KUR’ÂN’IN CİDDİYE ALINMASI
Mehmet YOLCU
KUR’ÂN’IN CİDDİYE ALINMASI ANLAŞILMASI ve YAŞANMASI (KOLAYLIKLAR ve ZORLUKLAR)
I-I. Kur’ân’ın En Önemli Hususiyetleri
Kur’ân üzerine konuşmak hayatta karşılaştığım en zor işlerden biridir. Eğer mutlaka konuşulacaksa o zaman ilk kuşak ile birlikte düşünülmelidir. Zira Asr-ı Saadeti sağlıklı biçimde önce zihnen tasavvur etmek sonra onu sağlıklı biçimde tasvir etmek de İslâm Dinini anlamada meselenin nirengi noktasını oluşturmaktadır. Bunun yanında elbet evren, hayat, insan, toplum gibi temel pek çok konuyu doğru okumak, doğru algılamak ve tutarlı biçimde değerlendirmek de, gerçekten önemli meseleler arasında yer alır.
Kur’ân, Müslüman için hayatın her alanında etkili rol oynayan bir rehber ve esaslı bir düstur makamındadır. Bütün müminler için Kur’ân, Yüce Allah’ın insana verdiği rahmetin en harika biçimidir. En derin hikmet orada ifadesini bulmuştur. En içli edebiyat bu kitapta dile gelmiştir. Kur’ân tarafından belirlenen Müslümanlık ise, bir ırk, renk, bölge veya çağ için değil, her insan ve millet için en doğal, en uygun dindir. O, mutlak anlamda insanlık dinidir. Mukaddes bir kaynaktan gelmesi ve çok mübarek olması Kur’ân’ın esaslı vasfı veya en belirgin niteliği değildir. Kur’ân’ın hususiyeti, İnsanlık için en geçerli inanç sistemi, en uygun ahlak ilkeleri, en uyumlu ibadet edimleri, insani edebiyatın en şaheser numunesi olmasıdır.
İnsan, aile ve cemiyet için önerdiği ahlak sistemi ve bunda yer alan ahlaki değerlerle bütün insanlığı ıslah etmeyi hedefleyen istikameti ve normları ile sergilediği hayat gerçekten insan onuruna en uygun ve en yakışır hayattır. Cemiyet, aile ve fert ancak bu norm ve değerlere bağlı kalarak ve onları içselleştirerek mutlu olabilir. İki dünya saadeti ancak onun tarafından belirlenen istikamette ilerlemekle elde edilebilir. Ülke ve devletler de ancak onun koyduğu esaslı saygı ve hukuk normlarına bağlı kalarak dünyada rahat yüzü görebilir, mensup ve müntesiplerine sadece onun sayesinde huzur ve güven temin edebilir, insanları özgürlük ve güvenlik içinde mutlu yaşama imkânına yalnız onunla kavuşturabilirler.
Sadece Müslümanları etkilemekle kalmamış olan Kur’ân, dünyanın tamamına bir şekilde tesir etmiştir. Neredeyse bütün dünyayı dünya görüşü, hayat tarzı, ahlaki, sosyal ve hukuki normlar, siyasi ve askeri güçler, dine dayalı inanç ve düşünceler konusunda bilinen herhangi bir olay veya gelişmeden çok daha köklü biçimde etkilemiştir. İlk önce kendi muhataplarını dağınıklık ve bölgesellikten kurtarıp mümtaz bir millet yapmıştır. Onların öncülüğünde kıtalara yayılan bir düşünce ve inanç toplumu oluşturmuştur. Getirdiği bilgi ve bilinç normlarıyla duyarlı bir merak ve özgür, bağımsız bir araştırma ruhunu uyandırmıştır.
Kur'ân'ın verdiği haberler, hem insanlığın geçmişini aydınlatmış, işe yarar tarafını ibret ve ders olacak biçimde özetlemiş, hem de geleceğe ışık tutmuştur. Yakın gelecek ve uzak gelecek hakkında verdiği esaslı bilgiler insanlığın istikbalini karanlık olmaktan çıkarıp gözlerinin önünde yaşayan bir hakikat haline getirmiştir.
Kur’ân’dan uzak düşen zelil olur. Cemiyette değersiz görülen insanlar Kur’ân ile değer kazanır. Sıradan bir insan Hakka secde ederek yüce mertebeye eren bir insan olur. Yüce Kur’ân’ın apaçık ayetlerinden ders alan, ders okuyan insan, Hakk’ın huzurunda kendini efendi saymaz; O’na gönülden bağlı, içi O’nun sevgisiyle dolu bir emirber neferi olmayı en büyük şeref kabul eder. Yüce Allah karşısında fakrını, aczini idrak etmek, insanı küçültmez. Ona gönül veren bir derviş bir kilime oturur, ama ondan ibaret değildir.
