Kemanımla sana bir ses verebilseydim eğer
İDRİS ÖZYOL
Bırak güneş içeri girsin" diyordu adam. Ve adamın aklı, hiç güneş görmemişleri çileden çıkarıyordu. "Çileden çıkanlar"ın, ipini kopartmış hayvanlar gibi, iyi, doğru, anlamlı, güzel, basit, mütevazi, bize ve başkalarına ait ne varsa, herşeyin ama herşeyin üzerine salyalar saçarak üşüştüğü bir ülkede doğduk. Bu ülke bizim en büyük imtihanımız oldu ve çoğu kez bol kırıklı karnelerle yürüdük idam sehpasına. Bazen de, başına buyruk bir yaban kedisinin büyük meşelere çarparak kesilen koşusunu yedeğimize alıp, kendimiz atladık uçuruma. Her iki halde de ve bu hallere eklenen tonlarca durum, ahval ve şerait altında da, bir kadını ardımızdan sürüklemeyi ihmal etmedik. Aferin bize. Aferin, çünkü biz büyük manaların kıskacına kaptırmadan yüreğimizi, küçük, dar ve cahil bir aşkın soğan-ekmeğiyle doyduk. Hata yaptık, çünkü cahildik. Bırakıp gitmedik, çünkü küçüktük. Sadece sevdik, çünkü çok dardı kelimelerimiz. İçine iki kişiyi sığdıracak kadar dardı aşka ilişkin kurduğumuz bütün cümleler.
Bir ülkeyle o ülkede yaşanan sevdalar arasında ne çok bağ var. Fakat o ülke, kendi üzerinde çırpınan kalplere sağır. Ve işte bu yüzden, bütün aşklarımızda politik bir yan, siyasal bir tavır ve sosyal bir isyan dolaşıyor. Sevdiğinin gözlerine bakan delikanlı, arka plandaki dağlara da kaçamak bakışlar fırlatıyor hep. Bir kafeteryanın köşesine sinmiş sevdalılar, cama yakın oturanların biçimsel ve asla hakiki olmayan kahkalarına bakarak birbirlerine sarılıyorlar. Ülkeyi kadın, kadını ülke gibi seviyoruz biz. Böyle öğrettiler çünkü ya da biz hep böyle anladık söylenenleri. Büyük büyük cümlelerin içinde, kalbimize düşen ilk heyecanları aradık. Kopan ya da kopartılan, giden ya da gönderilen, bırakan ya da bıraktırılan sevdalarımızı aradık yılların törpüsü gözlerimizi düzeltince. Yılların törpüsü daha acımasız işliyor benim ülkemde ve gittikçe köreliyor kalbim. Bana kalbimi geri verin. Bana isyanımı, ilk hatamı ve ilk aptallığımı geri ver ey gaddar toprak. Eğer sen uğruna ölebileceğim tek topraksan, benim köklerime de yer ayır tenhanda.
"Geri ver" diye bağırdı adam. Fakat geri alınacak hiçbir şey kalmamıştı ortada. İsteyecek hiçbirşeyi olmayanlar, isteklerinin bayrağıyla savrulanları, batıdan esen rüzgarların altına gömmüşlerdi çoktan. Ve babalarımızın öteye beriye savrulmuş kemiklerini toplayarak ve doldurarak zihnimizi dedelerimizin hikayesiyle ve avuçlarımızda annelerimizin direncini saklayarak, kapına geldik ey sevgili. Bu en ürkütücü aşkıdır yeryüzünün ve içinde yasak düşüncelerle öksüz yürekler danseder. İçinde bir kavim dolaşır. İçinde intikam vardır, şiddet vardır, bir türlü dinmeyen isyanlar vardır. İçinde sadece biz yokuz, bizden başka herşey vardır. Ve bizden başka herşeyi kovup, sadece ikimiz doldurmak isteriz hayatı. Ve bu yüzden politiktir köşe masalarda içtiğimiz çaylar. O masalar delikanlıyı boğar, o çaylar kızı uzaklaştırır ve ayağa kalkıp çaresiz bir yürek, şöyle bağırır gidenin ardından: Kemanımla sana bir ses verebilseydim eğer...
22 Mayıs 1999 Cumartesi