Hikâye-i Kesikbaş
ve Kemalist-Laik Bir Menemen..
Selahaddin ÇAKIRGİL
Henüz okuma-yazmayı bile tam sökemediğim çocukluk yıllarımda, rahmetli dayım bize geldiğinde, okuma-yazması olmayan rahmetli anam ona ikram etmek için, bir taraftan bir şeyler hazırlarken, bir taraftan da,’Ağa, şu ‘Hikaye-i Kesikbaş’ı bir daha okusan..’ diye ricada bulunur ve o da okurken, hem kendisi ve hem de anam ağlardı..
Çocuk dimağımızın bunları anlaması mümkün değildi..
Ama, zihnimizde yine de bir iz kalıyordu..
Daha sonraki yıllarda, bu ‘Kesikbaş Hikayesi’nde anlatılan konunun, Hz. Hüseyin ve Ehl-i Beyti ile bir avuçcuk yârânının Kerbelâ’da Yezid güçleri tarafından mâruz kaldığı o büyük ve korkunç canavarlık neticesinde katledilişi ve Hz. Peygamber (S)’in rıhleti / dünyamızdan ayrılışı üzerinden sadece yarım asır geçmekteyken, O’nun torunu Hz. Hüseyin’in başının kesilip bir sırığa geçirilerek Yezid’in Şam’daki sarayına götürülüşünün olduğu anlaşılıyordu..
Bizim yöremizde, alevî geleneği ve anonim kültürünün hemen hiç etkisi yoktu.. Bu yüzden de, köyümüz insanlarının başkalarınca baskıya uğrayacaklarının korku veya vehmiyle böyle bir perdelemeye de gerek duydukları da söylenemezdi.. Böyleyken, (radyo-tv, gazete gibi yayınların da olmadığı o zaman diliminde) uzun kış gecelerinde, bu hikayenin, faili ve mef’ulü açıklanmaksızın, o hikayenin esrarengiz bir korkunç cinayet ve canavarlık olarak tekrarlanması ilginçti..
Sonraki yıllarda, bu örtülü anlatımın sebebini anlamaya çalışanlar, bu uygulamanın, laik rejimce uygulanan baskılar yüzünden olduğunu farkedeceklerdi..
Hatırlayalım ki, 1940’lı yılların ortasında, Matbuat Umûm (Genel) Müdürü Vedat Nedim Tör, gazetelere, yayınevlerine gönderdiği emirnamede, ‘Son zamanlarda yayınlarda dinî muhtevalı konulara bir yönelme olduğu müşahede edilmektir.. Cumhûriyetimiz, dinî duygulardan uzak bir nesil yetiştirmek istediğinden, bu hususlara dikkat gösterilmesi gerekir..’ mânâsını taşıyan ihtarlarda bulunuyordu.
*
Laikler, toplumun, inançlarından kaynaklanıp şekillenen kültür ve geleneklerden de arındırılması için, geçmişle hattâ alay ederler ve bin yıl öncelerdeki bir hadiseyi hâfızâlarda canlı tutmaya vesile olan böyle anlatımları kazımaya çalışırlardı.
Elbette, bir hadiseye, sadece ‘nasıl olduğu’ derecesinde yaklaşmanın mantığı üzerinde bir şeyler söylenebilir, ama, o konunun devamlı hatırlanmasıyla, o cinayetin ‘niçin işlendiği’nin şuûruna yol bulunması da mümkündür.
*
Daha da ilginç olanı, İslam tarihindeki bir takım acı-tadlı hadiselerin halkın anonim kültüründe yer etmesi ve bunların sık sık hatırlanmasından rahatsızlanan kemalist-laiklerin, 23 Aralık 1930 günü İzmir-Menemen’de cereyan eden ve mahiyeti açıkça hâlâ da ortaya konulamamış olan ve büyük ihtimalle, müslüman halkın inançlarına karşı yapılıp, halk kitlelerinin suçlanarak sindirilmesine hizmet edecek bir entrika, bir manipulasyon, bir savaş oyunu olarak tertiblenmiş olması da çok mümkün gözükenKubilayHadisesi’ni, aradan geçen bunca zamana, 80 küsur yıla rağmen, halk kesimlerinin belli bir bölümünü suçlamak ve sindirmek ve kendilerinin hemoglobinli/ kanlı devrimlerinin korkusunu hatırlatmaktan, yine de meded ummaları..
