|
|
Ezdirmem sana kendimi
İdris Özyol
Esir ırmakların diliyle sevme beni. İşgal edilmiş ovaların, parçalanmış evlerin ve tarumar edilmiş bahçelerin diliyle konuşma. Yenik kavimlerin utancıyla eğme gözlerini ve tutsak hayallerimizi zihninin köşelerine sıkıştırıp "yeni bir hayat" masalları anlatma bize. Yeni bir hayat yok! Bu utandığın, bu gizlediğin, bu yok saydığın, bu aşağıladığın dünya, yani biz, hepimiz, gerçeğiz. Aralayarak önümüzdeki beyaz kalabalığı, gizlendiğimiz köşelerden el yordamıyla sıyrılarak öne çıkacağız ve kısa ama içinde şehirler yanan laflar edeceğiz bir ağızdan. Biz buyuz işte; eski hayat, yangın yerlerindeki çınar ve durmadan tepen büyük bir yarayız biz.
Git, ne kadar ingiliz olursan ol, ne kadar Fransız, ne kadar Alman; gün gelecek bir avuç ekmek yiyebilmek için bizim dilimizi, ateşli cümlelerimizi ve kıvrak kalbimizi kullanacaksın. Utandığın ırkın ve odandan kovduğun kabile, bir gün kocaman bir defter koyacak önüne. Anlayacaksın o gün; "yeni bir hayat" yok. Sığınabileceğin, gizlenebileceğin mahzenler kalmayacak yeryüzünde. Zekanı, aldatıcı cümlelerin kıvrak ama kökensiz akışına bırakma. Bizi kandırmak için bakma yüzümüze. Bize bir şey satmak ve evlatlarımızı Avrupalı yapmak için bakma. Biz "eski"yiz, "babamızdan gördüğümüz gibi'yiz ve değişmeyi hiç ama hiç sevmeyiz. Hiç sevmeyiz bıyıklarımızı kesmeyi ve cicili bicili konuşmayı. Jelatini) yüzler, boyalı laflar, ihanet yüklü felsefeler yoktur, hayatımızda. Düz, dümdüz konuşuruz, dolandırmadan lafı ve eğip bükmeden. Ağzımıza geldiği gibi yaşar ve koşar gibi düşünürüz. Koşar gibi, büyük ve uzun bir koşuyu bir çırpıda tüketir gibi... Menzile varırken yitirir anlamını menzil.
Değişmeyi hiç sevmeyiz. İhanet kokar yeni cümleler. Arkasında canavarlar gizlidir her tür "ikna çabası' nın. Bizim iyiliğimizi istediğini söyleyen herkesten ve her şeyden ürkeriz. İyi kokulu beylerin ruhunda büyük çöplükler, şık hanımların içinde yüz yıllık cesetlerin kokusunu bulduk. Büyük bir gürültüyle kokuyordu medeniyet. Burnumuzun direği kırılıyordu beyazlara baktıkça. Beyazlara baktıkça biz de ölüyorduk. Yanımızdan geçseler çamur sıçrıyordu üstümüze ve çocuklarımızın kalbi kirleniyordu ve evlerimize karanlık doluyordu ve eşiklerimizden içeri kanlar sızıyordu ve iğrenç bir katliamın suç ortağı oluyorduk. Birileri ısrarla "değişelim" diyordu. İçimizden birileri diyordu bunu yani içimizden birileri büyük bir cinayete ortak olmamızı ve kardeşlerimizin kalbine sokulan bıçağa dokunmamızı istiyordu. Zavallı ölülerin alnına parmak izlerimizi bırakmamızı istiyordu birileri. Ayni sokaklardan. Aynı yollardan aynı köylerden geldiğimiz birileri, "hadi birlikte cinayet işleyelim" diyordu ve uzak topraklarda dönüp duruyordu babalarımız mezarlarında biz cinayeti ne zaman geçirsek aklımızdan.
Asla ama asla inanmayacağız süslü yalanlara, "değişim" sözcüklerinin kadim ihanetine asla inanmayacağız. Sırtımıza saplanan dost bıçaklarına alışkınız zaten. Bunu da atlatırız. Bunu da kanlı bir mendil gibi koyarız küçük tarihimizin kokulu sandığına ve gün gelir açılırsa bohçamız, çıkartıp usulca masanıza atarız o mendili, O gün, işte o gün suratınızın halini görmek istiyoruz. Kireç gibi olan yüzünüze tükürmek ve vurduğunuz kardeşlerimizin adını tek tek haykırmak istiyoruz gözleriniz-deki mağaraya. O gün, işte o gün geldiğinde değişmeye vaktiniz olmayacak ve kimse inanmayacak "değişebilirim" diyen bakışlarınızdaki iğrenç ifadeye. Sizden değişmenizi değil, duvarın dibine geçmenizi isteyeceğiz çünkü. Hayatınızda bir kere, tek bir kere erkek olmanızı isteyeceğiz sizden ve alnınızı bir erkek gibi dikmenizi ve bize rahat gözlerle bakmanızı... Bu son bakışınız olacak çünkü. 'Yeni bir hayat" yok!
|
|
|
|
|
|