Aşk korkuya peçedir, korku da aşka perde,
Allah’tan nasıl korkmaz, insan O’nu sever de…
İnsanı insan yapan Kur’ân, dilde bir kılıç gibi sallanan Kur’ân değildir. Koltukta saklanan Kur’ân değildir. Mübarek gecelerde şakıyan bir bülbülün dilinden dökülerek icra-i sanat edilen bir makam değildir. Kur’ân’ı lafza indirgeyen, sesten ibaret bir makama dönüştüren, kuru bir metin gibi çözmeye çalışan Onunla dirilemez, Ondan hayat bulamaz. Kur’ân ona umut, ikbal, emel olamaz. Bu eğilim veya yaklaşım onu bir çiğ tanesi yapar, yerlere serer onu.
Kur’an ancak tüm gücüyle kendini hasbi olarak Ona verene açılır, sadece aklını ve gönlünü ona teslim edene hayat verir; yalnız Onu canından aziz bileni aziz kılar. Mutlak yürekli olanları yüreklendirir. İnsan olmak, Müslüman olmak isteyen Kur’ân’a sarılmalıdır. Kur’ân’a dalan kişi kendini bir hareket içinde bulur. Müslüman insanın varı yoğu Kur’ân ve Hikmet’ten ibarettir. Varlığı, saygınlığı ve kudreti ancak Ona dayanmakla mümkündür. İnsan ancak Kur’ân ile Yüce Allah karşısında gerçek ve gönülden sorumluluk ve duyarlılık bilinci elde edebilir.
Bir kalbim var ki benim, sevdiğinden burkulur:
Kahredenden ziyade, sevilenden korkulur…
Gözü arpalık veya samanlıkta olan er geç kurban edilir; kanı toprağa akar, diğer canlılara gıda veya yem olur. Hak nuru ile aydınlanan, içini hakikat ziyasıyla aydınlığa çeviren ise hayata hayat veren Yüce bir Kur’ân olur.
1. Kur’ân’ı Kur’ân Yapan Öncelikle Dilidir
İnsana yöneltilmiş bir mesaj olarak Kur’ân, en çok pürüzsüz dili, muhtevâsı, amacı ve yetiştirdiği insan kuşağı ile dikkat çekmektedir. Burada Kur’ân’ın ana temasına bir nebze dokunduktan sonra, onun yetiştirdiği insan kuşağını merkeze alıp onların temel vasfını betimlemeye çalışacağız. Böylece, dolaylı yoldan, bizde güdük kalan hususlara işaret etmiş olacağız.
Kur’ân-ı Kerim’in hususiyle hitap ettiği bedevînin ruhî, manevî ihtiyacıdır. Kur’ân’ın dış (zâhirî) yapısını daha iyi değerlendirebilmek için bedevî insanın muhîtini, mantık örgüsünü, ihtiyaç ve alışkanlıklarını nazar-ı itibara almak lazım gelir. Kur’ân’da kendine mahsus bir seci’ ve kafiye vardır ki bu, okuma-yazması olmayan göçebe insanın sert ruhunu kendine çeker ve onu kontrol altına alır. Kendisine takdim edilen şeyi, dikkatle ve uyanıklık içinde takibe zorlamak için birbiri arkasına onun ruhuna darbeler indiren âni değişmeler ve atlamalar yapılır; bu çeşit bir üslupta, hiç anlamasa ve söyleneni hiç tefekkür etmese de Kur’ân’ın ölçülü ve ahenkli metni monoton kalmadığından, insanın ekseriya daha çok takdir ve ilgisini çeker. Bir olaya veya bir telmihin içinde geçen şeye dikkati çekmek için ara cümle, îzâh ve ek açıklamalar yer alır. Gereksiz izah ve anlatımlardan kaçınmak için herkes tarafından bilinen belli vakalara sadece atıflar ve hatırlatmalar yapılır ki, bunlarda gâye, sırf bir tarihi gerçeği anlatmak değil, fakat ruhî-manevî alanda bir değişim meydana getiren üstün ihtiyaçlar için o tarihî gerçeği kullanmak ve sonuç olarak ancak doğmayı, yemeyi, içmeyi, uyumayı, üremeyi ve nihâyet ölmeyi bilebilen diğer canlılardan ve hayvanlardan kendini ayırabilme arzusunu insanda uyandırılabilmektir.
