Kur’an mı? Bilim mi?
Ziyaüddin SERDAR
Çeviren: Abdürrahim Gül
Bugün çağdaş bilimin gücünden ve sahte göz kamaştırıcılığından aşırı derecede etkilenmiş bazı müslümanlar, düzmece bilimsel keşiflerin ışığında Kur'an'ın sıhhatini ispatlama çabasın dadırlar. Böyle bir girişim, alabildiğine tehlikeli ve zararlıdır. Bu, Ebedî Kelâm'ı, fâni bir bilgi seviyesine getirmenin yanı sıra, batı biliminin yolsuzluklarına da bir mazeret sağlamaktadır
.
Bulletin of the Islamic Medical Association of South America, Nisan 1985 sayısı manşetlerinde son derece şaşırtıcı bir keşfi ilan ediyordu: "Kanadalı Bir Bilimadamı İnsan Embrilojisi Hakkında Kur'an'a ve Hadislere Destek Sağlıyor." Hikaye bir doktorun, Toronto Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Bölümü Başkanı Dr. Keith Moore'un, vahiy ile gelişken anatomi bilimi arasında varolduğunu keşfettiği "mutlu izdivacı" anlatıyordu bize. Moore'un "yedinci yüzyılda söylenmiş bu sözlerin bilimsel tutarlılıkları beni şaşırttı. Müslümanlar, bu sözlerin Allah'tan gelen vahiyler olduklarına inanmakta alabildiğine haklıdırlar" dediği yazılmaktaydı.
Keith Moore ne bulmuştu da müslüman doktorlar, bilimadamları ve alimleri bu denli heyecanlanmışlardı? Moore'un "Kur'an ve Hadis'te İnsan Embriyolojisinin Parıltıları" adını taşıyan yazısı önce Yedinci Suudî Tıp Toplantısı'na sunuldu. Ondan bu tarafa da yazı Africa Events (Mayıs, 1985) te dahil birçok yerde tekrar tekrar basıldı. Kısaca yazı, ceninin gelişimini anlatan ayetlerle ve bu ayetlere klinik veriler ve konu ile ilgili kitaplardan getirilen örneklerle Kur'an'ın ağzından çağdaş biyoloji bilimini anlatmaktadır. Meselâ "Doğrusu biz insanı, az miktarda karışık bir sudan yarattık." (76/2) mealindeki ayet Moore tarafından az sayıdaki spermin, dişi gamet ve beraberindeki folikular sıvı ile karışması,,
ya da erkek ve dişiye ait cinsel salgılar şeklinde yorumlanmaktadır. Karışık damla, tamamlanmış yumurta, nüfuz eden sperm sonunda, embriyonun habercisi zigotu oluştururlar. Tıpkı şu ayetteki gibi: " Andolsun biz insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu bir nutfe olarak sağlam bir karar yerine koyduk. Sonra nutfeyi alakaya çevirdik, alakayı bir çiğnemlik ete çevirdik, bir çiğnemlik eti kemiklere çevirdik, kemiklere et giydirdik; sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah, ne yücedir!" (23/12-14) Moore bu ayetlere bakarak 28 günlük embriyo benzeri şekillenebilen bir cisim alarak üzerine dişlerinin izlerini çıkarttı. Bu çiğnenmiş et parçası sanki embriyonun diş izlerine benzeyen uzunlamasına parçalarıyla karbon kağıdıyla çıkartılmış bir parçası idi. Daha sonraki incelemeler altı haftalık bir embriyoda kemiklerin şekillenmeye, kasların onlara bağlanmaya başladıklarını göstermektedir. Yedinci haftada kemikler embriyoya bir insan şekli kazandırmaktadırlar. Kulaklar ve gözler dördüncü hafta ile birlikte biçimlenmeye başlamakta, altıncı haftada yani zigotun oluşumundan 42 gün sonra gözle görülür bir hale gelmektedir. Moore bize tüm bu olanların Kur'an'da anlatılanlarla uygunluk içinde olduğunu söylemektedir.
