Tebdîl, tahvîl, inkılâb, tağyîr, müdâvele, dâire, irtidâd vd. gibi. Bunlardan bazılarına değinirsek ;
Tebdîl ve Tahvîl, Kur’ân’da toplumların çöküşü ile ilgili olarak bir toplumun yerine başka bir toplumu getirmek tebdîl kavramı ile izah edilmiştir. Yine tebdîl, dünya yaşamında belirli nedenlerle ilâhî kânunlar çerçevesinde, bir toplumun yok edilerek veya siyâsî egemenliğine son verilerek, yerine hakkı ayakta tutan başka bir toplumun getirilmesi anlamında kullanılmıştır. Sünnetullah söz konusu olduğunda ise tebdîl ve tahvîl olumsuzluk ifâde ederler. “Sen Allah(C.C.)’ın sünnetinde/kânununda bir değişiklik asla bulamazsın.” âyetinde olduğu gibi.36
Tağyir, Konumuzun eksenini oluşturan ve yukarda verdiğimiz âyette de geçen bu kavram, anlam olarak : hâlinden döndürmek değiştirmek, indirip düzeltmek, değiş-tokuş etmek mânâlarına gelen ğ-y-r kökünden türemiş tef’îl bâbından bir masdardır.37 Yukardaki âyetimizde de değiştirmek anlamında kullanılmıştır. Ayetten hareketle insan topluluğunu üç ana kavramla tahlîl edebiliriz ; Toplum (kavm), bireyler (enfüs) ve toplumsal sistem (mâ bi-kavm).
Toplum, sistemini şu şekilde oluşturmaktadır ; önce aynı düşünen bireyler biraraya gelir yânî insanlar nasıl bir toplum düzeninde yaşayacaklarına karar verir ve ilkeler, kurallar koyar. Sonra bu ilkeleri, toplumun geleneğini etki altına alan hâkim düşünce hâline getirirler.
Toplumda bireyin aşıldığı bir nokta vardır, işte bu topluma kişilerin koyduğu kurallardan oluşan toplumsal sistemdir. O halde birey ve toplum arası çift yönlü etkileşim itibâriyle : toplumsal sistem değişirse bireyleri (enfüs) de değişecek, tersine bireyler değişirse toplumsal sistemi (mâ bi-kavm) de değiştireceklerdir. Bu bağ âyette “hattâ” bağlacı ile kurulmuştur.
Birey toplum bilimde toplum içinde bir rolü olan kişi olarak tarif edilir, yânî birey o kişidir ki düzelmesi veya bozulması topluma sirâyet eder. Çünkü o, toplumun kendine verdiği öğretmen, subay, işçi, anne, bebek vd. gibi rollerden bir rolü oynamaktadır.38
Ayrıca âyetlerde iki tür değişimden daha bahsedilmektedir. Birincisi cebrî yânî ilâhî değişim iken, ikincisi irâdî yânî insânî değişimdir. İnsanların nefislerinde ve zihinlerin olanı değiştirmesi yani insânî değişime neden iken, ilâhî değişim yani Allah(C.C.)'ın değiştirmesi ise sonuçtur.
İnsanlar nefislerinde olanı değiştirmedikçe verdiği ni’meti doğrudan doğruya değiştirmek, onları durup dururken cezâlandırmak yada helâk etmek Allah(C.C.)’ın sünnetinden değildir. İlâhî âdet, enfüsî sebeblerle verdiği nimetin değişimini yine enfüsî sebeblere bağlamıştır. Zâten insanın sorumlu tutulmuş bir varlık olması da bunu gerektirir.39
İnkılâb, k-l-b kökünden türemiş infiâl kalıbından kullanılan bu masdar : devrilmek, çevrilmek, alabora olmak, değişmek ve tersine dönmek mânâlarına gelir.40
Büyük sosyal patlamaları ve çöküşü ihtivâ eden değişimlerle ilişkilendirilebilecek inkılâb kavramı, Kur’ân’da devrim ve değişimi ifâde eden sosyolojik kavramlardandır. Örneğin .“Ancak îmân edenler, sâlih amel işleyenler ve Allah(C.C.)'ı çokça zikredenler ile zulme uğradıktan sonra yardım edilenler hariç zulmetmekte olanlar nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini /değiştirileceklerini pek yakında bileceklerdir.” âyetinde olduğu gibi.41
Âyette geçen kavramlara bakarsak, îmân, sâlih amel ve zikr kavramlarının öne çıktığı görülür.
Değişim ile ilgili olan sâlih amel kavramı, îmân eden kişinin îmânı doğrultusunda çalışması ve gayret göstermesi mânâsını taşır. Bu bir yerde değişmenin dinamiğini de vermektedir. Uğraşmadan hiçbir şey değişmez. O halde değiştirmek için değiştirici bir faaliyetin olması gerekir. Yani eğer zulmedenlerin devrileceğine inanıyorsak bunun uğraşını vermek zorundayız. Bu iş bizim ellerimizle olacak, Allah(C.C.) da yardım edecektir. Câbir(r.a.)'den Rasûlulâh'ın şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir : ”Ey insanlar, Mu’tedil olun (3 kez), siz ibâdetten/çalışmaktan usanmadıkça Allah(C.C.) da size ihsân etmekten usanmaz. ”.42 Sâlih amel birine küçük bir söz söylemekten, şehâdete kadar uzanan bir dizi çaba ve gayreti içerir.
Yukardaki sâlih amel kavramındaki sâlih kelimesinin kökünden (s-l-h) türeyen ıslâh ve maslahat da düzeltme, değiştirip iyileştirme anlamlarına gelir. Dolayısıyla insanı ve toplumu değiştirmeye, düzeltmeye yönelik olmayan bir amele sâlih amel denemez. Çünkü amel iş yapmak demektir, yani bizâtihi koşuşturmak, ter dökmek, uğraş ve gayret vermek demektir. O halde sâlih amel değiştirici uğraş anlamına da gelmektedir.
Zikr kavramı ise tüm bu uğraş ve çabalarda Allah(C.C.) ile irtibâtın koparılmamasını vurgular. Yani Allah(C.C.)'ın dışındaki gâyeleri bu gayrete sokmamak yada Allah(C.C.)'ın sözünü adım adım takib etmek, sapmamak demektir.