Hz. Muhammed, o devirde Arabistan’ın en büyük ve en zengin, en varlıklı şehirlerinden birinde doğup büyüyen bir kimse olmasına mukabil, Kur’ân-ı Kerîm, insanların en nasipsizlerine, göçebe ve bedevilere kendini arz etmeyi tercih etmektedir. Kur’ân’ı bu noktada kutlayalım. Kur’ân-ı Kerim’de Cennet, çölün bu biçare ve fakir insanlarının sahip olmayı arzulayacakları nimetler bakımından tavsif edilmiştir: Devamlı gölge, belli mevsimlerde kurumayan ve hemen toprak üzerine yayılıp akan, suları tatlı nehirlerle bezeli, meyveler ve her çeşit yiyecek ve içeceğin bol olduğu yer. Hayat ve mevsim şartları bakımından daha elverişli ülkelerde oturan insanlar, Allah’a daha fazla şükran borçludurlar; o kadar çok borçludurlar ki, onların bu dünyada şimdiden sahip bulundukları bu nimet ve imtiyazlar, şayet iman eder ve Allah’a karşı şükür içinde bulunurlarsa, onların ahiretteki nasipleri mükemmel olacak ve hak ettiklerinden hiçbir eksiltme olmayacaktır.
2. Kur’ân’ın Arapça Oluşu ve Kullandığı Üslup
En belirgin hususiyet olarak Kur’ân için söylenebilecek özelliklerin en başında dil gelir. Onun kelime, cümle ve üslubunda gözlenen fesahat, belagat, beyan, i’câz ve îcâz bu alanlarda en zirvede olanların, hatta düşmanlarının bile, sesini bir anda kesmiştir. Kur’ân müstesna bir üslupla inanç konularını, düşünmeyi, tefekkürü, akıl ve gönül meselelerini ele almıştır. Ne kadar habersiz veya muhalif olursa olsun, her kulak veren mutlaka onun tesirinde kalmıştır. Onu dinleyen mutlaka etkilenmiş ve onun sözleri karşısında adeta büyülenmiştir. İnsanın gönlüne ve ruhuna hitabı harikadır. Kullandığı üslup insanların gönüllerine ilaç gibi gelmiştir. Seçtiği kelimelerde, sözler ve ifadelerde gözetilen incelik, zarafet ve duyarlılık mükemmeldir. Sözün bağlamı ve akışı hiçbir yerde gelişigüzel değildir, aksine tüm söylenen tamamen edebi, mahirane, ahlaki ve vakur bir eda içinde söylenmiştir. Her sözün manası çift yönlüdür. İlk bakışta akla gelen manalar muhkemdir. Üzerinde durdukça, daha fazla derine daldıkça, daha da derine inen bir inci mercan kayalığını inceleyen denizci gibi, harika, ilginç, cazip manalar ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan onun söylediği sözlerin manaları, yorumları derya gibidir, sınırsızdır, tükenmez.
Sözlerinin yerli yerinde oluşu bambaşka bir dünyaya kapı aralar. Bunun için emek veren her uzman âlim tamamen farklı olmasa da, çok çeşitli değerli taşlar, cevherler, inciler, mercanlar derlemiş gibidir.
Bazen verdiği bir mesel, bir temsil o kadar harika biçimde oturmaktadır ki, değme gitsin. Kimi zaman sözün arasında verdiği bir haber öyle ilgi çekmektedir ki, insan bir anda kendini orada hissetmekte ve verilen haberin hayati önemi kişiyi esaslı biçimde sarsmaktadır.
Söylediklerinin zihinde tasavvurunu kolaylaştırmak, daha kalıcı olmalarını sağlamak ve etkili ders ve ibret alınsın diye verdiği harika kıssalar, öyle çekici bir öz taşımaktadır ki, onların akıbetini beklemek ayrılmak, kıssanın sonuna ulaşmak Onu elinden bırakmak mümkün olmaz.
Akıp Gelişi: Kur’ân’ın tümü bir anda bütün bir kitap olarak inmemiştir. Allah, daha tebliğ görevinin başında neşretmek ve insanları belirli bir hayat nizamına çağırmak üzere Hz. Muhammed’e (sa) Kur’ân’ın bir kopyasını da vermemiştir. Kur’ân, ana fikir etrafında mantıksal bir düzen içinde genişletmekten ibaret olan sıradan edebî bir eser değildir; zaten bu böyle bir eserin üslûbuna da uymaz. Nüzul ortamı bilinmeksizin Kur’ân’daki birçok konu tam anlamıyla kavranamaz. Belirli bir konuyu açıklığa kavuşturan sosyal, tarihsel veya diğer şartlar bilinmelidir; çünkü: Kur’ân, Allah’ın emri ile Resulü tarafından başlatılan İslâmî hareketin tebliğine uygun orijinal bir üslup kullanır.
