İslam ve gelenek açısından kadın
Kenan Demirtaş
Bugünün İslâm toplumlarında kadının yeri, Hz. Peygamber zamanındakine göre oldukça farklı bir durumda. Bu farklı anlayış nasıl gelişti? Kadının toplum hayatındaki yeri ile ilgili olarak Kur’ân ve Hadis hangi ölçüleri koyuyor?
HZ. ÖMER ANLATIYOR: “CAHİLİYET devrinde kadına hiçbir değer vermezdik. İslâm gelip Allah’ın onlardan bahsettiğini görünce onların, üzerimizde bazı hakları olduğunu gördük.”1
Ve Hz. Ömer’in oğlu Hz. Abdullah ibnu Ömer de biraz farklı bir itirafta bulunuyor: “Biz Resulullah devrinde kadınlara söz söylemek ve dilediğimiz gibi davranmaktan, hakkımızda vahiy iner korkusuyla çekinirdik. O vefat edince istediğimiz gibi konuşup davranmaya başladık.”2 Bir sonraki kuşakta ise değişim daha bir belirginleşiyor. Hz. Ömer’in torunu ve Abdullah’ın oğlu Bilâl, kadının mescide gitmesine bile izin vermiyor: “Abdullah ibnu Ömer, Resulullahın (a.s.m.) ‘Birinizin hanımı mescide gitmek için izin talep ederse ona engel olmasın’ dediğini haber vermişti. Abdullah’ın oğlu Bilâl, ‘Allah’a yemin olsun, biz onlara engel olacağız’ dedi. Bunun üzerine Abdullah (r.a.) ona yaklaşıp öyle hakaret âmiz sözler sarf etti ki, böylesini hiç işitmedim. Sonra şunu ekledi: ‘Ben sana Resulullahtan (a.s.m.) haber veriyorum; sen ise durmuş, ‘Vallahi engel olacağız’ diyorsun!”3 İki kuşak içinde kendisini belli eden değişim, sonraki yüzyıllarda daha da aşikâr hâle geldi ve sonunda kadın, Kur’ân ve Peygamberden ziyade geleneklerin belirlediği bir yerle yetinmek zorunda kaldı. Prof. Dr. İbrahim Canan’ın deyimiyle, “Kur’ân ve Hz. Peygamberin, kadının yeri hakkında çok sık uyarılarına rağmen, Peygamber sünnetindeki uygulama İslâm cemiyetinde maalesef istenen ölçüde yerleşemedi ve müessese haline gelemedi.” Prof. Dr. Yaşar Kandemir ise, Peygamberimizin davetinde kadın-erkek ayrımı yapmadığını belirtiyor ve kadını aşağılayan davranış ve anlayışların dine dayandırılmak istenmesini, “Hadisleri anlamama problemi” olarak nitelendiriyor:
Kenan Demirtaş’ın 2002 yılında yayın hayatında yer alan Özgür ve Bilge dergisinde yer alan araştırma yazısına göre; “Peygamber Efendimiz İslâmiyeti tebliğ ederken kadın-erkek ayrımı yapmadı. Hem erkeklerden biat aldı, hem kadınlardan. Namaz kıldırırken arkasında hem erkekler, hem kadınlar saf bağlayıp durdu. Allah’ın buyruklarını gerektiği gibi uygulamaya hem erkekleri, hem kadınları davet etti. Allah’ın Resulünün kadınların aleyhinde sayılacak veya onları aşağıladığı söylenecek birtek hadisi yoktur. Ortada olsa olsa hadisleri anlamama problemi vardır.” İslâm tarihiyle hangi düzeyde olursa olsun meşgul olmuş herkes, Hz. Peygamberin, kadınların insan sayılmadığı bir dönemde geldiğini bilir. Bu şartlar altında iken dahi, Hz. Peygamberden, kadını aşağılayan veya ikinci sınıf insan düzeyinde gören bir söz veya davranışın işitilmediğine, hadis uzmanları dikkat çekiyorlar. Prof. Dr. İbrahim Canan, bunun da ötesinde, hadisin kadın ile erkeği denk tuttuğunu şu şekilde açıklıyor:
“Hz. Peygamber ‘Kadınlar erkeklerin denkleridir’4 buyurmuştur. Burada denkler olarak çevirdiğimiz kelime şakîk’tir —yani aynı bütünden bölünen parça. ‘Şak etmek’ dilimizde birşeyi ikiye bölmek mânâsında kullanılır. Nitekim İbnu’l-Esir, en-Nihaye’de şakîk kelimesinin çoğulu olan şakaik kelimesini ‘ahlâk ve tabiatça benzerleri, emsalleri’ diye anlar ve açıklar: ‘Sanki kadınlar erkeklerden şaklanıp ayrılmışlardır, zira [hadiste geldiği üzere] Hz. Havva, Hz. Adem’den yaratılmıştır. [Örfte] şakik, anne-baba bir kardeş demektir.”5
FARKLILIK VE ÜSTÜNLÜK
Prof. Dr. Canan, kadın-erkek arasında bulunan farklılıkların birbirini tamamlayıcı olduğuna, bu farkların cinslerden birini diğerine üstün kılmadığına dikkat çekiyor:
“İslâm, kadın ve erkek arasındaki farklılığı esas kabul eder, ‘Erkek kadın gibi değildir’6 der. Ancak bu farklılık, birini üstün, diğerini aşağı kılan, manevî ve hukukî değerini yükselten veya alçaltan bir farklılık olarak algılanamaz. Esas ve öz olarak aynı ibadetlerle yükümlüdürler, insanlara ve Allah’a karşı aynı sorumluluklara sahiptirler. İşledikleri suçların cezaları eşit olduğu gibi, şahıslarına karşı işlenen cinayetlerin cezaları da eşittir. Aradaki farklılık hayatta gerçekleştirecekleri öncelikli vazife ve misyondan ileri gelmektedir. Kadın öncelikle annedir. O halde, bu gayeye uygun fizikî ve psikolojik farklılıklarla donatılmalıdır. Esasen insanı kadın kılıp erkekten ayıran bütün fizikî, maddî farklılıkların buradan ileri geldiği söylenebilir. Keza kadınlarda farklı yansımalara sebep olan hassasiyet ve hissilik (duygusallık) durumları da bununla izah edilebilir: Kısacası çocuklar, sınırsız bir şefkate muhtaçtır ve bu da kadınlara verilmiştir.”