Bütün bunlar neyi ispatlamaktadır? Bunlar Kur'an'ın İlâhî kaynaklı oluşunu teyid mi etmektedirler? Ya da bunlar bize yalnızca Kur'an'ın bilimsel 'gerçeklerin' bulunduğu bir hazine sandığı olduğunu mu söylemektedirler? Böyle bir girişimin işlevi nedir?
ilk bakışta, modern bilimi Kur'an ile eşitleyerek meşrulaştırmak veya Kur'an'ın bilimsel gerçeklikleri ihtiva ettiğini göstererek ilâhî bir kitap olduğunu ispatlamak için yapılan bu girişimler zararsız, hatta övgüye değer girişimler gibi görünmektedirler. Ne var ki, böylesi metodlar, müslüman bilim adamlarınca sık sık yapıldığı gibi zayıf bir temele dayanıldığında tehlikeli olabilmektedir. Samimi olsalar bile, gayri müslim bilim adamlarınca da sıkça yapıldığı gibi, bilinçli olarak işlendiğinde bu metodlar zararlı sonuçlar doğurabilmektedir. Kur'an'ı bilim ile karşılaştırma sonucunda varılan sonucun iki yönü vardır: 1400 yıl önce vahyedilen Kur'an'da sözü edilen gerçekler ve teoriler çağdaş bilim tarafından desteklenirse Kur'an'ın ilâhî yapısı teyid edilmiş olmaktadır. (Aradığımız gerçekten teyid ise.) Öbür taraftan baktığımızda da modern bilimin gerçekleri ya da teorileri Kur'an'da bir yansıma bulursa, modern bilim Kur'an'ın sahip olduğu aynı evrensel ve ebedî geçerliliği elde etmiş olmaktadır. Benim bunlara karşı söyliyeceklerim fazlaca karmaşık değil. Bu yazının sonlarına doğru bunlar ayrıntıları ile ortaya konulacak, ancak şimdilik bir hidayet olan Kur'an'ın dışarıdan herhangi bir kaynağın teyidine ihtiyacı olmadığını söylemeyi yeterli görüyorum. Müslümanlara göre Kur'an, a priori olarak geçerli ve ebedîdir. Kur'an'ı Bilim'e anlattırmak gibi bir girişim, ebedî Kitap'ı bilimin kölesi durumuna getirmekte, bilimi . ise neyin Gerçek, neyin Gerçek dışı olduğunu belirleyecek bir hâkim seviyesine yükseltmektedir. Böyle bir girişim daha da ileride bilimsel teorilerin tarafsız, evrensel ve sonsuza dek geçerli oldukları efsanesini güçlendirmektedir. Bunun da ötesinde bilime, Kur'an'ın mecazi ve sembolik ayetlerinden dayanaklar getirme çabası, kıyas yoluyla akıl yürütmeyi sınırlarının ötesine çekmekte ve sonuçta ortaya saçma sonuçların çıkmasına, hatta bazı yazarların Kur'an'ın amaçladığının tam tersi sonuçlara varmasına sebep olmaktadır. İşte bu özür dileyici tavrın (mazeretçil-ğin) en kötü şeklidir.
Özür dileyici bir tavır takınan (mazeretçi) müslüman yazarlar Kur'an'ın son derece bilimsel ve modern olduğunu ispatlamaya çalışırken cümlelerine Kur'an'ın bilgi edinmeye ve aklı kullanmaya -ki gerçekte de öyledir- büyük önem derdiğini söylemekle başlarlar. Hemen hemen Kur'an'ın sekizde birini oluşturan 750 ayet müminleri tabiat üzerine çalışmaya,düşünmeye, aklı en iyi şekilde kullanmaya, bilimsel girişimi sosyal hayatın bir parçası yapmaya teşvik etmektedir. Buna karşın hukukla ilgili ayetlerin sayısı yalnızca 250'dir. Bundan başka bu yazarlar Kur'an'ın hepsi de hemen yakınlarda yapılan buluşlar ve gelişmelerle desteklenen bilimsel gerçek ve teorilerden söz etmekte olduğunu vurgularlar.