Kur’ân’ın Üslubu: Kullanılan üslup gerçekten mükemmeldir ve insanı her yönden sarmaktadır; ruh, gönül ve akıl dünyasını olduğu kadar his dünyasını da kuşatmaktadır. Kur’ân’ın edebî üslûbu karşısında kaya gibi sert kalplerin bile adeta bir muma döndükleri çoğu zaman müşahede edilmiştir. Böylece insan, Kur’ân karşısında aklı ve düşüncesi açısından açık yürekli bir halet-i ruhiye içine girmektedir.
Gözüm, aklım, fikrim var deme hepsini öldür!
Sana çöl gibi gelen, O, göl diyorsa, göldür!
Kur’ân’ın ilk mesajları, sûreleri ve ayet grupları kısa ve anlam yönünden zengin cümlelerdi, hitap ettikleri topluluğun dil zevkine uygun olarak akıcı ve etkileyici bir ifade üslubuna sahip idiler. Bu edebî üslûp öylesine etkileyici idi ki, onların kalplerine kadar nüfuz etti; o kadar çarpıcı idi ki, güzelliği ve akıcılığı duyanların mutlaka dikkatini çekiyordu. Bu mesajlarda evrensel gerçeklerin anlatılmasına kalıcı ve etkileyici olmaları için ilk hitaplar, o topluluğun inanç, ahlâk, tarih, gelenek, âdet, ve kötü davranışlarına değiniyordu. Düşmanları onun etkili gücü ve cazibesine ancak yanıltıcı propaganda, haksız suçlamalar ve saçma iddialarla karşı koydular. Sıradan insanları O’ndan uzaklaştırmak için şüphe ve kuşkular yaymaktan başka çare bulamadılar.
Kur’ân’ın apaçık bir Arapça ile gönderildiği teslim edilmekle birlikte, kendine mahsus bir dili kullanım üslubu olduğu ve kullandığı kavramlara yeni anlamlar yüklediği de göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle birçok kelime, özellikle birkaç anlama gelen kelimeler, orijinal sözlük anlamı ile kullanıldığından değişik yerlerde değişik anlamlarda kullanılmıştır. Yani her kelime Kur’ân’ın her yerinde aynı anlamda kullanılmamıştır.
Kuran, Arapça söylenen sözlerin en güzeli, en tatlısı ve en harika olanıdır. Bu edebiyatın şaheseri sayılmıştır. Onun eşsizliği sadece bundan kaynaklanmaz. Kullandığı dil ve üslup yanında özünde barındırdığı düşünceler, ahlak ilkeleri, ibadet ve hukuk normları ile kendini insanlığını unutmamış veya insanlıktan çıkmamış herkese dinletmiştir. Böylece sınıf, statü, servet ve makam farkı gözetmeden çok insana iman yolunu açmış ve en sağlıklı delillerle onu göstermiştir. Tarihin tanıklığına bir nazar edildiğinde görülecektir ki, ona kulak veren her insan kendine gelmiştir. En büyük düşmanları bile kendi vicdanlarına yenilerek ona kulak verdiklerinde ondan hatırı sayılır biçimde etkilenmişlerdir.
Tüm incelik ve edebi üstünlüğün sıradan meallerle gerçekleşmesi beklenemez. Arapça kelimelerin Türkçe karşılığını koymakla bir meal yazılamayacağı artık idrak edilmelidir. Bu mealler çoğu zaman insanı, Kur’ân’ın tarih boyunca herkese meydan okuduğu kusursuz, pürüzsüz, eksiksiz bir söz olduğuna ve asla benzerinin meydana getirilemeyeceğine ilişkin iddiasından adeta kuşkuya düşürmektedir. Malumdur ki, cümlenin akışı kesildiğinde dilin edebi güzelliği de buharlaşmaktadır. Buna bağlı olarak insanlar, Arapça’nın fesahat ve belagatinden mahrum kalmakta; içinde fırtınalar kopmaz, tüyleri ürpermez, gözleri yaşarmaz, ruhu vecde gelmez bir halde Kur’ân okumak durumunda kalmaktadır.
