Bu kimin milliyetçiliği?
Mehmet Beydemir
25 Ocak 2013 Cuma
İmralı görüşmeleriyle başlayan olumlu havanın yoğun bir şekilde tartışıldığı, üzerinden analizler geliştirildiği bir atmosferin içerisindeyiz. Sürece olumlu katkılarda bulunan siyasi parti ve sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra, süreci sabote etmek isteyen siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının varlığı da kuşkusuz gözardı edilemez.
İktidar partisinin sürece dönük vermiş olduğu olumlu sinyallere bugünlerde bir yenisi daha eklendi. Geçtiğimiz grup toplantısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, İmralı görüşmeleriyle başlayan çözüme dönük çalışmalarına dair açıklamaları gündeme bomba gibi düştü. Özellikle de süreci baltalamaya çalışan odaklara karşı takındığı sert tavır oldukça anlamlıydı.
Milliyetçi ve ulusalcı camiaya verdiği mesajlar şöyleydi:
“Allah bütün meleklere, Hz. Adem'e secde edilmesini istediğinde Şeytan, 'Ben Adem'den hayırlıyım. Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın' dedi. İşte ırkçılık budur, böyle başlamıştır. Irkçılık asabiyet; asabiyet ise şeytandandır. Irkını, kavmini, kafatasını övmek, onunla böbürlenmek diğerlerini aşağılamak şeytandandır.”
“Eğer istikbali, acılar ve acıların sebep olduğu farklılıklar üzerine inşa edersek, şeytan ve şeytanın izinden gidenler kazanır, biz ise kaybederiz. Onun için istikbali, ortak değerlerimiz, kaynaklarımız, ortak tarihimiz üzerine inşa edeceğiz. Şeytan ve şeytanın izinden gidenler kaybedecek, inşallah tek bir millet olarak, kardeş olarak kazanan biz olacağız.”
Peki, Başbakan Erdoğan’ın asabiyet vurgusu ne anlama geliyor?
Dindarların milliyetçilikle imtihanı…
Türk-İslâm sentezinin yoğun olarak gündeme geldiği 80’li yıllara baktığımızda, o dönemde ortaya çıkan siyasi ve sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri ve kendilerini ‘dindar’ olarak niteleyen kanaat önderlerinin söylemleri, bu meselenin henüz dindarlar tarafından da çözümlenemediğini ortaya koyuyor.
Milliyetçiliğe ve millet kavramına dair zihin karışıklığını henüz orta yerde dururken, Kürt meselesi üzerine çözüm arayışları da tabiatıyla sekteye uğruyor.
Böylesine hassas bir mevzuyu nasıl selamete kavuşturabiliriz?
Kendimizi milliyetçi-dindar olarak tanımlayıp, kardeşliğe ve hakeza barış ortamın tesisine engel mi olacağız?
Geçmişte yaşanılan acılar, yitirilen yıllar bize bir şey fısıldıyor, bunun farkında mıyız?
Yıllardır mü’minlerin gönüllerini tarumar eden ‘milliyetçi’ söylem ve eylemlere karşın, tutunmamız gereken yol ve yöntemler neler olmalıdır?
Peki doğru bilgi nerede? Ve biz neden bu kadar uzağındayız?
Milliyetçilik tarihi nerede başlıyor?
Milliyetçiliğin tarihine dönük okumalara giriştiğimizde, dindarlar özelinde eleştirel katkılarda bulunan birkaç isimle karşı karşıya kalıyoruz. Bu isimlerden biri de Metin Karabaşoğlu’dur.
Kur’ân ve Risale-i Nur külliyatı üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanınan yazar Metin Karabaşoğlu’nun yıllar önce kaleme almış olduğu (ve bugünlerde gözden geçirilmiş yeni baskısıyla tekrar okuyucusuyla buluşan) “Kalbimizin Baharı: Kur’ân Okumaları 1” isimli eserinde, herkesin merak ettiği bir soruyu yöneltiyor: “Milliyetçiliği kim başlattı?”
İşte Metin Karabaşoğlu’nun ilgili yazısından dikkat çekici kısımlar:
…
Herşey ‘üstünlük’ vehmiyle başlamıştır. İblis “Ateşten yaratılan, çamurdan yaratılandan üstündür” diye bir zan üretmiştir. Onu kibire sevkeden, o kibirle Sâniinin emrine isyana yönelten, sonuç itibarıyla onu kâfir kılan budur: Allah’ın yarattıkları arasında, kendi kafasınca bir ‘altlık-üstlük’ sıralaması yapma. İkisi de Allah’ın mahluku olan ateş ile toprak arasında bir üstünlük ayrımına girme. Kendisinin yaratıldığı ateşin topraktan üstün ve hayırlı olduğu felsefesi geliştirerek, kendisini Âdem’den üstün tutma. Ve, en önemlisi, kendisini Âdem’den üstün görme uğruna, Allah’a kusur ve noksan izafe etme. Kendisini insandan üstün görebilmek için, Allah’ın bazı şeyleri mükemmel biçimde yaratamadığı vehmini üretme.