İşte bu ıslâh çabasına girişen müslüman elbette bir yerleri rahatsız edecektir. Rahatsız olanlar da hemen harekete geçip zulme, değişmeyi ve ıslâhı durdurmaya çalışacaklardır. Müslümanlara karşı türlü şiddet, boykot, engelleme veya yoketme çabalarına girişeceklerdir. İşte artık bu noktada Allah(C.C.)'ın sarsıtıcı tehdîdi ile karşı karşıya geleceklerdir.43
İrtidâd, Kur’ân’da değişimle ilgili kavramlardan biri de değişimin irâdi kısmına yönelik irtidâd kavramıdır. Geri dönmek terketmek, vaz geçmek gibi anlamlara gelen bu kavram Kur’ân’da toplumu vahim sonuçlara götüren bir değişimi, bir sapmayı ifâde eder. Örneğin : ”Ey îmân edenler, İçinizden kim dîninden dönerse/irtidâd ederse (bilsin ki) Allah(C.C.) onların yerine, kendisinin onları sevdiği, oniarın da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise güçlü ve onurlu, Allah(C.C.) yolunda cihâd eden ve kınayanın kınamasından korkmayan bir toplum getirir...” âyetinde görüldüğü gibi.44 Âyette sözü edilen irtidâd da sosyal nitelikte olup toplumu çöküş veya yıkılış sürecine sokmaktadır.45
Kavramlar itibârıyla Kur’ân’a bir bütün olarak baktığımızda toplumu şekillendiren ve yönlendirenlerin birey yada bireyler olduğu görülmektedir. Yani birey toplum tarafından üretilmemekte, aksine toplum birey tarafından üretilmektedir. Kur’ân ve Sünnette bu durum fıtrat kânunu ile îzah edilmektedir. Kur’ân ve sünnet, böylelikle insanın yeryüzünde gerçek görevini icrâ edebilmesi için gereken gücü fıtratından alabileceğini belirtmekte46 ve çevresine rağmen fıtratına dönebilen insanların varlığını örneklendirmektedir. Ayrıca toplumda ıslâh edenlerin veya bir azınlığın bulunmasının toplumun belli bir süreye kadar helâkten kurtulmaya vesîle olması ya da aksine tek bir bireyin veya bireylerin toplumun helâkına neden olması, toplumun bireyden ayrı ve ona rağmen üstün ve öncelikli konumda olmadığını ifâde etmektedir.47 Bundan dolayıdır ki fert tüm hareketlerinden şahsen, hem Allah(C.C.) huzûrunda, hem de diğer fertler karşısında hesap verme mecbûriyetindedir. Yani fert şuurlu, özüne bağlı olarak, ilâhî kânunlar ışığında, içinde yaşadığı dünyayı her hususta değiştirip ıslâh etmekle görevlidir.
Birlik ve bütünlüğün hayat için çok önemli olmasına binâen birlik ve bütünlüğünü kaybederek grub ve fırkalara ayrılan toplumun bir şekîlde çözülüp yok olması kaçınılmazdır. Kur’ân buna :“Allah(C.C.)'a ve Rasûlü'ne itâat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, yoksa çözülürsünüz, gücünüz gider.”48 âyeti ile ve Rasûlullâh(S.A.V.)'da ; ”Arzu ve hevâlarınız benim getirdiğime tâbi’ olmadıkça îmân etmiş olmazsınız.”49 ve “Bir toplum içinde bulunduğu hidâyetten sonra sapıttı ise bu mutlakâ cidâl/çekişme sebebi ile olmuştur” hadisleri ile işâret buyuruyor.50
Sonuç olarak tüm değişim faktörlerinin gerisinde Allah(C.C.) vardır. Onları yaratan ve toplumun değişimine vesile kılan da O’dur. Yani toplum kendi irâdesi ile bir yönde değişime, bir sürece gîrer. Sonuçta da Allah(C.C.)’ın verdiği mühlet ve eceli doldurursa, Allah(C.C.) buna ilişkin olarak çeşitli faktörlerle o toplumu ya muzaffer ve aziz eder ya da toplum olma vasfından uzaklaştırarak, başka güçlerin hâkimiyetine sokar.51
- İslâm’ın Değişime Bakışı -
Dinler, teşekküllerinde sosyal düzene karşı bir eleştiri getirmekle birlikte oluşturdukları ve amaçladıkları sosyal yapının, olduğu gibi kalıp korunmasını isterler, değişmenin dizginlerini ellerinde tutmak ; bütünlüğün bozulması, istikrarsız1ık ve koydukları değerlerin kaybolması husûsunda müsâmaha göstermemek isterler. Bununla birlikte yapılacak değişmeye de yardım ederler. Örneğin İslâm'da îmân'ın derinliği kadar genişliği de söz konusudur. Bu özelliği bütünleyici olmaya götürdüğü gibi eksik ve yanlışlardan da ilelebed kurtulma isteğine götürür. Yani dâima karanlığı, aydınlık bir sahânın kuşatmasını ister. Îmânın özü değişmez ama kendine yeni ufuklar arar. Böylece ilâhî otorite, nâkıslığı tâm'a, sınırlıyı sınırsıza doğru zorlamış olur.
Bu dinamik tutumu ile din kendine zarar vermiyen değişmelerin motoru olabilir. Bunu yaparken de İslâm her şeyden önce vâkıayı tesbît etmekle işe başlar, hitâb ettiği insanların tevhîd dininden ayrılmış, câhiliyye telakkîlerine saplanmış olduğunu görür. Onlar ve onlar gibilerini bu durumdan çıkartıp yaradılış amaçları doğrultusunda, kula kulluktan, hakîki kulluğa ulaştırmak ister. Bu şekilde toplum da kendi değer sistemini hâkim kılmak, çatışan değer yargılarında ıslâh yada tümüyle değiştirmek sûretiyle sosyal yapıyı değiştirmek ister. Yani öz ve esâsına dokunmayacak, genel çerçeveyi zedelemeyecek, fıtratla ilgili olmayan yeni düzenlemeler getiren değişmelere hep açıktır. Kısaca sistemden taviz yoktur ama sistem tekâmül ve gelişmelere her zaman açıktır. Sonuçta islâm sosyal değişmeler karşısında yönlendirici, destekleyici, hızlandırıcı vasfı ile müsbet ; yada frenleyici, karşı koyucu, direniç gösterici vasfı ile menfî rol oynayabilmektedir.52
Sosyal değişmenin müsbet veya menfî gelişimini ise insana bırakmakta ve bundan bizzat insanı sorumlu tutmaktadır. İnsan değişimi isterse ilâhî emirler doğrultusunda gerçekleştirip dînî hayatı tesîs eder ve hürriyyete, saâdete yönelir, isterse din dışına yönelir ve felâketine gider. “Lâ nebiyye ba’dî” buyuran yüce Peygamber(S.A.V.)imiz'den sonra Peygamber gelmeyeceği ma’lumdur. Hz.Peygamberimiz(S.A.V.)'in bu şekilde tescîl edilmesi, dînin de ekmeliyet ifâde etmesi, tüm zaman ve durumlara şâmil olunduğunun işâretidir. Yani dînin yapısı ve teşrîi, bir bakıma kıyâmete kadar olan zaman dilimini kapsamaktadır. Diğer bir ifâde ile İslâm âhir zamana göre de dizayn edilmiş, tasarlanmıştır.
Bu demektir ki ister orta çağ, ister modern çağ ve ister modern1ik ötesinde (post-modernizm gibi) oluşturulmuş ya da oluşturulacak çağlar farketmez, tüm zamanlar ve şartların özü veya şifrelerinin çözümü İslâm'ın muhtevâsında mündemiçtir.