Prof. Dr. İbrahim Canan, kadın-erkek arasındaki bu farklılığın her zaman ve zeminde korunmasının gerekli olduğunu belirtiyor: “Hz. Peygamber, kadın ve erkek arasındaki yaratılıştan gelen farklılıkların ve dışa yansıyan farklı görüntülerin korunmasını emreder. Kadınlara benzemeye çalışan erkeklerle erkeklere benzemeye çalışan kadınlar bu yüzden kınanmıştır. Kılık-kıyafette, süs ve süslenmede, yürüyüşte, konuşmada kadına ait olan tarzların, renklerin, modaların erkeğinkinden farklı olması esastır.7 Bundandır ki, Hz. Peygamber kendisine bir kadının perde gerisinden uzattığı bir mektubu, ‘Bu kadın eli mi, erkek eli mi bilemiyorum’ diyerek almaz. Uzatanın ‘Kadın eli, ya Resulallah’ demesi üzerine de ‘Eğer kadın olsa idin tırnaklarını [kına ile] değiştirirdin’ cevabında bulunur.”»
Diğer yandan, Nisâ Sûresindeki bir âyette, erkeklerin, kadınlar üzerinde “kavvâm” olduğu da bildiriliyor. Ancak Prof. Dr. Canan, bu tanımın erkek ve kadın arasında bir üstünlük ve aşağılık meselesi olarak algılanamayacağını söylüyor:
“Ne hadislerde, ne âyetlerde cinslerden birinin diğerine üstünlüğü mev-zuu bahis değildir. Bu hususta en çok söz konusu edilen, ‘Erkekler kadınlar üzerine kavvâmdır (idareci ve hakimdirler)’9 âyeti daha yakından incelendiğinde, erkeğin mutlak bir üstünlüğünden ziyade her iki cinsin de mütekabil (karşıt) üstünlüklerine ve ayrıca toplum hayatının düzenlenmesinde erkeğe düşen noktayı temin etme görevine ve bu görevden gelen üstünlüğe dikkat çekildiği görülür.”
Büyük müfessir Elmalılı Hamdi Yazır ise, bu âyetin devamında gelen “Çünkü erkekler ve kadınların bir kısmını diğerine yaratılış açısından üstün kılmıştır” sözünü açıklar ve onun üstünlük ve değeri mutlak surette erkeklere tahsis etmediğine dikkat çeker:
“Ayet kapalı olarak bazısını diğer bazısına üstünlüğünü ifade etmiştir. Bu ise, erkeğin kadında bulunmayan, yaratılıştan var olan bir takım üstünlüklere sahip olduğu gibi, aynı zamanda kadının da erkekte bulunmayan yaratılıştan var olan bazı üstün vasıflara sahip olduğunu ve bundan dolayı her ikisinin birbirine değişik yönlerden muhtaç olduklarını ve bu şekilde erkeklerle kadının yaratılıştan farklı ve karşılıklı olarak birbirinden üstünlükleri olduğu gibi, her erkeğin ve aynı şekilde her kadının da seviyelerinin bir olmadığını ve bundan dolayı her erkeğin, her kadın ile tek olarak mukayese edilemeyeceğini ve bununla birlikte bütün bunlar toptan karşılaştırılınca kadınların erkeklere ihtiyacının erkeklerin kadınlara ihtiyacından daha fazla olduğunu ifade eder.”
KADIN İLİM ÖĞRENMELİ Mİ?
Prof. Dr. İbrahim Canan, “Resulullahın kadın mevzuunda hassasiyet gösterdiği bir husus, onların talim ve terbiye işlerini, en az erkeklerinki kadar ele almış olmasıdır,” diyor. “Sözgelimi, ilme teşvik ederken, ‘Kadın ve erkek her Müslümana ilim talebinin farz olduğunu’10 söylemiştir. Fiilî bir uygulama olarak, Mescid-i Nebevîde, kadınlar için, ayrı bir kapı ile girilen, bir bölüm ayırmış, (11) ashabına, gece bile olsa, mescide gelmek isteyen kadınlara engel çıkarılmayıp, izin verilmesini emretmiştir. (12) O devirde İslâmî öğrenmenin en etkili yeri mescitler olması sebebiyle, Hz. Peygamberin kadınları mescide devama teşvik etmesi, ehemmiyet taşır.
