Ya beni de götür ya sen de gitme
İDRİS ÖZYOL
Üçüncü mevkisinde trenlerin, gemi ambarlarında, arka koltuklarda, kamyon kasalarında getirildik. Dişlerimize ve kaburgalarımıza bakıldı. Kırbaçlı bir elin gösterdiği yerlere dağıtıldık sonra* Pamuk tarlalarına, çivi fabrikalarına, altın madenlerine, temizlik işlerine, limanlara sürüldük ve sırtımızdaki ter ırmaklarına bakılarak keyifle sigaralar yakıldı müdür odalarında. Ve kırbaç havada iki kez saklayarak aramızdan en zeki olanları işaretledi. İşte o gün zekanın satılabilir bir şey olduğunu öğrendik. Çünkü gösterilen her adam, kırbaçla aramıza bir şef garson, bizleri beyazlara doğru yontan bir keser olarak dikildi. İhanetin siyah beyaz bir şey olduğunu ve bizimle aynı dili konuştuğunu gördük. Bizimle aynı dili konuşan ama aynı masalarda oturmayan bir şeydi ihanet. Ve kırbacın sahibi şehrin nimetleriyle coşmaya gittiğinde, aramızdan seçilenler bizi usulca sorgular, sabahları itinayla pamuk tarlalarına dağıtır, akşamlan bir dost edasıyla şantiyelerden toplar ve okşar gibi ihanet ederlerdi.
Biz incecik sözlerin altında küflenmiş yüreklerin kinini bulduk ve tam da bu yüzden nezaketi sevmeyiz. Sonra aramızdan seçilenler 'demokrasi' diye bir şeyle geldiler bir gün. Soyluların evlerinden çalınan muzlara benziyordu bu. Daha doğrusu, soyluların evlerinden muz çalmaya artık gerek kalmadığını, o muzların istediğimiz zaman bizim olacağını anlatıyorlardı bizimle aynı dili konuşan ve buraya aynı gemilerde getirildiğimiz adamlar. Ve sözlerinin sonuna artık uyandıklarını, artık bizim saflarımızda olduklarını, yataklarını bizim koğuşlarımıza taşıdıklarını eklemeyi de unutmuyorlardı. Oy denilen ve üzerinde onların adı yazan kağıt parçalarını, onların gösterdiği kutulara attık. Kutudan çıkan her kağıtla biraz daha şişmanladılar, hem de ansızın şişmanladılar, oturdukları yerde ve kafalarını sağa sola çevirerek şişmanladılar. Ve onların boyunları kalınlaştıkça vaad edilen muzların bir hayal olduğunu anladık. Soyluların evinden muz çalmayı da unutmuştuk bu arada.
Ey bu yazının meçhul muhatabı, bil ki, şehre kamyon kasalarında balık istifi getirilenlerin özgürlüğü hayaldir. Onlar 'Beyazların daha eşit' olduğu bir dünyada, daha iyi pamuk toplasınlar, daha iyi çivi döksünler, daha çabuk tünel açsınlar ve camlan iyi silsinler diye 'vatandaş' kılınmışlardır. Ve hadlerini aştıkları gün, saray erkanı,kalemlerini hokkaya sokarak hükmü basan "Hiç çobanla cumhur reisinin oyu bir olur mu?" Ve bizlere verilen haklar, piyasa rayiçleri içinde taşıdıkları işlerliğe ve tekere çomak sokulmaması şartına bağlı olarak vardırlar. Tekere çomak soktuğumuz gün,kara kafalarımızdan sürükleyerek meydanlara çıkartır ve. bütün kölelere
seyrettirirler gözlerimizin nasıl dağlandığını. Buyrun size özgürlük...
Alın bu meydandan size düşen hisseyi ve tek gözlü evlerinize giderek bi güzel ezberleyin. Çünkü demokrasi birileri için "hayat tarzı",parmakla sayılamayacak kadar çok olan diğerleri için de ezberlenecek bir ödev'dir; Ve otobüslerin arka koltuğunda gelinen şehirlere on kilometre kala "sus!" işaretleriyle hatırlatılır bizim çocuklara.