İslâm sürekli bir tekâmüle inanır ve inananlardan, gösterdiği hedef doğrultusunda ilerlemesini ister. Evrendeki her şeyin insanın emrine âmâde kılındığını ve sünnetullah çerçevesinde cereyân eden bu âlemin insanlığın saâdetine sunulmasını teşvîk eder.53 Bu güven telkîni ile ilerleyen insanın dünya ve âhiret dengesini de sağlaması hâlinde Allah(C.C.) insanı vasat ümmet tabiri ile tavsif ve ta’rîf buyurur.54 Bu dengenin kurulması doğru bir Allah(C.C.) inancına sâhib olmakla mümkündür. Bu da düşünce ve zanla değil vahiy ile olur. Kaynağı ise Hz.Peygamber(S.A.V.)'dir. Ve yüce Hz.Peygamber(S.A.V.)imiz de diğer Peygamberler gibi bu inanç dengesini özetleyen tevhîdi tebliğ etmiştir. O halde hem inancımızın mihverinde, hem de hukûkumuzun özünde değişmez olarak karşımıza çıkan, tutunabileceğimiz en sağlam kulp tevhîddir. Bu sebeble iç dünyamızda insanlarla olan farklılığımız gibi dışa dönük gidişât ve görünüşte, aykırılık ve ayrılıklarla oluşan uyumsuzluk, bağdaşmazlık bizim açımızdan bir bakıma faydalıdır. Böylece ayırıcı çizgiler, sapma ve hurûc gibi hareketlere karşı belirleyici, ayırdedici, koruyucu bir kalkan vazîfesi icra ederler.55
Aynı vazîfeyi bir başka açıdan icrâ eden tevbe kavramına girersek, nefiste olanın değişimi açısından tevbe vazgeçilmezdir. Çünkü tevbe eden nefsinde olanı değiştirmiş demektir.
O halde inanç değişmenin istikâmetini tâyin eden bir role sâhibtir. Çünkü İslâm, fıtrat gerçeğine paralel olarak, inancın ehemmiyetini vurgulayarak, menfi bir değişimden kurtulma yolunun dînin esaslarına uygun yaşamakla mümkün olduğunu tavsiye eder. Tavsiye eder diyoruz çünkü konumuza temel aldığımız âyette de görüldüğü üzere burada insanın cüz’î irâdesini kullanması söz konusudur. Allah(C.C.) insana akıl ve şuur gibi nîmetler vermiş böylece onu sorumlu tutmuştur. Yani insan yaptığı her şeyi gerçekte kendine mâl etmektedir. Kimi müslümanların anladığı veya atfettiği gibi bu bir kader meselesi değildir. Dayanakları olan, Kur’ân ve hadislerde insan irâdesi ve hürriyeti ile çelişir gibi görünen ifâdeleri de yanlış anlamamak gerekir. Bunlara kısaca değinirsek . “Her ümmetin bir eceli vardır, ecelleri geldiği vakit ne bir saat öne alınır, ne de geciktirilir.” âyeti gibi âyetler ya da Rasülullâh(S.A.V.)'ın, âhir zaman, fıtrat ve benzerî konularla ilgili hadisleri gibi.56
Âyeti ele alırsak burada esas olan durduğu yerde, uyarılmaksızın bir toplumun yok edilmesi değildir. Buradan anlaşılması gereken iki gerçek vardır. Birincisi ; bu hususla ilgili diğer âyetler de göz önüne alındığında, ümmetin ecelinin gelmesinin zulmün artması ve fesâdın yaygınlaşmış olmasına bağlı olduğu görülecektir.57 İkincisi ise ; İnsanlar gibi toplumlar da fânîdirler. Hayy olan yalnız Allah(C.C.)'dır. Bunu göz önünde tutarak âyetteki “her ümmetin” yerine her neslin şeklinde yorumlarsak daha iyi anlaşılacaktır. Şöyle ki bizden önceki ümmet/nesil olan dedelerimiz ecellerini doldurup geçtiler, bize gelince şimdiki ümmet yada yeni nesil biziz, üzerimizdeki kulluk emânetini58 hakkıyla îfâ edersek ne alâ bu takdirde ya adımız, ya da ruhumuz, amelimiz nisbetince diriliğini sürdürecektir. Aksi takdirde emânete hıyânet sebebiyle ecel gelecek, verilen süre dolacak ve helâk ile son bulunacaktır.
Hadislere gelince durum daha enteresan bir hâl alıyor. Çünkü konuyla ilgili hadislerin bizzat metninde cevâbı yatmaktadır. Bu itibarla bazı hadislerin görmezden gelindiği59, bazılarının bektâşî usûlü sonuna bakılmadığı60 veya zâhirine takılıp kalınmış olduğu intibâından insan kurtulamıyor.61
Aslında insanın tüm yaptığı kendi fiilinden kaynaklanmaktadır. Zaten buna âyetler de işâret etmektedir; Denizler ve karada fesâdın belirmesi62, yeryüzünde ifsâd ve zulüm63, hattâ insanın kendine yapıldığını sandığı veya yapıldığı zulüm64 bile insan ve onun elinden kaynaklanmaktadır. Sonra insan nankörlük eder bu suçu hâşâ Allah(C.C.)’a bile isnâd etmeye yeltenir65 kendini temize çıkarmak için. . .
Yukarıdakilerin zıttına yeryüzünde ortaya çıkmış olan fesâd veya bâtıl olanı da yine diğer insanlar ile gideren Allah(C.C.)’dır, yani insanın yapıp da inkâr ettiğini Allah(C.C.) yüce rahmeti ile ıslâh buyuruyor. Buna binâen âyette ; “Allah(C.C.)’ın insanların bir kısmını, diğer bir kısmıyla defetmesi olmasaydı yeryüzü mutlaka fesâda uğrardı.”66, hatta mescid, manastır ve havraların bile yıkılacağını, yalnız Allah(C.C.)’ın dînine yardım edenlerin, yardım görecekleri ifâde edilmektedir.67
Toparlarsak deriz ki esas olan dîni kendimize değil, kendimizi ona uydurmamızdır. İlericilik, çağdaşlık, aydın olmak veya modernizm adına, bulanık bir şuurla, hiçbir ıslâh gâye ve çabası olmadan, yozlaşmış toplum ve kişiliklerle İslâm'da değişim iddiâsı hiç bir şekilde İslâmlaşma ya da bir saâdet arayışını temsîl edemez. İhtiyaçları, zarûretleri göz önüne alarak inceden inceye bir tarama ve araştırma yapıp gerekenleri hayata yansıtarak İslâm'a uydurmak yani Allah(C.C.) ve Rasûlü(S.A.V.)’nün emirlerine uydurmak ve bunu yaparken de bu işin metodunu oluşturmak işte genel çizgileriyle İslâmizasyon yada tecdîd budur.68
- İslâmî Değişim -
İslâm toplumundaki temel değerlerin güçlü olması o toplumun ilerlemesi için yeterli değildir. Ancak insan tarafından en iyi şekilde değerlendirilip hayâta tatbik edilmesi ile icrâ edilebilir. Değişimin başlayabilmesi için bu tatbîkin ferd ve toplum açısından ehemmiyeti büyüktür. Yani toplumsal değişme için ferdin kendini yenilemesi gerekir. Kişi çevresini ve dünyayı değiştirmeden önce mânevî bakımdan kendini diriltmelidir. Bu da örneğin inanç değerlerine bağlı, önder insanların rehberliğinde mümkün olan bir değişmedir diyebiliriz.69
Yenilikçi İslâm da diyebileceğimiz bu diriliş hareketi, Ömer b.Abdilaziz, Mezheb İmamları, el-Ğazzâlî, İ. Rabbânî ve Şah Veliyyullah ed-Dihlevî gibi zevât ile adını târihe yazdırmıştır. Buna binâen Şah Veliyyullah’dan şu sözler naklediliyor.
