O bir solucan !
İDRİS ÖZYOL
Yine bir haber: "İstanbul Unkapanı'nda 3 ay önce cipiyle kaza yapan Erol Serter, araçta sıkışarak kolu kopan sevgilisi Derya Doğru'yu bırakıp kaçtı. 19 yaşındaki Derya, hastanede öldü. Erol Serter bununla da yetinmedi. Yanında çalışan işçisini, kazayı üstlenmesi için kandırdı. Ancak gerçek açığa çıkınca tutuklandı".
İşadamı olduğu söylenen Erol Serter, 3 ay sonra tahliye edilmiş. Haberin geri kalanı bununla ilgili. Bu rahatsız edici olay, bir süredir kafamda dolanan birşeyi, bu yazıların bir ucunun gidip dayandığı bir noktayı belirginleştirme fırsatı veriyor bana. Hepiniz hatırlıyorsunuzdur, bir ay kadar önce Kartal Endüstri Meslek Lisesi'ni basan kapıcı çocuğu, aşık olduğu kızı ve bir öğretmeni vurmuştu. O günlerde çok konuşulan bu olay esnasında kimse dönüp de okulu basan çocuğun gözlerine bakmadı. Herkes olayın farklı farklı yönlerini deşeledi ve bütün kapılar iki kişiyi öldüren bu delikanlının linçine açıldı. Olayın yaşandığı günlerde yazma olanağı bulamamıştık. Fakat zihnimizden şöyle şeyler geçti o dönemde: Bir lisede ve herkesin gözleri önünde yaşanan bu şiddeti gözümüzün içine sokanlar, hayatımızda kötü giden herşeyin faturasını, kenar mahalle isyanlarına kesiyorlar. Kalbindeki acının şiddetiyle gözü dönen bir delikanlı, tetiğe üç kez dokunduğunda, şehrin seçkin mekanlarında işlenen milyonlarca şiddet suçunun üstü kapanmış oluyor. Birileri, işaret parmaklarını bizimkilerin ensesine dokundurarak, kendi pisliklerini gözden kaçırıyor. Oysa bu şehrin, beyaz mahallelerinde, Bağdat Caddesi'nin uzayıp giden beyaz düzlüğünde, BMW amblemli arabaların koltuklarında acımasız bir şiddet yaşanıyor. Erol Serter gibi "işadamları", ciplerinin ön koltuğuna aldıkları 19 yaşındaki Derya'ları kah batağın, kah çöküntünün ve hatta bu olayda olduğu gibi, ölümün ağlarına doğru itiveriyor. Ve milyonlarca örneği olan bu "beyaz şiddet", çoğu kez kayıtlara bile geçmeden, paranın, iktidarın, karizmanın kirli gücüyle, hayatın arka odalarına atılıyor. Spotlar, bir liseyi basarak sevdiği kızı öldüren kapıcının oğluna çevriliyor. Ve birileri onu döverek, kendi günahlarını gizliyor.
Siz hiç, o delikanlının gözlerine baktınız mı? Ben baktım. Baktım ve bir çöküşü, bir pişmanlığı, bir yıkıntıyı, bir aşkı, bir öfkeyi, bir kararsızlığı, bir çaresizliği, bir talihsizliği ve hepsinin üstüne eklenecek tuhaf bir isyanı gördüm o gözlerde. Mahçup ve pişman bir isyanı. Fakat, devrilen cipin içinde Derya'yı bırakarak kaçan Erol Serter'in gözlerinde hiçbirşey görmedim. Kaşları çatıktı ve dudakları küstah bir şekilde gerilmişti sadece. Arkasındaki güce, iktidara güvenen bir "beyaz kafa"nın rahatlığıyla duruyordu jandarmaların arasında. Hiç isyan etmemiş, çaresizliğine öfkelenmemiş ve çünkü çaresiz kalmamış bir şehir züppesi, bir BMW kahramanı, bir para babasının bütün halleriyle duruyordu. Sadece duruyordu.
Ve içimden bir ses, mantık ve akıl sınırlarını geride bırakarak, asla sağlam gerekçeler üretemeyeceği bir tezi, bir çarpıntıyı kalbimde dolaştırıyor. Kalbimle konuşuyorum şu an ve diyorum ki, bu kahrolası adamlara karşı, bu kahrolası dünyaya karşı, liseyi basan delikanlı benim arkadaşımdır. Ve Erol Serter gibiler asla ve asla yanyana gelmeyeceğim müsveddelerdir. Onlar, adilikleriyle öldürürler insanları. Korkaklıklarıyla ve paralarıyla öldürürler. Cipleriyle ve ciplerinin ön koltuklarıyla öldürürler. Bağdat Caddesi'nin sokaklarında öldürürler. Boğaz kıyılarında öldürürler. Yaşayan ölülere çevirirler hayatı. Liseli çocuksa sadece üç kez dokunur tetiğe. Bütün hayatında yapacağı tek şeydir bu. Ne öncesi, ne sonrası. Sadece o an ve mermiler kalbindeki karanlık bir noktadan namluya, oradan da hayatın ortasına doğru akar. Spotlar üstüne çevrilir ve hayatı boyunca yediği tokatlardan bir miktar daha yer. Ve mapusane köşelerinde, vurduğu kızın hayaliyler kahrolup gider. Eriyip gider. Ölüp gider. O artık yoktur. Fakat Erol Serter hep olacak. Alkol eşliğinde direksiyonuna kurulduğu cipleri devirip, içindeki insanları ölüme terkederek tüyecek olay yerinden. Bir fare, bir solucan, bir karafatma gibi kaçacak o. Hep kaçacak. Öldürüp kaçacak hep. İnsanların hayatlarını karartıp kaçacak. 3 ay yatacak bir koğuşta ve sonra başka bir olay yerinde karşımıza çıkacak. O bir "beyaz" çünkü ve herşey onun keyfi için işliyor bu ülkede. Onun keyfi için doğuruyor analar kızlarını, babalar onun için büyütüyor evlatlarını ve onun suçunu üstlensin diye işçi yapıyoruz oğullarımızı ve o cipiyle 'hava atsın' diye bu ülkede milyonlarca insan. Çünkü o bir solucan.