“Bazı kitaplarda rastlanan ‘Kadınlara yazı öğretilmemesi’ne dair rivayetlerin mevzu (uydurma) olduğunu, İslâm âlimleri tahkiklerle belirtmişlerdir. Hz. Peygamber’in, okuma-yazma bilen Şifa binti Abdillâh’ı, hanımlarından Hz. Hafsa’ya yazı öğretmek üzere vazife-endirmesi, bu sadette, ikna edici bir örnektir. Değil kız evlâtların talim ve terbiyesi, cariyelerin bile talim ve terbiyesinin Hz. Peygamberin programında yer alması, kadınların yetiştirilmesi meselesinin onun nazarındaki ehemmiyetini ifadeye kâfidir. Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: ‘Kimin yanında cariye (kadın köle) bulunur da onu güzelce terbiye ve talim eder (eğitir ve öğretir), sonra azad edip evlendirirse Allah onun mükâfatını çifte yapar.’ (14) Evet, cariyenin bile talim-terbiyesi İslâm’da esas ise, öz evlâtların, kız çocuklarının talim ve terbiyesi daha mühimdir.”
İlim öğrenmekten de ötede, kadınların ilim öğrettiğine, üstelik erkeklere hocalık yaptığına dair örnekler de var. İslâmî Araştırmalar Dergisi tarihî kaynaklardan şunları naklediyor:
“İslâmın ilk dönemlerinde kadınlar erkeklere hocalık yapacak seviyeye ulaşmışlardır. İbnü’l-Cevzî ‘Şehde’ ismindeki kadın hocasından her konuda birçok hadis ve haber rivayet etmiştir. Suyûtî’nin lügat ilmi de dahil olmak üzere çeşitli ilimlerle meşgul olmuş kadın hocalarından bahsettiği nakledilmektedir. (15) Kerîme binti Ahmed el- Merveziyye isimli bir kadın da, Hatî- bü’l-Bağdadi’ye Mekke’de ikameti esnasında beş günde Buharî’yi okutmuştur. (16)
“Hem, Urve Hz. Aişe hakkında şöyle demiştir: ‘Hz. Aişe’nin şiir bilgisine hayret etmiyorum, çünkü Ebu Bekir’in kızıdır. Fıkıh konusundaki ilmine de hayret etmiyorum, çünkü Hz. Pey gamberin zevcesi ve Ebu Bekir’in kızıdır. Fakat tıp konusundaki bilgisi beni hayrete düşürüyor.”17
SAVAŞTA KADIN
Sosyal hayatta bir kadın için düşünülebilecek en son yer, savaş meydanı olsa gerektir. Fakat Hz. Peygamberin uygulamasında, kadınların katılmadığı hiçbir savaşın bulunmadığına da Prof. Dr. İbrahim Canan dikkat çekiyor:
“Cahiliyet devrinde kadına karşı işlenen haksızlıkların birçoğu, onların savaşamayacakları hususundaki yaygın bir kanaatten ileri geliyordu. Hz. Peygamberin, kadınlar hakkmdaki bu inancı kırarak, onlara karşı beslenen küçümseme ve tahkir düşünceleriyle mücadeleyi hedefleyen uygulamaları var: ‘bütün seferlere’ (18) kadınların katılımım sağlaması gibi.
“Ancak, Hz. Peygamber, kadınları normal olarak, yemek yapmak, su taşımak, yaralıları tedavi etmek gibi geri hizmetlerde istihdam etmiş, savaş sonunda, elde edilen ganimetten onlara bir ikramda bulunmuş ise de, diğer erkek mücahitler gibi eşit pay ayırmamıştır. Buna rağmen, belirtmeliyiz ki, bazı rivayetler, erkekler gibi kahramanlık gösteren bazı kadınlara, Aleyhissalâtu Vesselâmın, erkek mücahidlere olduğu şekilde, ganimetten hisse ayırdığını ifade etmektedir. Uhud Savaşı sırasında, bir kısım kadınların korunması için konmuş bulunduğu şatovari binaya sızan bir müşriki öldüren Safiyye bintu Abdi’l-Muttalib radıyalla- hu anhâ (19) veya Hayber Seferine katılan altı kişilik bir kadın grubuna (20) da savaş sonunda erkeklere olduğu şekilde ganimetten pay verdiği belirtilmiştir. (21)
Taklidin hikâyesi ve çaresi
Ne yazık ki Müslümanlar kız ve erkekleri terbiye etme yollarını Kur’ân’dan ayrılmaları sebebiyle zor gördüklerinden kadınları hapsetmeye ve haklarını kısıtlamaya gittiler. Ve olan oldu. Kur’ân’ı terk edip hadislere gittiler...
Sonra hadisleri terk edip imamların sözlerine kulak vermeye başladılar.
Sonra imamların sözlerini de bırakıp taklitçilerin yolunu tuttular.
En sonunda taklitçileri ve katı kuralcıları da bırakıp tamamen cahillerin ve saçmalıklarının yolunun tuttular.
İslâm (!) düşüncesinin bu şekilde gelişmesi İslâm ve Müslümanların omzunda bir vebâldir.