Bu bağlamda Mevdudi: Kur’ân’ın her suresi, bir hutbedir/hitâbedir; arka planı, özel şartları vardır. Arka-planı ve nüzul sebebi ile sure arasında derin bir ilişki bulunmaktadır. Kur’ân diğer dillere çevrilirken serbest bir üslûp kullanmak suretiyle, Kur’ân’ın anlamı, sûrelerin arka-planı, nüzûl zemini ve zamanı ile ilişki kurulabilir; yoksa yapılan tercüme tamamıyla anlamsız kalacaktır, demektedir.
Bir düşünce, inanç veya hareket tarzını desteklerken veya tenkit ederken kullandığı basit, açık, güçlü deliller, fikir örgüsünün muhkem oluşu, muhatabını ikna etmek için kullandığı duyarlı, içten, hasbi, vakur üslup kelimenin tam anlamıyla eşsizdir. Kimi sözleri veya ifadeleri bazen tekrar etse de bunu kıvamında tutması, usandırma noktasına taşımaktan uzak durması, çok zamanlar kişisel gözlem ve deneye önemli atıflar yapması, düşünmeye ve aklını duyarlı biçimde kullanmaya teşvik etmesi de onun en belirgin niteliklerinden biridir.
Kur’ân muhataplarının ruh halleri tahlil edildiğinde gözlenmektedir ki, bu söz tüm Arabistan halkını görülmemiş bir şekilde etkisi altına almış ve kendisini en aşırı muhaliflerine bile dinletebilmiştir. Söz güzelliğini, kemalini ve ahengini görmezden gelen bir düşmanı bile nadiren ortaya çıkmıştır; o, kendini sözlerin en güzeli olarak kabul ettirmiştir. Kimi zaman Kur’ân dinlenmesin şeklindeki panik eseri talimatlar onun etkisinde kalmaktan korkma ve onu dinlemekten çekinme temeline dayanıyordu. Denebilir ki, eğer Kur’ân’ın bu cazip üslubu olmasaydı, Arapların kalplerini kolayca yumuşatması ve kalplerini fethetmesi mümkün olmazdı.
II. Kur’ân’ın Getirdiği Fikir Örgüsü
Kuran, insanın aklına, sağduyusuna ve en asil insani duygularına sürekli biçimde çağrıda bulunarak doğrudan insana hitap etmektedir. Nerede bulunursa bulunsun ve hangi ülke veya ırka mensup bulunursa bulunsun bu hitapta herhangi bir değişiklik olduğuna tanık olunmaz. Her zaman ve zeminde Kur’ân’ın gözettiği, daima temel inanç konularıyla ilgilenmek, ırka dayalı yapay engelleri ve aşırı milliyetçiliği ortadan kaldırmak, cemiyetin sosyal hayatında, kültürel değerlerinde, örf ve adetlerinde yer eden batıl, esassız ve boş inançları ayıklamaktır. İnsan ilişkilerine insani değerleri her yerde hâkim kılmak, servet, makam ve güce dayanan hak ve adalet düşüncesini temel insani haklar ve normlarla değiştirmek de yine Kur’ân’ın hedefleri arasında yer almıştır.
Eğer bir gönül Yüce Allah’tan gafil düşmüşse, onun Kur’ân nazarında bir değeri olmaz. İnsanın değeri gönlünde taşıdıklarındadır ve bu da mutlaka Alemlerin rabbi olmalıdır.
Bütün cevviyle, ecrâmiyle insan, târumâr olsun.
Nedir manası bir kalbin ki, âfâkında sen yoksun!
Kur’an’ın amacı bir kültür ve medeniyet oluşturmaktan çok, teosantrik bir hayat tarzı ortaya koymak ve bunu insanların gönüllerine, akıllarına ve günlük yaşantılarına yedirmektir. Gönüllere bir ateş düşürmek, şefkat ve merhamete dayalı bir iç dünyası kurmak, akıl, mantık ve fikir örgüsünü insaf, irfan, izan ve erdem kaynaklı bir düşünce etrafında yoğunlaştırmak, buna bağlı olarak cedel, tartışma ve polemikten sakınan bir atmosferi yakalamaya ve daima sükûnete ermiş bir ruh haliyle huzurlu biçimde algılama ve düşünmeyi, yorumlama ve çıkarımda bulunmayı telkin etmeye çalışmıştır. Düşünce ve duyguların yönünü imana havale etmiştir. Kur’ân nazarında iman bir volkandır; sürekli lavlar fışkıran bir yanardağ. Özünde ne kadar içi içine sığmasa da, ne kadar kaynayıp dursa da etrafına zarar veren bir magma tabakasının dışarıda sel halinde akmasına mani olur. Sıcaklık kontrollüdür. Akıntı kontrol altındadır. Sağına soluna hiçbir zararı olmayan bir ırmak gibi kıvrılarak akıp gider. Etrafını gövertir ve canlı cansız varlıklara faydalı hale getirir.
