|
|
Gözlerimin içine bak !
İDRİS ÖZYOL
Gözlerinin içine bakarak ölüyorum burada. Bir kaleyi düşürdükten hemen sonra ve anelesinde yeni bir savaşın, -ortada hiçbir sebep yokken- işte öylesine bir sabah, herkes uykudayken, şebnemlere dokunarak ölüyorum. Bağırmadan ve söylemeden adımı ve hatta mümkünse ağzımın kenarında küçük bir gülümseme iskeletiyle, fotoğraf çektirir gibi, traş olur gibi, misafirliğe gider gibi ölüyorum sana baktıkça. Hiç bir bağım yok bu dünyayla. Bu dünyayla hiçbir ilgimiz yok. Göğsümüze daldırılmış bir mızrağı usul usul sürükleyerek yaşıyoruz hep. Mızrağı iki avucunla kavrayıp biraz daha derine sokarak, "işte sizin dünyayla ilginiz bu" diyorsan; yanılıyorsun. Siz hep yanıldınız zaten. Bizi kurtarmaya geldiğiniz günlerde de yanıldınız. "Makus talihimiz "i yenmeye çalıştığınız ve bize ümitler aşılamaya kalkıştığınız günlerde de yanıldınız. Bizim için ölmeye kalkışmanız, sizin aptallığınızdı gözüm. Biz sizden böyle bir şey istemedik ve asla da istemeyiz. Çünkü sizin değiştirmek istediğiniz şey, kendi dövülmüşlüğünüzdü. Babalarınızın verdiği "harçlık cezası"na isyan ettiniz siz, kardeşinizin daha çok sevilmesine isyan ettiniz, kolejde aldığınız kırık notlara isyan ettiniz. Bizim gibi değilsiniz ve biz değişmek istemiyoruz "mavi gözlü dev", biz değişmek istemiyoruz.
Orhan Gencebay dinlediğimiz için utanmıyoruz. Müslüm Gürses'i şarkılarıyla göğsümüzü doğramak rahatsız etmiyor bizi. Azer Bülbül, "titrek bir şovmen" değil bizim için. Kebabı seviyoruz, lahmacunu da, kuru fasulye -ye ekmek banmayı da. Bunlar bizim için iğrenç, kaba, banal, vulgar değil. Arka arkaya dizdiğin bütün bu aşağılama sıfatları senin "hormonlu" beyninin ürünleri. Senin "sanal zekan" üretiyor bunları ve sen, ruhunu yakalayamadığın, çeperinde süründüğün, kapısında dövüldüğün tuhaf bir "Batı algısı"nı idam sehpası kılıyorsun ha-hayatlarımıza. Bizi kandırıyorsun koçum, iki gözüm, ciğer parem, bizi el kapılarına maydanoz yapıyorsun. Oysa ikimiz sırt sırta versek, ne sehpa kalır ortada, ne steril masalar, ne de gözleri bir sömürge ordusunun. Bunları biliyorsun eminim; fakat işine gelmiyor kavganın en dişlisi, otomun en merti. Küçük, küçücük isyanlarla tamir edip vicdanını, kurtlar sofrasından biraz daha kırıntı kapmak senin niyetin. Bu yüzden gelip kapımıza, asker, ekmek ve cesaret istiyorsun bizden.
Bizden mum ışığı, karınca sabrı istiyor ve kara pazularımızı okşayarak ölüme gönderiyorsun her şeyi bire bir anlayan kafalarımızı. Kesilmeye, asılmaya ve mızraklanmaya gönderiyorsun bizi. Ve sonra iki avucunla yakalayıp göğsümüzdeki mızrağı, "işte bu" diyorsun, "işte bu, dünyadan nasibinize düşen". Ve biraz da sert kanırtıyorsun yapışarak sapına, göğsümüzü deşen yoksulluğun.
Sen bir kiler faresisin gözüm. Beyaz konakların zulasında yatan un çuvallarına fitsin sen. Avucuna konulacak birkaç metelik için takla atarsın ziyafet sofralarında. Bizim kapımızı çalma. Gözlerimize bakma. Ve lütfen savaşma bizim için. Hiç inandırıcı değil isyanın, hiç inandırıcı değil kavgan. Tahta döşeklerimize, aşsız evlerimize hasbelkader düşmüş birisisin sen. Kuyruğunu biraz dikleştirince koşarak gideceksin buralardan. Arkana bile bakmadan, göz ucuyla bile yoklamadan kaçacaksın mahallemizden. Adımız gibi biliyoruz bunu. Şakağımıza kurşun sıkar gibi biliyoruz. Her gün ölüp yeniden dirilmekgibi birşey senin lafların.
Satırına bile inanmadığın hayallere inanmamızı ve onların ardı sıra savaşmamızı istiyorsun. Git işine. Hayat başka yerde değil. Burada da değil. Dünyayla hiç bir ilgimiz yok bu yüzden. Çıkartıp göğsümüzdeki mızrağı, atıyoruz önüne. Acaip keyifli bir şey bu ve asla beklemiyorsun böyle bir şeyi. Vuruyoruz seni. Söylediğin yalanların tam arkasından yakalayıp, alnından vuruyoruz*
Ha ha ha !
|
|
|
|
|
|