İbn-i Abdilberr, Dahhak bin Müzahim’den şunu rivayet ediyor:
“Bazı âlimler, kadınların savaşa iştirakinin, sonradan neshedilip hükmünün yürürlükten kaldırıldığını söylese de nesh iddiası çok ikna edici değildir. Çünkü Hz. Peygamberin vefatından sonra ve fakat Ashabın sağlığında cereyan eden Yermük Savaşı’nda bir grup kadının etrafında şiddetli çarpışmaların olduğu, (22) hattâ Esma bintu Yezid ibni’s-Seken adında bir kahraman kadının çadır direği ile dokuz kâfir öldürdüğü, (23) keza, Ümmü Hakîm bintu’l-Hâris adında bir diğer kadının, Şam’ın fethi sırasında, çadır direği ile yedi Rum’u öldürdüğü, (24) keza Yemâme gününde Ümmü Ammâre’nin savaşa katılıp on iki yara alacak kadar ciddî şekilde savaştığı (25) rivayetlerde gelmiştir. Ümmü Ammâre radıyallahu anhâ, öylesine sadakatli ve de cengâver bir kadındır ki, Resulullahla beraberliği Akabe Biatı’nda başlar; Uhud, Hudeybiye, Hayber, Umretu’l-Kaza, Huneyn’de de devam eder. Yemame’ye iştiraki Resulullah’tan sonradır. Uhud günü herkes kaçarken o ele geçirdiği bir kalkanı da kullanarak Aleyhissalâtu Vesselâmı müşriklere karşı korur, on üç yara alır. (26) Sormak hakkımızdır: Neshedildiği (kadının savaşa katılabilir hükmünün yürürlükten kalktığı) kesinlikle bilinen bir uygulamaya Ashab yer verir mi?”
KADIN TOPLUMUN BİR PARÇASIDIR
Çağdaş İslâm âlimlerinden Mısırlı Muhammed Gazalî, kadınların Kur’ân’ın öngördüğü standarttan uzak bir hayat yaşadığından şikâyet ediyor; sosyal hayattan, eğitimden ve toplum içindeki görevlerinden uzaklaştırılarak onlara haksızlık edildiğini belirtiyor.
Nebevî Sünnet adlı kitabında Gazalî özetle şu ifadelere yer veriyor:
“Önce kadınları küçük görmenin suç olduğunda birleşelim! Aynı zamanda bazı kötü insanların ellerine düşecek şekilde sokağa terk edilmesinin de bir suç olduğunda anlaşalım! Gerçekte din, kadınları hapseden, onlara zorluk çıkaran, çeşitli hak ve görevlerini kısıtlayan milletlerin taklidini kabul etmediği gibi, iffet ve namusu değersiz ve önemsiz birşey olarak gören insanların dilediği şekilde hareket ederek Allah’ın kanunlarını ihmal ve diğer milletleri taklit etmelerini de hoş görmez! Kadının evinde ve dışarıda çalışması mümkündür. Ancak ailenin korunması hususunda güvence aranır ve hangi iş olursa olsun, kadına tevdi edilen görevde iffet ve takvâ ortamının bulunması gerekir. Yüz bin doktorun veya yüz bin öğretmenin olduğu yerde bunların yanrısının kadın olmasında bir mahzur yoktur. Önemli olan, İslâm toplumunda İslâmın koyduğu âdâbın korunmasıdır.” (27) Ancak herşeye rağmen kadın annedir. Muhammed Gazalî, kadın ne yaparsa yapsın, bu annelik yönünün asla zaafa uğratılmaması yönünde uyarılarda bulunur: “Bizim kadınla ilgili olarak ehemmiyet vermemiz ve gözden uzak tutmamamız gereken temel unsur evdir. Ben çocukların hizmetçilere bırakılmasından, hattâ kreşlere verilmesinden üzüntü ve sıkıntı duyuyorum. Annenin nefesleri, faziletlerinin olgunlaşmasında ve iyi yetişmenin sağlanmasında derin tesirlere sahiptir. Kadını aslî vazifesine yaklaştırmak için binlerce vesile aramalıyız.” (28)
KADIN EVE HAPSEDİLİR Mİ?
Gazalî’nin en çok yakındığı davranışlar dan birisi de, bir âyet ve hadisin tek başına ele alınarak, İslâm’ın o konudaki genel tutumunu dikkate almaksızın yapılan katı yorumlar. Kadınların evlerinde hapsedilmesi şeklindeki anlayış da bu yorumlar arasında yer alıyor. Muhammet Gazalî, bu konuda şu hadisin delil olarak gösterildiğine değiniyor:
“Ebu Davud, Tirmizi, İbni Sa’d ve Beyhakî, Resulullah (s.a.v.) eşlerinin Abdullah bin Ümmü Mektum’u görmelerini hoş karşılamadığım, Abdullah’ın âmâ olduğunu söyleyerek itiraz ettiklerini, onlara, ‘Siz de âmâ mısınız?’ diye buyurduğunu rivayet etmişlerdir.”
Gazalî, bu hadisin, kadının toplum hayatından soyutlanmasını netice verecek şekilde yorumlanmasını yanlış buluyor:
“Hadis âlimleri, bu hadisin mânâsı üzerinde çeşitli görüşler serd etmişlerdir. Kadının vazifesini anlatırken, bu hadisi öne sürmek, sünneti bilmemek demektir. Hayat tarzı ve toplum ile ittisalini anlatırken bu hadisi zikretmek, sünneti bilmemek demektir. Niçin bu konuda Buharî’nin daha sahih, daha ince rivayet ettiği hadisleri zikretmeyiz?
“Buharî ‘Kadınların Savaşa Çıkması ve Erkeklerle Birlikte Savaşması Bahsi’ diye hususi bir bölüm tespit etmiştir. Yine Buharî ‘Kadının Denizde Savaşa Çıkması Bahsi’ diye bir başlık zikretmiştir. Ayrıca, Buharî’de yine ‘Kadınların Savaşta Erkeklere Su Kabı Taşımaları’ bahsi, ‘Kadınların Savaşta Yaralıları Tedavisi Bahsi’ gibi bahisler var. Buralarda kadınlar hakkında hadisler naklediliyor.