“İctihâdın geçersiz olduğu bir zaman yoktur. Benim gâyem şudur ; Müslümanlar taassuba son vermeli ve İslâm hukûkuna gerekli olan canlılığı kazandırmalıdırlar. Bu alanda ictihâd her an müracaat edilmesi gereken önemli bir unsurdur. İctihâdın her zaman geçerli olduğunu belirtirken zaman içinde sorunların değişeceğini ve her soruna yeni bir ictihâdla çözüm bulunabileceğini belirtmek istiyorum. Eskinin ictihâdıyla yeni soruna çözüm bulmak gülünç olduğu kadar, kötü bir sonuca da yol açacak sorunun daha da artmasına sebeb olacaktır. Her ictihâdın varlığı borçlu olduğu sorunla birlikte vardır. O sorunun yok olmasıyla birlikte, o ictihâd da geçerliliğini kaybeder, bizim yapmamız gereken, geçmişle ilişkimizi kesmeden bu güne yönelmektir.”
Yenilikçi İslâm, ideal ile gerçek arasındaki uçurumu aşmak için önce ferd ve cemâat olarak sonra da toplum olarak değişmeyi hedefleyen aktif bir eğilimdir. Kültürel İslâm, politik İslâm gibi yukarıdan aşağı çözüm üreten, devlet projesine dayanan ve resmî din görüşüne dayalı değil, toplumsal çözüm üreten, toplum projesine dayalı, katılımcı ve özgürlükçü bir yapıdadır. Yani yenilikçi ve kültürel İslâm, iki olguda ısrar eder, biri cihâd ki ümmetin var olma koşuludur, diğeri de ictihâd ki o da ümmetin varlığını sürdürebilmesinin koşuludur. Bu iki kurum canlanmadıkça İslâm toplumunu gerçek mânâda inşâ etmek mümkün görülmemektedir.70 Her iki kurumun ihyâsı ya da korunması için de, İslâmî harekette ; İnkılâbçılık, merkeziyetsizlik, fikrîlik, ilmîlik ve rabbânîlik gibi özellikler, temel vasıflar olmalıdır. Kısaca müslümanlar kurucu ilkeleri keşfedip, sâbit değerlere bağlanarak, aklı insanın hizmetine sunmalı ve İslâm'ın dünyaya şumûl olma cevâbını verebilmelidir.72
- İslâmî Harekette İhmâl Edilen Boyutlar –
İslâmîleşme çabaları içinde cereyan eden İslâmîleştirme projelerinde bazı önemli fakat ihmal edilmiş yönler mevcuttur. Bunlar ise aşağıdaki gibi olumsuzluklardan kaynaklanmaktadır. Beşerî yorumlar ile vahiy ürünü kutsal metinlerin karıştırılması yada kıyaslanması, gayr-ı İslâmî kavramların sorumsuzca ithâli ve kullanımı, İslâmî hareketi politik bir kimlikle târif veya ifâde etmek, gündem belirleyememek, Kur’ân ve sünneti icrâya yönelik bir kâbiliyeti eldeye yönelik çaba göstermemede inat gibi.
Halbuki ahlâkî değerlerin ihyâsı, sorumluluk bilinci, evrensel İslâm'ın ifâdesi yada çevresel, ekonomik, politik, entellektüel krizler âcilen çözüm beklemektedirler.73 O halde problemler veya krizler, çözümlemedeki ehemmiyetine göre öncelikli sıralamalarla ele alınmalıdırlar.
Ayrıca kültürel hamlenin ehemmiyeti vurgulanmalı, bunu yaparken de kendi içimizde tutarlı olunmasına dikkat edilmelidir. İlimle kendi dînî, kültürel ve sosyal değerlerimiz arasında bir çatışma yada tenâkuza asla müsaade edilmemelidir.74
Çoğu İslâmî hareket, görüş ve fikirlerini geçmiş târihî gerçeklere bağlamış ve kendi gerçeklerini geçmişe yerleştirmişlerdir. Bu yüzden onlar bir problemi çözmeye kalktıklarında geçmişi araştırırlar. Tarihteki gerçeği bu güne yansıttıklarında da İslâm'ın evrenselliğine nazaran çok donuk bir tarz kullanırlar. Kur’ân ve sünneti anlamada daha öncekilerin yaptığı tahdîdi günümüze taşırlar. Bunu da sorgulanabilir tarih, biyografi ve tahkîksiz malzemeler ile yada eksik metodoloji ve usûllerle yaparlar ki bu mantık yapısının da elden geçmesi elzemdir.75 Çünkü ancak böylece bireycilikten Allah(C.C.)’a kul olmaya, dünyevî basitlikten ilâhî hikmete, ulus devletten İslâm ümmetine bir değişim başlamış olur.
Bu arada değişime rağmen kemikleşmiş, şuursuzca gelenekleşmiş veya din gibi telakkî edilmiş olan şeylerin tesbît yada ayıklanmasına yönelik aşağıdaki gibi bir takım ilkeler koymak gerekir. Bunlar ;
Tasvîb ilkesi, Tevhîde ve örfe aykırı olmayan unsurların ikâmesinde mahzûr görmemek
Tesviye ilkesi, İslâm, tevhîd ya da örf ile çatışan unsurların bertaraf edilmesi
Muhâlefet ilkesi, üstteki iki unsur için, yani karşı tavır almayı dâima canlı tutmak
Ayıklama ilkesi, Hem tasvîb, hem de tesviye edilecek unsurları ayıklayarak, tasvîb edileni alıp, tesviye edileni reddettikten sonra eksik kısmı İslâmî bir yapılanma ile telâfî etmek.
Aslında İslâm, temel esaslarının ve tevhîd inancının geleneksel olmasını istemez..76 Çünkü gelenek yada örf, asrî ve mekâna bağlı olgulardır. İslâm ise onları yönlendiren ve üreten konumunda olmayı ister.