Kur'an'a bilimsel meşruiyet kazandırmaya çalışan bu tür özür dileyici (mazeretçi) edebiyat, altmışlı yılların başlarına dek gider. İlk risalelerden biri Kahire'de ortaya çıktı: Muhammed Cemaleddin el-Fendi tarafından yayınlanan Kur'an'daki Kozmik Ayetler Üzerine adlı risale. (İslâmî İşler Yüksek Kurulu, 1961). Öyle görünmektedir ki el-Fendi'nin, o günlerde (1950'lerde) ortaya atılan astronomik keşiflerin ve bilimsel teorilerin Kur'an'da bahsi geçtiğini ispatlayarak yenmeye çalıştığı onulmaz bir aşağılık duygusuyla başı dertte idi. Kur'an'ı "bilimsel ifadenin en güzel bir örneği" olarak görmekteydi. (Oysa bu iddia, bilimsel ifadenin ideal şekli matematiksel denklem olduğu için desteksiz bir iddiadır. Kur'an'da ise kesinlikle denklem bulamazsınız.) Böylece el-Fendi, herhangi bir astronomik olaya işaret eden herhangi bir ayetten modern astronomik benzeşmeler ve karşılaştırmalar çıkarabilmektedir. Misal olarak: "Gökleri, görebileceğiniz bir direk olmadan yükselten Allah'tır." (13/12) ve "... ne de gece, gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir felekte yüzmektedirler." (36/40) meallerindeki ayetlerden el-Fendi şu sonuçları çıkarmaktadır: Gökyüzünü, başımızın üzerindeki boşluğa verdiğimiz isim olarak tarif edersek, o zaman bizi saran tüm kâinat, yeryüzünü çevreleyen gezegenlerle dolu uzay, güneş ve ister bizimkinde isterse diğer galaksilerde olsun uzayın derinliklerindeki başka yıldızlar, hepsi bu kelimenin kapsamına girmektedirler. Tüm bu ağır yapılar kendi yörüngelerinde hareket ederler. İşte gökyüzü budur. Allah tarafından yaratılmıştır ve uzaydaki her bir parça azametli yapıları içinde bir yapıtaşına benzemektedir. Gökteki bütün bu parçalar birbiri ardına dağılmışlar, daha sonra merkezkaç kuvveti ve evrensel cazibe gücü sayesinde göreli durumlarını kazanmışlardır. Bu cazibe ve merkezkaç kuvveti sütunlar olarak kabul edilebilecek daire benzeri yörüngelerde veya elipslerde oluşan devri daim tarafından oluşturulmuştur. Bizim bu güçleri gözlerimizle izleyemeyişimiz, bunların var olmadığı anlamına gelmez. Çünkü biz bunları bilebilir ve özelliklerini doğru olarak ortaya koyabiliriz, içimizden birisi, normal olarak sahip olduklarımızdan başka bunları kavramak için uygun bir duyguya sahip olacak olsa, bunları (güç tünellerini) bizim maddî yapıları normal duygularımızla hissettiğimiz gibi hissedecektir." (p. 21-22)
El-Fendi bununla da kalmaz ve işi, atmosferin ayette geçen direk olarak kabul edilebileceğini, yedi rengiyle küçük direkler oluşturan ışığın kendisinin, sözü edilen direk olabileceğini iddia etmeye kadar götürür. El-Fendi, diğer ayetlerde kızıl devlerin, beyaz "cücelerin, esîrin(?) varlığının, gezegenlerin gelişiminin ve big bang teorisinin kanıtlarını bulmaktadır. Dahası da var, el-Fendi'ye göre, Kur'an diğer gezegenlerde hayat olduğunu söylemekte, bilim de bunu desteklemekte imiş. Aralarında şu ayatlerin de bulunduğu birçok ayet sıralamakta: "Senin Rabbin yerde ve göklerde olanları en iyi bilendir." , "Yerde ve göklerde olanlar O'na teslim olmuşlardır." daha sonra, diğer gezegenlerdeki canlı yaratıkların neye benzeyebileceklerini açıklamaya girişmektedir. (Burada yazarın bilimden mi, yoksa Kur'an'dan mı yola çıkarak bu sonuçlara vardığı pek açık değildir.). "Gezegenimiz dışında yaşaması muhtemel yaratıkların yapılarını belirlemeye çalışacak olursak, ki bunu yapmalıyız, bu durumda tabiatın her ne şekilde olursa olsun çok farklı yapılar ortaya koymayacağı yolundaki tahminimizi olumsuz olarak etkileyecek düşüncelerden kaçınmalıyız. Bu düşünceye uygun olarak, bu yaratiklar bizlerle şu özellikleri paylaşırlar:
1 Vücut, iç kısımda bulunan ve sert bir maddeden yapılmış iskelet yapısı ile ayakta durmaktadır.
2 - Bir ana sinir merkezi (beyin) ve vücut yöne timinin diğer parçaları ile merkezin haberleşimini sağlayan bir ağ (sinirler) sistemi bulunmaktadır
3- Beynin içinde bulunduğu en iyisinden, güvenle hareket eden, ya vücudun ön veya üst kısmında bulunan bir muhafaza vardır.