“Farz edelim ki, Buharî bu sahih hadisleri rivayet etmedi. ‘Siz de âmâ mısınız?’ hadisi topluma tatbik edilip kadınlar böylece evlerinde kalıp ebediyen bu hapisten çıkamayacaklar mıydı? Kur’ân’da böylesine bir hükmün varlığı bilinmemektedir. Aksine, Kur’ân bu hükmü fuhuş irtikâp eden kadınlara ceza olarak vermektedir:
“ ‘Zina yapan kadınlarınıza karşı içinizden dört şahit getirin. Şahitlik yaparlarsa, ölüm onları alıncaya veya Allah onlara bir yol açıncaya kadar onları evlerinde tutun’ (Nisa Sûresi, 4:15).”29
Zina eden kadınlara uygulanacak bir cezanın, eksik bakış açısı ve yanlış yorumlama yüzünden iffetli kadınları kapsayan bir uygulama halini almış olması, Muhammed Gazalî’nin yakındığı konulardan sadece bir tanesi. Gazalî, eserinin bir başka yerinde, bu tür yaklaşımların, âyet ve hadislerin ruhuna ne derece uzak düştüğünü, çarpıcı bir misalle açıklıyor:
“Müslümanlar Hudeybiye Sulhundan sonra hicret eden Müslüman kadınları müşrik kocalarına vermekten imtina ettiler. Çünkü ya bu antlaşmanın sadece erkekleri kapsadığı şeklinde anladıkları için, yahut da Müslüman olan kadınların işkence ve hakarete tahammül edemeyecekleri için bu yolu takip etmişlerdir. Çünkü onlar Ebu Cendel ve Ebu Buseyr gibi kaçıp mücadele edemezlerdi. Sebep ne olursa olsun, Müslümanların Müslüman kadınlan müşriklere geri vermeleri Kur’ân’ın emriyle yasaklanmıştır. Kur’ân Müslümanlara bu kadınların müşrik kocalanna İslâma girmeyi kabul etmedikleri takdirde başka bir evlilik yapmak için kendilerine bir miktar karşılık vermelerini emretmiştir. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:
“ ‘Ey iman edenler! Mü’min olduklarını söyleyen kadınlar size muhacir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Onların imanlarını Allah daha iyi bilir. Mü’min olduklarını öğrendiğiniz zaman da onları kâfirlere iade etmeyin. Çünkü ne mü’min kadınlar kâfirlere helâldir, ne de kâfir erkekler mü’min kadınlara helâldir.’ (30)“
Bu âyet ihtiva ettiği ahkâmın yanı sıra, kadının düşünce özgürlüğüne ve saygın bir yerinin olduğuna işaret etmektedir.
“Bu olay bugün olsaydı birçok Müslüman sorardı: Kim imtihan edecek? Kadın mı, erkek mi? Erkek imtihan edecekse genç mi olmalı, ihtiyar mı? Kadın bir perde arkasından mı imtihan edilecek, yoksa doğrudan doğruya, yüz yüze mi?” (31)
ÇAĞIMIZDA KADIN KÖTÜ DURUMDA
Kenan Demirtaş - kenandemirtas@gmail.com
İslâm ve gelenek açısından kadın
· yorum yap
· arkadaşına gönder
· makaleyi yazdır
· Facebook Twitter Friendfeed
Muhammed Gazalî, Kur’ân’ın kadına verdiği hakların çağımızda kâğıt üzerinde kaldığını belirtiyor ve şu anda gerek aile içinde ve gerekse toplumdaki durumunu bir keşmekeş olarak niteliyor:
“Son asırlarda kadının konumu kötüleşti. Kendisine cehalet ve toplumdan tecrit zorunlu görüldü. Ben bu gelişmelerden Kur’ânî hükümlerin tamamen ihlâl edildiğini anlıyorum; zira Kur’ân’ın bütün hükümleri kadının yararına yöneliktir. Örneğin, kadın artık çok nadir olarak mirastan pay alabiliyor. Evliliği konusunda çoğu zaman görüşleri sorulmuyor. Her yüz boşanmadan belki birinde hakkıyla nafakası veriliyor. Mehirlerine riayet edilmiyor. Canı istediği için erkeğin eşini dövmesi normal bir durum sayılıyor. Yani, karı-koca arasında bir problem olduğunda Nisa Sûresinin 35. âyeti gereğince hakem heyetinin kurulması gerekiyor. Ancak kadın, böyle bir barış heyeti kurulamayacak kadar değersiz kabul ediliyor ve bu âyet kâğıt üzerinde kalıyor... Asıl dehşet verici olan ise, İslâmî müdafaa eden veya onun adına konuşan kimselerin, tevarüs eden bu keşmekeşi savunmaya kalkışmalandır. Çünkü onlar —dar anlayışlı olmaları sebebiyle— İslâm’ın kendisinin bir keşmekeş olduğunu zannetmektedirler. Delilik ve cehaletin bini bir para!” (32) Kadının İslâm toplumundaki yerini ayrıntılı bir şekilde incelediği eserinde, çağdaş İslâm âlimi Muhammed Gazalî, İslâmın ilk dönemine göre kadının bu konuda çok gerilemiş olduğunu tespit ederken, bir yandan da, başka toplumlarda kadının çok daha etkin olduğunu gözlemliyor:
“Kavmine önderlik yapıp, sakallı ve bıyıklı Arap siyaset adamını Altı Gün Savaşı ve diğer savaşlarda zelil eden o Yahudi kadınının; “Kuzey Afrika ve diğer bölgelerde cesaret ve hamasetle Hıristiyanlaştırma faaliyetinde bulunan evli ve bekâr kadınların ve rahibelerin; “Filistin mülteci kamplannda arkadaşlarımızın başlarında kalarak, ölü hayvan ve insan etleri yemeye tahammül eden o kadın doktorun; “Ve Müslüman olmayan daha birçok kadınların dinleri ve toplumları için sarf ettikleri gayretler bana İslâmın zafer yıllarında Selef kadınlarının yaptığı o büyük cihadı hatırlattı.