Kur’ân evrensel hakikatlerden, yaratılış yasası, ay, güneş, yeryüzü, yağmur, insan vs. gibi pek çok hakikatten söz eder ve onlarla insanı uyarmak ve kendisini bilinçlendirmek amacıyla onlara kimi zaman işaret eder.
İlk mesajlar arasında Kur’ân, eski âdetlerin cehalete dayandığını ve tamamen anlamsız ve saçma olduğunu ispatlar. Buna paralel olarak kâfirler, ahlâksızlıkları, kötü hayat düzenleri, cahiliye âdetleri, Hakk’ı inkâr etmeleri ve müminlere işkence etmeleri nedeniyle uyarılırlar. Bu ilk mesajlar, aynı zamanda evrensel olarak kabul edilen ve her zaman vahye dayalı medeniyetin temelini oluşturan ahlâkî ve hukuki normlar ortaya çıkar ve uygulanır.
Özcesi: Kur’ân, insana yalnız Allah’a kulluk yapmayı, yalnız O’na dayanıp sığınmayı ve yalnız O’ndan yardım dilemeyi önerir. Bu¬nun yanında temelde üç şey ile şeytan, nefs ve tağut ile mücadele et¬meyi emreder. Tüm peygamberlerin insanlara ve özellikle Müslüman¬lara önerdiği kurtuluş yolu budur. Kur’ân’ın bütün tanımlamaları ve gruplandırmaları bu merkezde şekillenir. Bu bağlamda numune-mi¬sal bir çalışma merhum Muhammed Bakır ed-Sadr tarafından yapılan "Kur’an Okulu" çalışmasıdır. Eğer bir Kur’ân okuması bu ana hattan bihaberse, sonuçta isabet şansını kaybeder. Kur’ân’a hayrı olmayan Kur’ân çalışmaları artık sırf bu isimden dolayı değer kazanma şansını kaybetmiştir. Anlaşılmıştır ki, İslam’a ve Kur’ân’a tamamen aykırı bir görüş ve düşünce de bu isimle sunulabilir. Özellikle günümüzde bu¬nun pek çok örneğine rastlamak mümkündür.
Bütünlük: Yüce Allah’ın muhatap aldığı insan, varlık, evren, hayat içinde onurlandırılmış, aziz kılınmış bir varlıktır. Toplum öz, yapı ve maya olarak aynıdır. Renk, ırk, coğrafya, güçlü-güçsüz, yöneten-yönetilen ve kadın-erkek ontolojik açıdan eşittir. Bu cinsten olan insan Allah nazarında sadece rûh ve bedendir. Onun için Kur’ân’ın önerdiği hayat, bütün halinde bir hayattır ve bu hayatın çok çeşitli cepheleri arasında egemen olan bir düzen ve nizam vardır. İnanç sistemi ile ibadetler, düşünce yapısı ile ahlak sistemi, hayat tarzı ile yasalar/hukuk arasında bir ahenk ve denge mevcuttur. Eğitim ile siyaset, hukuk ile iktisat, sağlık ile sosyal görevler daima bu yasaların mayasını taşımak konumundadır. Keyfî, imtiyaz kokan, adaleti zedeleyen, zulme yol açabilecek olan, fesada ve bozgunculuğa neden olabilecek bir yasamada bulunulamaz.
Kur’ân, kendini insan hayatının bütün görünüşlerine, dünyevî yahut rûhî, ferdî yahut içtimâî, bütün ülkelerde yaşayan her çeşit insana ve her zamanda olmak üzere bir rehber, bir yol gösterici olarak hasreder. Hükümet başkanı ve başkumandandan alelade bir vatandaşa ve sokaktaki herhangi bir insana kadar, herkes orada kendisini alakadar eden bir şey bulur. Kur’ân, bir hukuk ve kaide kaynağı olarak, bazı zulümlere uğramış kimselerden oluşmuş ilk İslam câmiasından, Atlantik Okyanusundan Pasifik Okyanusuna kadar hakimiyet kurduğu ve yeryüzünün tek ve muazzam imparatorluğu haline geldiği devreye kadar İslâm câmiasının bütün ihtiyaçlarını karşılamıştır. İşte bu câmia, inanç ve itikatları, ibadetleri, içtimâî hayatı, sosyal kanunları ve diğer ihtiyaçları ile ilgili her şeyi bu kitapta mevcut bulmuştu.