İslâm dünyâsı bu özelliğiyle, Peygamberî vâris olarak ya da Allah(C.C.)'ın yeryüzündeki halîfeliğini temsîlen, insanlık önderlerine, yenileyicilere, ihyâcılara ihtiyaç duymaktadır. Eğitim, olgunlaştırma, karşı koyma, çalışma gibi alanlarda va’z irşâd, kuvvet, mânevî silah, İslâmî kültür ve düşünceyi yayma gibi yollarla ihyâya çalışacak neferler, müslüman aydınlar bu gün için son derece elzemdir ve âcilen tedârik edilmelidir.77
- İhyâcı Müslüman Aydın -
Bu gün aydınların, topluma nazârî olarak bakarak, çıkan problemlerin fikrî alt yapısını tahlîl etmede dînî veya gayr-ı dinî olmaları müsâvî görünmektedir fakat müslüman aydın dînî kaygısı, taassublu olmaksızın, sorunlara vâkıf ve hurâfelere karşı uyanık olması ile diğerlerinden ayrılır.
Müslüman aydın, dînî dertleri önemser ve dînin, tüm problemler için çözüm kaynağı olduğuna inanır. Karşısına çıkan durumlara tecessüsî ve tahkîkî bir îmân ve inançla yaklaşır. Ona göre din, hem duru kılınmalı, hem de güçlendirilmelidir. Bu arada her aydının ihyâcı olmadığını fakat her ihyâcının birer aydın olduklarını vurgulamak gerekir. Burada bizim müslüman aydınlardan kastımız da ihyâcı aydınlardır.
Yine müsliman aydının özelliklerine dönersek, Onun vazîfesi dînin sınırlarını i’lâm ve tahkîm etmek, toplumun dinden beklentilerini müşahhas, anlaşılır hâle getirmektir. Başka bir deyişle halktan bir parça olmakla berâber, halkın değerlerinin âdetâ konuşan bir dili olmasıdır. Ebediyyet ile değişimi uzlaştırabilecek aydınımızın tüm bunları din çerçevesinde gerçekleştirebilecek yeterlilikte de mutlakâ dînini bilmesi gerekir.78
Böyle önemli vazîfeleri icrâ edecek müslüman aydınımızın aydın namzetlerine müteallik özelliklerine, vasıflarına göz atacak olursak ; Müslüman aydın olacak kişinin herkesten daha çok kendi eksiklerini bilmesi, tekebbürden uzak olması, bir dindarlık veya şahsiyet gururuna kapılmaması şarttır. Buna karşı onun kalb temizliği ve ruh berraklığına sâhib olup, aklî yetenek ve fikrî gıdâlarına, beden sağlığına dikkat etmesi gerekir. Hattâ sorumluluk yüklenecek ise kendini tanıması, uyanık bir gözlemci, iyi bir örnek, ileri görüşlü olup, fıtrî bir çekiciliğe, kuvvetli bir irâdeye ve tam bir vazîfe bilincine sâhib olması o kişi için kaçınılmazdır.79
Şimdi tüm bunlardan sonra şöyle bir soru soralım ; Niçin dünyada, İslâm âleminin lider olacağı bir İslâmîleşme idealimiz ve bu idealimizi gerçekleştirecek bir siyâsetimiz olmasın ? Bu gün buna, yazıktır ki yeterli bilinçlendirilememiş ya da hiç bilinçlendirilmemiş müslümanlardan başka bir engel gözükmemektedir.
Eğer diğer İslâm âleminden yeteri kadar ümit vâr olmadığımızı farz etsek bile. Türkiye'nin öncüsü olacağı İslâmîleştirme siyâseti neden bir hayal olsun ? Lâkin çok uzak vâdeli hayaller için bile bir noktadan başlamak bazı adımlar atmak, bir şeyler başarmak gerekir. Bu mümkündür, o zaman belki Allah(C.C.) Dâvûd(A.S.) Peygamberine demiri hamur gibi yumuşattığına binâen her şeyin zannedildiğinden daha kolay ve ümit verici şekilde gelişebileceğini gözle görülebilecek müşahhas bir kıvâma geleceğini söyleyebiliriz.80
Zîrâ Allah(C.C.) buyuruyor ki ; “Allah(C.C.) içinizden îmân edip de güzel amelde bulunanlara yemin ile va’detti ki ; kendilerinden evvel gelenleri, nasıl (bâzılarının) yerine getirdi ise, onları da yeryüzünde muhakkak (bâzılarının) yerine geçirecek, onlara, kendileri için beğendiği dîni, herhalde pâyidâr kılıp onları korku ve endişelerinden sonra, kat’î bir eminliğe çevirecektir.”.81 Rasûlullâh(S.A.V.)da, Muâviye(r.a.)'den rivâyetle şöyle buyuruyor ; “Ümmetimden bir cemâat Allah(C.C.)'ın emirlerini yerine getirmekte devâm edecektir. Onlara yardımdan çekinenler veya onlara muhâlefet edenler onlara hiçbir zarar veremeyecektir. Allah(C.C.)'ın kıyâmet emri onlara gelinceye kadar, bu hâl üzere devâm edeceklerdir.”.82
İşte en güzel va’d, işte en güzel teşvik . . .
Konumuzu sözlerin en doğru ve en güzeli bir âyet ile noktalıyoruz ;
“Onlar ki ; söze dikkatle kulak verirler de, onun en güzeline uyarlar, işte onlar Allah(C.C.)'ın kendilerine hidâyet ettiği kimselerdir, işte onlar temiz akıl sâhibi olanlardır.”83
- Bibliyografya -
ABDULBAKÎ, Muhammed Fuad, el-Mu’cemu’l-Müfehres li Elfâzı’l-Kur’âni’l-Kerîm, İstanbul 1990
_________, el-Lü’lüü ve’l-Mercân fîmâ'ttefeka aleyhi’ş-Şeyhân(trc. İ.Kaya-İ.Hakkı Uca), I-III, Konya ty.
AKDOĞAN, Yalçın, “Müslüman Aydın Çağın Dindarı ve İhyâcısıdır”, Bilgi ve Hikmet Dergisi, Sayı:12, Güz 95, ss. 116-118.
AKGÜL, Ahmet, Değişen Dengeler ve İslâm, İstanbul 1994
el-ALVÂNÎ, Tâhâ Câbir, Çağdaş Düşünce Krizi (trc. B. Köroğlu), İstanbul 1994
_________, “Çağdaş İslâmî Hareketlerde Eksik Boyutlar”, İslâmî Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:3, Sayı:3, Güz 95, ss. 99-113.
ARSLAN, Abdurrahman, “Yeni bir Anlam Îçin Yeni bir Geleeek” , Bilgi ve Hikmet Dergisi, Sayı:1, Kış 93, ss. 25-40.
