İki zafer iki hapishane
İDRİS ÖZYOL
Galatasaray'ın UEFA Kupası'nı alması ve İsrail'in Güney Lübnan'da yenilmesi İslam dünyasının iki zaferidir. İslam topraklarını apar topar terketmek zorunda kalan işgalci İsrail ordusu, mücahitlerin saldırıları karşısında yenilgi üstüne yenilgi yaşadı. Ve sonunda çok büyük yendik onları. Mazlumlar, Lübnan'da Siyonist zulme karşı direnen ve sonunda zafere ulaşan savaşçıları alınlarından öpüyor. Ve ekliyor yeryüzünün kara halkları: Her yer Lübnan'dır özgürlük direnişçilerine, her yer Peru'dur, her yer Ogaden'dir, her yer Çeçenistan'dır, her yer Keşmir'dir. Biz ki sınırları ellerimizin coğrafyasına sokmayan, zulüm kalelerini gözlerimizin heyecanına bulaştırmayan, alnı ve yüreği esmer yığınlarız, biz ki halkız, biz ki 'kara çocuklar'ız, önümüzde hiçbir zulüm ilelebet duramaz. Ve zulmün, ve baskının, ve faşizmin hesabı bu dünyada, tam da bu dünyada sorulur. Ve adalet, adalete gerçekten ihtiyacı olanların ismiyle işler bir gün. Elbet bir gün...
Kopenhag'de yaşanan başarıya gelince: Her ne kadar ortalık, "Galatasaray'a para verilsin mi, verilmesin mi?" tartışmalarıyla bulanmışsa da, bir gerçeği gözden kaçırmamak gerekir. Bu da, Avrupa'nın yeşil sahalarına Anadolu'nun tohumlarını eken "11 kara kafalı"nın gerçeğidir. Yıllardır Avrupa devlerinin ellerinde dolaşan bir kupa ilk kez metropol takımlarından sökülüp, Anadolu toprağına getirilmiştir. İran'dan gelen kutlama mesajı da, bu kupanın Anadolu'ya taşınmasının İslam dünyasındaki yankılarını gösteriyor. Artık Avrupa'nın sesimizi duymaya ihtiyacı yok, onun sesini bize duyurması gerekiyor. Bize duyurması gerekiyor ki, bir gece ateşler içinde dalacağımız Paris şehrine karşı adil bakabilelim.
Yüreğimiz bütün bunlarla meşgulken, ülkemiz hapishanelerinden yükselen çığlıklar karşısında yeterince duyarlı olamadık gibi geliyor bize. İstanbul Kartal Özel Tip Cezaevi'nde bulunan İBDA-C davası tutuklularının yaptığı açlık grevi 50 günü çoktan aştı. Cezaevi şartlarınının düzeltilmesi ve "kansız ölüm" diye adlandırılan tecrit sisteminden vazgeçilmesi için başlatılan açlık grevinin çığlığı kulaklarımıza pek ulaşmadı bu süre içinde. İBDA-C davası tutuklularından Salih Mirzabeyoğlu ve Ali Osman Zor, tek kişilik hücrelerde, diğerleri ise 3'er ya da 4'e kişilik zindanlarda tutuluyorlar. "Tek başına tavla oynayan kişinin, başka biriyle gerçek bir oyun oynama şansı ne kadarsa, tecritte kalan kişinin çıkınca veya yanına biri verilince uyum sağlama şansı o kadar bile değildir" diyor M. Fazıl Aslantürk. Saadettin Ustaosmanoğlu adlı tutuklu ise tecrit yüzünden bunalıma girdiğini ve Bayrampaşa Hastanesi'nde bir psikiyatrist hanım tarafından muayene edildiğini anlattıktan sonra psikiyatristin kendine "Sizden rica ediyorum lütfen intihar etmeyin" dediğini söylüyor. Ali Osman Zor'un ise kulağımıza ulaşan çığlığı aynen şöyle: "Her an öldürülme korkusuyla yaşıyorsunuz. Zaten hedef de bu korkuyu yaşatmak. Ve neticede ya intihar ettirmek ya da sizi psikolojik olarak teslim almak istiyorlar".
İkinci bir çığlık da DHKP-C tutsaklarından yükseliyor. "Ulucanlar vahşetinin görüntülerini yayınlayın" diyen tutsaklar, 26 Eylül 1999'da yaşanan bu şiddetin bütün ayrıntılarını aktardıkları halde, seslerine kulak veren yok. Meclis Komisyonu, Ulucanlar'da öldürülen 10 tutsağın otopsi görüntülerini izlemekle yetinirken, Özel Tim tarafından gerçekleştirilen operasyonun video kayıtları ortalıkta yok. Bu kayıtlar belki de olayın bütün boyutlarını ortaya serecek. Ama kulaklar tıkalı. Yapılanlar ise göstermelik.
iozyol@yenisafak.com