Kavlim odur şehre varam feryad ü figan eyleyem
İDRİS ÖZYOL
Gözlerinize o kadar çok baktım ki, artık eminim, bu kentlerin sonu geldi. O kadar baktım ki gözlerinize, milyonlarca göz oldu ellerim ve ellerim bir kızılderili mızrağı gibi beyazların önüne saplandı. Ürktü üstüme yürüyen atlar ve ben üstüme yürüyen atlardan ürktüm. Çok ürktüm hem de ve kendimi iki ünlü harfin arkasına saklayarak ünsüzleştim. Gözlerimde yavrusunu doğururken ölen anneler dolaştı ve ben onlarla beraber dolaştım kendi gözlerimde. Orada kaldım, orada, gözlerimin hain sığınağında ve kurşunu alnımda hissetmem için atmam gereken son adımı atamadım bir türlü. Ayarttığım ordular duruyordu ardımda ve ben onların kızgın, ölmeye ve öldürmeye hazır bakışları altında meydanı bırakmaya hazırlandım. Kalbimi yokladığım avuçlarım kocaman bir boşluk olarak döndüler geriye. Ve belki de bu yüzden adımı iki ünlü harfin arasına sıkıştırdım. Yüzüm dağılıp gitti haflzamda. Işıkları söndürmek geçti içimden. Çünkü şehrin sakin bir uykuya ihtiyacı var.
Fakat surların dışında, sabahı yakın bir karanlığın içinde bizim çocuklar duruyor çamurlu ayakkabıları ve uçlarına yüreklerini taktıkları mızraklarıyla. Bizim çocuklar duruyor, her biri bir kuş tarafından ayartılmış ve her biri ayrı bir gül kıvamında. Gülün bütün renkleriyle oturup masalara, tam ortasına hayatın ve tam ortasına karanlığın ölçüsüz yumruklar vuruyorlar. Ölçüsüz ve hesapsız bakıyoruz birbirimize. Beyaz Ordu'nun önünde ve gölgemizi dahi düşülmeden yere, devasa bir inancı geçiriyoruz kalpten kalbe. Yalnızca dizlerini çamurlu sokaklarda patlata patlata büyümüş esmer çocukların bileceği köprülerden geçerek geldik buraya ve geride tekfurların yaktığı köylerimiz duruyordu. Ve şimdi yanan köylerimiz ve kurşuna dizilen abilerimiz gibi duruyoruz surların önünde. İçerde, tam uzanırken kadehine beyaz bir el, geldiğimiz öğreniyor ve donup kalıyor havada çığlığı. Arkasına kurulduğu masa tuhaf bir gürültüyle devriliyor. Bu korkuyu iyi tanır onlar ve koşarlar aman dilemek için ayaklarımıza. Çünkü şehrin sakin bir uykuya ihtiyacı var.
İşte biz iki harfin arasına sıkıştırıp kanayan zihnimizi ve kalbimizi tekmeleyen hatıraları şu dışardan gelen gürültüyü yazdık. Başını pencereden dışarı uzatan herkesin malumu olan gül rengi gürültüyü. O kadar çok baktık ki o gül'e, artık eminiz; bu şehir ve diğerleri mutlaka alınacak. Bronx'tan çıkan çocuklar New York'u yerle bir edecekler biliyorum. Soğuk kış gecelerinde kestane yerken Paris sosyetesi, şehir bizim çocukların eline geçmiş olacak çoktan. Gözlerinize o kadar baktım ki, bunların hepsinin olacağına eminim. Şu an toplarınızı şehre çevirmiş bekliyorsunuz ve miğferlerin altında miryonlarca kızgın alın surların arkasına bakıyor. İçerde, beyaz enseler, birbirlerine çarparak son bir ümitle koşuşuyor. Anlaşmak istiyorlar sizinler. Çünkü şehrin sakin bir uykuya ihtiyacı var.
Lakin çare yok. Güllerin kokusu çoktan ulaştı şehrin en büyük meydanına. Orda çamurlu ayakkabıların dansı başladı çoktan. Güllerin sarhoşluğuyla sarsılıyor başım ve hiç bir anlaşmaya yanaşmayan mızraklar saplıyorum harflerin gölgesine. "Buradan bizim çocuklar geçti" diyorum, 'bizim çocuklar geçti buradan, yakarak konaklan". Ve kapıları ardına kadar açarak ve kırarak pahalı vazoları bizim çocuklar geçiyor meydanlardan. Dudaklarında kızıl bir elmayı ısırmanın hazzı ve mahrum edildikleri her şeyi yer ile yeksan ederek bizim çocuklar Roma sokaklarında dans ediyor ve karaderililer yaktıkları Johannesburg'a keyifle bakıyorlar uzaktan. Selahattin Eyyubi Kudüs'e giriyor nerde ayağa kalksak. Nerde ayağa kalksak köleler ambarlarına tıkıldıkları gemileri ele geçiriyor. Dümen bizimdir artık, rotayı da çoktan seçtik.
|