Genelde bütün Müslümanlar, Kur’ân’ın insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkarmayı amaçlayan bir Kutlu Kitap olduğu konusunda sözbirliği etmişlerdir. Kur’ân okuyan herkes, onun, her şeyden önce, insanların kalp ve düşüncelerini aydınlatmayı hedeflediğini fark eder. Kur’ân sayfaları arasında büyük bir aymazlık içinde dolaşmayan her insan, onun, idrak ve kavrayışları netleştirme, insan hayatını düzenleyen ve yönlendiren paradigmayı gün ışığına çıkarma hedefini güttüğünden emin olacaktır. Kur’ân, her bir ayetler demetinde, sağlam bir istikamet kazandırılmış akıl ve gönülle elde edilmiş ilim ve irfanı, hidayetin kılavuzu haline getirmeyi gaye edinmiştir.
Diyor Kur’ân: “Bilenler, bilmeyenler bir değil. Heyhât
Nasıl yeksân olur zulmetle nûr, ahyâ ile emvât!”
Buna karşılık bilinçsiz, basiretsiz ve ilimsiz tercih ve tavır almaların önünü almayı amaçlamıştır.
Sensin bize hasm-ı hakiki, seni öldürmeli evvel,
Sensin bize düşmanları üstün çıkaran el!
Değişik açılardan bakılarak birçok tanımı yapılabilecek ve bu açıdan hepsi de doğru sayılabilecek olan Kur’ân tanımlamaları, bize kalırsa, çok da önemli değildir. Önemli olan kavramlar ve sözler değil, onların arka-planında bulunan ve işin özünü oluşturan manalar ve onların hayata geçmiş halidir. İlle de bir tanımlamaya gidilmesi gerekirse denebilir ki: Kur’ân, yüce Allah’ın karanlıklardan aydınlığa çıkarmak amacıyla insanlığa gönderdiği önemli bir mesaj olarak tanımlanabilir. Yüce Yaratıcı’nın insana hakkı göstermek, hayır, iyilik ve doğruluğun anahtarını kavratmak için gönderdiği bir ana-mesaj niteliği taşıyan Kur’ân, sıra ile her insan, aile, cemaat ve toplumun saadetini ve huzurunu gerçek anlamda sağlayabilecek dinamik güce sahip yegâne kurtuluş kaynağıdır. Bir başka açıdan bakıldığında Kur’ân, insanlığın gerçek mürebbisi ve yaradılış amacını gösteren şaşmaz kılavuzu diye düşünülebilir.
Kur’an’ın üçte birinin Tevhid ile ilgili oluşu meselenin ciddiyeti, insan zihnindeki köklülüğü ve insanlık camiasındaki yaygınlığı ile izah edilebilir. Gerçekten de Risalet, kişi veya toplum olarak insana yeryüzündeki görevini, temel misyonunu hatırlatır; ona onur, mutluluk, özgürlük, gerçek iktidar ve efendiliğin yolunu gösterir. Ahiret, temelde akıbetle, cennet ve cehennemle ilgili olmakla beraber yine de dünya hayatındaki görevin hakkıyla yerine getirilmesine ciddi atıflarda bulunmaktadır. İbadetin ruhu, dil ve azalarla gerçekleştirilen birtakım amellerden çok, gönüllere Yüce Allah korkusu ve heybetinin kazandırılması ile onun lütfuna bel bağlanmasında somutlaşır.
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
Fazilet hissi, insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdân’ın
Ne irfanın kalır te’siri kat’iyyen ne vicdanın.