ATEŞ, Süleyman, Kur’an Nizamı, 2. Baskı, İstanbul 1985
el-BEHİY, Muhammed, İnanç ve Amelde Kur’ânî Kavramlar (trc. A.Turgut), 3.Baskı, İstanbul 1995
el-BENNÂ, Hasan, Teori ve Pratikte İslâmî Hareket (trc. A. Mert) İstanbul 1989
_________, Dâvâ’ nın Esasları (trc. A. Mert) İstanbul 1989
_________, İslâm Işığında Problemlerimiz (trc. A. Mert), 2. Baskı, İstanbul 1989
BİLMEN, Ömer Nasuhi, Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâl-i Âlîsi ve Tefsiri, I-VIII, Ankara 1991
BULAÇ, AIi, İslam Dünyasında Toplumsal Değişme, 3. Baskı, İstanbul 1993
_________, İslâm Dünyasında Düşünce Sorunları, 4. Baskı, İstanbul 1993
_________, “İslâm’ı ve Târihini Okuma Biçimi”, Bilgi ve Hikmet Dergîsi, Sayı:7, Yaz 94, ss.3-16
_________, “Modern Dünya ile Çatışma ve Uyumdan Modernite’yi Aşmaya”, Bilgi ve Hikmet Dergisi, Sayı:8, Güz 94, ss.3-25.
_________, “İslâm ve Gelenek”, Bilgi ve Hikmet Dergisi, Sayı:9, Kış 95, ss.4-21.
CANATAN, Kadir, “Dinlerin Gelecek Tasarımı”, Bilgi ve Hikmet Dergisi, Sayı:6, Bahar 94, ss. 33-44.
_________, “Gelenek, Din ve Modernite”, Bilgi ve Hikmet Dergisi, Sayı:9, Kış 95, ss. 28-39
ÇAKAN, İsmail Lütfi, Hadislerle Gerçekler, I-II, İstanbul 1993
ÇANTAY, Hasan Basri, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, I-III; İstanbul 1984
ÇELİK, K. Mehmed Vehbi, Hülâsatü’1-Beyân fî Tefsîri’1-Kur’ân I-XVI, İstanbul 1966
ÇELİK, Ömer, “Dinler ve Gelecek Tasarımı”, Bilgi ve Hikmet Dergisi, Sayı:6, Bahar 94, ss. 21-32.
DOĞAN, Mehmet, “İnsan-Kültür ve Türkiye’de Kültür Meselesi” ; ‘Sosyal Değişme ve Dînî Hayat’, İstanbul 1991’içinde, ss. 75-94.
DRAZ, M.Abdullah, Kur’an Ahlâkı (trc. E. Yüksel-Ü. Güney), İstanbul 1993
ELİAÇIK, İhsan, İslam ve Sosyal Değişim, 2. Baskı, İstanbul 1995
ERDOĞAN, Mehmet, “İslâm Hukûkunun Hayatiyeti ve Ahkam Değişmesi” , Bilgi ve
Hikmet Dergisi, Sayı:7, Yaz 94, ss. 34-39.
_________, “Sosyal Değişme ve İslâm Hukûku” , ‘Sosyal Değişme ve Dînî Hayat’, İstanbul 1991içinde, ss. 29-46.
FARUKİ, İsmail Raci, Tevhîd(trc. D. Yardım-L. Boyacı), 2. Baskı, İstanbul 1995
FAZLURRAHMAN, İslâm (trc. M. Dağ-M. Aydın), 3. Baskı, Ankara 1993
_________, Ana Konularıyla Kur’an (trc. A. Açıkgenç), 2. Baskı, Ankara 1993
GARAUDY, Roger, İslâm ve İnsanlığın Geleceği (trc. C. Aydın), 3. Baskı, İstanbul 1995
HULUSİ, el-Hâc Ahmed, Ahter-i Kebîr, İstanbul 1315
İBN DEYBE, Abdurrahman b. Ali el-Ma’rûf b. Deybe eş-Şeybânî ez- Zebîdî eş-Şafi’î, Kütüb-i Sitte Muhtasarı (trc. İ. Canan) I-XVIII, Ankara 1995
İBN KESİR, Ebu’1-Fidâ İmâduddîn b. Ömer b. Kesîr b. Dâvûd b. Kesîr ed-Dımeşkî el-Kureyşî, Tefsîru’l -Kur’âni’1 -Azîm, (trc. B. Çetiner-B. Karlığa), I-XVI, İstanbul 1991
İBN TEYMİYYE, Ş. Takiyyuddin Ahmed b. Abdulhalim, Sırat-ı Mustakîm, (trc. S. Uçan), I-II, İstanbul 1990
İKBAL, Muhammed, İslâm’da Dînî Düşüncenin Yeniden Doguşu (trc. A. Asrar), 2. Baskı, İstanbul ty.
KARAMAN, Hayreddîn, Türkiye’de İslâmlaşma ve Önündeki Engeller, İstanbul 1994
_________, “Tecdîd’den İslâmcılığa”, İzlenim Dergisi, Sayı:l9, Mart 95, ss. l4-15.
el-KARDAVÎ, Yusuf, İhtilaflar Karşısında İslâmî Tavır (trc. O. Taha) İstanbul 1992
_________, Müslümanın Temel Kültürü (trc. M. A. Y. Saraç), 3. Baskı, İstanbul 1995
KUTLUER, İIhan, “İslâm, Asrî Zamanlar ve Entegrasyon” İzlenim Dergisi, Sayı:20, Nisan 95, ss. 27-29
KUTUB, Seyyid, Din Dediğin Budur (trc. M. H. Beşer), Ankara 1964 MAKSUDOĞLU, Mehmet, Arapça-Türkçe Öğretici Sözlük, İstanbul ty.
