Jackie Chan, Mustafa Denizli ve diğerleri
İDRİS ÖZYOL
Komedi filmlerinin ünlü oyuncusu Jackie Chan, bir filmin çekimleri için Türkiye'de. Jackie Chan'in karate filmleri oyuncusu olduğunu bilmeme rağmen "komedi filmleri" ifadesini özellikle kullanıyorum. Çünkü peynir-ekmek yer gibi film çeken bu oyuncu, Asyalı bir spor ve savunma tarzı olan karateyi ve benzer teknikleri bir mizah malzemesine dönüştürdü. Şöhretini komikliğine borçlu olan Chan, "beyaz adam"ı eğlendiren bir soytarıdan öte nedir acaba? Arkasına aldığı binlerce yıllık kültürü ve yaşam tarzını bir eğlenceliğe dönüştürüp, uygar mantarların, emperyalist arzuların bilinçaltındaki Asyalı, doğulu, güneyli korkusunu yani esir halklar karşısında duyduğu korkuyu hafifletmekte, kızgın adamları sevimli yaratıklar haline getirmektedir. Jackie Chan filmlerini izleyen bir Avrupalı, herhalde karşısına çıkan ilk Asyalı'nın yanağından makas almak isteyecektir. Bu tarz filmlerin unutulmaz oyuncusu Bruce Lee ile karşılaştırılan ve onun kadar "iyi" bulunan Jackie Chan, her ne kadar bu karşılaştırmadan hoşnut görünse de işin aslı öyle değil. Bruce Lee, "Asyalı öfke"nin yumruğa dönüşmüş haliydi ve baş parmağını burnuna getirerek yaptığı hareket modern dünyaya, zulme, emperyalizme karşı bir meydan okumaydı. Onun kara çocuklar arasında bir efsaneye dönüşmesinin asıl sebebi budur ve bu efsanenin altında işgalcilere karşı, kirli adamlara karşı, paranın gücüne karşı, sömürüye karşı atılan "uçan tekmeler" vardır. Jackie Chan ise bir vakitler atılmış bu uçan tekmelerle yaralanmış "emperyal ruhları" sevimli mimikleriyle tamir ediyor. Onun altına imza attığı Hong Kong yapımı filmleri izleyen Avrupalı çocuklar, mısır patlaklarını yiyip üstüne kolalarını içerek "Beyaz Saray tanrılarına" ve "Elysee valilerine" tapınmalarını sürdürmektedir. Çünkü Jackie Chan, arenaya sürülen bir gladyatör kadar bile olamamış ve bu yüzden isyan duygusu iğdiş edilmiş bir dalkavuktur. O Asyalı bir hadımdır ve koskoca bir coğrafyayı "tüketim malzemesi" haline getirir. Bruce Lee, "Çinliler ve köpekler giremez" şeklindeki bir tabelayı parçalarken, Jackie Chan o kapılardan içeri "köpekleşerek" girmenin yollarını arar. Bizim kahramanımız olma şansını "sevimli mimikleri" yüzünden en baştan kaybetmiştir. Bu yüzden bizlerle ilgili kanaatleri, Türkiye'ye ilişkin yargıları beni hiç ilgilendirmiyor.
Karşısında ilgisiz olduğum bir diğer isim de Mustafa Denizli. Milli Takım'ın Avrupa Kupası maçlarında sergilediği performans yüzünden alabildiğine eleştirilen Denizli, benim için çok farklı alanlarda ıskartaya çıkmış bir isimdir zaten. Ben 28 Şubat sürecinin yeterince şöhret olamamış isimlerinden birisi olarak gördüğüm Denizli'nin başörtüsü karşısındaki kanaatlerini iyi hatırlıyorum. İnançlar karşısında düşmanca bir pozisyon belirleyen bu teknik direktör, ikinci olarak da bir televizyon reklamıyla canlanıyor gözümde. Sigarayla Mücadele Vakfı türünden bir organizasyonun "kamu yararına reklam"ında (!) arzı endam eden Denizli, sigara içenlerin evrimini tamamlayamamış ilkel yaratıklar olarak sunulmasına aracılık ediyor hemen hemen her gün. "Nikotinus" diye aşağılanan sigaraseverlerin karşısına, gelişkin insan yani "Sportmenus" diye çıkarılan bu adam, reklam ucuza malolsun diye alındığı anlaşılan bir Samsun paketine tekme atarak, halkın önündeki duruşunu belirginleştiriyor. Denizli için, sigara içen yığınlar ve sigara içmek üzerine üretilmiş bütün felsefeler bir tekmeyle "iktidar"ın, "egemen değerler"in ve hatta "rejim"in dışına itilecek unsurlardır. O ve onun gibiler nerden edinildiği belli olmayan iktidarlarını sigara içenlerle bölüşmek istemiyorlar anlaşılan. Ve tam da burada şöyle bir soru geliyor insanın aklına: Bu vatandaşın teknik patronluğunu yaptığı Milli Takım, sigara içenlerin de temsilcisi değil midir acaba? Yoksa sigara içenler milletin bir unsuru olarak kabul edilmiyorlar mı? Milli Takım'ın başarılarına sadece sigarasız ve steril ve hijyenik elemanlar mı alkış tutmalı? Bütün bu sorular bir yana, ben bu reklamı izlerken üzerime çevrilmiş faşizan bir tehdit görüyorum. Toplumu sigara içenler ve içmeyenler diye ikiye ayırmaya çalışan bu vatandaşlar, sigara içmeyenleri "üstün insan" mertebesine koyarak, sözde eciş büçüş, evrimini tamamlamamış, ilkel insanları yani halkı, yani halkın sigara tüketen geniş kesimini "köleleştiriyorlar". Ve bu aşağılama, horlama, adam yerine koymama çabasının baş aktörü olarak da
karşımıza Mustafa Denizli çıkıyor. Böyle bir amaca, böyle bir girişime alet olan Denizli'nin yeşil sahalarda göstereceği performans da İtalya karşısında çıkarttığımız oyundan farklı olamaz zaten.
Futbol sahasında Anadolu ruhunun -biraz çarpıtılmış da olsa- temsilcisi gibi duran Fatih Terim karşısında Mustafa Denizli'nin çizdiği karakter, ülkenin yüzde birine bile tekabül etmeyen "beyazların" sözcülüğüdür. O, Türkiye Milli Takımı'nın değil, Bağdat Caddesi Futbol Kulübü'nün ya da Atatürkçü Düşünce Derneği Futbol Şubesi'nin teknik direktörü olabilir ancak. Almanya İkinci Ligi'ndeki bir takımı yönetirken yaşadığı çuvallamayı hafızalardan silmeye çalışan ve futbol kariyerine, bu kariyerle ilgisi olmayan alanlardan destek bularak bir takım yıldızlar eklemek isteyen Denizli, başörtüsü ve sigara ve benzeri simgeler karşısındaki düşmanlığıyla duruyor benim hafızamda. Jackie Chan komedisinin yanında ciddi bir suratla duran Mustafa Denizli, sonuçta onun yaptığından farklı birşey yapmıyor. Birisi bir halkı bütün kültürüyle birlikte soytarı haline getirirken, diğeri de bir başka halka karşı "köpekler ve başörtülüler giremez" yazılı tabelalar asıyor. Fakat o halklar günü geldiğinde Bruce Lee'leri çıkartma yeteneğine sahiptir ve bu tabela bir uçan tekmeyle paramparça edilecektir.
iozyol@yenisafak.com
18 HAZİRAN 2000