4- Hareket için, yaratığın üzerine oturduğu ayaklar.
5- Beslenme ve konuşma için bir ağız..."
Tüm bunlar yalnızca bilgideki yetersizliği göstermemektedir. Bu düpedüz, Kur'an'ı alaya almak demektir. Ancak öteki birçokları ile karşılaştırıldığın da el-Fendi yine de oldukça aklı başında görünmektedir.
Pakistanlı bir noropsikyatrist olan Azizu'l-Hasan Abbasi Kur'an ve Ruh Sağlığı (Karaçi, tarihsiz) adlı kitapçığında, Kur'an'da şeker, verem, mide ülseri, romatizma, eklem iltihabı, kanbasıncı, astım, dizanteri ve felç gibi hastalıklar için önerilen modern tedavi yollarını bulabilmektedir.
Geçtiğimiz yıllarda, bilime ve İslâm'a karşı yöneltilen bu karşılaştırmacı yaklaşım bir Fransız cerrah, Maurice Bucaille tarafından meşrulaştırıldı. Kitab-ı Mukaddes, Kur'an ve Bilim (Seghers, Paris, 1976; North American Trust Publication, India-napolis, 1978) adlı eseri, müslümanların büyük aşağılık duygulan içinde okudukları önemli bir kitap oldu ve Arapça, Farsça, Türkçe, ve Urduca'dan Endonez diline dek hemen hemen tüm müslüman dillerine çevrildi. Bucaille bu kitabında "kutsal kitapların modern bilginin ışığında'' ayrıntılı ve kapsamlı bir analizine girişir. Kitap dört ana konu üzerinde yoğunlaşır: astronomi, yeryüzü, hayvanlar ve bitkiler alemi; ve insanın üremesi. İzlenilen yöntem iyi belirlenmiş bir yöntemdir: önce bir ayet verilir, daha sonra bu ayete bilimsel bir yorum getirilir.
Bucaille yazdıklarında daha tarafsız olmaya çalışır ve Kur'an'in vahyedildiği dönemde haberdar olunmayan, hatta, Hz Peygamber döneminde yaşayan insanların bildiklerine ters bilimsel verileri içinde bulundurduğunu söyleyebilmenin zorluğunu duyar. Ayın ve güneşin yörüngeleri, suyun devri daim çemberi, üremenin safhaları hakkındaki ayetleri, malum açıdan değerlendirdikten sonra şu sonuca varır: "Kur'an kesinlikle, alabildiğine sağlam bir şekilde tesis edilmiş çağdaş bilgiye ters tek bir iddiada bulunmadığı gibi sözünü ettiği konular da, indiği zaman toplumda cari olan konular değildir. Bunun da ötesinde, Kur'an'da sözü edilen birçok hakikat, günümüze gelinceye dek keşfedilememiştir. Bu satırların yazarı hakikaten çok sayıdaki bu gerçeği, Fransız Tıb Akademisi önünde 9 Kasım 1976'da "Kur'an'daki Fizyolojik ve Embriyolojik Bilgi" adlı lbir metinle sunmuştur. Bu bilgi, farklı konulardaki birçokları gibi, çağlar boyunca değişik bilimlerin tarihleri hakkında bildiklerimize karşı gerçekten bir meydan okuyuştur. Çağdaş insan, bilimde yanlışın barınmadığını düşünürken, 'Müslüman müfessirler' de Kur'-an'ı bir Vahiy Kitap'ı olarak kabul ederken tam bir mutabakat içindedirler. Bu Allah'ın hatalı bir şey söyleyemiyeceği düşüncesinin ifadesidir
.