MÂLİK, Ebu Abdillah Mâlik b. Enes b. Mâlik el-Isbahânî, el-Muvatta’, (trc. A.Büyükçınar-Y. Erol-A. Arpa-D. Pusmaz-A. Yücel), I-II, İstanbul 1982
MÂLİK b. Nebî, İslâm Dünyâsında Fikir ve Put, (trc. C. Aydın), İstanbul 1992
MEVDUDİ, Ebu’1-A’la, Gelin Bu Dünyayı Değiştirelim (trc. N. Temiz), İstanbul 1986
_________, Yeniden Diriliş Yolunda Engeller, Öneriler, (trc. R. Erkan-A. Çimenli), İstanbul 1987
MEŞHUR, Mustafa, Dâvet Yolu (trc. M. Çelen), Malatya 1986
MUTÇALI, Serdar, el-Mu’cemu’1-Arabiyyi’1-Hadîs, Arapça-Türkçe Sözlük, İstanbul 1995
MÜSLİM, Ebu’1-Hüseyn Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî en-Nisâbûrî, el-Câmi’u’s-Sahîh(trc. M. Sofuoğlu), I-VIII;İstanbul 1988
NASR, Seyyid Hüseyin, İslâm’da Düşünce ve Hayat (trc. F. Tatlılıoğlu), İstanbul 1988
_________, İslâm İdealler ve Gerçekler (trc. A. Özel), İstanbul 1985
_________, Genç Müslümana Modern Dünya Rehberi (trc. Ş. Yalçın), İstanbul 1995
OKUMUŞ, Ejder, Kur’an’da Toplumsal Çöküş, İstanbul 1995
ÖZTÜRK, Kemal, “Değişen Sosyal Yaşam”, Kitap Dergisi, Sayı:69, Ağustos 95, ss. 9-12
SAİD, Cevdet, Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları, (trc. İ. Kutluer), 2. Baskı, İstanbul, 1994
SABÜNÎ, M.AIi, Safvetü’t-Tefâsîr (trc. S. Gümüş-N. Yılmaz), I-VII, İstanbul 1993
SIDDIKÎ, Abdulhamid-HALİL, İmâduddîn, Tarihin Yorumu (trc. M. B. Eryarsoy), İstanbul 1978
SIDDIKİ, Mazharuddin, Kur’an’da Tarih Kavramı (trc. S. Kalkan), 2. Baskı, İstanbul 1990
SIRMA, İhsan Süreyya, “Sosyal Değişme ve Dînî Hayat” , ‘Sosyal Değişme ve Dînî Hayat’, İstanbul 1991 içinde, ss. l3-22
SURÜŞ, Abdulkerim, “Dînî Bilginin Evrimi ve Çağdaşlaşma”, Bilgi ve Hikmet Dergisi, Sayı:8, Güz 94, ss. 76-82
ŞAHİNOĞLU, Nazif, Sa’di-i Şirâzî ve İbn Teymiyye’de Fert ve Cemiyet İlişkileri, İstanbul 1991
ŞENER, Sami, “Sosyal Değişmenin Dînî Hayata Etkisi” , ‘Sosyal Değişme ve Dınî Hayat, İstanbul 1991içinde, ss. 95-118.
et-TİRMİZÎ, Ebû İsâ Muhammed b. Îsâ b.Sevre b.Mûsâ b. ed-Dahhâk es-Sülemî el-Buğî et-Tirmizî, Sünen-i Tirmizî, (trc. O. Z. MoIlamehmetoğlu), I-VI, İstanbul ty.
TOPALOĞLU, Bekir-KARAMAN, Hayreddin, Arapça-Türkçe Yeni Kâmus, İstanbul 1991
VATANDAŞ, Celaleddin, Tevhîd ve Değişim, 3. Baskı, İstanbul 1995
VOLL, J. Obert, İslâm Süreklilik ve Değişim (trc. C. Aydın-C. Şişman -M. Demirhan), I-II, İstanbul 1995
WATT, W. Montgomery, İslâm Nedir (trc. E. Rıza), 2. Baskı, İstanbul 1993
YAZAN, Ümid Meriç, Cevdet Paşa’nın Toplum ve Devlet Görüşü, 3. Baskı, İstanbul 1992
YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dîni Kur’an Dili, I-IX;İstanbul 1960
YEKEN, Fethi, Çağdaş Dâvetin Problemleri, Konya 1979
YILDIZ, Fahreddin, “İslâmın İstediği İnsanlık Seviyesine Ulaşmak”, Altınoluk Dergisi, Sayı:110, Nisan 95, ss. 22-23
ez-ZEBİDİ, Ebu’1-Abbâs Zeynuddîn Ahmed b. Ahmed b. Abdullatîf eş-Şercî ez-Zebîdî, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh (trc. Ahmet Naim-Kamil Miras), I-XII Ankara 1976
1 Bu çalışmaya daha önce başlamış ve bu noktaya kadar getirmiştim. Genişletmek ve geliştirmek inşaallah nasib olur.
2 Tebliğ özeti, (Sosyal değişmeler ve Dînî Hayat) içinde, ss. 126
3 YIZDIZ, Fahrettîn, ”İslam’ın istediği insanlık seviyesine ulaşmak”, Altınoluk, S:11O, Nisan 95, ss.22, 23.
4 ÖZTÜRK, Kemal, ”Değişen Sosyal Yaşam”, Kitap Dergisi, S:69, Ağustos 95, ss.9-12.
5 el-Alvânî, Taha Cabir, Çağdaş Düşünce Krizi, ss.25-29.
6 VOLL, J. Obert, İslâm Süreklilik ve Değişim, C. II, ss. 298.
7 A. g. e. , ss. 301.
8 NASR, Seyyid Hüseyin, İslâm’da Düşünce ve Hayat, ss. 44-46.
9 VATANDAŞ, Celaleddin, Tevhid ve Değişim, ss. 140.
10 VOLL, J, Obert, İslâm Süreklilik ve Değişim, ss. 303, C. II
11 ELİAÇIK, İhsan, İslam ve Sosyal Değişim, ss. l56.
12 SAİD, Cevdet, Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları, ss. 23.
13 ŞENER, Sami, ”Sosyal Değişmenin Dînî Hayata Etkisi”, (Sosyal Değişme ve Dînî Hayat)içinde, ss. 97
14 OKUMUŞ. Ejder, Kur’ân’da Toplumsal Çöküş, ss. 22-23.
15 OKUMUŞ, Ejder, Kur’an’da Toplumsal Çöküş, ss. 24.
16 SAİD, Cevdet, Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları, ss. 25.
17 ŞENER;Sami, ”Sosyal Değişmenin Dînî Hayata Etkisi”, (Sosyal Değişme ve Dınî Hayat)içinde, ss. 99
18 SIRMA, İhsan Süreyya, t’Soşyal Değişme ve Dînî Hayat”, (Sosyal Değişme ve Dınî Hayat)içinde, ss. l3-21.
19 el-ALVÂNÎ, Taha Cabir, Çağdaş Düşünce Krizi, ss. l0-12.
20 VATANDAŞ, Celaleddin, Tevhid ve Değişim, ss. 8.
21 SAID, Cevdet, Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları, ss. 34.
22 YAZAN, Ümid Meriç Cevdet paşa’nın Toplum ve Devlet Görüşü, ss. 54
23 ERDOĞAN, Mehmet, ”İslâm Hukukunun. Hayatiyeti ve Ahkam Değişmesi”, Bilgi ve Hikmet D. , S:7, ss. 36
24 ERDOĞAN, Mehmet, ”Sosyal Değişme ve İslâm Hukûku”, {Sosyal Değîşme ve Dınî Hayat)içinde, ss. 30
25 OKUMUŞ, Ejder, Kur’an’da Toplumsal Çöküş, ss. 36-47.
26 SAİD, Cevdet, Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları, ss. 139.
27 el-ALVANÎ, Taha Cabir, Çağdaş Düşünce Krizi, ss. 13.
28 ERDOĞAN, Mehmet, ”Îslâm Hukükunun Hayâtiyeti ve Ahkâm Değişmesi”, Bilgi ve Hikmet D. , S:7, ss. 36-37
29 SIDDIKÎ, Mazharuddin, Kur’an’da Tarih Kavramı, ss. 32.
30 ÇAKAN, İsmail L, Hadislerle Gerçekler, CiltI, ss. l59.
