Korkakların mutluluğu
İDRİS ÖZYOL
Bir uyuşma bedende, zihinde ve düşlerde. Belki bir kirlenme bu, belki çürüme, belki de bir karpuzun içini yemesi gibi birşey. Baktığım bütün yüzlerde, kendinden ve insanlardan uzaklaşmanın ağır faturası. Devasa bir inançsızlık, devasa bir ümitsizlik ve dev bir kaçış. "Bu toprakları kime bırakmaya niyetlisiniz acaba?" diye sorsam gözlerimin içine anlamsız anlamsız bakacağınızdan eminim. Kendi kabuğuna çekilmiş ve orada "kara bir inci" üretmeye çalışan insanların suçüstü yakalanmışlığı var bakışlarınızda. Size incilerden nefret ettiğimi söylemeliyim. Gövdesine saplanmış bir taşı dünyanın en güzel mücevherlerinden biri haline getirmek fikri alabildiğine yabancı bana. Atılan bir taşla yaşamaya alışmak bile kötü bir duyguyken onu onur duyulası bir maddeye dönüştürmek, tepkisiz, teslim olmuş, apolitik varlıkların işi olsa gerektir. Oysa insana düşen, kendisine yönelen bütün yabancı unsurları reddetmek ve o unsurların kaynağına doğru haykırmaktır. Bir "inci"ye meziyet yükleyen bütün felsefelerin karşıtıyım ve karşıt olmak, şu dünyadaki hanemize yazılan en "pırıltılı" şey.
Bir vakitler, inanç ve kararlılıklarına bakarak benim de yanlarında saf tuttuğum sıkılmış yumrukların gevşediğini görüyor bu gözler. Beyazla pembe arası bir renk turu yaşanıyor o avuçlarda şimdi. O avuçlarda, o yumruklarda "yumuşama"nın tiksindirici ve iç karartıcı yüzü dolaşıyor. Baktığım bütün yüzler kapanıyor karşımda ve kilit vuruluyor aşklara. Kilit vuruluyor topraklara, üstünde doğulan ve bir bıçak gibi dolaşılan bütün şehirlere, köylere, evlere kilit vuruluyor. Ürkek ve kendi gölgesinden bile korkan güvercinler gibi yaşadığınız bu aşklardan size bir sancıdan başka birşey kalmayacak. Küçük bir ses parçasıyla kalbi pır pır eden ve güvenli kuytulara sığınmak için topluca havalanan güvercinlerin aşkından ne olur ki? Ne olur ki sizin aşkınızdan? Ve ne hakkınız var sizin sevdiklerinizi de kirletmeye, yaralamaya, korkak hale getirmeye? Ruhunuzda yayılan karanlığı, bir başkasına hangi hak ve duyguyla taşımaktasınız? Kendi pis korkunuzu tek başınıza yaşayın ve bilin ki aşk cesaret işidir. Ancak devrimciler aşık olabilir. Ancak hayatı bir isyan ateşi gibi alnında dolaştıranlar aşık olabilir. Bu ateşli ve cesur duyguyu, korkularınız ve ihanetlerinizle kirletmeyin.
Aklınızdan geçen herşeyi biliyorum. Çok gördük biz bu yılgınlık ve sünepelikleri. Aşklarınız karşısında dahi yenildiniz siz ve sarılıp yanınız sıra koşturmak yerine, sevdiklerinizin korkularını da korkularınıza gerekçe göstererek, hem kendinizi hem de onu bir çukura doğru sürüklediniz. Koşmaya mı cesaretiniz yoktu, sunacak dünyalarınız mı sığdı, cahil miydiniz, eksik miydiniz, bilinmez. Gerekçeleriniz hiç ilgilendirmiyor bizi. Bildiğimiz birşey var ki, siz aşkı kuşatılmış kalelerin teslim olması gibi birşey sandınız ve sevgilinizin elinden tutmanız beyaz bir bayrağın dalgalanması anlamına geliyordu sözlüğünüzde. Ürkek cümlelerden oluşan bir sözlüğünüz var ve tam da bu yüzden tek bir satır anlamayacaksınız kavgamızdan. Size o kavgaya katılma hakkı ve kavga etme imkanı sunuldu, lakin cenk meydanına attığınız ilk adımda ayaklarınızın tutuştuğunu görüp, serin bir hayata, serin bir kucağa, serin bir eve doğru koştunuz. Kendiniz gibi korkak hale getirdiğiniz sevdiklerinizden sizi avutmalarını, dizlerine yatırıp saçlarınızı okşamalarını beklediniz. Oysa o saçlar, isyan ateşenin yalımlarıyla tutuşmalıydı. Saçları isyan ateşinde kavrulmuş adamların ve kadınların hakkıdır aşk. Ve dünyanın en güzel ağaçları ve en güzel kalpleri onların toprağında yetişir. Size, içinde gittikçe boğulacağınız daracık hayatlar ve o hayatları bile doldurmaktan aciz avuçlar kalır. Gidin ve o avuçların aşkında teselli bulun. Uyutsun sizi miniminnacık sevgililer ve yaşlanan bedenlerinizi kanapelere yayıp kazak ören kadınları seyredin siz. Yaşayabileceğiniz en büyük mutluluk budur. Korkakların mutluluğu!
iozyol@yenisafak.com
10 HAZİRAN 2000