Tabii Kitab-ı Mukaddes modern bilim böyle sıkı bir eleştirisi ile hiç karşılaşmadı. Bucaille'in Kitab'ı Mukaddes hakkında vardığı açık ve kesin sonuç; "Kitab'ı Mukaddes'te bilimsel yanlışlıkların bulunmadığını kabul etmek imkansızdır." olmuştur. Aslında bütün bunlar düşünen bir kafaya Müslümanların Allah'ın Kelamı olarak Kur'an'ın hiçbir yanlışı kendinde barındırmayacağına, Kitab'ı Mukaddes'in ise, bugünkü haliyle gerçek ilâhi vahiy olmadığına inandıklarını söylemektedir.
Ancak Bucaille'in durduğu yerde Bucailism işi devam ettirmektedir. Son yıllarda yapılan birçok çalışma, Kur'an'da daha çok bilimsel gerçeğin ve teorinin delillerini arama çabası sergiledi. Mesela Şamsu'1-Hak, "Kur'an'da izafiyet teorisinin ve kuantum mekaniğinin kaynağını" ve big bang teorisini destekleyecek deliller bulabildi. ("Kur'an ve Modern Kozmoloji" İslam Dünyasında Bilim ve Teknoloji 1 47-52 (1983) M. Manzuri Huda, biosferin gelişimi teorisini, yeryüzündeki hayatın su çevrimini ve hatta yerdeki jeolojik gelişme teorisinin savunusunu Kur'an'da bulabilmektedir ("Yaratılış ve Kozmoz", Islâmî Bilimsel Düşünce ve Bilimde Müslümanların Başarıları, Uluslararası Islâmî Politikada Bilim Konferansı zabıtlarından, Isla-mabad, 1983, Sayı 1, s. 96-113) Kur'an'daki embriyoloji sahası da Moore dışında baştan sona birkaç defa keşfedilmiştir.
Bütün bu bilimsel verilerden ve bir sürü teoriye destek sağlanmasından sonra, öyle görünüyor ki Kur'an hiçbir şeyi dışarıda bırakmamıştır. Bu Hidayet Kitab'ında bilimsel denklemlerin unutulmadığını gösterme işi de Reşad Halife'nin istatistiksel analizine düşmüştür. (Kur'an Mucizesi, Islamic Productions International, St. Louis, Missouri, 1973) Halife dikkatini huruf-u mukattaa (bazı sûrelerin başında bulunan harfler) üzerinde yoğunlaştırmış ve bunların sayılarını bir bilgisayara depolamıştır. Bunlar Elif(A), Ha(H), Ra(R), Sin(S), Sad(S), Ta(T), Ayn('A), Qaf(Q), Kaf(K), Lam(L), Mim(M), Nun(N), Ha(H), ve Ya(Y)'dır. Buna ilaveten 114 sûrede bulunan harf ve bu surelerdeki ayet sayısı da bilgisayara verilmiştir. Daha sonra Halife bu bilgilerle bu 14 harfin yüzde değerini (percentage value) ve Kur'an'ın tamamında bu harflerin ortalama sıklık (average frequency) sayısını hesaplamaktadır. Ta-Ha, Ta-Sîn ve Ya-Sîn gibi sûre başlarında birden çok olarak bulunan harflerin, 114 sûrenin tamamında mutlak sıklık (absolute frequency) sayıları, bu sıklığın oranını ve her bir sûredeki ayetlerde bu harflerin ortalama kaç kez bulunduğu da hesaplanmıştır. Son olarak Halife, Kur'an'daki tüm sûreleri, hurûf-u mukattaanın mutlak sıklık sayısına göre azdan çoğa doğru sıralamış ve bu 14 değişik harfin surelerdeki sıklık oranlarını hesaplamıştır. Sonuçta Halife ne bulmuştur? Hurûf-u mukattaa ile başlayan sûrelerde, en çok kullanılan harfler sûrenin başındaki bu harfler olmuştur.
Meselâ: Kâf Sûresinde, Kâf harfi diğer sûreler-dekinden daha çok geçmektedir. Ya da mesela, Kur'-an'ın başka hiçbir sûresinde nun harfi, bu harfle başlayan Kalem Sûresinde olduğu gibi üç bakımdan da değeri en yüksek olan harf olmamıştır. Dört Mek-kî, iki Medenî Sûrenin başında bulunan Elif-Lâm-Mîm harflerinin incelenmesi, bu dört Mekkî Sûrenin söz konusu harfleri bulundurmak bakımından ilk sırayı aldığını göstermiştir.