Kur’an, pek çok konuyu işlerken şeytana atıf yapar. Onu düşman olarak gösterir. Müslümanların da insanların da onu düşman bilmele¬rini tavsiye eder. Atalarınızı yoldan saptırdığı gibi sizi de hedefini¬zden alıkoymasın anlamında mesajlar verir ve bu minvalde telkinlerde bulunur. Kur’ân’ı, çağın değer yargılarına uydurmayı amaç edinmese de sonuçta bu kapıya çıkacak okumaları, Yüce Allah’ın çokça önem verdiği ve her amel ve iyiliğin nirengi noktası gibi tasvir ettiği takva ve ahiret bilinciyle bağdaştırmakta çok zorlanıyorum. Ruhu ve maya¬sı tanrıtanımazlık olan hatta O’nunla ve O’nun adına söylenecek her ne varsa hepsiyle gizli-açık bir savaş içinde olan bir uygarlık ve hayat tarzının ille de Kur’ân tarafından tasdik edilmesini beklemek veya bi¬rini diğerinin emrine vermek hiç de makul bir gayret gibi algılanamaz. Çağın durumuna gözünü kapamak ayrıdır; çağın ruhuna teslim olmak ayrıdır. Her ikisi de ne tasvip edilebilir ne de benimsenebilir. Çağın şartlarını görmek ama onları değişmez diye tanımlamaktan kaçınmak gerekir. Dönemin egemen değerlerini bilmek ama onlara teslim ol¬maktan sakınmak lazımdır. İnsanın azmini kıran mağlubiyet değil, teslimiyettir; mağlubiyeti kabul edip ruhunu teslim etmemeye azme¬denler için daima bir kurtuluştan söz edilebilir; teslim olan ise, yitip gider.
Kur’an okumalarının göz ardı etmemeleri gereken temel nosyonlardan biri de Yüce Allah’ın kimi zaman önemli atıflarda bulunduğu nefse yönelik açıklamalardır. İnsanın dizginsiz arzu ve istekleri anla¬mında ele alınması gereken nefsin, insan hayatı, zihni ve gönlü üzerin¬de çokça etkisi olmaktadır. Bu tesirlere karşı sağlam bir sığınak ve da¬yanağı olmayan insan, birtakım ayet mesajlarından yola çıksa da, onların özü, ruhu diye tanımlanabilecek temel amaç ve ana hedeflerine uzak düşebilir.
Kur’ân gibi temel bir mesajın her bir âyetinin doğru anlaşılabilmesi, insanın fonksiyonel bir etkinliği üzerine kurulu bir anlayışı gerektirmektedir. İnsan olmaksızın evrenin konumu ve algılanışı bir anlamda belirsizliğe ve bilinmezliğe mahkum olacaktır. Dolayısıyla insandan uzakta kalan ve onunla varoluşsal bir ilgi bağından yoksun bulunan her mesaj, nihai noktada insana ve topluma herhangi bir fayda sağlayamaz.
Bu nedenle denebilir ki: Kur’ân’ın hiçbir konusu, mesaj ve maksat bakımından insandan soyutlanamaz.
Gayrimüslimler Kur’ân-ı Kerim’in kaynağına ve geldiği Aziz Elçi’ye inanmadıklarından onlar için ayrı bir formatta bir çalışmaya ihtiyaç vardır. Burada Müslümanlar için Kur’ân’ın dil özellikleri ve üslubu ana hatlarıyla betimlenmiştir.
Bu makalede Kur’ân’ın getirdiği düşünce ve bakış, inanç ve ahlak, ibadet ve sosyal ilişkiler tasvir edilmektedir.
Kur’ân’ın bir hayat kitabı olduğu, cevher olarak felsefi, kelami, tartışmalı akidevi konulara teşne olmadığı vuzuha kavuşturulmuştur. Sadr-ı İslam’da Yüce Söz’ün nasıl anlaşıldığına işaret edilmiş ve anlaşılmasının bugünkü imkanı irdelenmiştir.
İnsana yöneltilmiş bir mesaj olarak Kur’ân, en çok pürüzsüz dili, muhtevâsı, amacı ve yetiştirdiği insan kuşağı ile dikkat çekmektedir.
Tüm incelik ve edebi üstünlüğün sıradan meallerle gerçekleşmesi beklenemez. Arapça kelimelerin Türkçe karşılığını koymakla bir meal yazılamayacağı artık idrak edilmelidir.
Mealler çoğu zaman insanı, Kur’ân’ın tarih boyunca herkese meydan okuduğu kusursuz, pürüzsüz, eksiksiz bir söz olduğuna ve asla benzerinin meydana getirilemeyeceğine ilişkin iddiasından adeta kuşkuya düşürmektedir.
Asr-ı Saadetteki uygulaması bir kıstas kabul edilerek, Kur’ân-ı Kerim’i sadece hasbi, yürekli, vakur ve duyarlı insanların esaslı bir mücadele atmosferinde anlayabilecekleri, aklîleştirme ve polemiklerle onu anlamanın imkânsız olduğu tespit edilmiştir.
KAYNAK:
http://www.kuranihayat.com/content/kur%E2%80%99%C3%A2n%E2%80%99-ciddiye-alinmasi-mehmet-yolcu