Bizim çocukluğumuzdan beri dinlemekte olduğumuz bu Menemen ağıtları ve devrim histerisi içinde atılan nutuklar, gerçekte ise, bize daha çok, bol acılı bir menemen yemeğini hatırlatmaktan ileri bir mânâ taşımaz..
Ki, Menemen’de o hadiseden sonra ilan edilen Örfî İdare’nin /Sıkıyönetimin’in de kumandanı olan Fahreddin (Altay) Paşa bile, bu hadisenin failleri olan kimselerin bir tehlike oluşturmayacağına dolaylı olarak işaret etmiştir:
"Bunların hepsi, kömürcü, fırıncı, ayakkabıcı, kahveci çırağı... Bunlar mı inkılabı yıkacak, devirecek?.." (Prof. Mete Tunçay - Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetimi)
*
İzmir’in Menemen kazâsında ne olduğu hâlâ da tartışılamamakta.. 10 yıl öncelerde, Genel Kurmay Başkanlığı, yayınladığı bir bildiri ile, ‘tartışılacak bir şeyin olmadığı, herşeyin Genelkurmay belgelerinde açıkça ortada olduğu’ kabilinden bir açıklama yapmış ve konunun üzerini bir kez daha kapatmıştı..
80 küsur yıldır tekrarlanan resmî iddialara göre ise.. Menemen’de, esrar kullandığı ve kendisini Mehdîolarak ilan ettiği ileri sürülen Şeyh Mehmed isimli bir kişi, bir câmiden çıkıp, etrafına topladığı birkaç kişiyle birlikte, ‘Şeriat isteriz.. Din elden gidiyor..’ demişler, bugün, ‘laiklik elden gidiyor..’ diyenlerin tutarsızlıklarını ve çılgınca saldırılarını hatırlatacak şekilde.. Onların üzerine bir manga asker ve bekçiyle birlikte giden Mustafa Fehmi Kubilay isimli bir teğmen, çıkan çatışmada yaralanıp yere düşmüş ve sonra da o ve iki bekçi, o kişilerce öldürülüp, Kubilay’ın boğazını, E. Çölaşan’ın 22 Aralık 2012 tarihli Sözcü’deki ifadesiyle,’ kıtır kıtır kesmişler’, ’Ey ahali din elden gidiyor..’ diye gösterilere yapmışlar.. Ve Menemenhalkından yüzlerce kişi de, bu duruma müdahale etmemiş..
(Hatırlayalım, bu kişinin Danıştay üyesi olan eşi Bn. Tansu da, Danıştay Saldırısı’nda orada olmadığı ve hiç kimse de öyle bir söz duyduğunu belirtmediği halde, ’saldırganın tekbir getirdiğini’ iddia etmişti..)
Menemen Hadisesi henüz de, askerî dokunulmazlık konularından birisi olarak durmaktadır karşımızda..
Bu arada, o sırada, halkın üzerine ateş açılması emrinin verilmesine rağmen, askerlerin ateş açmadığına dair, ülke içi yayınlarda hiç değinilmeyen bir konunun, kemalist subayların unutamadıkları sürekli bir korkusu olduğuna dair, yabancı medyada yapılan bazı yayınlar da ilgi çekicidir.
Dersim’in tenkili, ezilmesi, yok edilmesi için emri kimin verdiği bütün açıklığıyla ortada iken, konuyu durumun nezaketi dolayısiyle, dönemin başvekili İsmet İnönü’yle sınırlandırıp, CHP’nin kanlı ve karanlık tarihine siyasî salvolarda bulunan Tayyîb Erdoğan’ın 1925’lere, 1930’lara uzanması beklenemez, herhalde.. Ama, CHP yetkilileri de, Erdoğan’ın asıl suçlamak istediğinin gerçekte M. Kemal olduğunu, ama buna cesaret edemediğini’ belirtip, onu tahrik etmek istemektedirler..O ise, bu hususa yaklaşmamaya dikkat göstermekte.. Ama, konunun özüne yabancı olmadığını da hissettiriyor.. Nitekim, daha geçen hafta, NTV ve Star tv.’deki ortak yayında, ‘henüz Derin Devlet’in, tamamının temizlenemediği’nden yakınmıyor muydu?
