· İslam’da cariye var mı?
CARİYELİK CAHİLİYENİN DEĞERİDİR
ELİAÇIK: Cariye o günkü Arap toplumunda vardı fakat İslam’da yok. Aynı şey “kölelik”, “çok eşlilik”, “kadını dövme”, “kadını erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmış bilme” vs. için de geçerlidir. Bunlar Kur’an’ın indiği toplumun yaygın gelenekleriydi. Sahabenin çoğu da bunları yapıyordu. Fakat Kur’an böylesi bir topluma hitabederek dönüştürücü bir işlev üstlendi. Kadınların durumunu iyileştirmeye yönelik birçok reform başlattı. Cariye olduğu söyleniyor, yanlış… Köleliğin kaldırılmadığı söyleniyor, yanlış… Kadının dövülmesinin emredildiği söyleniyor, yanlış… Çok eşliliğin tavsiye edildiği söyleniyor, yanlış… Bütün bunlar Kur’an’ın daima mağduru ve mazlumu koruyup kollayan ruhundan bihaber yaklaşımlardır. O günkü toplumda mağdur kadınlardı, o halde Kur’an’ın bütün kadın-erkek ilişkilerini düzenleyen ayetleri mağdur olan kimse ondan –o toplumda kadınlar- yanadır. Bu benim için bir tefsir ilkesidir ve hiç şaştığını görmedim. Cariyelik de böyledir.
KUR’AN’DA CARİYELİKLE İLGİLİ AYETLER
Kur’an’da geçen “meleket eymanuhum” kavramını “cariyeleri” olarak yorumlayanlar yanılıyorlar. Bu kavramın cariye manasına yorulması hem beyhudedir hem de Kur’an’ın ruhundan habersiz olmak manasına gelir. Şu halde birçok meal ve tefsirde “cariye” olarak yorumlanan bu kavrama baktığımızda “Sağ ellerinizin sahip olduğu” anlamana geldiğini görürüz. Bu deyimle iki mana kastediliyordu:
1. Veli, şahitler vb. meşru şartları yerine getirerek nikâh sahibi olmak
2. Savaş sonucu esir kadınlara sahip olmak…
Yani ister hür ister esir böyle “meşru nikâh sahibi olmadan” hiç kimseyle evlilik ilişkisine girilemeyeceği anlatılmak isteniyor. Çünkü “Sağ elin sahip olduğu” deyiminden maksat nikâh mülkiyeti veya nikâh sahibi olmaktır. Zira bu tabir henüz savaş ve esir kadın ele geçirmenin söz konusu olmadığı Mekke dönemi ayetlerinde de geçmektedir (70/30).
Bu kavramın maksadı insanları zinadan menetmek ve yeni bir nikâh bulunmaksızın veya eğer kadın memluke (esir, köle) ise nikâh sahibi olmaksızın onlarla cinsi temasta bulunmaktan men etmektir. Allah bunu “sağ elin sahip olduğu” ile ifade etmiştir. Çünkü “sağ elin sahip olduğu” hem nikâh ile evlenilen kadınlar hem de mülk olarak sahip olunan kadınlar hakkında söz konusudur.
Demek ki savaşta esir alınan kadınlar, mübadele (esir değişimi) veya serbest bırakma söz konusu değilse, siyasi olarak esaret altında olurlar fakat onlarla cinsel ilişkiye girilemez yani “cariye” yapılamaz. Bunun için her normal kadınla yapıldığı gibi ayrıca nikâh kıyılması gerekir. Buna ise “eş” denir. İslam vicdanı her ne şekilde olursa olsun “nikâhsız” ilişkiye cevaz vermez.. Fakat Arap toplumunun o günkü yapısı buna direndi, hala da direniyor.
HZ. PEYGAMBER’İN CARİYESİ YOKTU
Bu çerçevede Hz. Peygamber’in iki tane cariyesi olduğu görüşü de doğru değildir. Çünkü bunlardan ilki Reyhane, Medine’deki Yahudi Kurayza kabilesine mensup bir hanımdı. Bu kabile ile yapılan savaş sonunda esir düştü. Hz. Peygamber Reyhane’yi önce serbest bıraktı sonra da evlenme teklif etti. O da kabul edince nikâh kıyarak evlendi.
Mariye ise babası İranlı, annesi Yunan Mısırlı Hrıstiyan bir hanımdı. H. 7 yılda Hz. Peygamber’in İslam’a davet mektubuna bir yazı ile karşılık veren Mısır Kralı tarafından gönderilmişti. Hz. Peygamber’in Reyhane’ye yaptığını ona da yaptığı anlaşılıyor. Çünkü Kur’an içlerinde Mariye’nin de olduğu Hz. Peygamber’in hanımlarından ayırdetmeksizin “Ey peygamber eşleri” diye bahseder. Başka bir tabir kullanmaz. Mesela şu ayette adı geçen hanım Mariye idi.