Bütün bunlardan nasıl bir sonuca varacağız? İşte Halife'nin kendi sözleri: "Hurûf-u Mukattaa bize Kur'an'daki her kelimenin hatta her harfin dikkatle hesaplandığını göstermiştir. Kur'an'ın kendisi Hûd Sûresinin ilk ayetinde bu gerçeği açıkça belirtmektedir... Bu harflerin özel olarak bu şekilde yerleştirilmeleri, Kur'an'daki harflerin dağılımı konusunda çok ileri düzeyde bir bilginin varlığını ispatlar. Hiç kimse böylesi bir bilgiye bir insanın, herhangi bir insanın ulaşabileceğini kabul edemez.
Bu söylenenleri somut, elle tutulur bir sonuca götürmek amacıyla bilgisayara, birinin Kur'an gibi, matematiksel bir kontrol altında yazılmış bir kitap oluşturabilmesi için özel yerlere yerleştirilmesi gereken harf sayısını bulması istendi. Kur'an 114 Sûreden oluşmakta idi ve 14 harf özel bağlantılara göre yerleştirilmişti. Çok iyi bilinen bir matematik formüle göre bu durumda işleme katılan harf sayısı şu şekilde gösterilir: 11414. Bu da, 626.000.000. 000. 000. 000. 000.000.000 (626 septilyon) eder ve bu değer bu günün son derece gelişkin bilgisayarları dahil bütün yaratıkların gücü dışındadır. Bu sayıya baktığımızda Isrâ (gece yürüyüşü) Sûresinin 88 âyetindeki ilâhi ifadeyi hemen anlarız. (Deki: Andolsun, eğer insanlar ve cinler şu Kur'an'ın bir benzerini getirmek üzere toplamalar, yine onun benzerini getiremezler. Birbirlerine sırt verip yardım etseler de...) Üstelik bu sayı, harflerinin anlamlı cümlelere konulmadığı halde elde edilen bir sonuçtur. Matematiksel olarak dağıtılmış bu harfleri anlamlı cümlelere yerleştirmek ise, tamamıyle ayrı bir iştir.
Bu analiz ışığında Halife, sûrelerin sıralanışının vahiyle tespit edildiğinin, mekkî olsun medenî olsun sûrelerin vahyedildiği yerlere göre yerleştirilmesinin doğru olduğunun ispatlanabileceğim belirtmektedir.
Sûrelerdeki âyetlerin bölünüşünün vahiyle bildirildiğini söylemekte ("her bir âyete düşen ortalama değer Kur'an'in tamamında görülen önemli bir özelliktir.") Tevbe Sûresi dışındaki sûrelerin tamamında besmelenin bu sûrelerin ayrılmaz bir parçası olduğunu yalnızca Tevbe Sûresinde besmele bulunmayışının, hatta bazı kelimelerin değişik şekillerde okunuşun matematik bir özellikten ileri geldiğini söylemektedir.
Tüm bunlar, bilgilerimiz toplamına birşey katmamaktadır. Ancak Kur'an'in hakikatlerini matematiksel "gerçek" ile eşit duruma getirmekte, Kur'an'ı çağdaş bir veri kaynağı gibi göstermekte ileri noktalara ulaşmaktadır. Bu noktadan sonra ulaşılacak mantıkî sonucu Kur'an'ın zorunlu olarak bilimsel bir kitap gibi takdim edilmesi olacaktır. Nitekim Afzalu'r-Rahman (Kur'ânî Bilimler, The Müslim Schools Trust, London 1981) bizi zorla bu noktaya götürdü. Kur'an'ı anlayışı gibi, bilim hakkında da ancak anaokulu çocukları kadar bilgisi olan Rahman şunları söylüyor: " Kur 'an bilimsel, akılcı; bilimadamlarının olduğu kadar sıradan insanların da ilgisini çeken üslubuyla maddî dünyanın ve onun ötesindekilerin tam bir görüntüsünü sunar." Yazar, ortaokul seviyesinde fen bilgisi derslerinde okutulan, ısıdan, ışıktan ve sesten elektriğe kadar hemen hemen bütün konuları Kur'an'da bulmakta ve bunları Kur'an'dan uygun iktibaslarla uzun bir liste halinde sunmaktadır. Sanki kitap okullarda okutulsun (ve belki de) geleceğin müslüman bilimadamlarını yetiştirsin için yazılmış!
