Yürü de ense traşını görelim
İDRİS ÖZYOL
Evet, bu ülkede yaşamaktan utanıyorum artık. Bu lafı hiç söylememiştim ve ısrarla zihnimin gerilerinde bir yere itmeye çalışıyordum bu utancı.
Adnan Hoca'nın saçı ve sakalı, 'yabancı basın'ın zafer çığlıkları eşliğinde kesildi. Aynı zafer çığlıkları Salih Mirzabeyoğlu traş edilirken de atılmıştı. Hatta, İBDA-C militanlarının traş edilmesini konu edinen haberlerde, "kesilen saçlar çöp kutusuna atıldı" türünden ayrıntılar bile verildi. Traş olayını ayakta alkışlayan Sabah, Hürriyet, Star gibi yabancı yayın organları, devlete methiyeler döşendiler sayfa sayfa. Gören de zannedecek ki, 'devletin bütün bekası' Adnan Hoca'nın ya da Salih Mirzabeyoğlu'nun sakalına düğümlenmiştir. Öyle içinden çıkılmaz bir şey ki, devlet, 'devleti küçük düşürdükleri' iddia edilen kişilerin traş haberlerini veren 'Türk medyası' eliyle küçük düşürülmekte. Bu abartılı sevinç naraları, derinlere kök salmış olan 'ırkçı, şoven, faşist' bir zihniyeti iyice açığa vuruyor. İnsan, bu haberlerle kirletilmiş sayfaları açarken, eline iğrenç bir şeylerin bulaştığı hissini yaşıyor. Haberlerde kullanılan dil, mide bulantısı yaşatıyor insana ve okumaya ara verip lavaboya gidiyorsunuz. Bunun adı düpedüz 'faşizm'dir. Üstelik en pespayesinden, en açığından, en iğrencinden bir 'faşizm'dir bu. Ve artık fazla söze gerek kalmayacak kadar ortada, elle tutulur, gözle görülür bir hale gelmiştir ve karşılığı da bu ülkede yaşamaktan dolayı duyulan büyük bir utançtır.
Evet, bu ülkede yaşamaktan utanıyorum artık. Bu lafı hiç söylememiştim ve ısrarla zihnimin gerilerinde bir yere itmeye çalışıyordum bu utancı. AİDS hastası Nijeryalı futbolcu Anneke'yi bir hafta boyunca katil gibi, hırsız gibi, yüz kızartıcı bir suç işlemiş gibi teşhir eden bu ülke benim ülkem olamaz. Sevdiğim şehirleri, dolaştığım sokakları, gövdesini kazıdığım ağaçları, evlerimi, nehirlerimi, anılarımı, arkadaşlarımı elimden aldılar işte. Bunu da başardılar sonunda. Bir süredir yabancı bir ülkede dolaşan bir turist gibi hissediyorum kendimi. Bu camiler, bu evler, bu semtler, bu türbeler, bu insanlar, bu meydanlar New York kadar yabancım, Paris kadar yabancım, Johannesburg kadar yabancım ve hatta onlardan dahi yabancım oldu üstünde doğduğum topraklar. Ben bu ülkede doğmuş olamam ve bu ülke haketmiyor beni. Bu adamlar çok yamyam, çok zalim, çok kötü ve içlerine sığındıkları plazalar, içlerine sığındıkları daireler, içlerine sığındıkları devlet, onları daha da yamyamlaştırıyor. Et filan da değil üstelik, düpedüz saç-sakal yiyor bu adamlar. Düpedüz hayatımızı, anılarımızı, zihnimizi, inançlarımızı, vicdanımızı yiyorlar.
Ya biz gideceğiz buralardan, ya da bu herifler gidecek. Onların faşist bilinçaltlarıyla yanyana yaşamamız mümkün değil. Bunlar gerçek bölücü ve varlıklarıyla havayı, hayatı, zihnimizi, tarihimizi, insanımızı kirletiyorlar. İnsanları birbirine düşüren ve halkların arasına, toplumların arasına, inançların arasına kin tohumu ekenler bunlar işte. Bu heriflerin haberleriyle, kelimeleriyle, satırlarıyla zehirlenen beyinler, bu ülkenin gerçeklerine karşı, insanlarına karşı, değerlerine karşı, kültürüne karşı onulmaz bir düşmanlık ve hainlik besliyorlar. Bunlar hain. Bunlar Ahmet Arif'in deyişiyle "engerek ve çiyan". Asıl bunları traş etmek ve patronlarına doğru koşarken enselerini seyretmek gerekiyor. Ve işte bunu düşünmenin heyecanı, o günleri göreceğimize duyduğumuz inanç toprağı toprak kılıyor bizim için. Toprak, onun yüz metre üstünde yaşayanların değildir zaten. Toprak, toprakla içiçe olanların ve onun uğruna yaşamayı ve ölmeyi bilenlerindir. Bu topraklar bizimdir. Evet işgal altındayız şu an; ama İzmir Körfezi, sularına dökeceğimiz çapulcuları bekliyor. Ve ben bütün bunları utanarak söylüyorum.
iozyol@yenisafak.com
19 ŞUBAT 2000