“Ey peygamber! Eşlerini memnun etmek için Allah’ın serbest bıraktığı şeyi niçin kendine yasaklıyorsun? Allah çok bağışlayıcıdır, sevgi ve merhamet kaynağıdır. Allah yeminlerinizi bir çözüme bağlamayı istemektedir.” (Tahrim; 66/1-2).
Eğer Mariye cariye olsaydı, onu kendine haram kılma (tahrim) söz konusu olmazdı. Bu nedenle birçok müfessirin bunun bir boşama (talak, zıhar) olup olmadığını tartıştığını görüyoruz. Tahrim, talak, zıhar vs. ise nikâh sorumluluğu altındaki “eşler” için geçerlidir. Buradaki eş ise Hafsa, Aişe ve Zeynep ile aynı statüde olan Mariye idi. Dahası Mariye, Hz. Peygamber’in tek erkek evladı olan İbrahim’in annesiydi. Cariye statüsünde olması bu açıdan da mümkün değildir.
Genellikle “cariyeleri” diye çevrilen deyimin geçtiği ayetlerin meali, bu durumda, örneğin Muminun suresinin girişinden örnek verelim şöyle olmak icab eder:
“Onlar iffetlerini koruyanlardır. Yalnızca eşleri yani meşru şekilde sahip oldukları ile birlikte olanlardır. Çünkü bu ayıplanacak bir şey değildir. Kim bunun ötesini ararsa, onlar da haddi aşanlardır.”
Ayet “Yalnızca eşleri veya cariyeleri ile birlikte olanlardır.” değil; “Yalnızca eşleri yani meşru şekilde sahip oldukları ile birlikte olanlardır” manasına gelmektedir.
Şu ayet ise, esir alınarak köle yapılan ve böylece evlilik dışı nikâhsız cinsel ilişki kurulabilen kadın demek olan “cariye” uygulamasına yol olmadığının apaçık delilidir:
“Hür mümin kadınlarla (muhsanât) bir yuva kurmaya güç yetirecek durumda olmayanlarınız, savaşta esir alarak sahip olduğunuz (ma meleket eymânukum) iman etmiş kadınları düşünebilir. Allah imanınız ile ilgili her şeyi biliyor. İman edenler artık birbirinin can yoldaşıdırlar. Şu halde onları namusuyla yaşamaları şartıyla, ailelerinden izin alarak ve mehirlerini vererek nikâhlayın.” (Nisa; 4/25)
Dikkate edin, düpedüz ailesinden izinli, mehirli, normal (meşru) evlilikten bahsediliyor. Rızası olmadan, izin alınmadan, mehir verilmeden, nikâh kıymadan, sırf savaşta elime esir düştü diye kadıncağızı cariye yapmak bunu neresinde? Her şeyden önce bu Kur’an’ın ruhuna ve vicdanına ters.
Peki, bugün bir savaş olsa ve Müslümanların eline erkek ve kadınlardan oluşan yüzlerce, binlerce esir düşse, özellikle kadın olanlarına ne yapmak lazım gelir?
GELENEKTE CARİYELİK UYGULAMASI
ELİAÇIK: Eskiden (ihya çağları) üretilen cariye fıkhına göre; ganimet olarak askerlerin mülküne birer ikişer verilip cariye yapılırlar. Ancak bu rastgele ve kuralsız bir şekilde de olmaz. Cariyenin önce hamile olduğunun anlaşılması için bir ay bekletilir. Cariyeye sadece efendisi dokunabilir. Efendisinden çocuğu olursa artık başkasına satılamaz ve efendisi ölürse azat edilir. Efendisinden başka birisiyle evlendirilirse cinsel hakları evlendiği adama geçer ve fakat mülkü efendisinde kalmaya devam eder. Hür eşlerdeki dört sınırı cariyelerde gözetilmez. Eğer efendisinden çocuğu olmazsa alınıp satılabilir. Cinsel ilişkide kullanılmaları için askerlere rasgele dağıtılamaz.
Bunlar geçmiş çağlarda (ihya çağlarında) üretilen ve esir kadınların aşama aşama topluma kazındırılmalarını amaçlayan iyileştirilmiş kölelik hukukudur. En azından Roma veya Sasani kölelik uygulamasından daha insaflı olduğu söylenebilir.
Ancak bu uygulama kendi döneminde olumlu işlevler görmüşse de artık bir anlamı kalmamıştır. Kur’an’ın öngördüğünün bu olduğunu söylemek de mümkün değildir. Bu konuda geçmiş çağlar boyunca üretilen fıkıh, Kur’an’ın runuhu yakalamaktan uzaktır. Müslümanlar, tarihin ve insanlığın kendilerinden beklediğini yapmamışlar, ellerindeki Kitap’ın gerisine düşmüşlerdir. Hadi iyi niyeti elden bırakmayalım; o günkü insanlık şartlarını aşmaya güçleri yetmemiştir.