“Hiç” ama “hiç”
İDRİS ÖZYOL
Hiçliğin oğluyuz biz, kendi kendimizin maktulü, kendi kendimize katil ve kendi idamlarımıza cellat. Sokaklarında sürttüğümüz şu şehir, hırtlığımız, serseriliğimiz ve bir ayağı kırık itler gibi çarptığımız kaldırımlar, kenar mahalleler, sobasız evler... hepsi ama hepsi dev bir "hiç". Kimse saymaz bizi ve zorla soktukları dersliklerde saçlarımızı kesmekten, tırnaklarımızı yoklamaktan ve kara tahtanın üstündeki resme baktırmaktan başka bir şey yapmazlar. Bıçakların konuştuğu ve böğrümüze inen yumruklarla yıkıldığımız sokaklara döndüğümüzde hiçbir işe yaramaz "hayat bilgisi" adıyla öğrettikleri bi dolu saçmalık. Yüzleri hızarda biçilmiş ve gözlerine utancın bantları çekilmiş silik resimlerdir aile diye yanına gittiklerimiz. Tinerin, acımasızlığın ve düz kon-taktların dünyasında kaybolurken biz, kimse aynaya bakmaz. Kimse yüzünü yıkamaz ve kimse itiraf etmez cinayetini en derin uykularda bile. Katil belli, maktul belli, cellat belli... yani biz. Fakat yargıç yok ortada. Yargıç fildişi kulesinde hükümler kesiyor. Yargıç şiiri, coğrafyayı, tineri ve zincirleri yargılıyor durmadan. Ve yüzünü yıkamıyor. Ve yargıcın yakasında bit yok. Yani yargıç yaşamıyor. Yargıcı gömelim
Sıkıldık kendimizi öldürmekten ve gömmekten kendimizi ve kendi ruhumuza idam hükümleri indirmekten sıkıldık. İşsiz güçsüz, ayağı kırık itler gibi sürtündüğümüz surlardan, kale diplerinden, duvar önlerinden, yangın yerlerinden sıkıldık. Açmayan çiçekleri kopart gitsin. Kopart gitsin içine bir damla heyecan, bir damla inanç akıtılmayan yüreğini. Al ve ez, sana sunulmayan gıcır gıcır ayakkabıları, vitrinleri kır, sinema salonlarını yak. Galeria'nın, Carefour'un ve diğerlerinin, arabaların, çelik jantlı lastiklerin, ön koltukta oturan sarışınların, kırmızı eteklerin, lacivert takımların, boyaların, boyaların, o hiç bitmeyen boyaların faşizmini parçala
.
Parçala kendini, arkadaşını, anneni, babanı ve hiç tanımadığın insanları. Hiç tanımadığın, ama hiç. Hiç, Sadece "hiç"!
Hiçliğin oğluyuz biz, oyu geçersiz, elbisesi "demode", ayakkabıları patlak, çorapları delik ve saçları karman çorman. Bıçakların altında doğduk ve yaşadık onların gölgesinde ve bir dosta ihtiyaç duyduğumuzda elimize cebimize attık. Soğuk bir kabza vardı orda, bize çok görülmüş her şeyin yerinde, bütün yoklukların ve yoksunlukların yerinde soğuk bir kabza. Soğuk ve boş ve ilkel ve birkaç satır konuşmayı öğrendik. Kimse doğru cümleler ve içinden insanlık taşan kelimeler sunmadı bize. Kimse sevmedi bizi ve kimse tutmadı defterini şehir kenarlarında yaşadığımız zulümlerin. Kimse bize çok görülen eğitimi, çok görülen parayı, çok görülen iskarpinleri, çok görülen cafeteryaları, vapur gezilerini, piknikleri, hastaneleri sormadı kendine. Ve yargıçlar kendilerine bir şey sormayanlar arasından çıktı hep. Aynaya bakmayanlar, yüzünü yıkamayanlar arasından çıktı yargıçlar. Aslında yaşamayan ve biz kendimizi vurdukça ortaya çıkıp "on punto" harflerle saçmalayan demeçlerdi yargıç. Demeç vermeye, saçmalamaya, arabasıyla üstümüze çamur sıçratmaya, yüzümüze pis pis bakmaya, dövmek için elini kaldırmaya, korkutmaya ve günahı bize atmaya yarayan birtakım robotlardı.
Bu alabildiğine beyaz ve alabildiğine geniş ve alabildiğine yalancıydı dünya. Bize yer yoktu buralarda ve bıçaklarımızın kabzasına tutunarak ve soğuk çeliği sağa sola savurarak yer açtık kendimize. Yüzümüzde hergele dövüşlerinin izi, okul sıralarında yediğimiz dayakların acısı ve çorbasız evlerin kahreden soğukluğuyla büyüdük. Büyüdük ve büyüttük nefretimizi. Beyaz ve temiz ve güzel kokulu ve saf ve içeriksiz her şeyden nefret etmeyi öğrendik. Bunu siz istediniz. Var olmanız ve koltuklarınıza daha iyi kurulmanız için bizim nefretimize ihtiyacınız vardı. Biz yaramazlık yaptıkça' siz yüceldiniz. Ulu oldunuz, yargıç oldunuz, sosyolog oldunuz, ağır ama bi halta yaramayan laflar etmeyi öğrendiniz. Gözlerinizi gözlerimizden kaçırmayı ve sağlam olan öteki ayağımızı da kırmayı öğrendiniz. Kürklerinize sarılarak yürümeyi ve son model arabalarınıza iyice gömülmeyi... Siz gömülmeyi, biz de gömmeyi öğrendik. En iyi bildiğimiz şey bu. En iyi bildiğimiz saçmalık, şaka ve aile bu. Gerisi sadece ve sadece bir hiç...
e-mail: lanetli@hay.net.tr