Elbette yine de bazı konuların tartışılması ve gerçeğin anlaşılmasında yeni merhalelere ulaşılabileceği ihtimali de güçlenmektedir. Nitekim, bu zamana kadarki Genelkurmay Başkanları’nın her yıl, Menemen Hadisesi üzerine nasıl hemoglobinli bildiriler yayınladıkları bilinirken; Gen.Kur. Başk. Org. Necdet Özel’in, geçmişten gelen, klişeleşmiş tehdid cümlelerini bu yıl tekrarlamayıp, "Olayların halkı tahrik ekmek isteyen ve kutsal değerlerimizi kötüye kullanan kişilerce çıkarıldığını’ ifade etmesi, "Geçmişe takılıp kalmadan ders çıkaralım’ vurgusu yaparak, ’ geçmişte yaşanan olaylardan dersler çıkararak, ancak geçmişe takılıp kalmadan, geleceğimizin şekillendirilmesine, Devletimizin dünya devletleri arasında daha da yücelmesi ve yükselmesi için birlik ve beraberlik içinde, görevlerimize odaklı olarak daha çok çalışmamızın gerekli olduğunu düşünüyorum’ demesi ve ezber bozması, ilginçtir.
*
Amma, bu hadisenin, M. Kemal’in çocukluk arkadaşlarından Fethi (Okyar) Bey’e, ‘Bugünkü manzaramız bir diktatürlük manzarasıdır..’ diyerek, Serbet Cumhuriyet Fırkası adında bir parti/ fırka kurdurmak denemesini başlatması ve amma, bu oyunu gerçek zanneden halk kitlelerinin, Fethi Bey’i bir kurtarıcı gibi karşılaması, yapılan bir seçimde birçok büyük şehrin belediye başkanlıklarının Serbest Fırka tarafından kazanılması üzerine telaşa kapılan M. Kemal’ce SCF’nın, kuruluşunun 99. gününde kapatılması ile direkt bir ilgisinin olmadığı ileri sürülemez herhalde.. Hele Fethi Bey’in İzmir’de, ‘Kurtar bizi baba..’ diye yüzbinlerce karşılanıp, M. Kemal’in devlet dairelerindeki resimlerinin bile ateşe verilmesi gibi hadiseler, işin tuz-biberiolur.
O durumda, bölgenin özellikle cezalandırılması ve halkın sindirilmesi gerektiği düşünülmüş olabilir. Yani,Menemen Hadisesi’nin, Serbest Fırka’nın ortaya çıkardığı durumun rövanşı olarak planlandığı kolayca reddedilemiyecek bir durumdur.
Menemen Hadisesi’nde, hadiseyle alâkası olmayan pek niceleri de muhakeme edilmiş ve 29 kişi idâm cezasına çarptırılmıştır.. Onların başında da İstanbul’da oturmakta olan Nakşîbendî Şeyhi Esed Erbilîbulunmaktadır. Şeyh Es'ad Erbilî'nin oğlu Ali Efendi de asılanlar arasındadır. (Tv. proğramlarının en müstehcenlerini hazırladığı söylenen M. Ali Erbil isimli kişinin de işbu Şeyh Esed Erbilî’nin torunlarından olduğu medyada yazılıp çizilen ve yalanlanmıyanlar arasındadır.. Suçların şahsîliği prensibi açısından kimseyi babası veya çoçuğundan dolayı kınayamayız elbette.. Ama, öyle bir dedenin neslinin kemalist-laik rejimsâyesinde nerelerde olduğunu düşünmek açısından ibret verici bir husus olduğuna işaret etmekte de fayda olsa gerek..) Daha da ilginçi, kemalist-resmî tarih söylemine göre, bir -irtica- gericilik ayaklanmasının failleri arasında Josef isimli gariban bir yahudi bakkalın da yer aldığı iddiasıyla yakalanıp, onun da idâm edilmesi!
Bu gelişmeler, o hadisenin, laik-devrimci kadroların hazırladığı bir ‘harb oyunu’na göre düzmece mizansenle tezgahlanmış bir entrika olarak ele alınması gerektiğini insana daha bir düşündürüyor.
*
’Menemen'i haritadan silin!’ sözü, Saddam’ı, Esed’i hatırlatmıyor mu?
Dönemin Meclis Başkanı Kâzım Özalp'ın hâtırâtı ilginçtir. Özalp'e göre, M. Kemal, Menemen'in boşaltılıp,"Vilmodit" ilan edilmesini, (yani, Menemen halkının başka yörelere sürülmesini ve şehrin yakılıp yıkılmasını, haritadan silinmesini) istemiştir. (Vilmodit’ fransızca ’Ville maudite’ terkibinden gelmekte olup, ’lanetli şehir’ demektir.. )
Çünkü, hadise patlak verdiğinde orada toplanan yüzlerce Menemenli’den kimsenin bu duruma müdahale etmediği de ulaşan haberler arasındadır.