Bucaillizm'e kalan son şey, kurumlaştırılıp, okulların ders programlarına girebilmektir. Bu amaca ulaşmak için Muhammed Abdu's-Sami ve Müslim Seccad, (Islâmî Açıdan Tabii Bilimler Ders Programı Planlaması, Institute of Policy Studies, Islamabad, 1983) bir plan geliştirmişlerdir. Buna göre okul kitaplarının fizik, kimya, biyoloji ve zooloji bölümleri Kur'an'ın ilgili ayetlerini de içermelidir. Fakat Pakistanlı bu iki bilim adamı Rahman'dan farklı olarak bazı problemleri önceden görebilmektedirler. Meselâ: Evrim teorisine karşı nasıl bir tavır alacağız. "Bu teori temelde Allah'a inanmayanlara akılcı bir meşruiyet kazandırmayı amaçlamaktadır.'' Belki de, kim bilir bilimde Kur'an'ın bize söylediklerine tam olarak uymayan birkaç nokta vardır!
Bucaillizm psikolojik olarak belli bir mesaj taşıdığı için, özellikle yaşlı neslin bilimadamlarını, âlimlerini ve entellektü ellerini kendine çekmişti. Bu, bir taraftan onların Kur'an'a ve İslâm'a olan imanlarını güçlendirirken, diğer taraftan da, batı biliminin üstünlüğüne ve evrensel geçerliliğine olan inançlarını sağlamlaştırdı. Onların saflığı Candide'in şu sözleri ile çok güzel bir şekilde dile gelmektedir: "Âlemlerin en iyisinde, her şey iyidir".
Bucaillizm'in berab
erinde taşıdığı tehlikeler çok büyüktür. Bir kere şaşılacak derecede tuhaf bir teoloji geliştirdiği açık bir gerçektir: Bilim tümüyle Kur'an'da bulunduğu için, Kur'an'ı bilimsel açıdan şöyle bir çalışmak her şeyi ortaya koyacak, yeni teorilerin ve buluşların ileri sürülmesine sebep olacaktır. Evet Kur'an'ın tabii olaylara bazı işaretlerde bulduğu açıktır. Ne varki bu onun bilimsel bir ders kitabı olduğu anlamına gelmez. Bu ancak ve ancak ilim peşinde koşmaya teşvik içindir. Bilgi Kur'an ile başlar, ama Kur'an ile bitmez.
Ancak daha da önemlisi, bilimi Kur'an ile aynı seviyeye getirmekle, Bucaillizm, bilimi kutsallar arasına sokmakta, İlahî Kelâm 'ı batı biliminin onayına maruz bırakmaktadır. Kur'an'ın modern bilimin desteğine hiç de ihtiyacı olmaması bir yana, Bucaillizm, Kur'an'ı, Popper'in yanlışlanabilirlik kriteri ile karşı karşıya getirmeklerdir: Bilimsel bir gerçek Kur'an ile mutabakat halinde olmasaydı ya da Kur'an'da sözü edilen bir mesele modern bilim tarafından yalanlansa idi, bu takdirde Kur'an'ın yanlış olduğu ispatlanacak, Bucaillizm'in İncil ve Tevrat için yaptığı gibi hesap dışı mı bırakılacaktı? Bugün revaçta olan ve Kur'an'ın desteklediği bir teori yerine yarın tam tersi bir teori konulsa idi ne olacaktı? Bu, Kur'an'ın bugün geçerli olduğu ama yarın geçerliliğini yitireceği anlamına mı gelecek?