“Onlar dine sarılmanın beraberinde getirdiği meşakkatlere cesaretle göğüs gerdiler, hicretin farz kılındığı zamanda hicret ettiler. Senelerce Hz. Peygamberin mescidine sabah akşam coşkuyla giderek namazlarını kıldılar. Sıra savaşa gelince de savaştılar, ordunun ihtiyaç duyduğu önemli işlerde ve tedavi hizmetlerinde bulundular...” (33)
KADIN VE YÖNETİCİLİK
Kadının toplum hayatında bir yeri olabileceğine bir ölçüde inananlardan bile birçoğunun kabul etmekte zorlandıkları konu, kadının yöneticiliği. Muhammed Gazali, bu konudaki yanlış anlayışların da yine âyet ve hadisleri eksik ve dar bir bakış açısıyla ele alınmasından kaynaklandığını söylüyor:
“Birtakım işler de var ki İslâm bunları ne emretmiş, ne de yasaklamıştır. Bunlar menfî ve müspet mânâda tasarruf hürriyetimizin olması için Allah’ın mübah kıldığı şeylerdir. Hiç kimse bu hususlarda görüşünü din olarak ileri süremez. O sadece bir görüştür, o kadar.”
“Belki de bu gerçek İbn Hazm’m ‘İslâm hilâfeti uzma (halifelik) dışında kadının her türlü görevi üstlenmesinde bir mahzur görmemiştir’ sözünde ifadesini bulmaktadır.
“İbn Hazm’ın bu sözüne, Kur’ân’ın ‘Allah’ın bazısını diğerlerine üstün kılması ve mallarından infak etmeleri sebebiyle erkekler kadınlar üzerinde gözeticidirler’ (34) âyetine muhalif olduğu için karşı çıkanların olduğunu duydum. Âyet —İbn Hazm’m görüşüne karşı çıkanların anlayışına göre— kadının herhangi bir işte erkek üzerine yönetici ve başkan olmasının caiz olmadığını ifade ediyormuş! Bu kabul edilemeyecek bir karşı çıkıştır. Çünkü âyetin devamını okuyan kimse, erkeğin idareciliğinin evinde ve ailesinde geçerli olduğunu anlar.
“Hz. Ömer Medine çarşısının hisbe (zaptiye) görevini Şifa adlı kadına verdiğinde, onun yetkileri çarşıdaki erkeklere de, kadınlara da şamildi. O kadın helâle helâl, harama da haram diyerek adaleti ikame eder, anlaşmazlıkları engellerdi. Bir erkeğin hastanede çalışan doktor bir hanımı olsa, ona bu ilmî görevinde müdahale edemez, hastanedeki görevi üzerinde de bir baskısı olamaz.” (35)
Kadının yöneticiliğine karşı ileri sürülen görüşlerin dayandığı en önemli delil olarak, “İşlerini kadınlara bırakan milletler mahvolur” hadisi zikrediliyor. Muhammed Gazalî, bu hadisin senet ve metin açısından sahih olduğunu kaydettikten sonra, anlamı üzerinde şu yorumu yapıyor:
“İran (Pers) devleti İslâm’ın fethine maruz kaldığında, zorba ve aşağılık bir krallıkla idare edilmekteydi. Dini ise putperestlikti. Krallık ailesi şûrayı tanımıyor, karşı görüşlere değer vermiyordu. Fertler arasındaki ilişkiler son derece kötüydü. Kişi emelleri uğruna babasını ve kardeşini öldürebiliyordu. Toplum ise, sinmiş, herşeye itaat eder olmuştu... İran ordusu yenildi. Devletin sınırları daralmaya başladı. Bu, yenilgileri durduracak dirayetli bir komutanın idarenin başına gelmesine kadar devam etti. Fakat siyasî putçuluk, milleti ve devleti hiçbir şeyden anlamayan genç bir kadına miras bıraktı. Bu ise devletin çökmekte olduğunun bir işaretiydi. Hz. Peygamberin bu konulara ilişkin sözü çok doğrudur ve oldukça açıklayıcıdır.