31 KARAMAN, Hayreddin, ”Tecdîd’den İslâmcılığa”, İzlenim Dergisi, S:19, Mart 95, ss. 14.
32 OKUMUŞ, Ejder, Kur’an’da Toplumsal Çöküş, ss. 82-101.
33 A. g. e. , ss. 141-101.
34 SAİD, Cevdet, Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları, ss. 147-155.
35 13/Ra’d 11, bk. 8/Enfâl 53, 9/Tevbe 39, 14/İbrâhim 19-20, 24/Nûr 55, 35/Fatır 16, 47/Muhammed 38, 70/Meâric 40-41 vd.
36 48/Feth 23, bk. , 6/En’âm 34, 115, 10/Yünus 64, 17/İsrâ 77, 33/Ahzâb 62, 35/Fâtır 43 vd.
37 HULUSİ, eI-Hac Ahmed, Ahter-i Kebîr, md:ğ-y’de ğyr. ;MUTÇALI, Serdar, el-Mu’cemu’1-Arabiyyi’1-Hadîs, Arapça-Türkçe Sözlük, ğyr maddesi; MAKSUDOĞLU, Mehmet, Arapça-Türkçe Öğretici Sözlük, tğyr md. ; TOPALOĞLU, Bekir-KARAMAN, Hayreddin, Arapça-Türkçe Yeni Kâmus, ğyr md.
38 ELİAÇIK, İhsan, İslâm ve Sosyal Değişim, ss. 237-242.
39 OKUMUŞ, Ejder, Kur’an’da Toplumsal Çöküş, ss. 84-88.
40 MAKSUDOĞLU, Mehmet, Arapça-Türkçe Öğretici Sözlük, İnklb md.; MUTÇALI, Serdar, el-Mıı’cemu’1-Arabiyyi’1-Hadıs, Arapça-Türkçe Sözlük, klb md.
41 26/Şu’arâ 227.
42 İBN DEYBE, Kütüb-i Sitte Muh. , Zühd, 1318
43 ELİAÇIK, Îhsan, İslam ve Sosyal Değişim, ss. 243-248.
44 5/Mâide 54
45 OKUMUŞ, Ejder, Kur’an’da Toplumsal Çöküş, ss. 94.
46 30/Rum 30; ez-ZEBİDÎ, Tecrıd-i Sarih, Cenaiz 80, 93;Kader 3 ; MÜSLİM, C. Sahıh, Kader 22-26 ; MALİK b.Enes, el-Muvatta’, Cenâız 52
47 OKUMUŞ, Ejder, Kur’an’da Toplumsal Çöküş, ss. 76.
48 8/Enfal 46
49 ÇAKAN, İsmail L. , Hadislerle Gerçekler, Cilt, ss. 39.
50 İBN DEYBE, Kütüb-i Sitte Muh. , Cidâl ve Mira 1 ; et-TİRMİZİ, Sünen-i Tirmizı, Tefsir Zuhruf (3250).
51 7/A’râf 34, 10/Yünus 49 ; OKUMUŞ, Ejder, Kur’an’da Toplumsal Çöküş, ss. 108-110
52 ERDOĞAN, Mehmet, ”Sosyal Değişme ve İslâın Hukûku”, (Sosyal Değişme ve Dîni Hayat)içinde, ss. 31-36
53 43/Zuhruf 13
54 2/Bakara 143
55 İBN TEYMİYYE, Sırât-ı Mustakîm, ss. 28-29
56 10/Yûnus 49, 7/A’raf 34 ; ez-ZEBİDİ , Tecrid-i Sarih, Cenâiz 80, 93 ; Kader 3 ; MÜSLİM , C. Sahih, Kader 22-26 ; MALİK b. Enes, el-Muvatta, Cenâiz 52 ; İBN DEYBE, Kütüb-i. Sitte Muh. içinde İbn Mace, Fiten 3994
57 el-BEHİY, Muhammed, Inanç ve Amelde Kur’arıî Kavrenlar, ss. l65
58 33/Ahzâb 72
59 İBN DEYBE, Kütüb-i Sitte Muh. , Zühd 1318
60 ez-ZEBÎDÎ, Tecrîd-i Sarîh, Cenâiz 666; Kader 2062 ; MÜSLİM, C. Sahîh, Kader 6, 8; İmare 158; et-TİRMİZÎ, Sünen-i Tirmizî, Kader 3
61 İBN DEYBE, A. g. e. , Fîten 4771 ; et-TİRMİZÎ, a. g. e. , Sıfâtü’1-Kıyame 2580 ; MÜSLİM, a. g. e. , Zühd 2961 (6)
62 30/Rûm 41
63 13/Ra’d 25, 26/Şuarâ 152
64 16/Nahl 33
65 6/En’âm 144, 29/Ankebut 68, 11/Hud 18
66 2/Bakara 251
67 22/Hacc 40
68 KARAMAN, Hayreddin, Türkiye’de İslâmlaşma ve önündeki Engeller, ss. l85-186.
69 ŞENER, Sami, “Sosyal Değişmenin Dînî Hayata Etkisi”, (Sosyal Değişme ve Diınî Hayat)içinde, ss. 113-115.
70 CANATAN, Kadir, ”Gelenek, Din ve Modernite”, Bilgi ve Hikmet Dergisi, Sayı:9, ss. 38-39 (71)YEKEN, Fethi, Çağdaş Dâvetin Problemleri, ss. 226.
72 KUTLUER, İIhan, ”İslâm, Asrî Zamanlar ve Entegrasyon”, İzlenim D. , S:20, Nisan 95, ss. 29.
73 el-ALVÂNÎ, Taha Cabir, ”Çağdaş İslâmî Hareketlerde Eksik Boyutlar”, İslâmi Sosyal Bilim. D. , S:3, ss. I05.
74 DOĞAN, Mehmet, “İnsan-Kültür ve Türkiye’de Kültür Meselesi”, (Sosyal Değişme ve Dını Hayat)içinde, ss. 80.
75 el-ALVÂNÎ, Taha Cabir, “Çağdaş İslâmi Hareketlerde Eksik Boyutlar”, İsl. Sosyal Bilim. D. , S:3, ss. 108
76 BULAÇ, AIi, “İslâm ve Gelenek’, Bilgi ve Hikmet Dergisi, S:9, ss. l7-21
77 YEKEN, Fethi, Çağdaş Dâvetin Problemleri, ss. l51-159.
78 AKDOĞAN, Yalçın, ”Müslüman Aydın Çağın Dindarı ve İhyâcısıdır”, Bilgi ve Hikmet D. , 5:l2, ss. 117-118.
79 YEKEN, Fethi, Çağdaş Davetin Problemleri, ss. 86-94, 184, 206
80 KUTLUER, İIhan, “İslâm, Asrı Zamanlar ve Entegrasyon”, İzlenim Dergisi, S:20, Nisan 95, ss. 29
81 24/Nür 55
82 ABDULBÂKÎ, M. Fuad, el-Lü’lüü ve’1-Mercân, İmâre 33(1251)
83 39/Zümer 18