Bundan başka, bilimi kutsal bilgi seviyesine çıkarmakla Bucaillizm, bilime yöneltilen eleştirileri de geçersiz hale getirmektedir. Kur'an'da ilim peşinde koşmak üzerinde önemle durulması sebebiyle müslüman bilim adamlarının çoğu modern bilime karşı hürmet duyguları beslemektedirler. Bucaillizm, bu saygıyı yeni bir düzeye getirmektedir: Bilimle uğraşan tüm bir nesil, bilimi yalnızca İyi ve Doğru olarak kabul etmemekte, aynı zamanda bilime karşı tenkitçi ve şüpheci bir tavırla yaklaşan herkese saldırıya geçmektedirler. Daha da fazlası, faydalı olduğuna evrensel boyutlarda inanılan bir bilim anlayışı, onları başbelası bir kaderciliğe götürmektedir: Mademki bilim evrenseldir ve bütün insanlığın hayrınadır, eninde sonunda müslüman toplumlara girecek ve onların ihtiyaçlarını giderecektir!
Bilim Gerçek'in peşinde değildir; ve onun 'keşifleri' ve 'gerçekleri* Kur'an ayetlerinin sahip olduğu geçerliliğe sahip değildirler, olamazlar da. Bilim, bir problem çözme girişimidir: Belli bir paradigma, belli bir dünya görüşü içinde bir metod, bir problem çözme fekniğidir. Evrim teorisi nasıl, Abdu's-Sami ve' Seccad'ın belirttikleri gibi Allah inancını yıkmak için bir girişim ise, çağdaş sistem içinde bilim de tabiatı ve insanı kontrol altına alma ve onlara egemen olma çabasıdır. Bacon, "tabiat sırlarını işkence ile teslim eder" dediği zaman, baskı ve işkenceyi çağdaş bilimin ayrılmaz ve meşru parçası kılmıştı. Bilim bugün varolduğu ve uygulandığı şekliyle belli bir kültürü ve onun dünya görüşünü egemen kılmak için düzenlenmiştir. Kur'an ayetlerini çağdaş bilimin ağzından okumak onun aslî yapısını ve üslûbunu değiştirmez.
Bilimsel Metod'un büyüleyici bazı tarafsızlıklar taşıdığını kabul etmek, insafsız bir aldatmacadır. Peşin hükümlerden uzak bir gözlem sadece safsatadan ibarettir. Algıladığımız herşeyi dünya görüşümüz ve kültürümüz içinden süzerek algılarız. Bilimadamla-n hemen hemen her zaman, gözlemlerini kendi düşünceleri ve önyargılarına göre oluştururlar. Yalnızca gözlemler değil, ama deneyler de kültürel bir boşluk içinde var olamazlar. Bunlar bir dünya görüşünün kavram tablosu içinde oluşturulmuş bir teoride bir anlama ve öneme sahiptirler ancak. Bir teoriyi, matematiksel alan içine yerleştirmek, onu modern bilimin değer alanına girmekten kurtarmaz.
Tam tersine, matematik öyle bir yapıdadır ki, onun bilim aracılığıyla tabiata uygulanışı tamamıyle bir raslantı sonucu olmuştur. Oklit'in geometrik nazariyeleri de dahil, matematik nazariyeler, a priori olarak analitiktirler. Bu şu demektir: Bu nazariyelerin yerleri yalnızca ' nazariyenin konusunun analizi ile belirlenmiştir. Bir artı birin iki etmesi, bir artı bir iki eder prensibine uyduğu için bu şekilde kabul edilmiştir. Bazı teorilerin matematiksel olarak ifade edilmeleri, bilimsel bir uygunluk meselesidir. Tabiat kanunları matematik formüllerle ifade edilmiş göklere silinmez mürekkeple baştanbaşa yazılmış değildir. Bu formüller laboratuarlarda, enstitülerde tükenmez kalemlerin uçundan çıkmıştır,
Üretilmiş bu kanunların ve teorilerin bazılarının Kur'an'ın söyledikleri ile uyum içinde olmasının bir önemi yoktur. Sözünü bile etmek yersizdir, bunun. Kur'an ilim aramaya belli bir değerler yapısı içinde teşvik eder. Bu değerlere tüm dikkatimizi yoğunlaştırmalı, bilimsel girişimlerimizi onlara göre şekillendirmeliyiz. Yalnızca bu değerleri canlı gerçekliğe kattığımızda Kur'an'a karşı dürüst olabilir, ona karşı görevlerimizi yerine getirebiliriz.