“Şayet İran’da iş şûra ile olsaydı, İran’a yönetici olan kadın İsrail’e hükmeden ve yönetimi sırasında askerî işleri düzgün yürüdüğü Golda Meir’e benzeseydi, belki de bu takdirde karışık duruma bir hal çaresi bulunabilirdi.” (36)
SEBE KRALİÇESİ
Buna karşılık, kadının yöneticiliği konusunda, bugün pek çok kimsenin hatırlamak istemediği başka yönde deliller de var ve bunlardan birisi, belki de en önemlisi Kur’ân’da yer alıyor: Sebe Melikesi Belkıs örneği. İşte bu konuda da Muhammed Gazalî’nin söyleyecekleri var: “Resulullah (s.a.v.) Mekke’de ashabına Nemi Sûresini okumuş ve onlara hikmeti ve zekâsıyla milletini imana ve kurtuluşa götüren Sebe Melikesinin kıssasını anlatmıştı. Vahiyle çelişen bir hükmün hadiste varid olması ise mümkün değildir!..
“Sebe Melikesi Belkıs büyük bir saltanat sahibiydi. Kur’ân’da Hüdhüd kuşunun dilinden o şöyle anlatılmaktadır: “ ‘Ben, kavmine hükmeden, herşeyden kendisine bolca verilen ve büyük bir tahta sahip olan bir kadın buldum...’ (37) “Hz. Süleyman Belkıs’ı İslâm’a davet etti, kendisinden inat edip, büyüklenmekten vazgeçmesini istedi. Belkıs Hz. Süleyman’ın mektubunu alınca, ona nasıl cevap vereceğini düşündü. Aldığı her kararda kendisine yardıma koşan devlet adamlarıyla istişare etti. Onlar da kendisine şöyle dediler:
“ ‘Biz güç ve kuvvet sahibiyiz, savaş adamlarıyız. Emir şenindir, sen emretmene bak!’38 “Basiretli kadın, kuvvetine ve kavminin kendisine olan itimadına aldanmayıp şöyle dedi:
“Süleyman iktidara ve servete düşkün bir zorba mı, yoksa iman ve davet sahibi bir peygamber mi? Bunu anlamak için onu deneyelim.”
“ ‘Belkıs, Hz. Süleyman’la karşılaşınca onun durumunu, ne isteyip, ne yaptığını araştırdı; karar ve düşüncesinde bir değişiklik olmadı ve anladı ki, o salih bir peygamberdir!
“Hz. Süleyman’ın, içerisinde ‘Bu (mektup) Süleyman’dandır: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla! Bana başkaldırmayın ve bana Müslümanlar olarak gelin’ (39) yazılı olan mektubunu hatırladı. Sonra putlara tapmaktan vazgeçmeye ve şöyle diyerek Allah’ın dinine girmeye karar verdi.
“ ‘Ey Rabbim! Ben nefsime zulmetmişim. Ben Süleyman ile birlikte Âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.’ (40)
“İşini böylesine güzide kadınlara bırakan bir toplum zarar eder mi?” (41) Gazalî, daha sonra, işlerini kadınlara bırakan gayrimüslimler ile erkeklere bırakan Müslümanlar arasında ilginç bir karşılaştırma yapmaktan da kendisini alamaz:
“İngiltere, Kraliçe Victoria zamanda altın çağını yaşamıştı. “Hindistan’da İndira Gandi tarafından Müslümanlara öldürücü darbeler vuruldu, İslâmî oluşum iki parçaya bölündü.Böylece onun kendi milleti için arzuladığı gaye gerçekleşti. Bir zaman sonra Mareşal Yahya Han döndü de, Müslümanların perişanlığını daha da arttırdı.
“Golda Meir’in idareciliği sonrasında Arapların başına gelen musibetler unutulacak cinsten değildir! Onları mahvetmek için yeni bir nesle muhtacız! Bu ise kadın erkek meselesi değil, ahlâk ve karakter meselesidir!..
“İndira Gandi halkının kendisini yöneticiliğe seçip seçmeyeceğini görmek için seçimler yaptı ve fakat seçimlerden beklediği neticeyi alamadı. Daha sonra halkı bir zorlama olmaksızın onu tekrar yöneticiliğe seçti.
“Müslümanlar ise halk istemediği halde yöneticilik yapmak, yöneticiliğin nimetlerinden istifade etmek ve seçimlerde hile yapmak hususunda oldukça mahirdirler! “ Bu iki toplumdan hangisi Allah’ın hukukunu gözetip yerleştirmeye ve yeryüzünde Onun halifeliğini üstlenmeye daha lâyıktır? Niçin İbn Teymiye’nin şu sözünü hatırlamıyoruz: ‘Şüphesiz Allah, zulmeden Müslüman bir devlete karşı, adaletiyle davranan kâfir bir devlete yardım eder.’
“Burada erkekliğin veya kadınlığın bir dahli yoktur. Dindar bir kadın, sakallı da olsa nankör bir erkekten daha hayırlıdır!
SONUÇ
Bugün, her alanda olduğu gibi kadının toplum içindeki yeri konusunda da pek çok kimse, kendisine göre delillere dayanarak çeşitli görüşleri öne sürüyor; zaman zaman bu görüşler bir dayatma aracı da teşkil edebiliyor. Çözüm ise, Muhammed Gazalî’nin tespitlerinde olduğu gibi, konuya bir bütün halinde yaklaşabilmekte yatıyor. Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi İslâm Hukuku Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Bardakoğlu da böyle bir bakış açısının gerekliliğini vurguluyor:
“Toplumsal ve hukukî hayatı ilgilendiren bütün konular gibi, kadın konusunda da, birkaç âyet veya hadisten hareketle yahut önceki bilginlerin sözünden hareketle bir görüşü ya da yaklaşımı bütün zaman ve toplumlar için genel-geçer bir hüküm, bir dogma haline getirmekten kaçınmalı, onu kendi şartları içinde değerlendirerek o şartlar içinde hangi amaç ve yararları gerçekleştirmeye yönelik olduğunu kavramaya çalışmalıdır. İslâmî anlamak ve yorumlamak kimsenin tekelinde değildir, fakat her önüne gelen kimse de bir âyet veya hadisten hareketle bir konuda alelacele hüküm verme ve yalnızca fıkıh kitaplarında yazılmış olan şeyleri İslâm diye empoze etme hakkına sahip değildir. Konuşmanın veya yazının içerisine bir iki âyet, bir iki hadis serpiştirilmesi, söylenen ve yazılanların İslâmın önerisi olmasını sağlamaz, aksine manevî değerleri söylenenlerin kabulünü sağlamada araç olarak kullandığından fevkalâde yanlış bir iş yapılmış olur. Her konuda olduğu gibi bu konuda da sözü, meselenin aslını ve değişik boyutlarını bilenlere bırakmak gerekir.”
