Kırklareli'ndeki mahkum Kosova'daki kalbini seyrediyor
İDRİS ÖZYOL
D ev parmaklıkların arkasında bir ülke, kalbini tutarak bakıyor bize. Ve biz dev parmaklıkların arkasında, kopartıp yüreğimizi bir anda, kızgın, çaresiz ve çaresizlik yüzünden daha da kızgın, bakıyoruz o ülkeye. Hem bize bakan, hem de biz, dev bir mapusanenin ayrı hücrelerinde, onulmaz yaralar içinde titriyoruz. Onulmaz yaralar içinde çocuk, onulmaz yaralar içinde ihtiyar, onulmaz yaralar içinde delikanlıyız. Kanımızı fişekleyen şu delifişek dünya, mapusane türküleriyle eğitiyor bizi ve akşam erken iniyor mapusaneye. Akşam, bütün tutsakların, yurtsuzların ve muhacirlerin üzerine bir başka ağır iniyor. Balkanların bir ucundaki, Kırklareli'ndeki mahkum, Balkanların ortasındaki, Kosova'daki kalbini seyrediyor. Herkes bir şekilde tutsak, herkes bir şekilde mahkum, herkes bir şekilde muhacir. Ve bütün yurtsuzların türküsünü çalıyor radyo. Mapusanede bir radyo sürekli ağlıyor. Mapusanede bir adam, eğilmiş radyosuna, hoparlörden sızan gözyaşlarını okşuyor. Ağlamıyor adam; ama kalbi büyüyor, ama damarları şişiyor, ama göğüs kafesinde bir yarılma anı, bir patlama noktası dolaşıyor. Ve Kosova'da bir muhacir yürek infilak ediyor. Tutuşuyor Kırklareli'ndeki mahkum.
"Burada ölenin başka şehirde mezarı" diyor bir şair. Bu şehrin tutsaklarına takılan zincir, başka şehirlerde şakırdıyor. Başka topraklarında doğanlar yeryüzünün, birbirlerini alnının ortasından tanıyor. Alnımızın ortasında tertemiz bir yer var ve tam oradan vuruyorlar bizi. Çünkü o noktadan dolayı kardeş, o noktadan dolayı isyankar, o noktadan dolayı 'biz'iz. Ve karanlık suratlar, beyaz kelleler, dünyanın en vahşi hayvanını görmüş gibi korkuyorlar alnımıza bakınca. Onları alnımızla öldürüyoruz biz ve onlar bizi alınlarımızdan dolayı katlediyor. Kosova'da bir genç katlediliyor şimdi ve Kırklareli'ndeki mahkum alnının ortasına yokluyor. Düşmanlarımızı çıldırtan o temiz ve onurlu noktayı.
Bugün boşalttığımız topraklara, yarın en şanlı elbiselerimizle döneceğiz. Bir düğüne gider gibi, bir düğünde halay çeker gibi, bir bayramda coşar gibi gireceğiz Kosova'ya. Kırklareli'nden sıçrasak bir adımda Priştine'deyiz. Bir adım ötemizde duruyor kalbimiz. Ve biz burada mahkum, biz burada durmadan büyüyerek, durmadan yumruklayarak duvarları ve hücremizde kızgın kızgın dolaşarak, kalbimizdeki sızıya yeni ateşler ekliyoruz. Deftere bir hesap daha yazılıyor. Şiire bir mısra daha. Şarkıya yeni bir dörtlük. Ve bacaklarımıza bağlanan zinciri salladığımızda, Kosova dağlarında yorgun, bitap, aç bir muhacir uyanıyor. Bir muhacir uyanarak, aşağıda yanan köylere bakıyor. Ve onun gözleriyle bakıyoruz mapusanenin duvarlarına. Parmaklıklar üstümüze geliyor. Zincirler, ateşler, dağ soğuğu... Önümüzde katledilen oğullarımıza bakarak yumruklarımızı ısırıyoruz. Kahrolsun Sırbistan...
3 Nisan 1999 Cumartesi