Özalp, haberin ulaşmasından hemen sonrasını şöyle anlatıyor: "Haber Ankara'da bir bomba tesiri yaptı. Derhal Köşk'e çağırıldım. Mustafa Kemal Paşa görülmemiş şekilde kızgın, üzgün ve heyecanlıydı. Başvekil İsmet Paşa, M. Müdafaa Vekili Zekaî Bey, Ordu Müfettişi Fahrettin (Altay) Paşa da, Köşk'e geldiler.
Mustafa Kemal Paşa, çok sinirli bir durumda söze başladı: 'Bu ne haldir, mürteciler hükümet meydanında ordunun subayını din adına boğazlayabiliyorlar. Binlerce Menemenliden kimse çıkıp mani olmuyor, bilakis tekbirlerle teşvik ediyorlar. Yunan idaresi altındayken bu hainler neredeydiler? Onların namusunu ve dinini kurtaran ordunun bir subayına reva gördükleri bu saldırının cezasını yalnız hain katiller değil, hepsi en ağır şekilde çekmelidir. Bu Cumhuriyet'i ve bizim başımızı kesmektir. Bundan bütün Menemen sorumludur. Bu kasaba 'Vilmodit' ilan edilmeye müstahak olmuştur'' (…)'Derhal harekete geçmeliyiz', dedi. Cevaplarımızı bekliyordu, yalnız itiraz dinlemeye tahammülü olmadığı anlaşılıyordu. Vakit kazanmak ve havayı biraz yumuşatmak düşüncesiyle, 'Acaba ayrıntılı raporların gelmesini beklesek mi?' diye bir görüş ortaya attım. Hiç cevap vermedi. Bir süre oturdu. Biz de konuşmadık. Menemen'de orduya hizmet eden veya önceden hizmet etmiş olan askerler ve aileleri vardı. Masum çocuklar, ihtiyarlar, aciz kadınlar böyle ağır bir cezaya ister istemez maruz kalacaklardı. Konuşmasak bile, bu fikirleri hepimiz zihnimizden geçiriyorduk. Belki bu susma sırasında Mustafa Kemal Paşa da bunları düşündü. Ancak, taviz vermeye niyetli görülmüyordu, 'İşte böyle olacak, dağılalım' dedi ve kalktı."
Anlaşılıyor ki, emir yerine getirilmemiş.. (Ki, M. Kemal’in kafası tütsülüyken yaptığı konuşmaların Kâtib-i Husûsî’si eliyle resmî bültene verilmeyip; sorduğunda ise, metnin saçmalığı kendisine gösterildiği ve bunun üzerine, ’Aferin çocuk..’ diye takdirini belirttiği bilinir..) Özalp da, bunu nasıl yaptıklarını da şöyle anlatıyor: "Aramızda, bir iki gün beklemeyi, Mustafa Kemal Paşa'nın tepkisinin ne ölçüde değişebileceğini görmeyi uygun gördük. Ancak, normal kanunî işleri hemen başlattık. Paşa'dan birkaç gün ses çıkmadı. Bir daha "Vilmodit" ten bahsetmedi. Menemen'e yollanan kuvvetler Derviş Mehmet'i ve arkadaşlarını yakaladılar. Orada kurulanDivan-ı Harb'de muhakeme ve idâm edildiler .(…)’
*
Evet, bu anlatılanlar, Irak’da Saddam’ın 35 yıllık, Suriye’deki 50 yıllık Baas diktatörlüğünün ve (Baba- Oğul) Esed Hanedanı’nın 43 yıllık kanlı uygulamalarının bölgemizdeki çağdaş öncüsü sayılabilecek mahiyette değil midir? (Ve bugünün kemalist-laik ve de ulusalcı denilen çevrelerinin Irak ve Suriye’deki Baasçı ideolojiyle benzer mahiyette olan kadrolara sahib çıkması da bu ihtimali daha bir güçlendirmiyor mu?)
*
Ne dersiniz, Mustafa Fehmi Kubilay’ın kesik baş hikayesinden ve o kanlı yıllarda hazırlanmış acılı bi rmenemen yemeğinden, laik rejim beyinleri kendisine celb etmekte, kalbleri kazanmakta bir fayda elde edebilecek midir?
----------------------
Hikâye-i Kesikbaş ve Kemalist-Laik Bir Menemen..
Selahaddin ÇAKIRGİL | HaberVakti
25 Aralık 2012 Salı 10:05
secakirgil@yahoo.com