---------------------------------
Dipnotlar
1 Buharî, Libas: 31 (7: 196); Müslim, Talâk: 31.
2 Buharî, Nikâh: 81, (7: 34); İbnu Mace, Cenaiz: 6.
3 Buharî, Cum’a: 12, Ezan: 162, 166, Nikah: 116; Müslim, Salât: 134,
(442); Muvatta, Kıble: 12(1, 197); Ebu Davud, Salât: 53, (566, 567,
568); Tirmizî, Salât: 400, (570).
4 Ebu Davud, Tahâret: 95.
5 İbnu’l Esir, en-Nihaye, 2: 492.
6 Al-i İmran, 3 :36.
7 Bu hususta çeşitli örnekleri havi açıklamayı Hz. Peygamber'in Sünnetinde Terbiye kitabında yazdık. S. 359-362 (İ.Canan).
8 Ahmed İbnu Hanbel, Müsned, Beyrut (1313 baskısından ofset), 4, 70.
9 Nisa, 4:34.
•0 Serahsi, Mebsut 1,2: Keşfu’l-Hafa 43, Kattâni, Teratib 1, 149 .
11 Tayâlisi 2, 305.
12 Bak. Buharî, Fedailu Ashab: 4, (5:
12); Müslim, Salât: 138, Müstedrek,
I, 209; Fethu’l-Bâri, 3, 34.
13 Bu mevzuu Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye adlı kitabımızda genişçe açıkladık, s. 351-359 (İ. Canan).
14 Buharî, İlim: 31, Müslim, İman: 241.
15 Mustafa Abdülvahid, s. 246 (İslâmî Araştırmalar, cilt: 5, sayı: 4, Ekim
1991, s. 247’den nakil).
16 Mehmet S. Hatiboğlu, [Ebu Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit el-Hatibü’l- Bağdadî, Şerefu Ashabi’l-Hadis] takdim, A.Ü. Basımevi, Ankara 1972 (İslâmî Araştırmalar, cilt: 5, sayı: 4, Ekim 1991, s. 247’den nakil).
17 Abdulhayy Kettânî, et-Terâtîbü’l- İdariyye, Daru’l-Mektebeti’l-Arabî. Lübnan (t.y), c: 11, s. 432-433; Mahmâsanî, Erkânu Hukuki’l-İnsan, s. 297-299 (İslâmî Araştırmalar, cilt: 5,
sayı: 4, Ekim 1991, s. 247’den nakil).
18 Müslim, Cihad: 135.
19 Mecmau’z-Zevâid, 6, 134, 114; el-Metâlibu’l-Aliye, 4, 131-132.
20 Ebu Dâvud, Cihâd: 152; Avnu’l- Ma’bud, 7, 401; Usdü’l-Gabe, 7, 334.
21 Evzaî, bu örneklere dayanarak, kadına da normal hisse verileceğine hükmetmiştir (Meâlimu’s-Sünen 3,171; Tuhfetu’l-Ahvazî, 5,168).
22 Futûhu’l-Büldan, s. 184.
23 Heysemî, 6, 213.
24 Üsdü’l-Gabe, 321. Bak. İsti’âb, 4, 1932-33, İstiâb, 4, 444.
25 Üsdû’l-Gabe, 7, 371.
26 İbnu’s-Said, et-Tabakât, 8, 41213.
27 Muhammed Gazalî, Fakihlere ve Muhaddislere Göre Nebevî Sünnet, s. 71-72.
28 A.g.e. s. 72.
29 Muhammed Gazalî, Fıkhu’s-Sîre, s. 50-52.
30 Mümtehine Sûresi, 60:10.
31 Muhammed Gazalî, Fıkhu’s-Sîre, s. 368-369.
32 Muhammed Gazalî, Fakihlere ve Muhaddislere Göre Nebevî Sünnet, s. 73-74.
33 A.g.e. s. 72-73.
34 Nisâ Sûresi, 4:34.
35 Muhammed Gazalî, Fakihlere ve Muhaddislere Göre Nebevî Sünnet, s. 75-76.
36 A.g.e, s. 76-77.
37 Nemi Sûresi, 27:23.
37 Nemi Sûresi, 27:33.
39 Nemi Sûresi, 27:30-31.
40 Nemi Sûresi, 27:44.
41 Muhammed Gazalî, Fakihlere ve Muhaddislere Göre Nebevî Sünnet, s. 77-78.
A.g.e. s. 79-80.
KAYNAK;
http://www.moralhaber.net/makale/islam-ve-gelenek-acisindan-kadin/1