Bütün bir tarihin en keskin ayrımının düğüm noktası, işte buradadır.
…
Bizler ‘ateşçi’ değiliz. Çünkü ateşten değiliz. Üstelik, herşeyi yakıp yandırarak ademi ve yok oluşu hatırlatan ateş bizi biraz da ürkütüyor.
Keza, ‘toprakçı’ da değiliz. Nedense, ayağımızın altındaki toprak, bize de hakir gözüküyor.
Ama içimizde yine de ‘üstünlük’ şeytanları dolaşıyor. Sözgelimi, pek çok insan, her nasılsa ‘Türklük şuuru ve gururu’ taşıyarak yaşıyor. Başkaları başka bir ırkın şuur ve gururunu taşıyor. Öyle veya böyle, içinde kendisinin yer aldığı milliyeti, içinde kendisinin bulunduğu devleti, ırkı, şehri ve aileyi yücelten; onu diğerlerinden ‘üstün’ gören milyarlarca insan bulunuyor.
Ve tüm bu yüceltmeler, içinde aynı ortak noktayı barındırıyor: BEN!
Ait olduğum milliyet, içinde ben olduğum için üstün oluyor. Ait olduğum şehir, ben oralı olduğum için, dünyanın en iyi insanlarını barındıran en güzel şehir oluyor. Ait olduğum toprak parçası, dünyanın en güzel yeri oluyor. Şu yeryüzünde, bizden iyisi, akıllısı, mükemmeli bulunmuyor!
Oysa, şeytanla ilgili Kur’ân âyetleri, tam da bu düğümü açıyor. Kendini merkez edinen, herşeye kendine göre ‘altlık-üstlük’ biçen, Allah’ın yarattığını dahi kendi ekseninde bölen, parçalayan ve sonunda küfür adına yutan bir tavra dikkat çekiyor. Kur’ân, kendine bir kibir imkânı sağlamak için Allah’ın yarattığına noksanlık izafe eden, bunun ardından ‘ene’ şirkine kapılarak Saniine isyan eden, o isyanında inat ederek hakikati örtmeye, yani ‘küfr’e saplanan İblis örneğinde, bizi bekleyen büyük bir tehlikeye karşı hepimizi tekrar tekrar uyarıyor. Allah’ın varlığını kabul ediyor olsak bile, kendimizi eksen alıp pekâlâ putlar dikebileceğimizi; işin dosdoğru inkârdan değil, kibir ve şirkten başladığını gösteriyor. Bu minvalde, ‘atalarını yücelten’ müşrikleri, kendilerini ‘seçilmiş’ tutan Yahudileri, malı üstünlük vesilesi kılan şükürsüz zenginleri, evlatlarının sayısıyla övünen babaları... şiddetli tokatlarla uyarırken, İblis’in düştüğü çukura bizim de düşmemizin ne denli muhtemel olduğunu öğretiyor. Kendimizi, ait olduğumuz aileyi, milliyeti, sosyal sınıfı... putlaştırma; pis bir nefsanî gurur uğruna Allah’ın mülkünü bölüp parçalama, O’na kusur ve noksan izafe ederek sonuçta tamamen küfre ve isyana düşme tehlikesine dikkat çekiyor.
İlk insan Âdem’di ve insanlık Âdem’le başladı; bunu hepimiz biliyoruz. Âdem ise bir kul ve peygamberdi; Onu yaratan Rabbine uyarak yaşadı—ne kendini ‘üstün’ gördü, ne de buna göre felsefeler geliştirdi. ‘Üstünlük’ iddiasına dayalı tüm fikir ve ideolojilerin, meselâ milliyetçiliğin, ırkçılığın, sosyalizmin, aristokrasinin, elitizmin, burjuvazinin, sülaleciliğin, halkçılığın, devletçiliğin... ilk adresini bulmak için başka birinin ismini kaydetmek gerekiyor.
Kur’ân, milliyetçiliği de, elitizmi de... başlatanın, bütün derdi kendini yüceltmekten ibaret olan İblis olduğunu bildiriyor.
-----------------
(Metin Karabaşoğlu, Kalbimizin Baharı: Kur’ân Okumaları 1, ss. 84-86.)
Kaynak:
http://www.moralhaber.net/din-ahlak/karabasoglu-bu-kimin-milliyetciligi/